Olağanüstülüğün Olağanlaşması Hayra Alamet Değildir!
Türkiye önümüzdeki aylarda yeni bir seçim harareti daha yaşayacak. Anayasada yapılan değişikliklerle ilgili referandum her ne kadar doğrudan partiler arası rekabetin konusu olmasa da değişiklik teklifine ilişkin tarafların konumlanışı doğal olarak siyasi kutuplaşma ekseninde bir mücadelenin yaşanmasını kaçınılmaz kılıyor. İslami duyarlılık sahibi çevreler açısından CHP ve HDP ile aynı çizgide bulunmanın zorluğu, hatta imkânsızlığı gündemdeki değişikliğe ‘hayır’ deme ihtimalini ortadan kaldırıyor. Bununla birlikte neden ‘evet’ denilmesi gerektiği hususunda ise bir netlik, mutmainlik de görülmüyor.
Gündemdeki değişikliklerin mahiyeti hakkında ortaya somut bilgi ve gerekçeler konulmuş değil. Muhalefetin köhnemiş “Rejim elden gidiyor!” vaveylalarına karşın, genelde iktidar çevrelerince yapılan şey de abartılı yorumlar ve hamasi değerlendirmelerden pek öteye geçmiyor. Yaklaşık 15 yıllık bir iktidarın mensuplarının bir yandan bu süre zarfında ülkeye çağ atlatıldığını iddia ederken, bir yandan da “Artık sistem tıkandı, çürüdü, mutlaka değişmesi gerekiyor!” şeklindeki söylemlerinin ortaya çıkardığı çelişik manzara görmezden gelinebilecek gibi değil.
Bu arada referandumun OHAL şartlarında yapılacağı da kesinleşmiş gibi. Başbakan Yıldırım daha önce referandumdan evvel OHAL uygulamasının kaldırılacağını ifade etmesine rağmen, şu anda bu vaat unutulmuş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın referandumun OHAL’de yapılmasında bir mahzur olmadığını beyan etmesinden itibaren ardı ardına hükümet yetkililerinden ve medyadaki korodan OHAL’in gerekliliği ve faziletlerini dinlemeye başlamamız da ayrıca dikkat çekici! Bu manzarayı hayra yormak ise ne yazık ki hiç mümkün değil!
Açık bir otoriterleşme süreci yaşadığımız ortada. OHAL bu manada iktidara geniş yetkiler ve kolaylıklar sağlıyor. Ne var ki önceki dönemleri eleştiri babında, sabık iktidarlardan farkını ‘ülkeyi normalleştirme’ adımlarını hızlı ve kalıcı bir şekilde atmak olarak beyan etmiş bir iktidarın OHAL’e bu derece ‘alışması’ açık bir çelişki arz ediyor.
Türkiye’nin zor bir dönemden geçtiği, çok yönlü saldırılara maruz kaldığı inkâr edilebilir ya da görmezden gelinebilir bir şey değil elbette. Birtakım tedbirlerin, kimi uygulamaların bu manada gerekliliğini savunmak da anlaşılabilir bir tutum ama bu yaklaşımı bir tür siyaset tarzına dönüştürmek kabul edilebilir olmasa gerek. Bitmek bilmeyen gözaltı ve tutuklamalar; kapatma ve ihraç kararnameleri; tayinler, yer değiştirmeler, ülkede normalleşme adımlarının daha uzun süre erteleneceğinin göstergesi gibi.
Eleştiriye, tartışmaya kapalılık ise bu zeminde büyük bir handikap oluşturmakta. Ne yazık ki iktidar sadece alkışlanmak, övülmek istiyor. Karşı çıkışlardan, itirazlardansa hiç ama hiç hoşlanmıyor. Bu tutum ise hem siyasette hem medyada sürekli biçimde amigoluğa soyunmuş tip üretiyor. Oysa eleştirinin, uyarının susturulduğu yerde, istişarenin rafa kaldırıldığı zeminlerde hayır ve bereket olmaz!
Mart sayımızda tekrar birlikte olmak dileğiyle Allah’a emanet olun!
- Olağanüstülüğün Olağanlaşması Hayra Alamet Değildir!
- Parlamenter ya da Başkanlık Sisteminden Öte Tartışılması Gereken Rejimdir!
- Cumhurbaşkanlığı Sistemi, Sonuç mu Merhale mi?
- Astana: İşgal Gölgesinde Çözüm Tiyatrosu
- Bürokratik Oligarşi İle Suriye Direnişine Yön Vermek
- Suriye’de Neden Askerî Çözüm Tek Seçenektir?
- Suriye’de Devrim Yenilirse Neyle Karşılaşılacak?
- ‘İslami Terör’ İthamı ve Bazı Kavramlar Üzerine Değiniler
- İslam’ın Tezahürü Olarak Medeniyet
- Övme ve Övülme Zaafından Kaçınmak!
- Kur’an’da “(Allah’ın) İzniyle” İfadesi
- Kitab’a Varis Olanların Ahvali
- Tevhid, Melekler, Kitaplar, Peygamberlik ve Ahiret Meselesi
- İstiyorum ki
- Kitaplık
- Helal Olsun!
- Hanzala’nın Yamalı Kalbi