1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Uslu

  3. Norveç’teki Katliam ve İsrail Föktörü

Norveç’teki Katliam ve İsrail Föktörü

Eylül 2011A+A-

22 Temmuz 2011 saat 15.26’da Norveç’in başkentinde patlama olur olmaz tüm televizyon kanalları yayınlarını kesip olay yerinden canlı yayına geçtiler. Yazılı, görsel, işitsel hemen tüm unsurlarıyla medya kuruluşları harekete geçerek kendilerince buldukları suçluları parmaklarıyla gösterdiler. Yaratılan suçlu ise hemen akla geleceği üzere “Müslüman teröristler” ve el-Kaide idi. Peşi sıra canlı yayınlara çıkarılan “terör uzmanları”nın da fikirleri alınarak suçluların “Müslüman teröristler” olduğu iyice pekiştirildi. Bu kavramın içerisine el-Kaide’den Ensar el-Cihad el-Âlemi isimli örgüte değin kimler girmiyordu ki!

Suçlu bulununca suça sürükleyen sebepler ve gerekçelerini icat etmek de zor olmadı. Bu bağlamda Norveç’in Afganistan’da askerî güç bulundurması, Danimarka’da baş gösteren karikatür krizi vb. kadar bir dizi mesele gerçek birer gerekçeymişçesine masaya yatırıldı. Yaratılan “Müslüman terörist” paranoyasından sonra kamuoyunun ilgisine sunulan sonuç da dikkatlerden kaçmadı: “Norveç’in 11 Eylül’ü!”

17.29 - Norveç medyasından hedefin Enerji ve Petrol Bakanlığının olduğu haberleri geçiyor.

18.39 - Utoya adasında sosyal demokratların gençlik kollarının kamp yaptıkları yerden ilk silah sesleri duyulmaya başlanıyor.

Saatler 22’ye geldiğindeyse zanlının yakalanarak tutuklandığı haberi yayılıyor. Ancak tutuklanan caninin sarı saçlı mavi gözlü tipik bir Norveçli olduğu ortaya çıkınca, daha önce hedef olarak Müslümanları gösterenler durumu saptırmanın yollarını aramaya koyuluyorlar. Derken yakalanan caniye kimlik bulunarak Norveçli bir mühtedi/Müslüman olduğu iddiasına sarılınıyor.

Ortaya atılan bu iddia da tutmayınca kısa süre sonra olsa olsa saldırıyı gerçekleştirenin Nazi olduğu haberleri yayılıyor. Ne var ki bu da doğru çıkmıyor; çünkü Anders Behring Breivik yazdığı manifestoda kendisini tanımlarken Müslümanlardan, Marksistlerden ve Nazilerden nefret ettiğini söylüyor. Öte yandan antisemitist olmadığını belirten şahsın Netenyahu hayranı olduğunu ve Filistin’de Siyonistlerce inşa edilen utanç duvarını doğru bulduğunu ifade etmesi de dikkat çekiciydi.

Sonuç olarak medyanın istediği ve ürettiği senaryo yönünde ilerlemeyince olayın üstüne gidilmeyerek gündemsizleştirilmesi sağlanıyor.

Burada sorulması gereken iki soru var:

1-Neden bakanlıkların bulunduğu bölge, özellikle de hedef yeri olarak Petrol Bakanlığı seçildi?

2-Utoya’daki gençlerin yaptığı kampta gündem konusu neydi? Bu gençler orada neden buluşmuşlardı?

Petrol, maliye ve dışişleri bakanlıklarının Utoya’da kampa katılan gençlerle ya da gençlerin bu bakanlıklarla ortak yanları neydi? Bu soruları irdelediğimizde şunları göz önünde bulundurmamız gerekiyor:

1-Petrol Bakanlığı: Norveç Maliye Bakanlığı İsrail’e petrol bütçesinden yardımları keseceğini bildiriyor. Gerekçe olarak da Siyonist devletin Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı olarak işgal topraklarında yerleşim birimleri inşa etmesini gösteriyor. Bu bilgi The Jerusalem Post’ta okunabilir.1

2-Norveç Dışişleri Bakanı Jonas Gahr Støre katliamdan bir gün önce, öldürülen gençlerin düzenlediği Utoya adasındaki kampa katılıyor. Utoya’daki gençler, bakanı ellerinde “Boikot Israel” (İsrail’e Boykot) dövizleriyle karşılıyorlar. Norveç Dışişleri Bakanlığı, Filistin devleti ilan edildikten sonra orayı ilk tanıyacak ülke olacağını ilan ediyor.

Dışişleri Bakanı gazetecilere ve sivil toplum kuruluşlarına verdiği mülakatta Filistin’in bağımsız bir ülke olması ve utanç duvarının hemen şimdi yıkılması gerektiğinin altını çizerken alkışlarla karşılık alıyor.2

O kampta bulunan sosyal demokratların gençlik kollarının yanında kampa katılan gazeteciler ve sivil kuruluşların ortak yanları ve toplantının konusu İsrail’i boykotu genişletmek ve yaptırımdır. Aynı kampta konuşan sosyal demokratların gençlik kolları AUF başkanı Eskil Pedersen daha ileri giderek, İsrail’e karşı daha sert yaptırımların yapılmasını öneriyor.3

Burada Norveç Maliye Bakanı Kristin Halvorse’in 2006’da İsrail mallarını boykot kampanyasının öncülüğünü yaptığını hatırlatmakta fayda var.4

Bütün bunlara rağmen olayın tartışma sürecinde ne hikmetse medyaca kampın konusu ve iktidar partisinin Filistin dostu, İsrail’in yaptığı hukuksuzluklara karşı ve İsrail’e yaptırım yanlısı olup bu çerçevede çaba gösteren bir parti olduğu dile getirilmiyor.

Utoya adasındaki saldırıdan kurtulan gençler kendileriyle yapılan röportajda ilk silah seslerini duydukları zaman bunun, Siyonist vahşetin Filistinlilere yaptığı bir simülasyon, oyun olduğunu zannettiklerini söylüyorlar.5 Bu da kampta bulunan gençlerin Filistin konusuyla ne kadar yakından ilgilendiklerini gösteriyor.

Utoya adasının özeliklerinden biri bu adanın 1950’den beri sosyal demokrat AUF’un gençlik kollarının özel mülkiyeti olmasıdır. Sendikalar bu adayı AUF’a hediye ediyorlar. Nesillerdir Norveçli siyasetçiler orada kamplar düzenliyorlar. Utoya Norveç’te siyasi kararlılığın bir sembolü olarak kabul ediliyor. Buradan Norveç’in gelecek siyasi elitleri yetişiyor. Bu gençler Norveç’in siyasetçileri, bakanları, başbakanları, cumhurbaşkanları olacaklar ki bunlar İsrail’i boykot çağrılarına katılmakta, hatta daha da sert yaptırımlar yapılması taraftarılar.

Öte yandan Anders Behring Breivik, manifestosunda Haçlı Seferlerini İslam’a karşı ilk savaşım olarak görüyor ve İslam’ı Avrupa’dan söküp atabilmek için atalarının yolunun takip edilmesi gerektiğini söylüyor. Örnek olarak Osmanlı’yı Viyana kapısından püskürtmeyi örnek veriyor.

Avrupa Aşırı Sağında İsrail Sevgisi

Breivik hadisesinde insanların kafasını karıştıran olay “Aşırı bir sağcı, yabancı düşmanı olan biri nasıl olur da bir İsrail dostu olur?” sorusudur. Avrupa’da “aşırı sağ” denildiği zaman ilk akla gelen Naziler oluyor ve Naziler bilindiği gibi Yahudi düşmanıdır. Mantıksal olarak zanlının da bu durumda İsrail düşmanı olması gerekir.

Burada Avrupa’daki aşırı sağın Yahudi düşmanlığından İslam düşmanlığına doğru bir dönüşüm gerçekleştirdiğini görebiliyoruz. 1970’li yıllarda ilk olarak bunların apartheid rejiminin inşasında Güney Afrika’yla işbirliği yaptığı biliniyor. Latin Amerika’daki bazı aşırı sağ gruplarla ittifak yapmaları ve Türkiye’deki Kemalist ulusalcılarla müttefik olmaları gibi. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra Türkiye’de Kemalist ulusalcıların, Belçika’da Vlaams Belang, Almanya’da Pro Köln, Hollanda Pim Fortyn ve Geerd Wilders’in ortak özelliği, aşırı sağcı, milliyetçi-ulusalcı, İslam karşıtı ve İsrail dostu veya aşığı olmalarıydı. Geerd Wilders, bir gazeteye verdiği mülakatta İsrail aşığı olduğunu ve İslam’a karşı verdiği savaşımda İsrail’i müttefik olarak gördüğünü açıkça ifade etmekte.6 Türkiye’deki ulusalcılarla Geerd Wilders’in ortak yönlerinin benzeşmesi, hatta tıpa tıp aynı olması dikkat çekici.

Avrupa’daki aşırı sağın anti-semitizmden anti-İslam’a dönüşümünü daha iyi anlayabilmek için bunların İsrail’e yükledikleri stratejik önemi irdelemekte yarar var. Aşırı sağca semitizm korkusunun İslam korkusuyla yeri değiştirildiği zaman, İsrail’in sömürgeci apartheid devleti barbarlara (Müslümanlara) karşı otomatik olarak Batı’nın bir ileri karakolu şeklinde tanımlanmaya başlamıştır. Müslümanlara karşı verilen savaşımda en ideal müttefikin İsrail olduğu ortaya çıkıyor.

Batı’nın da İsrail’in her türlü şımarıklığına, hak-hukuk tanımazlığına, uluslararası anlaşmalara riayet etmezliğine rağmen Filistin’deki katliamlarına göz yumarak Siyonist devlete karşılıksız maddi-manevi destekte bulunmasının arkasında aşırı sağcılarla örtüşen bu yaklaşımı olsa gerektir. Yine İsrail zulmüne karşı sesini yükselten kamptaki gençlerin anti-semitist olarak damgalanmalarının nedeni de herhalde budur. Anders Behring Breivik gibi aşırı sağcıların paranoyası, İsrail karşıtı sosyal demokrat gençler gibi erdemli insanlar yüzünden Batı’nın İslam’ın istilasına uğrayacağıdır. Bundan dolayıdır ki, Breivik Utoya’da bulunan çocukları Firavun’un eski İsrailoğullarının erkek çocuklarını boğazlaması gibi boğazlamak, katletmek istiyor. Ve nitekim ediyor da. Çoğunluğu 17 ile 18 yaş arasında olan “İsrail’i Boykot” çağrıcılarının en ufağı 14 yaşında.7

Anders Behring Breivik’i bir şahıstan ziyade bir zihniyet örneği olarak ele almalı. Bu zihniyeti anlayabilmek için ise uzantılarının 25 Ocak 1994’te Filistin’de İbrahim Camii’nde otomatik silahla katliam yapan Baruch Goldstein’a bakmak gerek. Daha geniş ölçekte ise Firavun’un Hz. Musa dönemindeki Müslüman İsrailoğullarının yeni doğmuş erkek çocuklarını nasıl boğazladığını düşünmeli.

 

Dipnotlar:

1-http://www.jpost.com/Headlines/Article.aspx?id=185712

2-http://politisk.tv2.no/nyheter/st%C3%B8re-om-israel-palestina-konflikten-%E2%80%93-okkupasjonen-ma-opph%C3%B8re-muren-ma-rives-og-det-ma-skje-na/

3-http://auf.origo.no/-/bulletin/show/671615_bare-dialog-fungerer-ikke?ref=mst

4-http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3198325,00.html

5-http://www.israelnetz.com/themen/nachrichten/artikel-nachrichten/datum/2011/07/24/oslo-simulation-der-graeuel-israels/

6-http://www.volkskrant.nl/vk/nl/2668/Buitenland/archief/article/detail/854329/2007/04/10/Verliefd-op-Israel.dhtml

7-http://www.aftenposten.no/nyheter/iriks/article4186173.ece

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR