PKK’nın Strateji Değişikliği mi?
Geçen ay Kürt sorunu Türkiye gündeminin ilk sıralarındaydı. Mart'ın ortalarında Abdullah Öcalan'ın tek taraflı ateşkes ilanı ile başlayan ve Nisan'ın ortalarında da ateşkesi süresiz olarak uzatmasıyla devam eden süreç, "PKK önümüzdeki günlerde savaş politikasını mı değiştiriyor?" sorusunu gündeme getirdi. Bekaa'dan tanıdığımız savaş yanlısı Öcalan'ı, bundan sonra kravatlı, takım elbiseli olarak mı göreceğimizi tartışmaya başladı insanlar.
Buradaki en şaşırtıcı nokta; "1993'de savaşı yükseltelim" diyen, bağımsız birleşik Kürdistan'ı savunan Öcalan'ın, Türkler'in ve Kürtler'in et ve tırnak gibi olup birbirlerinden ayrılamayacağı ve Nevruz günü PKK bayrağını açan sivil halkın gözaltına alınabileceği şeklinde beyanat vermesi; çeşitli dergi ve gazetelerde radikal hareketlerin başarıya ulaşamayacağını, eninde sonunda emperyalizmle uzlaşması gerektiğini yazmasıdır.
Burada şunu belirtmek lazım ki, Öcalan, son yıllarda siyasi çözüm lafını ağzına almaya başlamış, DYP-SHP koalisyonunun göreve başladığı günlerde cılız da olsa bunu gündeme getirmiştir. Fakat şu anki boyutta ilk defa ciddi olarak gündeme getiriyor. (Öcalan'ın günlük değişen politikalarına yetişmek mümkün değil. 1992 Nevruz'u öncesinde halk ayaklanmasından bahsederken, Nevruz sonrasında tüm bunları unutmasında olduğu gibi.) Yine aynı paralelde Kürdistan Ulusal Meclisi (KUM)'ni gündeme getirmişti. Avrupa'da seçimler yapılmasına ve temsilcilerin seçilmesine rağmen KUM fazla ses getirmedi. PKK'ya yakın çevreler Öcalan'ın KÜM ile beceremediğini şu an oluşturmağa çalıştığı Kürt Cephesi ile gerçekleştirmeğe çalıştığını söylüyor.
Savaşın diğer tarafında yer alan TC, hiç hazırlıklı olmadığı bir anda tek taraflı ateşkesle karşılaştı. Devletin üst kademesinde bulunan insanlar, hem hazırlıksızlığın getirdiği şaşkınlıkla, hem de büyük devlet psikolojisiyle -erkekliği kimseye bırakmadan- "Gelsinler, Türk adaletine teslim olsunlar", "Pişmanlık yasasından yararlansınlar." türü demeçler verdiler. Alttan alta da gelişmelerden memnun oldukları hissedilmiyor değildi. Her ne kadar Talabani'yi arabulucu olarak görmediklerini söyleseler de, Talabani'yle yaptıkları zirveler, Talabani'ye otomatikman arabuluculuk görevi verdiklerini gösteriyordu.
PKK niçin ateşkese gerek duymuştu? Yeni Ülke gazetesinde çıkan haberlerde (28 Mart - 3 Nisan 1993); kendisine pazarlık imkanı sağlayacak olan askeri gücü ve halkın desteği(!), Güneydoğu'da yürütülen savaşta gelinen başarılı nokta, Avrupa Parlamentosu ve bazı hükümetlerin PKK ve TC'yi ateşkese çağırması, Türkiye'den bazı sendikal çevre ve aydınların savaş karşıtı tutumları gibi elverişli etmenlerin bir araya gelmesiyle ateşkes için uygun ortam bulunduğu belirtiliyordu. Yine aynı sayıda "Gerillaların peşmerge kuvvetlerine ve TC ordu birliklerine karşı sergilediği direniş Orta Doğu'da politika yapmak isteyen herkese PKK'nın hesaba katılması gereken bir güç olduğunu göstermişti." denilerek "Orta Doğu'da politika yapmak isteyen ülkeler"i kendi çıkarları için PKK ile işbirliğine davet edilmektedir. Kendi çıkarları için politika yapmak isteyen bu ülkelerde Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere gibi emperyalist ülkelerden başkası olmasa gerektir. İçerisinde doğrular olmakla beraber bu etmenlerin hepsine katılmak mümkün değil. Tarafsız bir gözle baktığımızda başka etmenlerin de olduğunu görebiliriz.
- TC Kuzey Irak Harekatı ve iç harekat sırasında (söylediği rakamlar kadar çok olmasa da) PKK'ya zar vermiş, Kuzey Irak'taki kampları yerle bir etmiş (Bekaa daha önceleri kapatılmıştı), Kuzey Irak'ın Türkiye sınırına yakın yerlerinde oluşturduğu karakollarla PKK'nın güneyden Türkiye'ye girişini ve dışarıdan sağladığı askeri desteği büyük oranda engellemiştir. PKK tamamıyla köşeye sıkıştı denemese de askeri açıdan 1990-1992 yıllarındaki imkanlara sahip değildir artık.
- PKK sempatizanı halk uzayıp giden ve nereye varacağı belli olmayan bu savaştan bıkmış, yavaş yavaş PKK'dan desteğini çekmeğe başlamıştı. Yani PKK'nın dayandığı kitlede gerilemeler vardı. Bunun en bariz örneğini 1992 Nevruz'u ve 1993 Nevruz'u arasındaki farkta görebiliriz. 1992 Nevruz'unda halkın ayaklanması gündemde iken, bir ay evvelden Nevruz'da ne olacak tartışması yapılırken ve Nevruz Günü 100'lerce insan ölürken, bu yıl ki Nevruz geçen yıla göre daha az katılımlı ve daha az olaylı geçmiştir.
- Batı ve PKK arasında kapalı kapılar arasında neler geçtiğini tam olarak bilemiyoruz. Fakat yaygın olan kanaate göre Batı Kürt sorununu çözmek istiyor. (Belki de Orta Doğu'da başka karışıklıklara yol açmak için Türkiye-İran gerginliği gibi.) Bundan sonra Batı'nın Öcalan'dan beklediği de, kravatlı, takım elbiseli yürütelebilecek FKÖ-Irak Kürdistani Cephe tipi siyasi mücadelede yer almasıdır.
Kürdistani Cephe her ne kadar silahlı mücadeleyi bırakmasa da Batı'yla kurdukları diplomatik ilişkiler sayesinde bugün öyle ya da böyle bir devlet sahibiler.
Ateşkes sonrasında PKK Avrupa'dan epey destek gördü. Avrupa Parlamentosu'na konuyla ilgili önerge veren bir üye, Almanya Yeşiller Partisi, Avusturya Parlamento Başkanı, Yunanistan Sosyal Demokrat Yenileme Hareketi Partisi, Kıbrıs Temsilciler Meclisi ateşkese destek verenler arasındadır. (PKK'nın dış ülkelerle bağlantısını göstermesi açısından Ermeni Yazarlar Birliği'nin Öcalan'ı Onur Üyesi seçmesi önemli bir örnektir.)
- Yine bazı şehir merkezlerinde Hizbullah'ın vurduğu darbeler PKK'ya ağır kayıplar verdirdi. Bazı ilçelerde PKK'lılar sokağa çıkamaz hale geldiler. Müslümanlar gösterdikleri direniş ve savaşım örnekleriyle önemli başarılar elde etmişlerdir. 1978'de kurulan ve 1984'den bu yana silahlı mücadele veren bir örgütün, kendisine göre daha az deneyimli Hizbullah karşısındaki yenilgisi gerçekten PKK için utanç verici bir durumdur. PKK'nın ateşkes ilanında çek adı geçen Talabani, insani kaygılardan dolayı, savaşta çok kan döküldüğü için arabuluculuk görevi yapmamaktadır. Zaten kendisi de, benim bu işten çıkarım var demektedir. Kuzey Irak'ta kurdukları Kürt-Federe Devleti'nin hayatını devam ettirmesi, Çekiç Güç'ün bölgede bulunmasına, dolayısıyla TC'nin Çekiç Güç'e topraklarında konuşlanma iznini vermesine bağlıdır. Diğer taraftan TC, PKK'nın mevzilenmemesi için Kuzey Irak'a hakim olacak bir devletin olmasından yanadır. Yani Kürt-Federe Devleti'yle iyi geçinmek ve yaşamasını istemek zorundadır. Bu karmaşık ilişkilerde Talabani kesinlikle PKK'nın yok olmasını istememekte (PKK yok olduğunda TC Çekiç Güç'e izin vermeyebilir.) TC ile iyi geçinmek içinde PKK'nın siyasi sahada mücadele vermesini istemektedir.
Müslümanları yakından ilgilendiren bir diğer konu da PKK'nın Hizbullah'a bakışındaki taban tabana zıt farklılaşmadır.
"Evet. Hizbikontra MHP'nin Kürdistanlılaştırılmış biçimidir. Kürdistan devrimine dayatılan İslami renkte uluslararası İslami devrim geleneğini de, İran devrimini de kullanarak biçim değiştirmiş MHP'dir." (Abdullah Öcalan ile yapılan röportajdan, Yeni Ülke, 28 Şubat- 6 Mart) diyerek müslümanları devlet bağlısı bir güç olarak gösteren ve başından bu yana Hizbullah'a Hizbulkontra diyerek iftira atan ve olayların gelişiminden habersiz pek çok müslümanı da yanlış bilgilendiren, kamuoyunu müslümanlar aleyhinde yönlendirmeğe çalışan, PKK, "önümüzdeki süreçte bu birliğe (PKK-PSK/Kürdistan Sosyalist Partisi) Kürdistan'ın diğer güçlerinin de dahil edilmesini hedeflemektedir. Biz buna Hizbullah hareketini de dahil etmek istiyoruz. Ramazan ayı süresince gerçekleştirilen ateşkesin de buna zemin olabileceğine inanıyoruz." demektedir. Ayrıca bugüne kadar Kürt halkının PKK-Hizbullah çatışması adı altında birbirine kırdırılmak istendiği ve bu yüzden çok kan döküldüğü öne sürülen açıklamada "Bunda ne PKK'nın ne Hizbullah'ın ve ne de Kürt halkının hiç bir çıkarı yoktur. Bu savaş bizce özel savaşın sinsice taktikleri sonucu ortaya çıktı ve sömürgeciliğe hizmet ettiği de ortadadır. Bizce artık buna bir son vermenin gereği vardır." denmektedir.
Daha evvelden kontrgerilla uzantısı olduğunu söyledikleri Hizbullah'a şimdi Kürdistan içerisindeki bir güç olarak bakılmakta onunla cephe oluşturmak istenmektedir. Bu çelişkinin arkasında "amaca ulaşmak için her yol mübahdır" mantığının olduğunu görebiliriz.
1992'nin yaz aylarında bir MİT elemanının açıklamalarına dayanarak hazırladıkları yazı dizisinde Zaman gazetesi Hizbullah'ı devletin kurdurduğunu manşetten veriyordu. En azılı düşmanının bile bağımsız ve İslami bir güç olarak tanıdığı Hizbullah'a, bu vakitten sonra Zaman gazetesinin yaklaşımı merak konusu. Zaman, bu konuda bir açıklama yaparak okuyucuların kafasında oluşturduğu yanlış bilgileri düzeltmeli ve müslümanların arasına fitne sokabilecek konularla ilgili haber verirken de dikkatli olmalıdır.
PKK'ye yakın çevreler Kemal Burkay'ın ateşkesle birlikte ön plana çıkartılmasına sebep olarak; PKK'nın 9 yıllık yürüttüğü mücadeleyle, pek çok masum insanın, kadınların, çocukların, bebeklerin kanını döktüğünü bu yüzden Batı kamuoyunda ve demokratik kitle örgütlerinde pek saygınlığının kalmadığını, Burkay'ın ise şairlik yönü bile olan, başından beri siyasi mücadeleyi silahlı mücadeleye tercih eden ve halen Avrupa'da yaşayan, Batı ile ilişkileri hem ortam, hem de sicilinin düzgün olması açısından daha rahat kurabilecek birisi olmasını gösteriyorlar.
PKK, Hizbullah'a karşı yürüttüğü karalama kampanyasının aynısını bir zamanlar Kemal Burkay'a ve PSK'ya karşı yürütmüş, "işbirlikçi", "hain", "Kürt reformist", "uzlaşmacı" diye nitelemiş, PSK da PKK'yı "terörist", "kan döken", "Kürt savaşına zarar veren" bir örgüt olarak görmüştür. PSK, PKK ile imzalanan protokol anlaşmasını "PKK bizim çizgimize geldi" şeklinde yorumlamıştır. PKK'nın, PSK'ya yönelik iftiralarını gözönüne aldığımızda PKK "işbirlikçi", "hain", "Kürt reformisti" ve "uzlaşmacı" olmuştur.
PKK dışındaki diğer Kürt örgütlerinin çoğu silahlı mücadeleyi desteklemedikleri için oluşturulmak istenen Kürt Cephesi'ne destek verme ihtimalleri fazladır. Son olarak Hewgirtin-PDK (Kürdistan Demokrat Partisi) da, PSK-PKK arasında imzalanan protokolü desteklediğini bildirerek, PKK ile protokol anlaşması imzaladılar.
Fakat bu şartlarda olmamasına rağmen 12 Eylül sonrasında "Faşizme Karşı Birleşik Cephe"nin ve 1980'li yılların sonlarında Öcalan ile Talabani arasında imzalanan işbirliği anlaşmasının fazla yürümemesi gözönüne alındığında, ilerleyen zamanlarda protokolü İmzalayan örgütler arasında bazı problemler çıkabilir.
Sonuç olarak; olayların akışından PKK'nın kısa vadede silahı bırakmayacağını, dağdaki insanların genel affa rağmen teslim olmayacağını, ancak devletten koparacağı tavizler ve legalleşme sonucunda silahı bırakacağını, devletin de yıllardır silahla halledemediği bu meselenin siyasi çözümle hallolmasından memnun olduğunu ve bu yönde iyi niyet işareti olarak bazı adımlar atabileceğini (olağanüstü halin kaldırılması, Kürtçe radyo, TV, genel af gibi) söyleyebiliriz.
- Okuyanlarımızla
- Sistemi Aşma Sorumluluğumuz
- İslami Hareket Örgütü Yok İşkence Var
- Dergimizin Nisan Sayısı Toplatıldı
- Sistem Özal'ını Kaybetti
- 1 Mayıs'ta Taksim
- PKK’nın Strateji Değişikliği mi?
- Filistin Günlüğü
- Irak Kurdistanı İslami Hareketi
- Bosna Cihadında Yeni Bir Şehid
- Cezayir’de Cihad
- Yeltsin'e 40 Milyar Dolarlık Destek
- Ermeni Saldırganlığı
- Din-Devlet İlişkileri
- Din-Devlet İlişkileri Sempozyumu
- Din-Devlet İlişkileri
- Din-Devlet İlişkileri
- Dört Halife Zamanında İçtihadın Boyutları ve Ekonomik Sonuçları
- Mezheplerin Yakınlaştırılması ve Çağdaş İsmaililer
- Islahatçı Bir Alim: İbn Teymiyye -2
- Kur'an ve Akıl
- Çok Partili Sisteme Geçerken İslamcı Dergiler -1
- Ülker'den Grev Çözücülüğü
- Siyonist Garih'e Protesto
- Tükeniş mi?