Parlamento Dışı İktidarın Gölgesinde Yeni Koalisyon Hükümeti
Türkiye'deki mevcut siyasal sistem ve anlayış her geçen gün derinleşen ekonomik krizlerin, toplumsal kaosların ardındaki ana etkendir. Son koalisyon hükümetinin icraatları ile ülke 24 Aralık 95'de bir erken genel seçime götürüldü. 24 Aralık erken genel seçimlerinin ardından ortaya çıkan tablo hiçbir partiyi tek başına iktidar yapmaya yetmedi. Önce RP'siz koalisyon girişimleri, tutmayınca RP'li koalisyon girişimleri söz konusu oldu. ANAP-RP koalisyon görüşmeleri "Ordu ANAYOL dedi" gibi tehditlerle engellenince mecburen ANAP-DYP azınlık hükümeti alelacele teşekkül ettirildi. ANAYOL azınlık hükümeti 6 Martta imza edildi, 12 Martta güvenoyu aldı. Azınlık hükümeti, Türkeş'in meclisteki mirasına ve görevine (işlevine) talip, B. Ecevit ve M. Yazıcıoğlu'nun görünüşte çekimser kalan tavırlarıyla güvenoyu alabildi.
Cumhuriyet döneminin 53. hükümeti olan bu azınlık koalisyonu, oluşturulmaya çalışılan abartılı iyimser havanın aksine, hem oluşumu itibariyle hem de 2000 yılına kadar ortaya koymaya çalışacağı icraat vaatleriyle, umutların değil kapıya dayanan kara bir yazgının habercisi durumunda. Siyasal yapının en alt biriminden en üst birimine değin tüm kurum ve kişilere karşı halkta en ufak bir güven dahi kalmamışken -boş vaad olarak- çok abartılı bir güven görüntüsü oluşturulmaya çalışılıyor. Hükümet programındaki orta ve kısa vadeli hedefler (vaadler) iktidar mensupları açısından yağma ve sömürüyü çabuklaştırıp kolaylaştıracak kısa vadeli bir iktidar planını gözden kaçırma amacına yöneliktir.
Meşruiyetini ve çerçevesini laik cumhuriyetin belirlediği her yeni oluşum defaaten yaşanan tecrübelerle sabittir ki, bir öncekinden çok daha kötü şartları halka dayatmaya adaydır. Bu durum, sistemin siyasi yapılanmasından ekonomik yapılanmasına, askeri stratejisinden kültürel programına değin hayatın neredeyse müdahale edilmedik en ufak bir alanını bırakmayacak şekilde sürüp, gitmektedir. 24 Aralık erken genel seçimlerini hazırlayan şartlar için bu dayatmacı durum söz konusu olduğu gibi, seçimler sonrasında ortaya çıkan tablodan devşirilmeye çalışılan sonuçlar içinde, sistemden ve egemenlerden kaynaklanan çarpık mantık ve işleyiş geçerliliğini koruyordu. "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini emperyalizme hizmetçi olma yolunda şiar edinen sistemin egemenleri halen bu davaya olan bağlılıklarını sürdürmekte ısrarlı oldukları çok açık. Fakat Özal dönemi ve sonrasındaki oluşumlar emperyalizme hizmetçilik statüsünden terfi edip emperyalizmle entegre olup pay sahibi, dolayısıyla söz sahibi olmaya heveslendiler. Cumhuriyetin 53. hükümeti olan ANAYOL azınlık hükümeti de emperyalizmle entegrasyon sürecini hızlandırmakla vazifeli kılınmıştı. Tüm olanakları zorlayarak sömürgeciler adına kazanımlar elde etme çabasındaki oluşumun adı her zaman olduğu gibi "umut hükümeti" olarak pazarlanmaktadır. IMF'nin, Dünya Bankası'nın, TÜSİAD'ın ekonomik programlarının kim tarafından uygulandığı pek fazlaca önem taşımamaktadır. Adının Rüştü Saraçoğlu, Ayfer Yılmaz, Lütfullah Kayalar veya herhangi bir isim olması, bir şey değiştirmiyor. Bu noktada Türkiye tipi demokrasi anlayışının tipik bir örneği olması açısından Demirel'in değerlendirmesi ilginçtir. "Darbelerin adamı" 53. hükümete İlişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: "Ben isimlerle meşgul değilim. Ben Türkiye her sorunu demokrasi içinde çözer" diyorum. İşte, çözüldü. Yeni bir hükümet. Yeni bir heyecan. Yeni bir şevk. Başarılar diliyorum"1.
Demirel'in bu yaklaşımı içteki egemenlerin yönetimdeki yeniliğe İlişkin temel mantalitesini kısa ve özlü bir biçimde ifade ediyor. Dıştaki egemenlerin olaya yaklaşımı da pek fazlaca farklılık arz etmiyor. Azınlık hükümeti daha yeni güvenoyu almışken, Başbakan Mesut Yılmaz Paris yollarına düşüyor. Ankara'dan ayrılmak üzere iken ABD Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Sandy Berger ve beraberindeki heyetle görüşüyor. Heyet Yılmaz'a Clinton'un mektubunu ulaştırıyor. ABD, Türkiye'nin stratejik önemi dolayısıyla ilişkileri kişisel dostlukla sınırlamıyor. ABD; Özal, Demirel ve Çiller'den sonra Yılmaz'a da gerekli krediyi açıyor. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Rüşdü Saraçoğlu IMF ile "Standby" anlaşması hazırlıkları için hemen, sonbaharda da M. Yılmaz ABD'ye gidiyor. Bu arada yeni kurulan hükümetin IMF'ye "tekmil verme" işlemi oldukça hızlı işledi. Öyle ki hükümetin, Plan ve Bütçe Komisyonu'na dahi vermediği 1996 yılı bütçesinin ayrıntılı tablolarını derhal IMF'ye fakslaması, sistemin egemenlerinin büyük efendilerine karşı sadakatlerini her geçen gün arttırdıklarını gösteriyor.
Tabii, ABD'ye sadece ekonomik direktifler almak amacıyla gidilmiyor. Ekonomik amaçlı seyahatlerin yanında istihbarat ve güvenlik işbirliği anlaşmaları dolayısıyla bu alanda yetkili ve etkili olan zevatın ABD ziyaretleri gayet olağan sayılmalıdır. CIA ve MOSSAD'ın Özel Harp Dairesi'ne, Özel Harp Dairesi'nin hükümete ve ilgili bürokrasiye istihbaratla ilgili alanlarda verdiği talimatlarda bireysel değil kurumsal işleyişin göz önünde bulundurulduğu bir gerçektir.
Parlamentonun yeni üyeleri Türkiye için "Aydınlık Yarınlar" getirecek "yıldızlar" olarak lanse edildiler. "Aydınlık Yarınlar" ve "Yıldızlar". Aydınlık yarınlar nasıl gelir diye düşünüyorsak, Yıldızların falına değil, karanlık geçmişine şöyle bir göz ucuyla bakmak yeterli olur. Her birinin karanlık geçmişinde oldukça fazla miktarda kirli çamaşır mevcut. Kimi zaman yolsuzluk, hırsızlık, kimi zaman işbirlikçilik, ajanlık, kimi zaman orman yakmak, köy boşaltmak, kimi zaman işkence yapmak, yargısız, hukuksuz infaz etmek şeklinde arkalarındaki tablo. Hemen hemen tamamının yıllar boyu uygulanan "Karartma Geceler"de, ama ekonomik, ama siyasal veya güvenlikle ilgili birimlerde vazifeli olduğu gerçeği "Aydınlık Yarınlar"ın mahiyetini izah etmeye yeter.
Dün bürokrat statüsünde yaptıkları çarpık uygulamalarla ve yolsuzluklarla ekonomiyi bataklık haline getirenlerin elde ettikleri sonuçlar yetersiz görülmüş olmalı ki, doğrudan ekonomiden sorumlu devlet bakanlıklarının başına getirildiler.
Yine petrol boru hattı inşasında Amerikan planını Türkiye'nin planı olarak yutturmaya çalışan, nesebi değil, karanlık geçmişinin yanında sürekli karanlık ilişkiler içerisinde bulunan kişinin Dışişleri Bakanlığına getirilerek, ABD onaylı rotanın değişmeyeceği 53. hükümet tarafından ilan edilmiş oldu.
Hepsi ABD'de kontrgerilla eğitimi almış, yeterliliklerini Emniyet Müdürlüklerinde, OHAL Valiliklerinde köyleri yakıp boşaltarak, işçiyi, memuru, öğrenciyi coplayarak, işkenceyi ve yargısız infazları halka karşı bir 'devlet terörü' şeklinde kullanarak nasıl hak gaspedebileceklerini ispat etmiş kişiler devlet bakanlıklarına atandılar. Çok eskiye gitmeye gerek yok. Bir süre evvel İstanbul Valiliği'ni ve Emniyet Müdürlüğü'nü elde etmek için, karşılıklı olarak kimin ne kadar yolsuzluk yaptığını, zimmetine nasıl para geçirdiğini, hangi kayırmalarda bulunduklarını deşifre etmişler ve bu durum basına da yansımıştı Ama "yolsuzlukların babası" duruma müdahale etmiş ve kardeş kavgasını engellemişti. Şimdi ikisi özel bir bankanın yönetim kurulu üyeliğine atandılar (Her ne kadar kamuoyunda oluşan tepkiler sonucu geri adım attılarsa da zihnen ve pratikte nelere müsait olduklarını bir kez daha ortaya koydular). Diğer ikisi bakanlık koltuğunda oturacak. Katliamların sorumlularından biri adalet dağıtmak için Adalet Bakanı oldu. Diğeri yakıp yıkarak zorla köylerini boşalttırdığı insanlara toplu konutlar, güzel şehirler inşa etmek üzere şehircilikten sorumlu devlet bakanlığına getirildi. "Kel başa şimşir tarak" sözü tam da bu durumu izah için uygun düşer.
Cumhuriyetin 53. hükümeti ifadesi bir yanılsamaya yol açmamalı. Çünkü işleyiş itibariyle diğer 52 hükümetten olumlu anlamda en ufak bir fark taşımıyor. Bir örnek olması açısından TÜSİAD-Hükümet ilişkisinin ulaştığı boyutu ele alabiliriz. TÜSİAD maiyetinde çalıştırdığı 65 akademisyene özelleştirmeden demokratikleşmeye, Gümrük Birliğinden Güneydoğu Sorunu'na kadar bir dizi yasa taslağı hazırladı. TÜSİAD hazırladığı bu yasa taslaklarını Meclis'e sunmayı ve kabul ettirmeyi hedefliyor. Bu amaçla Meclis Başkanı Mustafa Kalemli'yi ve Başbakan Yılmaz'ı bir heyetle ziyaret edecekler. TÜSİAD böyle bir uğraş içerisine girerken, örneğini Fransa'dan seçmiş. Fransa'da Fransız Milli Patronlar Konseyi (CNPF)'nin iktidar üzerindeki etkinliğini, milletvekillerine yaptıkları markaj sonucu, sayısı yüzü geçen uzman komitelerine hazırlattığı dosya ve raporların bu milletvekilleri tarafından yasa önerisi olarak sunulmasını sağlaması TÜSİAD'ı da heveslendirmiş ve harekete geçirmiş. Şimdiye kadar telkinlerle, tembihlerle hükümeti idare ediyorlardı, şimdiden sonra yasa önerileri ile bu işi devam ettirecekler demek ki. Mahiyet farkı değil, şekil farkı söz konusu dünden bugüne.
Hükümet-TÜSİAD ilişkisinden sonra Hükümet-Genelkurmay Başkanlığı ilişkisine de değinmek gerekir. Çünkü Genelkurmay TÜSİAD'ın da, Hükümetin de üzerinde tam bir belirleyiciliğe sahip. Bu durumu önceki hükümetlerin kuruluşlarında da görmüştük, fakat bu hükümetin kuruluşunda doğrudan doğruya ve aleni olarak ordunun belirleyiciliği ortaya çıktı. RP-ANAP hükümet görüşmeleri ve pazarlıkları sürerken ve muhtemel bir koalisyon sonuçlanmak üzere iken, görüşmeler ANAP tarafından bir anda kesildi. ANAP-DYP koalisyon hükümeti görüşmeleri başladı ve hemen hükümet kuruldu. Bu esnada M. Yılmaz'ın ordunun baskısından ötürü RP'ye hayır, ANAYOL'a evet demek zorunda kaldığı yolundaki açıklamaları geldi. Genelkurmay Başkanı ve yanındaki bir heyetin Meclis Başkanı M. Kalemli'yi ziyaret edip; "RP'nin mutlaka hükümet dışında tutulması gerekir" şeklinde bir mesaj bırakıp, Mesut Yılmaz'a iletilmesini istediği şeklindeki haberler kamuoyunda tartışıldı. Genelkurmay'ın bu ziyaretine ilişkin olarak Kalemli ve RP lideri Erbakan ısrarla böyle bir şeyin olamayacağına ilişkin olarak haberleri yalanladılar. Kalemli'nin tavrı anlaşılabilirken, Erbakan'ın tavrının anlaşılması pek mümkün olmuyordu. Erbakan, Amerika'yı, siyonistleri, medyayı, rantiyecileri, masonları, taklitçileri ve benzerlerini karşısına olmayı becerebiliyordu ama ordu deyince, adeta nutku tutuluyordu. Israrla ordunun Refah iktidarını istediği. Refah iktidarının ordu tarafından yakalanacak tarihi bir şans olduğu gibi spekülasyonlar hem partinin lider kadrosu tarafından, hem de lider kadrosuna yakın kalem erbabı tarafından dile getirildi, RP çevresi kendilerini ve tabanlarını bu spekülasyonlarla oyalayadururken, Başbakan Yılmaz Paris yolunda baklayı ağzından çıkardı. "Bir de Kalemli'yi ziyaret hadisesi var. Komutanlar orada, bir temenni olarak ANAYOL'u dile getirmişler"2
Ülkenin Genelkurmayın "temennileriyle MGK'nun "tavsiyeleriyle yönetilmesi gelenekselleşmiş/kanunlaşmış olduğu halde, Erbakan'a göre "Ordu rantiyecilere alet edilmiştir". RP liderinin "Bugün bir arkadaşımı Genelkurmay'a gönderdim. Askerler demokrasiye ihanet edemezler. Ordu RP'yi istemiyor diye söyleyenleri şiddetle kınıyoruz. Bu sözlerin tamamı yalandır. Bu sözleri söyleyenler daha ileri giderlerse biz de ileri gideriz"3 gibi görüşlerini sık sık kamuoyuna açıklaması RP teşkilatının "Ordu korkusu/ordu sendromu" ile ülke gerçeğini göremediğinin/görmezlikten geldiğinin ifadesi oluyor.
Ülkede 73 yıldır demokratikleşme, çağdaşlaşma adı altında bir "yalan rüzgarı" esiyor. Ülke en ufak ayrıntısına kadar Genelkurmay'ın verdiği brifinglerle yönetiliyor. Bu konunun, ülkedeki iki önemli gazetenin iki başyazarı tarafından açık ifadesi gerçeğin kendi dillerinden de itirafı sayılmalıdır. "Başbakanlarımız yurt dısına çıktıkları zaman demokrasi heykeli kesiliyorlar. Bir elinde terazi, bir elinde meşale... Ülkeye döner dönmez değişiyorlar: Bir elde MGK kararları ve Terörle Mücadele Yasası, öbür elde polis copu..."4
"Başbakan Yılmaz'a Türkiye'ye dönüşünde Genelkurmay Başkanlığı'nca geniş kapsamlı brifing verilecek. Yeni hükümet göreve başlarken, Silahlı Kuvvetler'den bu tür brifingler alınması, son yıllarda bir yönetim geleneği haline dönüşmüştür. Çiller de göreve aynı şekilde başlamıştı. Sıra Yılmaz'da... Başbakan Genelkurmay'daki brifinge Bakanlar Kurulu üyelerinin bir bölümüyle" katılacak. Güneydoğu'dan dış politikaya kadar Türkiye'nin güvenlik sorunlarının, stratejik ilişkilerinin gündeme geleceği bu toplantıdaki eğilimler 53'üncü hükümetin atacağı yeni adımlar açısından önemli ipuçları verebilir."5
Yukarıdaki iki alıntı buraya alıntılanmamış olsa da açıkça herkes bilmektedir ki, ülkenin yönetimi parlamentodan yürütülmemektedir. "Parlamento Dışı İktidar" adı altında kurumlaşmış bir iktidar mekanizması "Yasama, yargı ve yürütme"yi bünyesinde tekelleştirip belirleyici olmaktadır "Parlamento Dışı İktidar" kemikleşmiş bir mantık ve işleyişe sahiptir. Eğer mevcut hükümet mecliste bir takım yasal düzenlemelere gitmek istiyorsa, mutlaka Genelkurmay'ın brifinginden sonra hareket etmesi gerekir. Hükümetin Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesinden iletilecek "dilek ve temenniler" ile harekete geçmesi söz konusudur. Bu açıdan hükümeti hangi partiler oluşturmuştur, koalisyon bozulursa ne olur, kim hangi bakanlığın başına getirilecek vs. gibi soruların cevapları halk kesimleri açısından pek fazlaca önem taşımamaktadır. Bu ülke her geçen dönem daha kötü bir yönetime ve yaşam standardına doğru, adeta "mecburi istikamet" misali yol almaktadır. Genelkurmaydan TÜSİAD'a, medyadan düzen partilerine, Emniyet teşkilatından DGM'lere kadar mevcut tüm kurumlar uluslararası emperyalist mekanizmanın sürekliliği için, bir ileri karakol gibi, bir üs gibi, bir yardımcı teşkilat gibi işlev görmekte. Bu kurumsal mekanizmaların işleyişinde yer alan bireylerse kendini bir bodyguard gibi, bir tetikçi gibi, bir infaz memuru gibi görmekte, ilginç olan ise, bu çarpık zihniyetlerin tezahürüdür. İfsadın, zulmün, istikrarsızlığın kaynağı olan bu kurumsal işleyişe karşı duranlara takınılan tavır, eski zamanlardan beri devam edegelen suçlayıcı tavırların aynısıdır. "Zulmü demokratik yollarla gidermenin" egemenlerin mantığında yeri yoktur. Zor ve zorbalığa dayalı mantıkları bunu kabul edemez.
Zor ve zorbalığa dayalı bir mantık kurgusu içinde "hoşgörü", "demokratik girişim", "aynı gemideyiz" vb. gibi önermeler geçersizdir. Bu durum, bu mantık kurgusu ve tarih çok defalar öğretmiştir. Bu mantık kurgusuna ve işleyişine karşı kör, sağır, dilsiz kalanlar, egemenlerin tebaası olmaya mahkumdurlar.
Dipnotlar:
1- Yavuz Donat, "Çok Gizli", 9 Mart 96, Milliyet.
2- Derya Sazak, "Yılmazla Yeni Dönem", 13 Mart 96, Milliyet.
3- Erbakan'dan Genelkurmaya Özek Elçi, 1 Mart 96, Zaman.
4- Güngör Mengi, "Söylemek Kolay", 15 Mart 96, Sabah.
5- Derya Sazak, "Ege'de Barış Atağı ve 4. Ordu", 14 Mart 96, Milliyet.
- Kimliğimizi ve Amaçlarımızı Somutlaştırmalıyız!
- Ordudan Sürekli Darbe Politikası
- Herşeye Rağmen İlkeli Olabilmek
- Parlamento Dışı İktidarın Gölgesinde Yeni Koalisyon Hükümeti
- Hukuksuz Devlete Adaletsiz Bakan
- Öğrenci Hareketleri ve Toplumsal Muhalefetin İnisiyatifi
- İşbirlikçi düzenin saldırısına yeni malzeme: İrfan Çağrıcı olayı
- Bayrampaşa Cezaevi'ndeki Müslüman Tutsaklar Bandırma'ya Sevkedildi
- Şehitler Günü Kutlandı
- Hamas, Eylemleriyle Ortadoğu'da Sömürgeci Statükoyu Sarsıyor!
- 'İslam Korkusu Zirvesi’ ve TC-İsrail İşbirliği
- Bahreyn'de Gerginlik Tırmanıyor
- İran Seçimlerinde Taraflar
- Sudan Seçimlerinde Halkın Tercihi: İslam
- Almanya'da 'Mazlumlarla Dayanışma Günü'
- İslam Devrimi Bir Süreçtir
- Allah'ın Hayata Müdahalesinin ve Şahitliğinin Bilincinde Olmak: Dua
- Güzel Yaşamak
- İşkence ve İmtihan
- Mücadele Sürecinde iman ve İnfak
- Modernite ve Postmodernite Arasında İslami Dönüşüm
- Türkiye'de İşkence Olgusu
- Yazıklar Olsun
- Mahkemeler
- Şehid Mevlüt Demir'in Anısına