O En Büyük
Bana 'yaz' diyorlar. Gördüklerini hissettiklerini yaz. 'Tabii' diyorum. Yaşananlar az şey değil. 'Mutlaka' diyorum, 'evet' diyorum. Ama değil yazacaklarımı; gördüklerimi, bildiklerimi, hissettiklerimi kendime bile ifade edemiyorum. Velud olayların akabinde neden böyle çoraklaşır sayfalar? Belki de hislerimi yazarak dağılmayı değil, nemli cesed kokulu bu şehri içime gömmek istiyorum. Hiç birşey oturmuyor, hiç birşey netleşmiyor zihnimde, şehrin ve benim üzerimden sisler dağılmıyor. Şaşkın, darmadağınık, donmuş bir yürekle dolaşıyorum. Toprağın altının hükmü geçerliyken binlerce can için, ben yaşamamı, soluk alışlarımı garipsiyorum. Bir satır yazabilsem bile bir sonraki satıra hangi bakışın, hangi iç çekişin, hangi çaresizliğin gölgesi düşecek, bunu hiç kestiremiyorum. Harfler, kentin enkaz yığınları gibi duruyor yanımda. Hangisini seçsem, hangisiyle birleştirsem bilmiyorum. Acizim, yıkıntılar arasındaki sözlük yetişir mi imdadıma, bilmiyorum.
Yıkım bir kader olmuş sokaklarda. Beton ve demir saltanatını sürüyor. İş makineleri kaşık kaşık yutuyor koca bir şehri. Adresler, sokak levhaları, anlamsız tebessümler çiziyor insanın yüzünde. Enkaz altındakilerin son duaları, belki son rüyaları ensenizden takip ediyor sanki sizi. Azrail'in ayak izlerini yerdeki yarıklar çiziyor. Hele ölüm ertesi etrafa yayılan o yapışkan sessizlik... Ölüm hayattan daha gerçek olduğunu mahalle mahalle ispatlıyor. Öyle alışıyorsunuz ki enkaz görüntülerine, normal şehirleri, düzenli binaları yadırgıyor, şaşırıyorsunuz. Binalar gibi zihniniz, de allak bullak oluyor hayatın bu dehşetli yüzü karşısında. Ve 'an'ı yaşıyorsunuz. Hiç birşeyin öncesi ve sonrası yok gibi.
Ve işte ne yazacağımı yine bilmiyorum. Diyorum ki kendime buraların senfonisine uy ve bir yardım çağrısı da sen yap. Yardım iste kağıttan ve kalemden. Çadırdan ve muşambadan. Okuyucularından dilen okuyacakları cümleleri. Sıraya gir ve aç ellerini. Sonra yalvar. Sor sonra.
Çadır yok, pabuç yok, ümit yok, ne yazayım de. İşte diyorum. Ne yazayım ben? Haydi bana da yardım edin. Nereden başlıyayım. Önce gülmeyen, gülemeyen yüzleri mi yazayım. Çizeyim mi harflerle yüzlerindeki ifadeyi. Yoksa derin iç çekişleri mi yazayım. Unutulan "Allah" failli cümlelerin nasıl yeniden revaç bulduğunu mu? Bir hafta önce veren elin, birşeyler almak için sıraya girişini mi yazayım? Alan el olmayı kabullenemeyen, utanan, hıçkıran insanları mı? Devleti mi, halkı mı, vatanı mı, ümmeti mi? O her güzelliğin üzerine karabasan gibi çöken 'dev'in her yerden basıp gidişini mi? Her zulümde varken iyilikte yok, her baskıda varken yardımda yok, ak günde varken kara günde yok olan o kalleş heyulayı mı yazayım?
Yağmuru, çamuru, batağı da yazayım mı? Yerin şerhettiğini yağmuruyla haşiyelendirirken gök, bir parça naylonun ekmekten, yemekten daha üst bir rütbe kazanmasını seyrediyor. Söyleyin yazayım mı sağanak acıları?
"Herşey"in yerini "hiçbirşey"le değiştirdiği saniyeler yumağının ruhlara nakşettiği muazzam ürpertileri mi yazayım yoksa? Tarihle yan yana oturup bir büyük afeti izleyişimizi, anladıklarımızı anlayamadıklarımızı mı? İnsanı, hayatı, gücü, güç sahibinin gazabını mı? Harisiz ve sözsüz anlatımın dehşetini mi? Kopmuş parmakları, yarılmış asfaltları, yerin uğultusunu, göğün umarsızlığını, bir babanın yaralı ellerini, bir ananın kıvranan yüreğini mi? Ne yazayım. Deyiverin. Yardım edin bana. Sıra bana gelince bitmesin zeytin, bitmesin ekmek. Ve söyleyin bana açlık korkusu, kimsesizlik, sahipsizlik ne demek? Nasıl bir şey emniyet; güven ne demek?
Yoksa o adamı mı yazayım? Gece yarısı 'burda devlet yok, alın bayrağınızı' diye haykıran, 'öldürün beni' diye bağıran. Ya da çadırını su basan o babayı mı? Etrafı anlamsız, dalgın, biçare bakışlarla izleyip bir yandan, bir yandan da çocuğunu oyalayan babanın halini anlatayım mı?
Her yer virane burada ve herkes... Bir çocuklar gülebiliyor bir şeyleri bilinçaltlarına itip, bir de kaçamak bakışlar arasında gençler. Demek hayatta alınan yol da derinleştiriyor depremin izlerini. Depremi mi yazmalı, izlerini mi? Bir gecede nelerin değiştiğini mi sormalı. Cevaplar teselli olur mu, ibret olur mu? Banyo yapmak sıradan birşey iken şimdi neredeyse krallara layık bir lüks. Çöp poşeti hayatın küçük bir parçasıyken burada teşekkürlerle, sırayla alınan bir yardım malzemesi. Basit bir eşofman bir yığın insanın en öncelikli talebi. Birkaç saniyede değişen başka neler yazmalı? Siz söyleyin. Ben ise
Malı, hayatı, planlan altüst eden o anların.
Bedbaht insanların, ürkek çocukların
Musalla taşındaki bir şehrin
Ve musallaya hasret ölülerin
Ölüm acısıyla kıvranan ruhların
Yaratıcının gazab tecellisinin yani.
Ve yaşadığına şükreden bedenlerin
Çocuk gülüşlerinin
Islak battaniyelerin
Giyilmiş eşya seçen ellerin
Yaraların, çürüklerin
Demirin, çimentonun, grayderin
Çöken bir devletin
Ekmek kuyruklarının
Ve bir yığın duygunun
Enkazı altındayım. Kurtarılmayı istemiyorum. Yalnızca kağıt ve kalem. Hâlâ yazmamı istiyorsanız; işte artık yazıyorum: "Gazabı ve rahmetiyle, yardımı inayetiyle "O EN BÜYÜK"..."
- Enkazın Altındaki Düzen
- “Doğal Afet”in Belirginlik Kazandırdığı Yapay Afet: Devlet
- Zihinlerdeki Deprem
- Deprem ve Yardım İzlenimleri
- Sakarya Dayanışma Platformu Yardımlarınızı Bekliyor
- Sakarya Dayanışma Platformu
- Depremin Dili Vardı
- Devlet Haberalma Özgürlüğünü Kısıtlıyor
- Yılgınlık ve Çözülmeler Karşısında Kendini Biriktirmek
- Batı'nın İslam Korkusu ve Marmara Depreminin Türk Dış Politikasına Etkileri
- İzmit'te Askerler Uyuyordu
- Cammu ve Keşmir Cemaat-i İslamisi'nden Keşmir İçin Öneri ve Tasarılar
- Çürümüş Adaletin “Af” Tasarısı
- Acizler affedemez
- İslami Hareket Davasında Bir Tahliye
- Af değil hücre Operasyonu
- Af tasarısı önemli aldatmacalar içeriyor!..
- Almanya'daki Anti Emperyalist Hücreler Davası
- Üniversite Yolunda ÖSYM ve YÖK Engelli Koşusu
- Gece Vakti Ansızın Gelen Baskın
- Kur'an'da Kafirlerin Kurdukları Tuzaklar
- Kur'an Meali Okuma Klavuzu
- Depremin Altında Kalan Benliğimin Yokluğunda Bildim Seni
- Kabuksuz Kalan Kaplumbağa
- Yıkık Kentin Hikayesi