Ortadoğu’nun Yakın Geçmişine Dönük Bir Tanıklık
“Kırmızı Minare’yi henüz hayatta olan bir tanığın anekdotları olarak okuyabileceğiniz gibi, hayat-memat arasında salınan bir sarkaca asılı kalmış, kalbi hızla atan gerçek bir edebiyat eseri olarak da okuyabilirsiniz... Belki İbrahim Goşe’yi dünya gözüyle göremedim, ama bir gün ahirette de olsa görüşebileceğimizi ve bana yedi taş oyununu öğretip öğretemeyeceğini soracağımı umut ediyorum. Öğretir mi dersiniz?”
Hayatı göz önünde bulundurmak veya ona ilişkin gözlemleri canlı tutmak endişesi insanı yazıyla, sözle baş başa bırakır. İnsanı kuşatan kültür mirası ve atmosferi hayata anlam verme noktasında bu yazı veya sözü bir kaynağa bağlar. Bu açıdan bakıldığında geçmişi değerlendirme ediminde anı, biyografi ve otobiyografi itibar gören bir yerde durur. Anılar düzyazının genişliğiyle belirginlik kazanan türlerden biri olmuştur hep. Anı yazmanın kaynağı yaşama ve tanımadır.
Anılar zihin faaliyetlerini sorgulamak, fikrî olgunlaşmanın penceresinden geçmişe bakmak, geçmişi içinde yaşanılan duruma uyarlamak gibi amaçlarla sıkça başvurduğumuz ve hatta günlük hayatımızın köşelerinde kullandığımız bir dünyadır. Kişisel düşüncelerimizi kes(k)inleştirme noktasında başvurduğumuz bir olumlama yeridir.2
Anılar aynı zamanda yoğun bir öznelliği içermektedir. Bu nedenle bu türü kurcaladığımızda, daha ilk adımda önemli bir sorunla karşılaşırız: İnsan kendini dolaysız olarak anlatabilir mi? Bu soru başka soruları da dikebilir karşımıza. Ama bunlar aşılamaz soru ve sorunlar değildir. Anı yazarlarının ve eserlerinin geçmişe öznelliğin içinden bakmalarının çıkardığı ya da çıkarması muhtemel engeller gerçeklik ve samimilikle aşılabilir. Geçmişini yazmakla yola çıkan yazar, şayet objektivitesini kaybedip kişisel meselelerini kendi bakış açısı doğrultusunda ifade ediyorsa, samimiyeti şüpheliyse, yazdıklarının hükmü de şüphelidir. Bir devri ister siyasî, ister edebî cepheden olsun değerlendiren hatıralarda ferdî görüşlerin doğrultusunda dile getirilen ifadelerde geniş bir kapsamın içinden konuşmak, bir savunma mekanizması kurarak her şeyi açıklamak veya karalamak niyetinin hâkim olduğu anılarda da gerçeğe uygunluk tartışmalıdır. Aşırı hayranlık ya da nefret gibi uç tavırları geride bırakabilen anılar hem bireyin hem de bir dönemin tarihini ortaya koyması açısından bulunmaz nitelikteki yazılı kaynaklar arasında yer alırlar. Öte yandan kim olursa olsun anı yazarı bizi geçmişe yolculuğa çağırmaktadır. Dili ne kadar akıcı ve anlam açısından dolgun; anlattığı dünyanın veya şahısların tanıtımı ne denli maharetli ise kılavuzluğu o nispette kabul görür. Bunun yanında içeriğe göre değişen bir şekli de eklemeliyiz. Ayrıca, hatıraların da okunma noktasında yer yer tahkiyeli türler gibi bir kurgu gerektirdiğini söyleyebiliriz. Siyasî anılarda bir kronoloji esasken edebî hatıralarda anlatılacak portrenin veya olayın çerçevesi öncelikle çizilir. Bütün bu söylediklerimizden sonra doksanlı yıllarda Hamas’ın resmi sözcülüğünü yapan İbrahim Guşe’nin Kırmızı Minare adıyla yayımlanan anılarını değerlendirmeye geçebiliriz.3
Samimiyetin Gerçekliği
İbrahim Guşe’nin anıları ile ilgili olarak ilkin şunu belirleyelim: Bu anılar kişinin kendi üzerine vurgu yanında düşünsel ve siyasi gelişmelere de değinen bilinçli, zahmetli bir anlatıdır. Yazar Kırmızı Minare’de çocukluğundan başlayarak bütün bir yaşamını, düşüncelerinin gelişmesini ve siyasi mücadelesini de katarak anlatmaktadır.4 Türkçe literatür söz konusu olduğunda hem İslamcı hareketler hem de bu hareketlerin doğup geliştiği Ortadoğu hakkında önemli açıklamalar ve aktarımlarda bulunmaktadır. Kendi içinin tarihinden çok dışının tarihini yazmaktadır. İbrahim Guşe’nin anılarını bu çerçevede yazmakta haklı olmasının iki nedeni vardır: İlki kendisinin yaşadığı coğrafyanın işgal ve yıkım politikalarıyla yüz yüze olması; ikincisi bu durumun siyasî kimlik edinimini zorunlu kılması ve siyasî kimliğiyle paralel geniş çevresini tanıması ve kendisinin de siyaset dünyasında uzun yıllar bulunmasıdır. Dolayısıyla o, hem iç anı hem de siyasî anı yazarıdır. Yani kendini anlatmanın boyutlarını genişletmiştir. Yanlışıyla doğrusuyla kendi etrafında olup bitenleri bir tanık olarak ortaya çıkarmaktadır.
Kendisi, anılarına ad olarak Kırmızı Minare’yi seçme gerekçesini şöyle ifade eder: “Bu kitap, dünyaya gözlerimi açtığım günden beri yaşadığım ve gördüğüm gerçekleri anlatmaktadır. Ben gözlerimi Kudüs’te Kırmızı Minare’nin yanında olan Sa’diye mahallesinde açtım. Kırmızı Minare küçükken görebildiğim en yüksek şeydi. Arkadaşlarımla oynamayı çok sevdiğim çocukluğumun o güzel günlerini, ilkokulu, ortaokulu ve liseyi, Kudüs’ün bu güzel yerinde geçirdim.” Geçmişinin yani çocukluğunun kokusu duyulur kitabın adı üstünde. İlerleyen sayfalarda bu minare ile ilgili daha ayrıntılı bilgiler sunar İbrahim Guşe. Bu bilgiler içinde halk arasında yaygın olan folklorik dindarlık algısının yansımaları da görülür: “Kırmızı Minare evimizin karşı tarafında ufak bir mescidin minaresiydi. Ona kırmızı minare denmesinin sebebi, belki de caminin minaresinin kırmızı taştan yapılmış olmasıydı. Filistin beyaz ve güzel kırmızı taşların diyarıdır. Tüm Ortadoğu’ya buradan taş ihraç edilir. Babamın bazı âlimlerden duyarak bize bildirdiğine göre, İsa (as) yeryüzüne ineceği zaman bu kırmızı minarenin üzerine inecekmiş. Yine babamın dediğine göre İngilizler 1918’de Kudüs’e girdiklerinde halk onlara karşı var gücüyle direnmiş. Direniş esnasında bir mücahit minarenin üzerine çıkarak gelmekte olan İngilizlere ateş etmeye başlamış ve onlardan birçok kişiyi öldürmüş. Ancak İngilizler camiyi muhasara altına almışlar ve o mücahidi minarenin üzerinde şehit etmişler. Söylendiğine göre bu mücahidin kulakları sağır olduğu için duymuyormuş. Bunlar benim Kırmızı Minareyle ilgili olarak hatırladığım birkaç olaydır. Belki de tarihçiler onunla ilgili çok daha fazla bilgi verebilirler.”5
Çocukluk yıllarına ait kısımlarda hatıra türünün en içtenlikli sayfalarını buluruz. Bu satırlar Filistin’in hikâyesidir. İbrahim Guşe’nin dünyaya geldiği otuzlu yılların sonunda İngilizler, topraklarını satmaları için Filistinli köylüleri zorlamakta, yerine göre onları idam etmekte ve Yahudilerin Filistin’e göçü için ortam hazırlamaktadırlar. 1935’te İzzeddin Kassâm’ın başlattığı ve bu uğurda şehit olduğu Filistin direnişini desteklemek için başlayan, 1936’dan 1939’a kadar devam eden ayaklanma yıllarında dünyaya gelir İbrahim Guşe. Geçmiş zamanı tasvir veyahut özlem duygusunun fazla yer tuttuğu bu sayfalarda Kudüs odak noktasıdır. Kudüs ve onun etrafında cereyan eden olayların İbrahim Guşe üzerindeki etkileri bazen güzel, bazen acı taraflarıyla renk renk resmedilir.
Bu yönüyle Kırmızı Minare’de İbrahim Guşe’nin çok iyi bir otobiyografi yazarı olduğu kuvvetle belirir. Kitaba hatırayla beraber otobiyografi tanımının da yakışacağını iddia edebiliriz. Çünkü onun anlatımlarıyla çocukluk yılları, ardından Mısır’da gördüğü mühendislik eğitimi, Ürdün yılları bazısı uzun uzun, bazısını birkaç satırla ancak oldukça bireysel yanları ile yer alır. Anlattıklarını kurgulama, belli bir plân içinde sunma ve her şeyden önce hatıranın kendine has üslûbunu yakalayabilme özellikleri, bizi bu yargıya götürür.
Takiyuddin Nebhânî, İhvan-ı Müslimin’e Katılma ve Hizbu’t Tahrir
Bugün de bildiğimiz bir gerçek var: Filistin’de çocuklar erken yol almalarından dolayı erken büyür. İbrahim Guşe de 1950’li yıllarda bu tarz bir çocukluk yaşamıştır. İlk gençlik yıllarında siyasî tartışmalar içine dâhil olmuş ve İhvan’la temasa geçmiştir. Bu temasta Takiyuddin Nebhânî’nin önemli bir rolü olmuştur: “İlkokul altıncı sınıftayken etrafımda olup biten olayları daha dikkatli bir şekilde takip etmeye başladım. O zaman ellili yıların başıydı. Daha o yaşımızda birçok olay yaşamıştık ve Filistinli her genç gibi, ben de içinde bulunduğumuz problemlerin sebepleri ve bu problemlerden çıkış yollarını araştırıyordum. ‘Filistin’de neden başarısız olmuştuk? Yeniden başarılı olmanın, kaybettiğimiz toprakları almanın yolu neydi?’ soruları her zaman kafamı kurcalıyordu. İlk araştırmama okuyarak başlamıştım. Özellikle tarihi kitapları, Peygamberimiz (sav)’in hayatı ve İslamî fetihler, önem verdiğim ilk konulardı… Rasûlullah (sav) ve sahabenin hayatına özel bir ilgim vardı ve kalbimde onlara karşı özel bir sevgi oluşmuştu. O dönem üzerimde etkisi olan şahıslardan biri de Şeyh Takiyuddin Nebhânî’ydi. Şeyh Nebhânî o dönemler İhvan-ı Müslimin’e ait Kubbetu’s Sahra tarafında bir odada dersler veriyordu. Cuma namazından sonra Şeyh’in yanına gider ve dinlerdik. Şeyh Nebhânî Muhammed Hasaneyn Heykel’in ‘Hz. Muhammed’in (sav) Hayatı’ adlı kitabını alır, oradan bir gazve ya da seriyye işler, sonra o olayı günümüze indirger ve yaşadığımız olaylarla bağlantısını kurardı. Şeyh Takiyuddin Nebhânî gayet etkileyici biriydi, onun derslerini uzun süre takip ettim. Şeyh, İhvan’a ait bir yerde ders verdiğine göre bu onun İhvan-ı Müslimin’e yakın olduğunun işaretiydi. Duyduğuma göre Şeyh Nebhânî, Hayfa’ya bağlı İczem Kadâi bölgesindenmiş. Şeyh’in önceleri dini bir meyli yokmuş, daha çok milliyetçiliği esas alan bir ulus fikrini savunuyormuş. Hatta Şeyh’in Filistin konusunda milliyetçiliği esas alan bir kitabı varmış, ancak kitap elime geçmediği için okuyamadım.6O güne kadar kendi adıma verebildiğim kesin bir kararım yoktu, sadece etrafımda olup bitenleri gözlemliyordum. (…) Daha sonraları, İslam’ın ilk dönemlerini günümüze nasıl geri getirebiliriz düşüncesi üzerinde yoğunlaşmaya başladım. Bu dönemde İhvan’ın fikirlerini anlatan yazılar elime geçti. Bu fikirleri okuyunca, eskiden sahip olduğumuz izzeti, onurlu hayatı geri getirmenin tek yolunun İhvan’ın ortaya koyduğu yöntemle olabileceğini düşündüm. Bunun üzerine ilkokul yedinci sınıfta İhvan-ı Müslimin’e katıldım.”7
İbrahim Guşe’nin bir grup öğrenci arkadaşı ile birlikte İhvan’a katılması ile Aliya İzzetbegoviç’in Mladi Muslimani Teşkilatı’na katılması birbirine oldukça benzer. Guşe ve arkadaşları kendi yollarını kendileri oluşturmakla baş başa kalırlar. Hasan el-Benna’nın “Risaleler”ini güzelce okur, o kitaplardan edindikleri bilgilerden yola çıkarak gruplar oluşturmaya gayret ederler, ardından ise her öğrenci kendi grubunu kurmakla yükümlü olur. Hatıralar baştan sona İhvan’ın temel yaklaşımlarını ortaya koymaktadır, desek abartmış olmayız. Bunu özellikle İhvan’la ilgili eleştirel görüşler dile getiren isim ve yapılara dair değerlendirmelerin bulunduğu satırlarda görmek mümkün. Bunun yanında Kırmızı Minare, siyasî tarihe ışık tutacak hususları da taşımaktadır. Özellikle İhvan-ı Müslimin, Filistin, Siyonizm, Mısır ve diğer yapılar arasındaki ilişkiler ve mücadeleler, kişilerin hayat hikâyeleriyle beraber yeri geldiğince sunulmuştur. Ayrıca bu anı kitabı, özellikle 50’li yıllardan sonraki Ortadoğu’nun tipik özelliklerini, hareket ve düşünür tipolojilerini veren taraflarıyla anı ve siyasî düşünce tarih analizinin ilginç kaynaşmasını da sunmaktadır.
Örneğin 50’li yıllarda Kudüs’te yetişmiş Filistinli düşünür Takiyuddin Nebhânî önderliğinde Hizbu’t Tahrir’in ortaya çıkışı ve İhvan’la arasındaki ayrılıklar, olaylar, konuşmalar, hatıralar yer almaktadır: “Şeyh Takiyuddin Nebhânî farklı kişiliği ve üslubuyla etrafına birçok kişi toplamıştı. Daha sonraları Şeyh’in İhvan-ı Müslimin’le yolları ayrılınca Kudüs’te İhvan’ın ileri gelenlerinden bir grubu yanına aldı ve Hizbu’t Tahrir hareketini kurduğunu ilan etti. İhvan’dan ayrılan şahsiyetlerin büyük çoğunluğu okuyan, entelektüel yönü güçlü insanlardı. (…) Şeyh’in ayrılmasının sebebi İslam devleti konusunda yaptığı çağrıydı, ona göre İhvan-ı Müslimin, sadece güzel ahlaka davet eden ancak İslam’ın devlet kavramı üzerinde durmayan bir hareketti. Her ne kadar Şeyh Takiyuddin pratikte böyle bir izlenim edinmişse de bu görüşün esası yoktu, çünkü Hasan el-Benna İhvan-ı Müslimin’i kurduğunda, İslam devletini İhvan hareketinin temel hedeflerinden bir hedef olarak belirlemişti.”8
Takiyuddin Nebhânî’nin İhvan’a dâhil olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olarak belirir burada.9 İhvan-ı Müslimin’deki bu ayrılma insanları çok etkiler. Öyle ki, İhvan-ı Müslimin’den ayrılanların büyük çoğunluğu okuyan entelektüel insanlardır. Bu nedenle olsa gerek, Said Ramazan’ın bu dönemde kıvrak zekâlı Şeyh Takiyuddin’i İhvan’ın içinde kalması ve İhvan’ın Ürdün’deki sorumlusu olması için ikna etmeye gayret ettiğini ancak bu teklifin Şeyh Takiyuddin tarafından reddedilmiş olduğunu da öğreniriz. Hareket kısa zamanda Filistin’de yayılır. Bunun karşısında İhvan kendi iç stratejilerini ortaya koyar. Örneğin Nebhânî’nin fikirlerinde Seyyid Kutub’un etkisi olduğundan hareketle ideolojik olarak güçlü bir karşı söylem geliştirmeye çalışır. İbrahim Guşe bunları şöyle anlatır: “Seyyid Kutub’un ‘İslam’da Sosyal Adalet’ adlı kitabını aldık ve onu güzelce okuduk. Bu süreçte Hizbu’t Tahrir’in ‘İslam toplumuna dönüş’ adı altında kullandığı terimlerin birçoğunun Seyyid Kutub’a ait olduğunu fark ettik. Öğrenciler arasındaki çalışmalarımız yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı ve ilk defa Hizbu’t Tahrir’le -biraz daha ayağımız yere basarak- Kur’an, Sünnet, kaynaklar ve mantık esası üzerinde konuşmaya başlamıştık. Bir seferinde Hizbu’t Tahrir’den olan din dersi öğretmenimle sınıfta tartıştığımızı hatırlıyorum. Ben ve bazı arkadaşlarım çoğu kez bu hocamızla mantık konusunda tartışıyorduk. Belli bir süre Nablus, El-Halil ve başka şehirlerdeki öğrenci gruplarıyla iletişim kurmaya başladık. (…) Toplantılarımızda bilgi alışverişi yapıyor ve tecrübelerimizi paylaşıyorduk. Öğrenci olduğumuz halde İhvan-ı Müslimin hareketini yaymaya başlamıştık… Bu dönemde Mısır’a giden İhvan-ı Müslimin’e bağlı öğrenciler geri geliyor ve bize İhvan’ın oradaki çalışmalarını anlatıyorlardı. O dönemler İhvan-ı Müslimin’in en iyi dönemleriydi. Bir dönemler Ürdün’deki İhvan-ı Müslimin’in tüm etkinlikleri Mısır’daki İhvan’ın yansımalarıydı.”10
Oysa Seyyid Kutub’un söz konusu edilen yıllarda Nebhânî’nin fikirlerini etkilemek bir yana ondan etkilenerek İhvan’ın söyleminden uzaklaşmaya başladığına ilişkin analitik yaklaşımlar anımsandığında İbrahim Guşe’nin anılarında İhvan merkezli hareket ettiğini çıkarsamak daha kolay hale geliyor. Bu noktada Nebhânî’nin düşüncelerinin, İhvan’ın en önemli ve ilerici düşünürlerinden biri üzerinde köklü değişiklik yaptığını belirten Fehmi Ced’an şunları ifade eder: “Bu düşünür Seyyid Kutub’tur. İhvan ekolünde başlangıçta İslam’da Sosyal Adalet meselesine verdiği önemle dikkatleri üzerinde toplayan Seyyid Kutub, çok geçmeden değiştirme eyleminin gerçekleşmesinde ‘seçkin topluluk’un fonksiyonunu keşfetti.”11
Hem kuramsal olarak hem de pratik olarak İhvan’a karşı olan12 Hizbu’t Tahrir hızlı bir şekilde yayıldıktan belli bir süre sonra Ürdün ve Filistin’deki yeni gelişmekte olan milliyetçi hareketlerle sıkıntılar yaşamaya başlar. Bu sıkıntıda hareketin siyasi pratiğindeki kimi durumsal tercihlerini mutlaklaştırması belirleyici olur. Soğuk Savaş’ın iyiden iyiye belirginleşmeye başladığı bu yıllarda “siyasi kekemelik” olarak görebileceğimiz protestolardan uzaklaşma hareketin taban gücünü azaltır. İbrahim Guşe bu noktada şunları aktarır: “Hizbu’t Tahrir her çeşit gösteriye karşıydı, gösterilerin insanları avutmaktan başka bir işe yaramadığını ve İslam devletinin gelişine engel olduğunu söylüyorlardı. Bağdat antlaşmasıyla ilgili olaylar patlak verdiğinde Ali Hayâd bir tepki ortaya koymadı. Bunun üzerine insanlar etrafından uzaklaşmaya başladılar. Özellikle ileri sürdükleri mantıksız bazı teklifler de onların gerilemelerinde önemli rol oynadı. Çok iyi hatırlıyorum, bir seferinde Hizbu’t Tahrir’in ileri gelenlerinden biri Cuma namazından sonra ayağa kalkıp halka hitap etmeye başladı. Bu adam, ‘Biz onlara yeryüzünde iktidar verdiğimizde, namazı ikame ederler.’ ayetini okuduktan sonra: ‘Bu ayet, İslam devletini kurmanın namaz kılmaktan daha önce ele alınması gereken bir konu olduğunu söyler.’ dedi. Bunun üzerine halk kalkıp kendisine tepki gösterince ortalık bir anda karıştı. Bu adam Şeyh Nebhânî’nin yardımcısıydı ve ismi Mustafa Zîr’di. Bu ve buna benzer olaylar Hizbu’t Tahrir ve Nebhânîlerin gerilemelerine sebep oldu. 1954’e gelindiğinde İhvan Hareketi doğu ve batı yakasında oldukça güçlenmeye başlamıştı.”13
Yine öncesi ve sonrası üzerine birçok yazı yazılan 23 Temmuz 1952 yılında gerçekleşen Mısır devrimi hakkında da birincil gözlemlerini sunar İbrahim Guşe. Mısır’da devrim olduğunda, İhvan-ı Müslimin hareketinin önce tüm gücüyle bu devrimi desteklediğini belirten Guşe, Özgür Subaylar Hareketi devrimi gerçekleştirdiğinde İhvan’a bağlı gençlerin konsoloslukları, resmi kurumları korumayı üstlendiklerini ve güvenliği sağlayabilmek için Kahire’nin her tarafına dağıldıklarını hatta bunun öncesinde Özgür Subaylar Hareketi’nin oluşum yıllarına uzanan önemli etkilerinin olduğunu hatırlatır. Ne var ki Devrim Konseyi ile İhvan arasındaki bu ilişkiler 1954 yılında gerginleşmeye başlar. Abdunnasır İhvan’a karşı sıkıyönetim ilan ederek İhvan’ın zamanla zayıflatılmasında çok ciddi bir rol oynar. Bu sindirme süreci 1965-66 yıllarında Seyyid Kutub’un idam edilişi ve birçok kişinin tutuklanmasıyla zirveye ulaşır.14 O yılların genel yönetim anlayışını şöyle anlatır Guşe: “Abdunnasır’ın yönetimi baskıcı ve tüm hürriyetleri kısıtlayıcıydı. Örneğin bize Ürdün’den gelen mektuplar bile açılıp kontrol ediliyor ve gözlem altında tutuluyordu… Abdunnasır yönetiminde baskı ve haksızlık o kadar hâkimdi ki her şeyi kontrol altına almak adına hak hukuk gözetmiyorlardı.”15
Bir insanı/dönemi değerlendirdiğimiz zaman sağlıklı bir görüş ortaya koyabilmek için olumlu ve olumsuz yönlerini anla(t)mak gerekir. Nasır döneminin tüm olumsuzluklarına rağmen olumlu yönlerini şu şekilde ortaya koyar Guşe: “Abdunnasır yönetime geldikten sonra 1955 yılında Mısır ordusunu düzene koydu, silahlarını güçlendirdi. O dönem çıkan savaşta üçlü düşmanın asıl hedefi, tehdit olmaya başlayan bu gücü yok etmekti. Daha sonra Abdunnasır Süveyş kanalının millileştirilmesi kararını aldı ve üçlü düşmana karşı kararlı bir şekilde direndi, hatta Ezher’e giderek şöyle demişti: ‘Biz savaşacağız ve korkmuyoruz.’ Yine Abdunnasır’ın attığı önemli adımlardan biri de birlik için verdiği uğraşlardır. Abdunnasır’ın bu girişimi her ne kadar başarısız olsa da Arap ümmetine gelecekte başarılı olmaya giden yolun birlikten geçtiği mesajını verdi. Abdunnasır döneminde tarımda önemli atılımlar yapıldı. Bu konuda Abdunnasır ve İhvan arasında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı, çünkü o halka ait verimli birçok toprağı devletin zimmetine geçirmişti. Abdunnasır buna rağmen Mısırlı çiftçiye ve işçiye kendisini ispatlayabilmesi için iyi olanaklar tanıdı… Abdunnasır’ın en önemli atılımlarından biri Seddu Alî barajının inşasıdır. Bu baraj Amerika’nın yardımlarını çekmesinden sonra Rusya’nın desteklediği bir projeydi. Gerçekten çok büyük bir projeydi. (…) Abdunnasır dönemi genel manada kalkınmanın olduğu bir dönemdi. Fakat ülke içindeki farklı kesimlerle dengeli bir diyalog kuramadığı için başarılarının devamını getiremedi.”16 İbrahim Guşe’nin mühendis olması, hatıratında özellikle mühendislik temelli sendikal örgütlenmeler, kalkınma planları vb. hususların yoğun olarak işlemesini de beraberinde getirmiştir.
Filistin’in Gelecek Tasarımları
Filistin tarihinde önemli kırılmalara neden olan ve sonraki yıllarda daha da keskinleşen el-Fetih hareketi ile İslamcılar arasındaki mücadelelere de değinen hatıralar oldukça önemlidir. Bu tartışmalar sadece bu günle ilgili değil aynı zamanda Filistin’in geleceğine ilişkin bir tartışmadır. 1964 yılında Fetih hareketi, Filistin İhvan hareketinin kendisine katılmasını teklif eder, böylece Fetih hareketi daha da güçlenecek ve baskılara karşı biraz daha güçlü bir şekilde durabileceğini düşünmektedir.17 Filistin İhvanının birleşmeyi kabul etmesi durumunda el-Fetih, içindeki bazı önemli konumları İhvan’a vermeye hazırdır. Bu daveti onlara İslami yönü olan, siyasi bir diplomat Kamil eş-Şerif tarafından bir mektupla Kuveyt’te iletilir. Kamil eş-Şerif’in getirdiği mektup Yaser Arafat tarafından gönderilmiştir. El-Fetih böyle bir teklifte bulununca biraz umutlanır İbrahim Guşe ve arkadaşları ama sonuç alamazlar. Bundan sonraki gelişmeleri İbrahim Guşe şöyle anlatır: “Ona dedik ki: ‘Bize mühlet ver, bu konuyu konuşalım ve sana yarın cevap verelim.’ Oturduk bu konuyu görüşmeye başladık, görüşme sonucunda bu harekete katılabilmek için bazı şartlar öne sürmeye karar verdik. Talep etmeyi istediğimiz en önemli şart Fetih hareketinin İslam’a tabi olmasıydı. Başka şartlar da öne sürdük ancak en önemli şartımız İslam’dı. El-Fetih’in bu teklifimizi kabul etmesi durumunda kendisine katılabileceğimizi söyledik. Bize cevabımızı bekleyin denildi. İki ya da üç gün sonra cevap geldi talebimiz reddedilmişti.”18
Zamanla Fetih hareketi yaşanan olaylara daha makul yaklaşır, çözümler üzerinde durur ve silahlı direnişe başlama kararı alır. Böylece el-Fetih yerinde bir karar alarak harekete geçer ve var olan boşluğu doldurur. Bu yıllarda da İbrahim Guşe ve arkadaşlarına kendilerine katılma teklifinde bulunurlar: “O dönem Fetih hareketi hemen silahlı eğitime başladı, biz bir grup mühendis olarak İrbid’de çalışırken el-Fetih’in ileri gelenlerinden biri yanımıza gelerek kendilerine katılmamız durumunda bize silahlı eğitim verebileceklerini söyledi. Her şeye rağmen el-Fetih’in direniş kararını takdir ediyor ve saygıyla karşılıyordum. Aramızda görüştükten sonra onlara eğitime katılabileceğimizi ancak el-Fetih’e katılmayı düşünmediğimizi söyledik… İslamcıların Fetih hareketinden önce bu boşluğu doldurması gerekiyordu. Bundan dolayı İhvanlı gençler olarak bir ıslah hareketi başlatmanın gerekli olduğu kararına vardık. Böylece içeriden bir ıslah hareketi başlatacak, ameli cihad konusu üzerinde duracak ve silahlanmaya başlayacaktık. Bize göre İhvan-ı Müslimin’in içinde bazı yanlışlar vardı, öncelikle bu yanlışların düzeltilmesi için uğraşacak ve silahlı mücadele için hazırlığa başlayacaktık. (…) İhvan’ın lider kadrosu ıslah hareketinden haberdar olunca onlarla ıslah hareketi arasında bazı gerginlikler yaşandı… Biz ıslah hareketi olarak Fetih hareketinin çalışmalarına gıptayla bakıyorduk; ancak onların komutası altında savaşmak istemiyorduk… Biz merhum Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’un fikirlerinden çok etkilenmiştik. Bundan dolayı da Fetih hareketinin yönetimi altında savaşmak istemiyorduk.”19
İbrahim Guşe’nin siyasî hatıra kitabında siyasal eleştirinin getirdiği bir taraf tutma özelliği öne çıkmışsa da eleştirilerin aşırılık taşımayışı yazarın ne denli samimi olduğu kanaatini uyandıran üslûbu aracılığıyla biraz olsun hafifler. İhvan’ın Filistin bölümü çalışmaları hakkında ise şunları aktarır: “İster Batı Yaka, isterse Gazze olsun Amman’daki İhvan hareketi her zaman Filistin’deki kardeşlerine maddi manevi her türlü desteği veriyordu. Örneğin, Gazze’de Şeyh Ahmed Yasin önderliğinde başlayan İslami çalışmanın desteklenmesi, yine İslam Birliği hareketinin kurulması, bu konuda verebileceğimiz önemli örneklerdendir. Bu çalışmalardan çok seçkin insanlar çıktı. İntifada hareketi başladığı zaman beslendiği kaynak İslam Birliği hareketiydi. Yine o dönem Filistin’de kurulan kuruluşlardan biri de İslam Kongresi’ydi. İslam Kongresi’nin Siyonist yönetim tarafında onaylandığına dair ortalıkta bir söylem dolaşmaktadır. Ancak işin aslı çok farklıdır. O dönem Siyonist yönetim birçok kuruma ruhsat veriyordu. Örneğin, komünist kanattan olan Haydar Abduşşâfi’nin başkanlığını yaptığı Filistin Kızılhaç örgütü, yine Fetih hareketinin kurduğu Gençlik hareketi gibi kurumlar Siyonist yönetimden ruhsat aldıkları gibi, İslam Kongresi de ruhsat almıştı. Tabi bu hareket kurulurken bazı Siyonist liderlerin farklı beklentileri vardı. Onlar İslam Kongresi’nin, Kurtuluş Hareketi içindeki bazı laiklerle, İhvan’a bağlı dindarlar arasında bir denge oluşturacağını zannediyorlardı. Evet, Siyonistlerin böyle bir beklentisi vardı, ancak Siyonistlerin böyle bir beklentisinin olmasında Şeyh Ahmed Yasin’in hiçbir suçu yoktu. Eğer Siyonistler bir plan yapmış ve planlarında başarısız olmuşlarsa bu onların problemidir. Çünkü Filistin’deki İslam Kongresi’nin aldığı ruhsat sıradan herkesin Filistin’de çalışma yapmak için aldığı ruhsattı. Ancak bu olayı çok büyütüp Hamas’ın Siyonistler tarafından kurulduğunu iddia etmek, hiçbir esasa dayanmayan, asılsız bir söylemdir.
İhvan-ı Müslimin’in Filistin davası konusunda duruşunu üç farklı merhaleye ayırabiliriz. Birinci merhale 1948 ve öncesindeki merhaledir. İhvan-ı Müslimin 1948 yılında Filistin konusunda çok önemli bir rol oynadı. Daha önce de işaret ettiğim gibi İhvan bu savaşa bir halk hareketi olarak büyük oranda mücahitle katılmıştı. Ancak olaylar çok farklı gelişti, Kral Faruk İhvan üyelerinin tutuklanması için emir çıkarttı ve onların büyük bir kısmını tutuklattı. Böylece onları savaş meydanından mahpuslara gönderdiler. İkinci merhale 1948 savaşı üzerine yaşanan gelişmelerdir. Bu dönemde özellikle İslam toplumu kavramı üzerinde çok duran Seyyid Kutub’un etkisiyle İhvan içinde İslam devletinin inşası ve bu devletin cihad hareketini yürütmesi, yani İslam devletinin bu sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğine dair fikirler ön plana çıktı. Aslında bu görüş sadece İhvan’ın fikri değildi, Hizbu’t Tahrir ve başka birçok İslami hareket İslam devletinin kurulması fikri üzerinde yoğunlaşıyorlardı. İhvan’daki bu yöneliş yirmi yıl kadar sürdü. İhvan-ı Müslimin bu süreç içerisinde Mısır, Ürdün, Suriye veya başka bir Arap ülkesinde İslami bir devletin kurulması için uğraşıyordu. Belki de bu yöntem o dönemler yaşanan darbelerden biraz esinlenmişti. Çünkü o vakitler Mısır, Suriye, Irak ve Yemen’de askeri darbeler olmuş, Mısır’da Nasırcılar, Suriye ve Irak’ta Baasçılar, Yemen’de ise milliyetçiler, solcular ve sosyalistler yönetime gelmişlerdi. İhvan o dönem, önce İslami bir toplumun oluşturulması, daha sonra İslam devletinin kurulması ve bundan sonra cihadın başlaması fikrini benimsiyordu.
1983 yıllında İhvan, Filistin için özel bir sempozyum gerçekleştirdi. Sempozyumun başkanlığını Ürdün İhvanı lideri Muhammed Abdurrahman Halife yaptı. Bu sempozyuma Abdulfettah Duhan, Batı Yakasından Hasan Kîk ve başkaları, Körfez’den bazı kardeşler, Kuveyt’ten Halid Meşal katılanlar arasındaydı. Bu sempozyumda ben de katılımcı olarak bulundum. Ben o sempozyumda ‘Verimli Çalışmaların Esasları’ adlı sunumumu yaptım. Konuşmamda özellikle cihad hareketi için alt yapının oluşması ve İhvan liderlerinin bu konuya eğilmeleri gerektiğini ifade etmiştim. Bu düşüncelerim 1967 yıllında Filistin davası için cihadın gerekliliği fikrinden yola çıkarak bir grup arkadaşla İhvan içinde başlattığımız ancak başarılı olamayan ‘ıslah hareketi’ çalışmasının bir yansımasıydı. Bu toplantının sonuç bildirgesinde Filistinli kardeşlerin maddi olarak desteklenmesi ve uygun ortamın oluşması durumunda Filistin’de silahlı mücadelenin başlatılması düşüncesi kabul edildi. Böylece İhvan 1983 yılına kadar devam eden düşüncesinde bir değişime gitmişti. Çünkü o güne kadar İhvan’da hâkim olan görüş, önce İslam devletinin kurulması sonra da buna bağlı olarak cihadın başlamasıydı.”20
İbrahim Guşe anılarının son bölümünde Hamas’ın “raydan çıktığını” belirtirken özellikle silahlı direnişe vurgu yapar. İşgal güçlerinin gölgesinde sunulan hayali yönetimin cihad ve direnişi engellediğini belirtir.21
Siyasî hatıralardaki kronoloji özelliğini bu kitapta görebiliriz. Yaklaşık seksen yıllık bir süreci anlatan bu hatıralarda çocukluk yılları, Filistin savaşları, 1948 felaketi, 50’li yıllardan 1979 İran İslam Devrimi’ne, Körfez Savaşı’ndan 2007’ye değin uzanan hayat, tarihin içinden konuşulurcasına anlatılır. İran Devrimi’nin oluşturduğu etkiler noktasında şunları aktarır Guşe: “İran devriminin ilk dönemlerinde Ürdün’de İhvan-ı Müslimin oldukça sevinmişti. İran devrimi diktatör yönetimlerle yönetilen tüm halkları olumlu etkilemiş, diktatör yönetimlerden kurtulmak için bir umut ışığı olmuştu. Diğer taraftan yirminci yüzyılda İslami bir devletin kurulmuş olması başta İhvan olmak üzere tüm İslami akımlar için önemli bir olaydı. Çünkü bu devrim, İslami yönetimin uygulanması açısından önemli bir örnek olacaktı.”22 Sonradan mezhebî eğilimin öne çıkışı ile devrime dönük bu heyecanın söndüğünü hatta tam karşıtı yaklaşımları tetiklediğini de ekler İbrahim Guşe. Buna karşın hemen herkesin bir biçimde vurgulama gereği duyduğu İmam Humeyni’nin sade hayatını özellikle zikreder İran izlenimlerini anlattığı sayfalarda. Bu eser çoğu yönleriyle yirminci yüzyıl İslami mücadelesinin bir nevi tarihçesi, dönemin bir çeşit kritiği de sayılabilir. 1990 sonrası yılları anlattığı sayfalar hem Filistin direnişi hem de İslam dünyası bakımından önemli olayları içermesi bakımından ayrıca ele alınmalıdır.
İslami siyaset ve fikir dünyamızın tanıdığı önemli isimleri çoğu zaman izlenimci sayılabilecek tarzda kaleme almıştır. Bu hatıralarda yer alan kişiler yazarın İhvan dolayımında tanıdığı kişilerdir. Ayrıca Mısır’ın ve İhvan’ın geçirdiği önemli dönemeçlerde rol almış kimseler oldukları için devirlerinin de genel çizgileri sırası geldikçe verilmiştir. Hasan el-Benna’dan Seyyid Kutub’a, Mevdudi’den İmam Humeyni’ye, Said Ramazan’dan Hasan el-Hudeybi’ye kadar çok değişik isimlerin yer aldığı eserde epey kişi tanıtılmıştır. Siyasî olarak da ilişki içinde bulunduğu hatta Oslo Antlaşması akabinde bu antlaşmanın içyüzünü daha doğrusu ihanetini anlatabilmek için Filistinli direniş gruplarının başlattığı ülke ziyaretlerine katılan İslami Cihad lideri Fethi Şikaki hakkında ise çok az değini var.23 Oysa Hamas resmi sözcüsü iken Amman’da Fransız basın ajansları için yaptığı açıklamada İbrahim Guşe, Şikaki’nin katledilmesinin Hamas’ta elem verici bir yankı uyandırdığını ve gelen malumatların olayın arkasında Siyonist hükümetin bulunduğunu gösterdiğini söyleyerek İslami Cihad Hareketi önderi Fethi Şikaki’nin şehadeti üzerine Filistinlileri direnişe çağırmıştı.
Bu anılarda genel olarak “hatıra-portre” özelliğiyle hareket etmeyen yazar, düşüncelerini verdiği kişilerin bazılarının hayat hikâyelerinin kalın noktalarına değinir. Kendi bakış açısı çerçevesinde bizlere bu kişilerin baskın niteliklerini oldukça iyi çizilmiş biçimde takdim eder. Anlatılan kişiler daha çok yol ve ideal arkadaşlığı çerçevesinde canlanır.
Yaşadıklarını, gördüklerini, izlenimlerini, gezilerini ve meslekî deneyimlerini kendi görüş açısı eşliğinde bütün olarak ortaya koymaya çalışan İbrahim Guşe’nin, Kırmızı Minare’de sunduğu anıları Ortadoğu’nun ve daha çok ise Filistin’in yaşadığı tecrübeleri öğrenmek isteyenlerin mutlaka okumaları gereken bir kitap.
Dipnotlar:
1- Sibel Eraslan, “Kırmızı Minare: İbrahim Guşe...” Vakit, 25.09.2009.
2- Türle ilgili geniş bilgi için bkz. İbrahim Olgun, “Anı Türü ve Türk Edebiyatında Anı”, Türk Dili, Anı Özel Sayısı, Sayı: 246, 1 Mart 1972, s. 403-427.
3- İbrahim Guşe, Kırmızı Minare’de Hamas’ın resmi sözcüsü oluş sürecini şöyle anlatır: “1991 yılında Hamas şura meclisi toplandı. Toplantıda ilk önce benim sorumlu olarak seçilmemi istediler. Ancak özür beyan ederek bu teklifi kabul etmedim; çünkü çok fazla ön planda olmayı istemedim. Bunun üzerine başka bir kardeşimiz Hamas’ın genel sorumlusu seçildi. Ancak bu kardeş iki yıl görevine devam ettikten sonra özür beyan ederek genel sorumluluğu bıraktı ve bu görevi Musa Ebu Merzûk’a devretti. Aynı yılın sonlarına doğru hareketin yönetim kurulu benim İslam Direniş Hareketi Hamas’ın resmi sözcüsü olmama karar verdi. Bu görevim 1999 yılının sonlarına kadar devam etti.” (2009, 221)
4- İbrahim Guşe, Kırmızı Minare, Çev: Faruk Aktaş, Mana Yayınları, İstanbul, 2009.
5- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 12-13.
6- Gençliğinde Osmanlı'nın yıkılmasından işgallere, I. Dünya Savaşı’ndan İsrail'in kurulmasına kadar birçok travmatik sahneye tanık olan Nebhânî’nin milliyetçi gruplarla ilişkisi için Süha Taci-Faruki’nin Hizbu’t-Tahrir ve Hilafet (1998, 15-18) kitabına bakılabilir.
7- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 44-46.
8- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 46-47.
9- İbrahim Guşe, Nebhânî’nin İhvan’a katıldığını ve sonra ayrıldığını söylüyor. Ama gerek Fehmi Ced’an’ın Çağdaş Arap Dünyasında İslami Yönetim Tartışmaları kitabında gerekse Süha Taci-Faruki’nin Hizbu’t-Tahrir ve Hilafet kitabında bu konuda herhangi bir aktarım bulunmamaktadır. İhvan’a mensup olup olmadığı yolundaki tartışmalara dönük tam aksi istikamette aktarımlar yer almaktadır. Faruki, Nebhânî’nin o yıllarda içinde bulunduğu Cemiyet’ül-İ’tisam’ı, İhvan-Müslimin ile birleştirmek için önerilen teklifi reddettiğini aktarır.
10- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 47-49.
11- Fehmi Ced’an, Çağdaş Arap Dünyasında İslami Yönetim Tartışmaları, s. 60, Çev: Mehmet Yolcu, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1989.
12- Fehmi Ced’an, a.g.e., s. 49.
13- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 50-51.
14- Seyyid Kutub’un idamına giden süreci şöyle açıklar İbrahim Guşe: “Başta Lütfi Havlî olmak üzere, Mısır’daki birçok yazar ‘Yoldaki İşaretler’ adında bir kitabı gündeme getirince İhvan hareketine yönelik başlatılan baskılar yeniden arttı. Lütfi Havlî, Abdunnasır’a yakınlığıyla bilinen bir yazardı. ‘Yoldaki İşaretler’ kitabı Seyyid Kutub tarafından yazılmıştı ve bu yazarlara göre bu kitap, Lenin’in çağrıda bulunduğu halk devriminden daha sert bir devrime çağırıyordu. Bu yazarların propagandaları etkisini gösterdi ve Abdunnasır Rusya’dayken Mısır’daki tüm İhvan-ı Müslimin üyelerinin tutuklanmaları emrini verdi. 1965 yılında başlayan bu operasyon İhvan’a karşı yürütülen en büyük operasyondu ve aradan bir yıl geçmeden 1966 yılında Seyyid Kutub idam edildi.” (İbrahim Guşe, a.g.e., s. 124.) Abdunnasır’ın müttefiki olan Sovyetlerin kıdemli diplomatlarından Yevgeniy Primakov, anılarında İhvan hakkında şunları ifade eder: “Abdunnasır Müslüman Kardeşler’e karşı acımasız bir düşmandı. Bu durum, örneğin, Kardeşlik’in ideolojik lideri Seyyid Kutub’la ortaya çıkmıştı. Birçok kez hüküm giyen Seyyid Kutub’un, Mısır’daki durumu Cahiliye Dönemi ile kıyaslayarak Abdunnasır’ın idaresine, laik bir yönetim şeklini benimsemiş olmasından dolayı saldırmaya devam etmesi, yine tutuklanarak bu sefer idam cezasına çarptırılarak 1966’da idam edilmesine neden olmuştur. Abdunnasır’ı İslamcılardan ayırt eden basit bir rekabet değildi. Bu muktedir iki eşit gücün birbirine karşı koyması da değildi. İşin aslı Abdunnasır’ın, İslamcı yönetimin, aracı gibi kullanılmasını bilinçli olarak reddetmesiydi.” (Yevgeniy Primakov, Rusların Gözüyle Ortadoğu, Çev: Olga Tezcan, Timaş Yayınları, 2009.) Bu yaklaşımlar İhvan’ın desteğiyle yapılan devrimin sonraki sürecini anlamamızı sağladığı gibi Seyyid Kutub’un eserlerinin etkisini de anlaşılır kılmaktadır.
15- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 99.
16- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 99-105.
17- Bu yıllarda Nasırcılar, el-Fetih’in üzerine özellikle gidiyorlardı; çünkü onlara göre el-Fetih, Mısır İhvanının bir uzantısı ve İslami bakış açısı olan bir hareketten başka bir şey değildi.
18- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 123.
19- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 141.
20- İbrahim Guşe, a.g.e., s.188-191.
21- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 424.
22- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 175.
23- İbrahim Guşe, a.g.e., s. 264.
- Zulmü Kanıksamak Kişiliğin İmhasıdır!
- Kemalist Eğitim Düzeni Her Boyutuyla İnsan Hakkı İhlalidir!
- Kemalist “Öğütüm”ün Amacı Egemenlere İtaatkâr Vatandaş Yetiştirmektir
- Kışla Tipi Eğitim Mantığı Terk Edilmelidir
- “Zulme Karşı Çıkmak İnsani Bir Görevdir!”
- Ders Kitaplarında Resmi İdeoloji
- İslami Mücadelede Eğitim ve Mücadele Sürecimizin Kazanımları
- Yargıtay’ın Tuhaf Gerçeklik Algısı
- Yargıtay’ın Kürt Açılımı: Taşa Ceza, Kurşuna Ödül!
- Yargı’nın “Hukuk Devleti”nden Anladığı “Ergenekon Devleti”dir!
- Her Söz Kudüs Çalmalıdır Kulağımıza!
- Kudüs Günü’nde Kudüs’e Ahdimize Yineledik!
- Ve Görünce Kudüs’ü
- Hollanda’da Aleyhimde Konuşanlara Açık Mektup
- Seyyid Kutub’un ve Kutub'la İlgili Tartışmalar
- İman Kardeşliğinin Vahiyle İnşası
- Kur’an-ı Kerim’de Hidayet Motifi Olarak Deniz ve Deniz Unsurları
- Ortadoğu’nun Yakın Geçmişine Dönük Bir Tanıklık
- “Tevhid ve Adalet Mücadelesine Ses Veriyoruz!”
- Ama Hüseyin’dim!
- Özgür-Der’de Nöbet Değişimi