Rablerinin Emrettiği Şekilde Dosdoğru Olamayanlar Düzene Kul Olurlar!
Başörtüsü yasakçılarının en çirkin tutumlarından biri de başörtüsünün dindeki yerine dair spekülasyonlar yapmaları. Sanki Kur'an'ın diğer emirlerini, yasaklarını yerine getiriyorlarmış gibi başörtüsünün Kur'an'da açık bir emir olmadığı, örtünmenin bireylerin tercihine bırakılmış bir konu olduğunu iddia etmekteler. Laik fetvacılar henüz Kur'an'da başörtüsünü yasaklamaya yönelik bir delil bulamadılar ama başörtüsü emrini sulandırmaya yönelik bolca yorum ürettiler.
Bu çirkin, sapkın tutumlarını sergilerken yasakçılar lojistik destek almak için ihtiyaç duydukları ilahiyatçı tipleri bulmakta zorluk çekmiyorlar. Bahriye Üçok, Neşet Çağatay geleneğinin izini süren "laik hoca" takımına mütemadiyen yeni isimler eklenmekte. Bunlar da Zekeriya Beyaz ve Yaşar Nuri Öztürk gibi kısa sürede medyatik hoca statüsüne yükseliyor ve "ilginç" fikirlerini kamuoyuna aktarma fırsatı elde ediyorlar. Sayıları çok fazla olmamakla beraber ilahiyat hocası etiketiyle konuşan bu zevatın kitle düzeyinde çok etkili olamasa da yasakçıları vicdanen rahatlattığı ve saldırganlıklarını pekiştirmelerine zemin hazırladıkları görülüyor.
Yasakçılara açık destek veren ilahiyatçı sayısı ve etkisi sınırlı ama kaçak güreşip ortalığı tozu dumana katanların sayısı hiç de az değil. Üstelik bunlar genelde daha yetkin tipler olarak algılandıkları ve etkin bir konumdan konuştukları için çok daha sarsıcı sonuçlara, uzun süreli kafa karışıklıklarına neden olabiliyorlar. Salim bir akılla düşünüldüğünde ortaya akıl almaz bir çelişki çıkıyor: Eğitimsiz, bilgi seviyesi son derece sınırlı sıradan bir insanın dini duyarlılığı ve adalet duygusunun yönlendirmesiyle çok rahat görebildiği ve tavır aldığı zulüm uygulamasını isminin başında uzun etiketler bulunan, bir sürü mürekkep yalamış zevatın görememesi ya da gördüğü halde es geçmesi korkunç bir durum ve de büyük bir vebal.
Zulmün ve şirkin bu derece saldırganlaştığı, vahşileştiği bir konjonktürde zalimlerin yüzüne hakkı haykırmak şöyle dursun, düpedüz mugalataya yönelen ve egemenlerin kendilerine sundukları ve sunacakları imkan, mevki ve şöhret uğruna zavallılaşan, sefilleşen bu tipler az bir paha uğruna dini bilgilerini, kariyerlerini pazarlarken hiç ahireti düşünmüyorlar mı? Hadi ahiret uzak geldi, bunca acıyı yaşamış insanlara karşı hiçbir sorumluluk, insani, vicdani bir borç hissetmiyorlar mı?
İşte bu acınılası tablolardan biri ile 18 Şubat akşamı Kanal 1 televizyonunda Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında karşılaştık. Programa Yaşar Nuri Öztürk ile birlikte konuk olarak Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. M. Saim Yeprem de katılmıştı. Kendisinden "Kur'an'da başörtüsü -programa göre türban- var mıdır?" sorusunu cevaplaması istenen Saim Yeprem uzun uzun konuştu, bir sürü gereksiz bilgi verdi, "üstat" olduğunu ispatladı ama bu basit soruya net bir cevap vermedi. Program bittiğinde muhtemelen izleyicilerin kafasında şöyle bir imaj oluşmuştur: "Kur'an'da başörtüsü var mıdır bilemeyiz ama kaos olduğu tartışılmaz!"
Konuyla ilgili olarak Vakit gazetesinde 25 Şubat 2008 tarihinde yayınlanan ve aşağıya alıntıladığımız bir okuyucu mektubunda Saim Yeprem'in tutumu eleştirilmektedir. Saim Yeprem'in söz konusu programdaki performansını maddelerle özetleyen mektup, ilahiyatçı bir profesörün ne kadar "ilmi" olduğunu sorularla ortaya koyuyor!
Prof. Saim Yeprem'e İtiraz!
1- Kanal 1'de TEKE TEK'te idiniz, bir saat on beş dakika başörtüyü anlattınız. Bu konuyu bu kadar uzun anlatmaya gerek var mıydı? Yoktu çünkü Din İşleri Yüksek Kurulu'nda görüşmüyordunuz, karşınızda konunun inadi cahili Fatih Altaylı ve şimdiye kadar aynı konuyu bin kere dinlemiş halk. Lüzumsuz teferruata girdiniz. Girdiniz de bilinenin dışında ne söylediniz? Hiçbir şey hatta sapı samanı birbirine karıştırdınız. Sadece "Görüyor musunuz ben neler biliyorum" dediniz. Elhamdulillah ki prof. değilim.
2- "Türban emirdir, tavsiye de değildir, yapsanız iyi olur ama yapmaya da bilirsiniz anlamına gelmez" diyerek önce gönlümüze su serptiniz, sonraki söylediklerinizi dinleyince bu bir mavi boncukmuş anladık.
3- Hemen döndünüz 'saçın son teline kadar örtülecek diye bir şey yok, (kaç tele izin var demeye kalmadı) İmam-ı Ebu Yusuf yarısına kadar izin (!) veriyor. (Namaza başlarken mi yarısını açabiliyor diyor, namaz içinde kazara açılırsa mı yarısını geçmedikçe namazı bozmaz diyor? Bu noktayı açıklama asaleti göstermediniz. Ayrıca biz kadının evinde namaz kılma halini değil dışarıda, üniversiteye giderken nasıl giyinmesini konuşuyoruz, siz bunu karşı tarafa boncuk için değilse niçin söylüyorsunuz?) Saçın uzanan kısmı açık kısmı açık kalabilir dediniz; başı örtmekten maksat ne? Baştaki saç değil mi?
4- Burada durmuyorsunuz "İmam-ı Azam abdestte başı meshetmekle emrolunduğumuz halde dörtte birin yeterli olduğunu söylüyor" diye açık kısmı dörtte üçe çıkarıyorsunuz.
5- Bununla da yetinmiyor Hanefi olan Pakistan'da göbeğin de açık olduğunu bilmem ki ne maksatla söylediniz, biz başın örtünmesi konusunda deveye hendek atlatmaya çalışıyoruz siz göbeğin bile açılmasından dem vuruyorsunuz. Adama sorarlar siz kimden yanasınız diye. Yemenli bir alim de, "Türkiye Hanefi bir İslam ülkesidir; bakın kadınlar bikini ile denize giriyor, diskotekte dans ediyorlar, caiz olmasa yapmazlardı" dese bu söz ne kadar ilmi olurdu? Sizinki de aynen öyle oldu.
6- Yaşar Nuri'nin sessizce dinlemesinden de mi bir şey anlamadınız, adam diyor ki, "Konuş konuş benim söyleyeceklerimi sen söylüyorsun." Yaşar Nuri'nin tüm TV programlarına bak, kimseyi 20 dakika kesmeden dinlemiş mi? Sizi 75 dakika neden dinledi dersiniz?
7- Bence çok uzun ve lüzumsuz konuştunuz. Sizce iyi ve isabetli konuştuysanız kimi neye ikna ettiniz? Başörtüye karşı olanı başörtüsüne mi razı ettiniz? Yoksa, "Zaten prof.'luk bu, çok konuşacaksın, hiçbir neticeye varmayacaksın, konuyla ilgili kim ne söylemişse ortaya dökeceksin, milleti kaosla baş başa bırakacaksın. İşte ben de prof. olduğum için bunu yaptım" mı diyorsun. O zaman 10 üzerinden 10 aldınız.
8- Hem o Hatay lüzumsuzluğu neydi? Bu akademisyenler ne kadar sorumsuz ve insanları aptal yerine koyma hakkını kendilerinde görüyorlar. "Hataylılar kapı çalmadan girer, içeriyi kolaçan eder neleri varsa gösterir." İsim vererek tüm bir şehir ahalisini görgüsüz, kaba, saba, cahil, yontulmamış nasıl ilan ettiniz?
Tüm Hataylılar olarak seni kınıyor ve eniştemiz olmandan utanıyoruz.
Salih Kahraman / Hatay
Vakit Gazetesi / 25 Şubat 2008
- Ergenekon Cumhuriyeti’nde Töre Hukuku İşliyor
- Laik Kemalist Oligarşinin Başörtüsü Düşmanlığı Sınır Tanımıyor!
- ‘Sivil İslam’ ve Kentli Cemaat Alternatif Bir Model Üretebilir mi?
- Söz Konusu Olan Müslümanlarsa, Tutarsızlık Sorun Sayılmaz!
- Merkez Medyanın Başörtüsüne Karşı Kamuoyu Oyunları
- 32. Gün ve Üniversitelerde Laik-Kemalist Sefalet!
- Liberallerin Başörtüsüyle Ateşten İmtihanı
- Başörtüsü Unutkanlığı
- Rablerinin Emrettiği Şekilde Dosdoğru Olamayanlar Düzene Kul Olurlar!
- Kara Harekâtı: Kürt Sorununda Çözümsüzlüğe Devam
- Yıldızlara Yürümek
- Ergenekon’dan Ne Zaman Çıkarız Hocam?
- Tersanede Ölüm Var (D)uyuyor musunuz?
- Kosova’ya Amerikan Özgürlüğü!
- Muğniye Suikastı: İsrail’le Savaşın Yeni Aşaması
- Siyonist Ablukaya Karşı Gazze Dayanışması
- Ayrım Duvarını Yıkın!
- Mısır Parlamentosu El-Ezher’de Gösteri Yapılmasını Yasaklıyor!
- Tevekkül ve Sabır Abidesi Bir Muhacir: Hz. Hacer
- Tebliğde Sabır ve Süreklilik
- Egemen Söyleme Karşı Eleştirel Tanıklığın Şairi: Nizâr Kabbânî
- ‘Süleymaniye Kürsüsünde’ki Mehmet Akif
- Zilha Günü: Teslim Alınmış Ablaların Hikayeleri
- Bekleyiş
- Hüzün İklimleri