1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Nikâh’ın Altı Şartı

Nikâh’ın Altı Şartı

Eylül 2010A+A-

“Allah size kendi nefislerinizden/kendi türünüzden eşler yarattı ve zevcelerinizden de sizin için oğullar ve onların soylarından gelen torunlar yarattı. Ve size temizinden rızık verdi. Öyle iken batıla mı inanıyorlar? Ve onlar Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?” (Nahl, 16/72)

Sevgi yerine düşmanlık, umut yerine umutsuzluk, rahmet yerine gazabı yakıştıran tüm şeytani güçlerden Allah’a sığınıyoruz. Sevginin yaratıcısı, dağıtıcısı olan, el-Vedûd olan Rahman, Rahim Allah’ın adı ile.

Kendi nefislerimizden, kendi türümüzden huzura kavuşacağımız eşler yaratıp, aramıza da sevgi ve merhamet koyan Allah’a hamd ü senalar, şükürler olsun. Sünnetiyle her konuda bize en güzel örnekler bırakan Rasulullah’a salât olsun. Hayatı ‘adanmışlık bilinci’yle yaşayan tüm mü’minlere selam olsun.

Hayatın bütün alanlarının ibadet olduğu şuuruyla ifade edersek; düğünlerimiz, bayramlarımız da bir ibadettir. Bu minvalde, düğünlerimizi de içtimai bir ibadet olarak değerlendiriyoruz.

Bir sözleşme olan nikâhın ön şartı “Allah’ın emri peygamberin kavli”dir. Nur Suresi 32. ayete göre, mü’minlerin ‘bekârları evlendirme’si İslami bir sorumluluktur. Bekârların bekâr kalmasında ümmetin sorumluluğu vardır. Çünkü ayette “Evlenin!” değil, “Evlendirin!” buyrulmaktadır. İlk modelimiz, en güzel örneğimiz Peygamberimiz, kendi şahsında ve arkadaşları ekseninde bu sorumluluğu ifa etmede önderimizdir.

Nikâhın ikinci ön şartı açıklıktır, aşikâr olmaktır. Nikâh kapalı kapılar ardında iki kişi arasında kalamayacak kadar önemli bir sözleşmedir. İstismarı ise gizli dost edinmektir. Açıklık rahmanî, gizlilik şeytanî bir tutumdur. Çünkü Bakara 235. ayete göre “gizli dost edinmek” haramdır.

Nikâhın üçüncü ön şartı, yazılı hale getirmektir. Kur’an’ın en uzun soluklu, tek noktalı, tek duraklı ayeti olan Bakara 282’ye göre, ticari sözleşmelerin yazılı hale getirilmesi farzdır. Nikâh da bir sözleşme olduğuna göre, en az ticari sözleşmeler kadar önemlidir ve yazılı hale getirilmelidir.

Müslüman ailelerin son derece sağlıklı temellerde kurulup büyütülmesi çok önemlidir. Çünkü hem fert olarak hem de aile ve toplum olarak Yüce Allah’ın bize yüklediği emaneti ölene dek olanca saflığı ile taşıma sorumluluğumuz vardır. Hayatın aşamalarından biri olan evlilik hayatının Kur’anî ilkelerini şöyle sıralayabiliriz: Azimet, velayet, adalet, meveddet, emanet.

1) Azimet: Büyük Sınav ve Büyük Başarı

Biz mü’minler, hayatı bir sınav olarak belleyen, sınavımızın Kur’an’dan olduğu bilincini kuşanan insanlarız. Yaşadığımız hayatın her aşaması küçük bir sınavdır ve toplamı büyük sınavı oluşturmaktadır. Sınava kaybetmek için girmek akıllı insanın işi değildir. Canlarımız, mallarımız, çocuklarımız bir imtihan aracıdır. (Âl-i İmran, 3/186; Enfal, 8/28) Bu nedenle, mal ve evlat sahibi olmak bir yönüyle ilahi bir lütuftur, ancak bizi zikrullahtan alıkoymaması şartıyla. (Münafikun, 63/9)

Bu imtihanın amacı Fevzü’l-Azim’dir; başka bir ifadeyle azimettir:

“Cem günü ki, o gün sizi bir araya toplayacak; işte bu (bazıları için) ‘aldanma günü’dür. Kim iman eder, salih amel işlerse Allah onun günahlarını örter, onu altından nehirler akan cennetlere koyar; artık orada ebedi olarak kalırlar. İşte bu Fevzü’l-Azim’dir/en büyük kazanç, en büyük ödüldür.” (Teğabün, 64/9)

Fevzü’l-Azim; dünyanın seyyiatını salih amellerle tazmin etmektir. Dünyadaki birçok imtihan, birçok ayrıntı içinde azimeti gözden kaçırmamak lazımdır. Hayatımızda birçok hedef olabilir ama bu hedeflerin hepsi büyük hedef içinde anlam kazanacaktır. Müslüman tek başına ümmet olsa da iki-üç-beş kişiden oluşan aile olsa da vizyonu azimettir, hedef büyüktür. Anlam ve amacını ilahi rıza, sonsuz saadet olan ‘azimet’ten almayan her hedef sanaldır, geçici ve boştur.

2) Velayet:

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidir:

“Mü’min erkekler, mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder ve kötülükten men ederler, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve O’nun Rasulü’ne itaat ederler. İşte Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz Allah aziz/üstün ve değerli, hâkim/hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)

Bu ayete göre ilahi rahmetin ön koşulu velayettir. Amacımız rahmete nail olmak ise aile içinde ve tüm yeryüzünde, marufu emretmeyi, münkerden nehyetmeyi asli bir görev olarak benimsemek gerekir.

İman ve İslam ile inşa edilmiş her ailenin, evini “kıble” haline getirmesi gerekir. Yunus Suresi 87. ayete göre, evlerimiz şirke ve yeryüzünün tüm firavunlarına karşı oluşturulmuş bir kıble, bir karargâh, mü’minler için bir güvenlik kuşağıdır. Rahmanî işlere açık, şeytanî işlere kapalı olan mü’minlerin evlerinin, bu işlevi görebilmesi için eşler ve çocuklar arasında velayet hâkim olmalıdır. Dostluğun sürekli ve güvenilir olabilmesi için velayetin öncelikle Allah ile gerçekleşmesi gerekir. Çünkü Allah’a dost olanın dostluğuna güvenilir, O’na dost olmayanın dostluğuna güvenilmez.

Kur’an-ı Mubîn’in yeşerdiği aile ortamlarımızı; şeytanın türlü hile ve tuzaklarına karşı, bir “güvenlik kuşağı” olarak değerlendirmeliyiz. Bu güvenlik kuşağını toplumsal alanda genişletmek ise evlerimizi karşılıklı mescitler haline getirmekle mümkündür. Ancak bu şekilde İslam’ın toplumun tümünü kuşatan bir hayat tarzı haline gelmesi mümkün olabilir. Bizler, her şeyden önce inancımızın gereği olan İslami yaşam biçimini, kendi nefislerimizde ve toplumsal zeminde kuracağımız sağlıklı bir aile ve cemaat yapısı oluşturarak gerçekleştirebiliriz. Bu birlikteliğe engel olan şeytanî güçlerin dayatmalarına ise ancak İslami mücadeleyi aileye taşıyarak karşı koyabiliriz.

Aile ocağı; harici şartların bütün olumsuzluklarına karşın, Allah’ın adının yüceltilebileceği imkânlarla donatılmıştır.

Allah’ın birer ayeti olan eşlerin velayeti sürdürebilmeleri güzel geçinmelerine bağlıdır. Güzel geçinmek, göklerin rahmet kapılarının açılması, Allah’tan umulmadık hayırlar elde etmenin vesilesidir:

“…Onlarla güzel geçinin ve güzelce kaynaşın. Eğer kendilerinden hoşlanmadığınızı (düşünüyorsanız bile), olabilir ki bir şey hoşunuza gitmeyebilir, ancak Allah onda birçok hayır takdir etmiş olabilir.” (Nisa, 4/19)

3) Adalet:

Adalet deyince ilk akla gelmesi gereken ilke ‘tevhid’dir. Bir mü’min müdahil olduğu her ortamı şirkten arındırmak zorundadır. Adaletin teminatı tevhiddir. (Âl-i İmran, 3/95) İyi bir babanın oğluna, ümmetine yapması gereken ilk öğüt de Lokman’ın yaptığı gibi, tevhidle ilgilidir. (Lokman, 31/13-17) Şirki, zulmü emretmemesi koşuluyla anne-babaya ihsan adaletin sürekliliği, dolayısıyla aile saadetinin devamlılığı açısından çok önemlidir. (Lokman, 31/14-15)

Evlilik hukukunu korumanın, adaletin teminatı takvadır. Takva içimizdeki, yüreğimizdeki denetim mekanizması, sorumluluk şuurudur. Eğer takva yoksa adalet de yoktur. Adalet takvanın sonucudur. (Bakara, 2/237) Kadın ve erkek olarak birtakım fiziksel, ruhsal farklılıklarımız olsa da sorumlu olmada, aramızda doğuştan bir ayrıcalık yoktur; amellerimizin değeri bakımından da aramızda bir imtiyaz yoktur. Ödüllerin ve kazançların en büyüğü olan cennet, Allah’ın rızasını kazananlara, takva sahiplerine verilecektir. Bu konuda imtihan alanlarımız farklı olsa da merhameti sonsuz Rabbimiz kadınlarla erkekler arasında bir değer farkı gözetmemiştir: Yarışı kazanan sonsuz nimetler yurdu olan cennete Nefs-i Raziye olarak girer. Yüce Rabbimiz konuyla ilgili Âl-i İmran Suresi’nde şöyle buyurmaktadır:

“...İster erkek ister kadın olsun (Benim yolumda) çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım. (Çünkü) hepiniz birbirinizin soyundan gelirsiniz. Zulüm ve kötülük diyarından hicret edenlere, yurtlarından sürülenlere, benim yolumda eziyet çekenlere ve (bu yolda) savaşıp öldürülenlere gelince; onların kötülüklerini mutlaka sileceğim ve onları, Allah’tan bir mükâfat olarak, içinden ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Zira mükâfatların en güzeli, Allah katında olandır.” (Âl-i İmran, 3/195)

Çocukların sağlıklı/salih, dürüst ve erdemli öncüler olarak yetişebilmeleri için anne-babaların Allah’ın dinine yürekten bağlılık göstermeleri gerekir. Ancak böylesi bir Kur’an ocağında serpilip büyüyen çocuklar kemale erip, İslam’ın gönülleri ihya eden çağrısını yeni kuşakların kalplerine taşıyabilirler.

Eşler ve çocuklar arasındaki münasebetlerin ana ilkesi adalettir. Evlerimiz İslam’ın ilkokuludur: Zulüm, haksızlık ve dengesizliklerden arınma yollarının yöntemlerinin denendiği bir laboratuar ve okul gibidir.

‘Tearüf’te adalet, tahakkümde zulüm vardır. Mü’min eşlerin aile münasebetlerinin merkezine tahakkümü değil tearüfü yerleştirmeleri gerekir. Tearüf, farklılıkları bir zenginlik olarak görüp, birbirimizi anlama-tanıma çabasıdır. Hucurat Suresi 13. ayete göre; renk, dil, cinsiyet farklılıkları bir tahakküm sebebi değildir.

Değil mi ki, Kur’an kadın-erkek ayırmaksızın sorumluluğu insana yüklemiştir; öyleyse Allah’ın dinini hâkim kılma, Rasulullah’ın çizgisini sürdürmede her iki cinsin de birbirleriyle dayanışma içinde olması gerekir. Unutulmamalıdır ki, sorumluluğu üstlenme ve ölene dek sürdürme konusunda ırk, kabile, soy-sop, kadın-erkek ayrımı gözetilmemiştir. Müslüman ailenin içinde yaşadığı yuva, cennet karşılığında kimin daha çok maldan, kimin daha samimi candan geçeceğinin sınandığı bir yarış pisti gibidir. Şüphesiz bu yarışı muttakîler/nefsini tezkiye edenler/selim bir kalple hayatını sürdürenler, nihayet arınmış kalple Allah’ın huzuruna çıkanlar kazanacaklardır.

Adaletin bir başka belirtisi de kadın-erkek işi ayrımına sapmaksızın, ev işlerinde, çocuk bakımında eşlerin birbirlerini desteklemesinin gerekliliğidir.

Adaletin gerçekleşmesinin bir şartı da istişaredir. İstişare her işimizde olduğu gibi aileyi yönetirken de farzdır. Müslüman bir ailenin devamlılığı ‘sevgi ve merhamet’ duygularının diri tutulmasının yanında, aile içinde meydana gelebilecek sorunların çözümünde ilahi hukuka riayet edip, karşılıklı anlayış ve saygıya, istişareye önem vermekle mümkündür.

Güçlü olmak haklı olmayı doğurmaz; erkeğin mirastaki üstünlük sebebi, mihirde kadının kollanmasından ve ailenin geçimini üstlenmede erkeğin sorumluluğundan kaynaklanır. (Bakara, 2/228; Nisa, 4/34)

Müslüman erkeğin aile sorumlulukları arasında, nikâhın bir şartı olarak vermesi gereken mihir, daha sonra eşi için barınak, korunak sağlayıp onun her tür geçimini sağlamak da vardır. Burada bir “pozitif ayrımcılık” vardır, kadınlar erkeklere değil, erkekler kadınlara vermekle yükümlüdür. (Bakara, 2/229, 236)

Bu sorumluluklara Rasulullah (s) tarafından Veda Hutbesi’nde şöyle işaret edilmiştir:

“Erkeğin temel sorumluluğu, ailesinin geçimini sağlamaktır; kadının temel sorumluluğu ise aile mahremiyetini başkalarına çiğnetmemektir...”

Evlilik ciddidir, sözlere-davranışlara, ilahi hukuka dikkat etmek gerekir. Mesela, boşanma en fazla üç defadır. (Bakara, 2/230, 234) Dul kadın üvey oğlu ile evlenemez. (Nisa, 4/19, 23) Nikâh akdinde verilen sözler, şahitlerin ve sağdıcın elindedir. (Bakara, 2/237)

Evlilik hukuku ve Müslümanca aile yaşantısının hukuku yoğun olarak Nisa, Nur, Ahzab surelerinde ve Bakara 221-240. ayetlerde geçmektedir.

4) Meveddet:

Meveddet, istemek, vermek, sevgi sunmaktır. Sevgi anlamındaki vudd; üretilmeyen doğuştan verilen, ilahi nimet/lütuf, emanet ve insani bir ihtiyaçtır. Mevedde Allah’ın ayeti, Rahman’ın rahmetidir. (Rum, 30/20-22) Allah el-Vedud’dur; sevginin nihai kaynağı, asıl sahibi, yaratıcı ve dağıtıcısıdır. (Hud, 11/90; Buruc, 85/14) Sevgi anlamındaki diğer bir Kur’anî lafız olan hubb ise toprağa atılan tohum, dikilen fide ve fidan gibidir. (Bakara, 2/165; En’am, 6/99)

Doğuştan verilen, Rabbimizin nimeti olan mevedde evlilik binasının çimentosu, harcı ve temelidir. Mevedde’nin meyvesi olan hubb ise tohum gibi üretilip kendisini çoğaltan, bereketli, kevserî bir salih ameldir. (Hubb ve habb tohumun taneleridir: Bakara, 2/165; En’am, 6/99)

Eşlerimizden ve çocuklarımızdan “gözler aydınlığı, gönüller açan mutluluklar” devşirebilmemiz için sevginin yaratıcısı olan Rabbimizin Ensâr’ın örnek tutumundan beyan ettiği îsar ahlakını esas almalıyız. Egoizm, istiğna ve kibir hastalıklarından bizi koruyacak olan imanın, îsar ile takviye edilmesi gerekir. Evimizi cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirebilmek için, kibirden, bencillikten arınmak gerekir; kadirşinaslıkta ve fedakârlıkta yarışmak lazımdır.

Karşı tarafta hata ve kusur görünce empati ile kendi hatalarımızı kusurlarımızı düşünerek eşimizi anlamaya çalışmak da îsar ahlakının bir gereğidir. Sevginin devamlılığı Ensâr’ın yaptığı gibi îsar’ı ahlak edinmekle mümkündür.

Evliliğin sıhhatli bir şekilde yürütülmesi; Bakara 187. ayette “Siz birbirinizin örtülerisiniz.” şeklinde vurgulanan uyumluluğu yakalamakla mümkündür. Eşler birbirinin tohumu, toprak gibi örtüsü, libas gibi tesettürü, giysisi, sekine, birbirinin mutluluk sebebi, rahmet gibi birbirlerine indirilmiş ayaklı ayetlerdir.

Allah’ın iki ayeti olan eşler, canlı, aktif sohbet ortamlarında birbirlerine güzel sözler söyleyerek, iltifatlar ederek, hediyeleşerek sevgi ihtiyacını karşılamalıdırlar.

Tebessüm de sevginin belirtilerindendir. Her konuda önderimiz, örneğimiz olan Allah’ın Elçisi, tebessümü “sadaka” olarak yorumlamış, hep teşvik etmiştir. (Tirmizi, Sünen, Birr, 36)

5) İffet:

Şeytan ve dostları cinselliği istismar eder, sanki günahta ebedi mutluluğu yakalamak mümkünmüş gibi, günaha davet eder. (Nisa, 4/124; En’am, 6/51, 137, 140, 150; 16/58; İsra, 17/31; Mümtehine, 60/12)

Aile mahremiyetini eşler gizlide ve aşikârda korumalıdır.

İmtihan dünyasında şirk kültürünün hizmetkârları, şeytanın soldan-sağdan ve her yönden aldatma gayretleri, zikrullah’ı unutturmak için olanca hızıyla üzerimize gelmeye devam etmektedir. Mesela insanın tüm zaaflarını kışkırtarak korkunç bir tüketim alışkanlığını körükleyen şeytan, israfı “moda” adı altında sunmaktadır. Bu çerçevede bakıldığında, özellikle para babaları tarafından kadınlar bir tüketim ve pazarlama aracı olarak görülmekte, ürünlerinin teşhiri için karşısındakini uyarmakla görevli, tenden ibaret bir beden olarak takdim edilmektedir. “Çağdaş kadın” mefhumu, tahrik edebildiği, ilgi çekebildiği oranda itibar gören, sömürüye açık bireye özdeş olarak kullanılmaktadır. Biz, Müslümanlar olarak bu tanıma ve imaja itiraz ediyoruz. Çünkü İslam kadının güzel yaratılmışlığının kötüye kullanılmaması için, çıplaklık kültürünü yasaklamış, onun yerine başörtüsü ve cilbab gibi ölçülerle güvence altında alınan tesettürü emretmiştir. (Nur, 24/31; Ahzab, 33/59) Çıplaklık kültürünü özendiren, kışkırtan, güzelmiş gibi gösteren ise şeytanî güçlerdir. (A’raf, 7/20-22)

Ne var ki tesettür, son yıllarda hem yasaklarla çeşitli saldırılara uğramış hem de oldukça sulandırılmıştır: Takvadan ve Müslüman kadının kimliği olmaktan soyutlanmış bir örtünme, mahremiyete ve tesettüre savaş açmış mankenler üzerinde salt ticari amaçlarla düzenlenen defilelerde karşımıza çıkabilmektedir.

Nikâh, iki insanın Allah’ın hükümleri çerçevesinde ahitleşmesini topluma duyurması manasını taşımakta; mü’min erkek ve mü’min kadınların bir aile kurabilmelerine meşru dayanak sağlamaktadır. Aile ocağının sağlam temellerini oluşturan nikâh akdi; Rabbimiz tarafından güvence altına alınmış sorumluluklar doğurmaktadır: Bu sorumlulukları Nisa Suresi, 34. ayet bağlamında ifade edersek; her iki cinsin de temel görevi, nüşuz’dan -yani evliliğin mahremiyetine halel getirecek her tür davranıştan- kaçınmaktır.

İffet sözle, hamasetle gerçekleşmez; iffetin teminatı takvadır; ancak takva sahipleri iffetlerini gizlide-açıkta, ömür boyu sürdürebilirler. (Nur, 24/30-31)

6) Emanet:

Mü’min olmak değerli olmaktır. Çünkü iman üstün ve değerli kılar. (Âl-i İmran, 3/39) Allah’ın değer verdiğine her mü’min de değer vermelidir. Bu nedenle her mü’min birbirini “Allah’ın emaneti” olarak görmelidir. Emanet bilinci evlilikle birlikte yeni bir boyut kazanır ve daha hassas bir adalet terazisi kullanmayı zorunlu hale getirir.

Evlilik hayatında eşler de birbirlerine emanettir. “Emaneti koruyan, ihanet etmeyen” anlamında yorumlayabileceğimiz mü’min, (Mü’minun, 23/8) her zaman çevresine güven, emniyet telkin etmekle yükümlüdür. Söz konusu eş olunca, bu görev daha da önem kazanmaktadır.

Önderimiz ve ilk örneğimiz Rasulullah (s) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

“Kadınlar hakkında Allah’tan sakının. Onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.” (Müslim, Sahih, Hacc, 147; Ebu Davud, Sünen, Menasık, 56)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR