Müzik Yeniden Keşfedilmeyi Bekliyor
Abdulbaki Kömür Başta "Kar Çiçekleri", "Dağlarda Kardeşlerim Var", "İlk Cemre" olmak üzere 45 kasette beste, güfte, şiir ve icrasıyla yer aldı. Senaryosu kendisine ait 4 bant tiyatrosu, iki şiir kaseti ve "Dar Ağacına Tebessüm" isimli bir şiir kitabı var. Karikatür ve tiyatro çalışmalarının yanısıra radyo programları da yapan Kömür, 93-97 yılları arasında Marmara FM Genel Yayın Yönetmenliği'nde bulundu.
- İslami kesimin müzik olgusuyla ciddi bir biçimde ilgilenişi yaklaşık 10-15 yıl öncesine dayanmakta, ilk olarak bant tiyatrolarında rastladığımız ezgiler kısa bir süre sonra kaset haline gelerek yeni bir akım başlatmış oldular. Bize bu dönemi gerek bant tiyatrolarında gerekse ezgi çalışmalarında aktif olarak yer almış birisi olarak değerlendirebilir misiniz?
- 80'li yılları her yönüyle gözönüne getirmeden salt "müzik" değerlendirmesi yapacak olursak, "İslami müzik" diye nitelendirilen müziğin ortaya çıkışını, beslendiği kaynakları ve bugün geldiği son noktayı sağlıklı değerlendirenleyiz kanaatindeyim. 12 Eylül darbesine kadar ciddi anlamda bir İslamcı gençlik hatta İslamcı kesim yoktu... İslamcı denilebilecekler hala "sağcı"lık yelpazesinin biraz yeşile çalan kesimini oluşturuyordu ki bu gençlerin ağabeyleri 60'lı, 7O'li yıllarda "Amerikan Filosu'nun boğaza demirlemesini protesto eden solcularla bizim hamimiz, dostumuz Amerika'yı nasıl protesto edersiniz" diye kavgaya tutuşmuş "mücahid"lerdi.
İhtilalin ardından sağcı-solcu nitelemesinin ötesinde bir kimlik oluşturmaya çalışan İslamcı kesim "sermaye-siyaset-sanat" alanlarıyla ciddi şekilde ilgilenmeye başladı. İlk ciddi tiyatro çalışması olan, Ulvi Alacakaptan'la birlikle Çağrı Sahnesi'nin ortaya koyduğu "İnsanlar ve Soytarılar", İslami kesimin sermaye-siyaset-sanat ilgisinin bir tezahürü idi. Bu oyun yarı müzikal bir oyun idi. Oyunun, izleyiciler nezdinde rağbet görmesi üzerine aralarına konuyu destekler mahiyette müzik eserlerinin serpiştirildiği bant tiyatroları üretilmeye başlandı. Ardından da sırasıyla "Santa", "Andolsun", "Çağıltı" gibi tamamı müzikal eserler piyasaya sürülmüş oldu.
- Sizin de içinde bulunduğunuz Grup Cemre "İlk Cemre" isimli kasetle birlikte bir ilke imza atmış oldu. Gerek içeriden, gerekse dışarıdan nasıl tepki aldınız. Karşılaştığınız temel sorunlar nelerdi?
- İlk eserlere içeriden gelen tepkiler genellikle iki noktada odaklaşıyordu. Müzik haram, müzik yapanlar da münafık, fasıktır ve enstrüman kullanımı caiz değildir. Bu son eleştiriyi yapanlar müziği kabul etmekle beraber, icrasının enstrümansız gerçekleştirilmesi veya eğer enstrüman kullanılacaksa bunların sadece ney ve tef olabileceği görüşündeydi. Bu iki tepkinin ötesinde, yaptığımız müzikler, ondan yeni yeni haberdar olmaya başlayan İslami kesimce, biraz merakla, biraz temkinlilikle, biraz da ümitle gözleniyordu. Dışarıdan gelen tepkiler ise şimdi de olduğu gibi ya görmezden gelme ya da malzeme olarak kullanma şeklindeydi.
O zamanlar, alt yapı, besle, güfte, saund gibi müziği oluşturan ana unsurlara itiraz ve eleştiri gelmiyordu, gelse bile bunlar müziği gerçekten bilen çok az sayıda kişiden geliyordu. Bunun ötesinde ilk defa stüdyoda çalışmak alıştığımız ve bildiğimiz çevrelerin dışındaki insanlarla muhatap olmak gibi zorunluluklarımız vardı. Maddi yetersizlikler de enstürüman kullanımını sınırlı hale getiriyordu. Ucuz ve fonksiyonel olması sebebiyle özellikle org ilk dönemde bıkkınlık verecek kadar fazla kullanılıyordu.
- İlk dönemde kaset çalışması yapan insanların müziğe bakış açıları belli bir netliğe sahip miydi? Müzikle uğraşmak ne anlam ifade ediyordu?
- İlk eserleri bestesi, güftesi, aranje ve icrasıyla beraber ortaya koyan sanatçıların müzik kalitesi ve tekniği ile ilgili çok fazla bilgisi olmamakla beraber "neden müzik?" sorusuna cevap bulabilecek, müzik mantalitesine sahip olduklarını zannediyorum. Yani ne yaptığımızı neden yaptığımızı ya da yapmamız gerektiğini biliyor; nasıl, ne şekilde yapmamız gerekliğini tam olarak bilemiyorduk. Bunu zamanla öğrendik. Çünkü yüzme bilmeden denize itilmiştik bir kere...
Hayat; inanmak ve inandığımız gibi yaşamaktan ibaretti. Bir insanın bayat boyunca yapmış olduğu tüm tercihler, davranış, tutum ve kanaatlar inandıklarıyla paralel olmalıydı. Bu sübjektif olmayı gerektirse bile... İnandığımız değerler, nasıl ki yediğimiz yiyecekleri, giydiğimiz kıyafetler, kullandığımız kelimeleri, konuşma tarzımızı belirtiyorsa ürettiğimiz ve dinlediğimiz müzikleri de belirlemeli diye düşünüyorum. Ki bu müziğin benim dünyamda oturduğu temellerden biri. İlk soruda belirttiğim gibi, bulanık, engebeli ve bol virajlı yollardan bir kavşak noktasına gelen İslami gençlik kendine "İslamcı" vasfını kazandıran yol tercihini yaparken ortaya çıkan bu müzik türü, biraz da bu kimlik farklılaşmasını ilan etmek için, kendisine ait slogan, mesaj ve kavramları (Şehid, iman, cihat, Filistin, gibi) şiddetle vurgulamıştır. Vurgulamak zorundaydı da zaten. Bu yeni kimlikteki gençlerin müzik gibi netameli bir alanda kabul görebilmeleri için diğer müzik çalışmalarından farklı olmak gibi bir mecburiyetleri vardı. İşte bu vurgulu farklılaşmadan kaynaklanan ve müziğimize getirilen eleştirilerden biri olan sloganik kalıyor "her kesime hitab etmiyor" suçlamasının arka planı böyleydi. Bu sonucu ortaya çıkaran nedenler bilinirse, eleştiriler daha sağlıklı olur düşüncesindeyim.
- İlk dönemden itibaren bir adlandırma sorunu yaşandı. Kimileri "İslami müzik" dedi. Kimileri ise "Yeşil pop". Siz bu kavramları nasıl değerlendiriyorsunuz.
- Yaptığımız müziğe 'İslami müzik" denmesi yanlış çünkü yapılan işin yani fiilin dini olmaz. Failin dini vardır. Fail hangi inanışta ise hangi din, hukuk, mezhep örfe mensub ise o din, mezhep, ideoloji vs. doğrultusunda fiil icra eder. Dolayısıyla müziğimizin İslami müzik diye adlandırılması doğru değil. Ancak dinleyicilerimizin bu müzik türünü efradını camii ağyarını mani olacak şekilde tam tarif edecek isim bulamadıkları için bu şekilde adlandırdıklarına dair hüsn-ü zannım var.
Yeşil pop adlandırması ise biraz aşağılayıcı bir tarzdaydı. Pop müzik her şeyden önce bir yaşama biçimini temsil ediyor. Amerikan tarzı bir yaşama biçimini. Bizim pop kültürüyle uzaktan yakından bir alakamız yoktu. Müslüman olduğumuzu şiddetle vurguluyor ve müslümanca yaşamaya dikkat ediyorduk. Popçu diye adlandırılmamız çok büyük zulümdü. Yeşil Pop adlandırması önce "içeriden" geldi. Bizim yaptığımız müzikleri dinlemediklerini Bob Dylan, Pink Floyd ya da geleneğimizin sanat müziğini tercih ettiklerin sık sık gündeme getirmekten haz duyan bazı "entellektüel"ler bu ifadeyi büyük bir keyifle kullandılar. "Dışarıda" da bu adlandırma büyük ilgi gördü. "Aman ne güzel, onlar da bizim yaşam tarzımıza özeniyorlar, hem de beceremiyorlar" psikolojisiyle epey neşeli haberler yaptılar.
- İlk dönem sloganik olduğu şeklinde eleştirilere muhatap da olsa yoğun bir mesaj kaygısı taşıyan temalar İslami duyarlılığı daha doğrudan yansıtmaktaydı. Ancak bir süre sonra daha "yumuşak" sözler altyapıdaki çeşitlilikle birlikte hakimiyet sağladı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bu sorunun bir kısmının cevabı üçüncü soruya verdiğim cevabın içinde var. Diğer kısmına yani "yumuşama ve bireysel içerik" mevzusuna gelince... Yüzücü değildik, denize itilmişlik. İlk yüzme gayretlerimiz su üzerinde kalabilmeye yönelikti. Zamanla başardık bunu. Ardından da herkes becerebildiği stilde yüzmeye başladı. Ve su üzerinde batmadan durabilmeyi iyice öğrendikten sonra çevremizi de gözleme imkanımız oldu. Her sanatçı kendi tarzını belirledi, hem muhteva hem teknik açıdan gelişmeler kaydedildi.
Burada yine başta "3 S" ile sembolize ettiğimiz "sanat-siyaset-sermaye" üçgeninin köşelerinin birbirleriyle olan irtibatlarının devam ettiği gözardı edilmemelidir. Müslümanların her alandaki gelişme ve değişim süreçleri, sanat alanında da bariz bir şekilde görülmektedir. Siyaset alanındaki "yumuşak" politikalar, sanatın muhtevasında yumuşamayı, sermayenin yükselen grafiği ise teknik altyapının zenginleşmesini getirmiştir. Özellikle sanatçıların, çoğunlukla RP'nin ve RP'li belediyelerin sağladığı imkanlar ve düzenlediği programlarda icra-ı sanat yapabilme şansı bulmaları, siyasetin sanat üzerindeki tesirini anlamak için bir ipucudur.
- Bu yeni müzik akımına getirilen eleştirilerden biri de sosyal sorunlara olan ilgisizliğiydi. Yaşanılan sosyal çevrede herkesi ilgilendiren ve daha çok sol eğilimli müzik gruplarının yer verdiği temalara yer verilmeyişinin sebepleri sizce nelerdir?
- Aslında bu eleştiri haklı bir eleştiri değil. Evet özellikle müslümanlar üzerinde yoğunlaşan zulümler (içerde ve dışarıda) dile getirildi. Bosna, Filistin, Afganistan, başörtüsü, zulme uğrayan çocuklar, Başbağlar gibi konular dile getirildi. Ancak bunları dile getiren sanatçıların TV, gazete, yakın zamana kadar radyolarda görünememeleri sebebiyledir ki geniş kitleler üzerinde etkili olma şansı pek olmadı. Ama kastedilen sosyal içerik, ezilen işçiler, emekliler, sömürülen kadınlar, çocuklar vs. ise doğrusu, sanatçılarımızın bu konulara kayıtsız oluşlarından ziyade öncelik veremeyişleridir. Çünkü yıllardır müzik dili ile anlatılamamış bir sürü mesele birikmişken bunların hepsini bir çırpıda dile getirmek zaten mümkün değildi. Öncelik sırasına göre aktarılmaya çalışıldı. Öncelik sırasını neye göre belirlediniz, ya da hatalı belirlemişsiniz denirse, buna da tabii ki eyvallah deriz, herkesin hatası olabilir.
- Sizce müziğin bir müslüman sanatçı açısından ifade ettiği anlam nedir?
- İnsan başıboş bırakıldığını zannetmemeli. Sanatın bağımsız olduğu, ideoloji ve inançların tesirinde olmaması gerektiği anlayışına katılmıyorum ve de bu anlayışın bir aldatmaca olduğuna inanıyorum. Sanatı, insanın kemale ulaşmak için sarfettiği tüm çabalar diye tarif edebilirim. Düşüncenize, davranışınıza hayatınızın herhangi bir boşluğuna en ufak bir katkısı olmayan, insan tabiatıyla uyuşmayan bir eylemin sanat olamayacağını düşünüyorum. Bir müslüman yaptığı her şeyde olduğu gibi sanatında da Allah ile olan ilişkisini gözetmek zorundadır şüphesiz.
- İslami kesimin müzik çalışmalarında gelinen son noktayı nasıl buluyorsunuz? Özellikle ilk dönemle kıyaslandığında neler kazanıldı, neler kaybedildi? Aşılması gereken temel sorunlar neler?
- Teknik olarak amatör kümeden profesyonel lige geçildi. Burada profesyonelliği hem olumlu hem de olumsuz manada kullanıyorum. Ancak profesyonel ligde alabildiğimiz yer ancak 3. Lig olabildi. Bu durum hem kendi yeterliliğimizden, hem de dış etkenlerden kaynaklandı. Benzeri durumları sadece müzik alanında değil diğer bütün sosyal sahalarda da yaşıyoruz. Amatörlüğümüzü veriyor, profesyonelleşiyoruz ama bize biçilen rolü aşamıyoruz. Müzik alanında geldiğimiz nokta halihazırdaki tıkanma sebebiyle seyircilerin yavaş yavaş trübünleri terk etmesidir. Müzik, İslami kesim açısından tekrar keşfedilmesi gereken bir olgudur. Nitelikli, ilkeli ve toplumun özellikli mustazaf kesimlerini de kuşatıcı bir müzik dalgalı denizde de mesafe alabilecek yüzücüleri bekliyor.
Röp: MURAT URAL
- Göç Etmek mi, Senfoni Dinlemek mi?
- Devletin Çetesiyle, Mafyasıyla Bölünmez Bütünlüğü
- Kur'an Neslinden Ümmete Yitirileni Yeniden Oluşturmak
- Zorlu Öğretim Yılında Başörtüsü Zulmü ve Tavır
- Baskılar Karşısında Sinmişliği Aşmanın Zorunluluğu
- Başörtüsü Sorunu ve Mücadele Üzerine
- Üniversite Giriş Sınavında Düzenin Yeni Oyunları
- Tek Sınav Çözüm Değil
- İki Ordu, Tek İşlev
- Ordu-Siyaset İlişkileri ve İran Örneği
- Vuran Amerika Kazanan Sudan
- Fransız Kamuoyunda ABD Saldırısı
- Kosova Kaybediyor!
- Taliban'ın Artıları ve Eksileri
- Abant Konsül Nihai Kararı: "Biz Çözüldük, Siz de Çözülün"
- Mevsimlik İşçiler Karadeniz'e Neden Sokulmadı?
- Evleri Yakılan Köylülerden Devlete Mektup
- "İrtica" İle Mücadele Yeni Komutanlara Devredildi
- YÖK'ten Yalan Dolu "Ek"
- Diyarbakır Köylüleri Yatsı Namazını Nerede Kılacaklar?
- Sivas'ta Neler Oluyor?
- "Güneydoğu”ya Yatırıma Darbeci Engeli!
- Özel Sektörün Büyümesi "Repo"dan
- "Verdimse Ben Verdim" Düzeni
- İstanbul Üniversitesi’nde Psikolojik Terör