Pakistan'da İslami Hareketler Laik Egemenler Karşısında Niçin Başarısız?
'İslam köktencileri'nin Pakistan'da sahip oldukları gerçek kitlesel desteğin çok üzerinde bir güce sahip oldukları hem Pakistan'da hem de batıda sıkça söylenir. Hatta 'köktencilik virüsü'nün orduya sirayet etmiş olduğu yaygın bir kanaattir. Halbuki bu görüş haklı olsaydı, General Pervez Müşerrefin bugün iktidarda olmaması gerekirdi. 11 Eylül'den önce de, Müşerrefin tamamen laik ve kendi ifadesiyle modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal'e hayran bir kişi olduğu bilinmekteydi.
Müşerref'in Amerika'nın isteklerine boyun eğmesi ve ordu içindeki en yakın dostlarını dahi şaşırtan keskin bir U dönüşü yapması laik-kök-tenci kavgasını öne çıkarttı. Doğrudur, teslimiyetini Pakistan'ın 'ulusal çıkarları'nı koruma ambalajına sardı; fakat cephe değiştirmesini başka nasıl meşrulaştırabilirdi ki? En azından zamana oynamayı seçerek daha akıllıca bir tutum takınmak yerine, ABD'nin isteklerine alelacele boyun eğmekle en yakın dostlarını dahi hayal kırıklığına uğrattı. Bundan sonra ortaya çıkan manzara tüm fraksiyonlarıyla, ister Cemiyet-i Ulemayı İslam, ister Cemaat-i İslami aracılığıyla olsun İslami siyasi partilerin kitlelerin duygularını çok daha doğrudan temsil etme konumu kazanmaları oldu. Halbuki seçimlerde aynı partilerin performansının sönük kaldığını biliyoruz. Bu açık çelişki nasıl açıklanabilir?
Önce hem laik hem köktenci cephelerin nisbi güçlük ve zayıflıklarını ele alalım. Pakistan'da kitlelerin duyarlılıkları İslamidir, fakat egemen düzen ise tümüyle laiktir. Bütün devlet kurumları, -silahlı kuvvetler, bürokrasi, yargı, kolejler, üniversiteler- hep laiklerce idare edilmektedir. Genelde sakal bırakmaya izin verildiğinden yola çıkıp silahlı kuvvetlerin 'İslamileştiği' zannedilir. Belki Türkiye ile kıyaslandığında 'İslami' olarak görülebilir, fakat sadece sakal ne ifade eder ki? Rahmetli Mevlana Mevdudi'nin bir defasında dediği gibi, "İslam'da sakal vardır, fakat sakalda İslam yoktur." İslam'a dair farklı emareler, sembollerle başka alanlarda da karşılaşmak mümkündür. Anayasanın girişinde Kur'an ve Sünnet ilkelerine aykırı hiçbir kanunun geçerli olamayacağı ifade edilmiştir; ülkenin resmi adı 'Pakistan İslam Cumhuriyeti'dir; ülkede hemen hemen her etkinlik önce Kur'an okunarak başlar; ama ondan sonra da bildiği mecrada devam eder. Allah'ın kitabına karşı bu çirkin muamele insanı hayrete düşürmektedir.
Pakistan, sayısız tutarsızlıklar barındırır. Batılı kaynaklarca yapılanlar da dahil olmak üzere, tüm anketlerde halkın en azından yüzde 83'ünün ABD'nin Afganistan'ı bombalamasına karşı olduğu görülmekte, fakat General Müşerref hararetle ABD'nin harekatına destek vermektedir. Müşerref ABD karşıtı gösterileri, nüfusun en fazla yüzde 15'ini teşkil eden 'önemsiz' bir azınlığın işi olarak küçümsemektedir. İddiasını desteklemek için, gösterilerin Pakistan standartlarına göre gayet cılız kaldığını söylemektedir.
Kendini kandırmak Pakistanlı yönetici seçkinlerin alamet-i farikasıdır. Aralık 1971'de Dakka düştüğünde Yahya Han "Batı cephesinde savaşmayı sürdüreceğiz" diye gürlüyordu; 1979'da idam edilmeden önce, Zülfikar Ali Butto idam edilmesi durumunda Hayber'den Karaçi'ye kadar protestolar olacağını iddia ediyordu; halbuki darağacına sessiz sedasız yollandı. Müşerref hükümet yanlısı bir yürüyüş organize etti, katılanların sayısı 200'ü geçmedi. Birbirlerine şıklıklarını gösterme telaşındaki üst sınıfların temsilcisi bayanların katılımıyla yürüyüş anında sanki bir moda gösterisine dönüşmüştü.
Dini partiler bugün Pakistan sokaklarını kontrol ederlerken, laikler tüm köşe başlarını tutmuş haldeler. Etkileri ülkede sayılarına oranla fazla olanlar aslında laikler. Seçim sonuçları kitleselliğin iyi bir ölçütü sayılmaz. Pakistan seçimlerinde şike, oy satın alma ve korkutma yaygın pratiklerdir. Ezilenlerin kendilerini ezenlere aşık olduklarını söylemek belki gerçeği tam olarak yansıtmaz ama (ırkçı rejim tarafından gözaltında öldürülen Güney Afrikalı özgürlük savaşçısı) Steve Biko'nun ifade ettiği gibi, ezilenlerin zihinleri ezenlerin elindeki en güçlü silahtır.
Pakistan'da sıradan bir vatandaş kendisini laik sistem karşısında çaresiz hissetmektedir. Tecrübesi ona herhangi bir haksızlık dolayısıyla polise başvurması durumunda, çözüm şöyle dursun, birde soyulma tehlikesi ile yüz yüze kalabileceğini öğretmiştir. Eziyete sessizce katlanmakta, ta ki maruz kaldığı zulüm dayanılmaz boyutlara vardığında öfkesini şiddete dökmektedir. Sonra statükoyu korumak için mahkemeler devreye girer ve ona gerçek patronun kim olduğunu öğretirler.
İslami partiler sokakları kontrol ediyor, geniş kalabalıkları toplayarak kitlelerdeki Amerikan karşıtı duyarlılığı harekete geçirebiliyor, fakat sisteme etkili biçimde karşı koyabilmeyi beceremiyorlar. Hükümet sadakatla ABD'nin peşinden sürükleniyor, her gün teslimiyet çizgisinde biraz daha yol alıyor. En çabuk feda edilen ise kendine güven duygusu, ki Pakistan'da zaten çok nadir bulunan bir şey. Fakat can alıcı soru şu: İslami partiler niçin kitlelerin duyarlılığını çürümüş sistemi yıkma hedefine yöneltemiyor?
Bunun iki nedeni var: Birincisi, başarıya ulaşacak her hareket mutlaka güçlü ve ileri görüşlü bir lidere sahip olmalıdır; İran'da imam Humeyni işte böyle bir liderdi. İkinci olarak, hareket hizipçi (sekter) değil, İslami çerçevede davranmalıdır. Pakistan'daki İslami siyasi partilerin (Cemaat-i İslami istisna olmak kaydıyla) büyük trajedisi tümünün hizipçi yapıda olmalarıdır. Pakistanlı kitlelerin her gün ABD karşıtı yürüyüşler düzenlediği bir ortamda dahi, ulema, hizipçiliği aşmayı becerememiştir. Ve kendi dar fıkhi farklılıklarını aşmayı beceremedikleri sürece de, Pakistan sürekli dahili kavga ortamında boğulacak, laikler de ellerindeki kırbacı şaklatmayı sürdüreceklerdir.
Cemaat'in açmazı üzerinde de durmak gerekir. Olumlu bir özelliği olarak hizipçi değildir, ama güçlü bir lidere sahip olmaması laiklere karşı inandırıcı bir alternatif sunmasını engellemektedir. Bu eksikliği tek zaafı da değildir; asıl trajedi, mevcut İslam dışı, daha doğrusu İslam karşıtı düzene karşı koyamamasıdır. (Laik partilerin de güçlü liderlere sahip olmadıkları doğrudur, fakat onlar sistemin bir parçası oldukları için tehlike olarak algılanmazlar ve seçimlerde de kayırılırlar). Aynı şekilde, Cemaat'in rijit parti yapısı, parti disiplini açısından yararlı olsa da, sıradan insanların partinin etkinliklerine aktif katılımını engellemektedir. İslam bir harekettir; siyasi parti değildir. Kaldı ki laik bir düzende İslami bir partinin iktidarına izin vermezler. Türkiye ve Cezayir'deki İslami parti tecrübeleri bunu teyit etmiştir. Laik düzene ancak İslami hareketle karşı konulur, siyasi bir partiyle değil; hatta o parti İslami bayrak taşısa da. Müslümanların başarılı olduğu yerler -İran ve Afganistan örneğin- siyasi parti şeklinde değil, hareket bayrağı altında toplandıkları ve kurulu düzeni bütün olarak reddettikleri yerler olmuştur.
Taliban İslami idealin çok gerisine düşse de -ki bu hususları Crescent'te müteaddit kereler dile getirmiştik- gösterdikleri izzet, kendine saygı ve davalarına bağlılık takdire şayandır. İmhanın neredeyse kaçınılmaz olduğu bir durumda dahi, ABD karşısında zillete boyun eğmektense şereflice ölümü tercih etmişlerdir. Bunu yaparak tüm dünyada müslümanların saygısını kazanmışlardır. Allame İkbal, "Eğitimli sınıfın hep izzetsizce davrandığını, halbuki cahil halkın ise 'khudi'sini (kendine saygısını, onurunu) koruduğu"nu söylüyordu. Afgan halkına kendisine saygısını koruması çağrısında bulunan Allame İkbal'in öğüdünü, bugün Afgan halkı yüreklice tutmuştur. Tüm güçsüzlüğüne ve imkansızlığına rağmen 'khudi'sine sahip çıkmış ve değer vermiştir; keşke diğer müslüman halklar da aynı tutumu gösterebilmiş olsaydılar!
Kısa bir müddet evvel, Pakistan'dan askeri bir heyet Üsame bin Ladin'i teslim etmeye ikna için Molla Ömer'i ziyaret eder. Molla Ömer, aksi halde Amerikalıların Afganistan'a saldıracakları uyarısında bulunan heyeti sabırla dinler. Ve onlar sözlerini bitirince şöyle cevap verir: "Uzun mücadelemiz boyunca biz yenilgiler tattık, ve yine de tadabiliriz, fakat siz bütün ömrünüz boyunca asla zafer nedir bitmediniz." Ardından kalkıp odayı terkeden Molla Ömer'i Pakistanlı ziyaretçileri sessizce seyrederler.
(Crescent, 16-30 Kasım 2001'den çev. R. Kaya)
- Amel ve Dua
- Küresel Kuşatmaya Karşı Ümmet Bilinci ve Sorumluluğu
- Biçenleri Bildik, Papatyalar Kim?
- Globalizm Zaferini Erken İlan Etti!..
- Adil Bir Cenk Değil Bu!
- Gelecek Elbet Göğün Uğultusu Safımıza
- Pakistan'da İslami Hareketler Laik Egemenler Karşısında Niçin Başarısız?
- Terörizm: Bizimki ve Onlarınki
- Saldırı Üzerine Yazılanlar
- İmparatorluk Adalet Değil Savaş İster
- Kardeşler Savaşı
- 11 Eylül Sürecinde Almanya'nın Güvenlik Sendromu
- Küresel Kuşatma Karşısında Müslümanlar
- ABD'de McCarthy Rüzgarı
- Gerçekten Bu Adil Bir Savaş mı?
- Çöküşün İlanı ve İflas Senaryosu
- “Başı Dik Duranlar”dan Olmak
- İlahiyatlar Teslim Olmuyor!..
- Filistinli Çocukların Dramı!..
- Orucum İntifadamdır
- Müslümanın Kavmi Ümmettir
- Kur’an’a Göre Amel Aynı Zamanda İmandır
- Dört İncil'in Yazılış Süreci
- Batı Paradigmasında Protestanlık-Siyonizm İşbirliği
- Sahne Suflörleri...