1. YAZARLAR

  2. Esra Çifçi Dindar

  3. “Müslüman Toplumlarda Aile” Sempozyumu

Esra Çifçi Dindar

Yazarın Tüm Yazıları >

“Müslüman Toplumlarda Aile” Sempozyumu

Ekim 2004A+A-

"Herşey tükeniyor, değersizleşiyor, eğilip bükülüyor günümüzde. Değerler, inanışlar, kimlikler, kişilikler yok olurken dünyada tutunmaya çalışmak istiyoruz; bir dala ya da küçük bir kayaya. Ayakta durmak, hayatta kalabilmek mücadelesi bu."

Fikir Dünyası dergisi, bu satırlarla yayın hayatına ilk adımını attı. Ayakta kalabilmek için verilen bu mücadelede bireyselselliğin getirdiği yalnızlaşmayı ve pasifizmi aşmak için birlikteliklere dikkat çeken Fikir Dünyası ekibi, bu birlikteliklerin çekirdeği olan aileyi merkeze alan bir dergicilik faaliyeti ile okuyucularla buluştu. "Allah, Ailenin de Rabbidir!" başlığıyla ilk sayısını çıkaran Fikir Dünyası, yayın politikasına paralel bir şekilde düzenlediği bir sempozyumla da konuyu gündeşleştirdi.

"Müslüman Toplumlarda Aile" üst başlığını taşıyan sempozyum 25-26 Eylül tarihlerinde Altunizade Kültür Merkezi'nde düzenlendi. Dört oturum şeklinde tertip edilen sempozyuma ilginin yoğun olduğu gözlendi.

Sempozyumun ilk oturumu 'Geleneğin ve Popüler Kültürün Aile Üzerindeki Etkileri'ne dair sunumları içeriyordu. Bu oturumun ve genel olarak söyleyebiliriz ki tüm sempozyumun en dikkat çekici konuşmacısı "Geleneğin Müslüman Aile Oluşumu Üzerinde Etkileri" başlığını taşıyan tebliği ile Metin Önal Mengüşoğlu idi. Öncelikle aile kavramına değinen Mengüşoğlu, ailenin sünnetullah gereği varolan bir kurum olduğuna dikkat çekerek "Aile bedevi doğan beşerin ilk medenileşmesidir" tanımını yaptı. Geleneksel algıda öne çıkartılan aile bireyleri arasındaki bağlılığın niteliksel olarak sorgulanması gerektiğini söyleyen Mengüşoğlu, ailenin, insan şahsiyetinin yok edildiği ve mutlak bir itaatin saygı adı altında öğretildiği bir yapılanma değil, aksine şahsiyetlerin özgürlüklerine ve seçebilirliklerine saygı göstermenin öğretildiği bir kurum olması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, müslümanların bugün ailenin çözülüşündeki bütün suçu dış etkenlere ve modern ilişki biçimlerine yüklemesinin büyük bir yanılgı olduğunun altını çizen Mengüşoğlu, devraldığımız kültürel mirasın da ailenin çözülüşünde büyük katkısı olduğunu belirtti. Metin Önal Mengüşoğlu konuşmasını şu sözlerle sürdürdü. "Bir toplum seçme yeteneğini yitirirse geleneğe sarılır. İhtiyarı, hayra sarılmayı yitirirse geleneğe sarılır. Bizler "bu insana yakışır mı?"yı tahlil etmeliyiz. Çünkü mevcut mirastan bize her zaman iyi şeyler kalmıyor. Öyleyse bize kalan hazineyi bütünüyle muhafazaya soyunmak aileye dair yanlışlarımızı da devam ettiriyor. Gelenekte kadına ve çocuğa, geline ve erkeğe biçilen roller örfümüz, edebimizdir. Ama bu böyle mi devam etmeli. Kadının ve çocuğun ailede söz hakkı olmamalı mı?"

Bu oturumun dikkat çeken bir diğer konuşmacısı "Geleneğin Dünyasında Temel Toplumsallaşmanın Temel Örgütlenmesi" başlığı ile tebliğ sunan Vehbi Başer'di. Geleneği 'kendi bütünlüğü olan bir halkın geleneği" olarak tanımlayan Başer, Müslüman halklar olarak birbirinden farklılıklar arz etse de üst bir gelenekten bahsedilebileceğini söyledi. Başer sunumunu, çizdiği bu geniş gelenek çerçevesinde "Müslüman toplumlar olarak aileye dair neyi kaybettik?" sorusu etrafında yaptı. Geleneksel toplumlardaki çocukların sahip olduğu aile çevresi ile modern dönemdeki aile ortamını karşılaştıran Başer'in anlatımında modernizmin karşısında geleneğin aile ve çocuk anlayışını olumlayan ve alternatifleştiren bir tutum içinde olması dikkat çekici idi. Başer, gelenekte çocuğun yetiştirilmesinde ebeveynin ve aile fertlerinin dışında çevrenin ve mahallenin de önemli rolü olduğunu belirterek çocuğun mahallede farklı yaştaki çocuklarla beraber kurduğu ilişkilerin çocuğa toplumsal hiyerarşi ve itaat anlayışını benimsetmede olumlu rol oynadığını savundu. Burada Başer'in itaat yaklaşımının Kur'an'ın adalet merkezli itaat anlayışına ters düştüğü kanaatinde olduğumuzu belirtmek isteriz. Kur'an-ı Kerim insanlar arasında, aile bireyleri arasında ve toplumsal ilişkilerdeki hiyerarşinin yaş, cinsiyet gibi biyolojik faktörlere değil, takva ve adalet temelli bir zemine oturmasını ister. Bize göre; geleneksel itaat anlayışı İslam toplumlarında gözlenen kadının erkeğe, çocuğun anne-babaya, bireyin zalimde olsa devlete mutlak itaati biçimindeki pasif tutumlara neden olmakta, bu pasifizmin kökeninde daha çocukluktan geleneğin çocuğa verdiği hiyerarşinin yanlışlığı yatmaktadır. Yani bizler gelenekten devraldığımız yanlış tasavvurların etkisiyle çocuklarımıza küçüklüklerinden itibaren adaleti değil, büyüklüğü ve gücü merkeze alan bir itaati öğretiyoruz. Dolayısıyla bugün geleneğin aile anlayışını modernizmin aile modelinin karşısında ayakta durabilecek doğru bir yapı olarak görmek doğru bir yaklaşım olamaz. Başer'e benzer bir eleştiri oturum müzakerecisi Şemseddin Özdemir 'den de geldi. Özdemir ailede adaletle hükmetme yetisinin geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Ailede temel alınacak esasın ve saygının yaş, gelenek- görenek gibi şeyler değil, adalet olması gerektiğini belirtti. Modernizmin aileyi anlam yitimine uğratan saldırıları karşısında tek alternatifin Kur'ani ilkelerin vazettiği aileyi inşa etmek olduğunun altını çizdi.

Sempozyumun ikinci oturumundaki sunumlar arasında Yasin Aktay'ın "Ailenin Karşılaştırmalı İncelenmesi, Modern Dünyada Ailenin Dönüşümü ve Muhtemel Geleceği" adıyla sunduğu bildiri ilginç tespitler içermekteydi. Aktay, aile konusunun Müslümanların gündemine gelişinin gecikmişliğine dair bir değerlendirme ile sözlerine başladı. "Türkiye'de İslami söylem geleneksel muhafazakarlıktan kovulmuş bir harekettir. Bu açıdan İslami söylemin oluşumu ve İslami kimlikle kimliklenme durumu zaten geç ve yeni bir harekettir. İslami oluşum ve cemaatlerin toplumsal dönüşümün aileden başlayan bir süreç olduğu düşünmesi aile tartışmasını Müslümanların gündemine soktu." diyen Aktay bu değerlendirmelerin ardından İslam'da aile modeli olarak tanımlanan mevcut modellere eleştiriler getirdi. Aktay ayrıca, Müslümanların İslami aile ile ilgili çalışmalarda sosyolojik aile tanımlarını merkeze almalarının önemli bir problem olduğuna dikkat çekti. Aktay'a göre; Müslümanlar modern ya da geleneksel aile tipolojilerini alternatifleştirmekten vazgeçmeliler. Ailenin oluşumunu devletin oluşumu ile paralel gören Marksist sosyolojilerin esasen hiçbir bilimsel veriye dayanmadığından bahseden Aktay, bu tür söylemlerin aileyi kapitalist üretimin önünde engel olarak görmekten kaynaklanan yaklaşımların sonucu olduğunu belirtti. Tüm bunlara rağmen Aktay'ın da altını çizdiği gibi "Aile ile devlet arasındaki ilişkiye eleştirel yaklaşım açısından Marksist söylemin önemli katkıları olmuştur. Çünkü devletler kuracakları ya da kurdukları düzenin bekası için aileleri de yönetir. Bu özellikle ulus –devletlerin yapılanmasında daha önemli bir nitelik kazanmıştır. Artık çocuklarımız bizim çocuklarımız değil, devletin çocukları haline gelmiştir. Onların eğitimi ve gelecekleri artık aileye değil, devlete aittir."

Sempozyumun Pazar günkü bölümünün ilk oturumda "İslam'da Aile" ile ilgili sunumlara yer verilmişti. Bu oturumda Hülya Şekerci "Günümüzde Müslüman Ailelerin Alternatif Arayışları" başlıklı bir sunum yaptı. Şekerci'nin bu konuşmasında değindiği bazı hususlar sempozyumun en çok tartışılan tespitleri haline geldi. "Sanayileşmenin etkisiyle çekirdek aile tipi yaygınlaşırken,ailenin toplumda birey üzerindeki dini-eğitici,sosyal, siyasal fonksiyonu da azaldı ve değişti. Modern dönemde evler gittikçe bir ikamet mekanizmasına dönüştü," diyen Şekerci böylelikle bireylerin gizli bir kamusal – özel alan ayrımını içselleştirdiğini savundu. Bu ayrımın kadını, eve, yani özel alana mahkum ettiğini, çünkü kadının kamusal alanda gerekli olan nesnel ve akılcı olmak gibi vasıflara sahip olmadığını düşünen bir anlayışın toplumda hakim olduğuna işaret etti. "…Bu algının bir sonucu olarak evler, kadınlar için daha çok bir zaman harcama ve süsleme mekanına, giderek de bir cinnet merkezine dönüşüyor…" diyen Şekerci, Müslümanların kadın ve aile ile ilgili geleneksel yaşantıdan getirdikleri yanlış tasavvurların da bu cinnet halini yaygınlaştırdığından bahsetti. Kadının eşine mutlak olarak itaat ile yükümlü olduğu ve erkeğin kadına üstün yaratıldığı yönünde geleneksel dini öğretideki inanışların Kur'an'ın üstünlüğün takvada olduğunu vurgulayan beyanlarına aykırı olduğunun altını çizen konuşmacı, bu nedenlerden dolayı Müslümanlar için çözümün geleneksel aile kalıplarına dönmek olmadığını belirterek yeni bir aile modeli inşa etmenin zorunluluğu üzerinde durdu. Şekerci konuşmasının ardından seyircilerden gelen pek çok soru ile muhatap oldu. Ancak ilginç olan husus; gelen soruların bir çoğunun kadını erkekten yaratılış itibarı ile aşağı gören anlayışların tarih içinde ürettiği içtihatlar ve hadis olduğu iddia edilen metinler ile ilgili oluşuydu. Soru soran dinleyicilerin kadının erkeğe ne koşulda olursa olsun mutlak olarak itaat etmesini dinin bir gereği olarak kabul eden bir anlayış içinde oldukları genel bir temayül olarak dikkat çekti. Bu durum adeta, Şekerci'nin "Müslüman ailelerin bugün yaşadıkları problemlerin temelinde modernizmden çok Kur'an ölçüsünden uzak geleneksel tasavvurlarının bulunmaktadır" şeklindeki tezini doğrular nitelikteydi.

Bu oturumun müzakerecisi olan Hikmet Zeyveli de kadın ve erkeğin ailedeki konumuna dair geleneğin beslediği yanlış anlayışları eleştirerek, toplumdaki erkek hakimiyetinin tarihte maalesef İslami ilimlere ve eserlere de yansıdığını,bugün Müslümanların yeni içtihat ve çözümlere ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Sempozyumda aile ile ilgili genel başlıkların yanı sıra dünyanın farklı bölgelerindeki İslam ülkelerinden aile modellerine dair, her oturumda devam eden bir bölüm de yer almaktaydı. İlk üç oturumda sırasıyla Irak, Kuzey Afrika (Mağrib, Tunus ve Cezayir) ve Bosna-Hersek'ten katılan misafir konuşmacılar ülkelerindeki aile yapısı ve sorunlarına dair bilgiler verdiler. Ancak bu bölümün en dikkat çekici ve bilgilendirici konuşmasını sempozyuma Filistin'den katılan Abdurrahman Abbad sundu. Abbad, Filistin'de ailelerin, gençlerin, kadınların ve çocukların yaşadıkları sorunlara dair oldukça sistematik ve önemli bilgiler verdi. Abbad, Filistin'de ailenin karşılaştığı ilk sorunun evliliğin kurulması aşamasında başladığını belirterek evlenmeye karar verecek bir çiftin aynı kentte yada aynı köyde ikamet etmesinin bir zorunluluk olduğunu belirtti. İşgalci İsrail'in yerleşim birimleri arasındaki sıkı kontrolleri, keyfi olarak ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve İsrail'in Arapların nüfusuna ve evliliklerine yönelik tehditlerinin bu durumu zorunlu kıldığını belirten Abbad, İsrail'in aileleri ve eşleri birbirinde uzak tutma politikasını anlattı. Filistinlilere yönelik tutuklamaların özellikle evlilik çağındaki gençleri hedef aldığını vurguladı. "Tutsaklar ailelerini görememekte, her ay ortalama 1000 mahkumun tutukluluk süresi hiçbir neden göstermeksizin uzatılmakta ve içinde çocukların ve kadınların da bulunduğu Filistinli tutsaklar İsrail hapishanelerinde cinsel taciz ve tecavüzlere maruz kalmaktadır. İsrail'in Filistinli ailelere yönelik bir başka baskı politikası da aile fertlerinden birinin yurtdışına sürülmesidir. Aynı zamanda herhangi bir nedenle yurtdışına çıkan Filistinlilere geri dönüş izni verilmemekte böylece diğer aile fertleri de göç etmeye mecbur bırakılmak istenmektedir. Filistin'de yaşanan sosyal problemlerden biri de İsrail işgali nedeniyle gelir kaynaklarındaki yetersizliğin neden olduğu işsizliktir. Son dönemde Filistin'deki işsizlik oranı %83'e yükselmiş durumdadır. Gerek işsizlik gerekse İsrail'in erkek nüfusa yönelik cinayetleri, kadın nüfusun oranının erkek nüfustan çok fazla olmasına ve Filistin'de evlilik yaşının büyümesine neden olmaktadır. Evlilik çağını geçirmiş bekar bayanların sayısında görülen bu artış Filistinli aileler için ciddi psikolojik, ahlaki ve sosyal problemlere neden olmaktadır. Son dönemde inşa edilen ayrım duvarının birden fazla aileyi bir arada yaşamaya mecbur bırakması ve hapse giren eşlerin mahkumiyet sürelerin keyfi nedenlerle devamlı uzatılması gibi sebeplerle Filistin'de boşanma oranlarında gözle görülür bir artış söz konusudur." Abbad'ın verdiği bu ibret verici bilgilerin içinde belki de en önemlisi İsrail operasyonları ile sistemli bir şekilde yıkılan köyler ve evler ile ilgili idi. Abbad yıkılan her evin Filistinliler arasında oluşturulmuş infak ve emek mekanizması ile yeniden inşa edildiğinden bahsetti. Abbad'ın sempozyumda sunduğu bu bilgiler Filistin İntifadası'nın gücünü nasıl bir halk iradesi ve İslam kardeşliğinde aldığını Türkiyeli Müslümanlara göstermesi açısından gerçekten önemli bir örneklik oluşturdu. İntifada'nın başarısına ve devamlılığına olan inanç ve umudumuzu tazeledi.

Son oturumun bir başka konuşmacısı Beşir Eryarsoy'du. Eryarsoy, "Hicap ve Tesettür" konulu bir sunum yaptı. Konuşmacı, tesettür ve hicabı konu alan bazı Kur'an ayetlerini açıkladığı konuşmasında, hicap ile alakalı olarak Ahzab Suresi 53. ayetinin gelenekteki haremlik- selamlık uygulamasına kaynaklık ettiğini vurguladı. Eryarsoy'un konuşmasının ardından oturum müzakerecisi Mustafa Eğilli, mezkur ayette ile diğer Kur'an ayetlerinde geçen 'hicap' kavramının birlikte ele alındığı takdirde haremlik-selamlık tarzı bir uygulamayı Kur'an'a dayandırılmasının yanlışlığını dile getirdi. Eğilli, "İslam'da hicap ahlakı; ahlak, edep, takva, haya, saygı ve sevgi çerçevesinde kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir. İslam'ın hicap anlayışını haremlik- selamlık uygulamasına eşitlemek doğru değildir. Bu uygulamalar özellikle Osmanlı 'da yaygınlık kazanmıştır. Oysa ki daha önceki dönemlerde kadınlar ve erkekler Kur'an'ın hicap ahlakını da gözeterek camilerde, cephede, ticari ve sosyal hayatta bir arada bulunuyorlardı," diyerek hicabın kadının dişiliğini değil, kişiliğini öne çıkarmasına dayandığını belirtti ve bu çerçevede son dönemde Müslümanlar arasında görülen "tesettürün modalaşması" olgusunu da eleştirdi.

Sempozyumun son konuşmacısı Mustafa armağan'dı. Armağan'ın Türkiye'deki Feminist hareketlerin yerli bir kaygıyla değil, yabancı okullar ve kurumların desteğiyle doğup geliştiğini anlatmayı amaçladığı sunumunun üst başlığı 'Türkiye'de Feminist Hareketin İthal Kökleri" idi. Armağan'ın konuşmasındaki en büyük eksiklik Türkiye'de kadınların sosyal hayatta mağdur edildiğini gündeme getiren ve bu meyanda geleneği de eleştiren bütün yaklaşımları herhangi bir ayrıma tabi tutmaması ve feminist hareketlerle beraber değerlendirmesiydi. Bu sebepten olsa gerek dinleyiciler Armağan'a Kur'an'ın kadına tanıdığı hakların geleneğin ve modernizmin kadın anlayışlarınca kısıtlandığından dem vurarak kadının özgürlüklerini gündeme getiren Müslümanları hatırlatan sorular yönelttiler. Fakat Armağan, bu sorulara doyurucu bir cevap vermekten ziyade, kadının ezildiğini gündemleştiren söylemlerin modern döneme ait olgular olduğunu söylemekle yetindi ki, bu kanaatimizce olaya gelenekçi bakmaktan kaynaklanan bir duruşu ifade etmekteydi.

Fikir Dünyası'nın ailenin Müslüman toplum açısından önemine dikkat çekmek ve sorunlarını gündeme getirmek amacıyla düzenlediği sempozyuma dair bizim tuttuğumuz notlar böyleydi. Sempozyumdan çıkan genel sonuç; ailenin temel sorunlarının sadece modern anlayışların değil, geleneğin Kur'an'dan bağımsız bir çerçevede tanımladığı kadın, çocuk ve erkek rollerinden de beslendiği yargısı idi. Bu açıdan temel çözüm,bu rollerin Kur'an düzlemindeki tanımlamalarının yeniden merkeze alınması ile olacaktır. Sempozyumdaki pek çok konuşmacının vurgusu bu yöndeydi. Genel olarak başarılı bulduğumuz programın bize göre en temel eksikliği sempozyumun düzenlendiği salonun böyle önemli ve ilgi gören bir konu göz önüne alındığında talebi karşılayacak kadar büyük olmamasıydı. Sempozyumun aileyi esas alan bir etkinlikler halkasının ilki olduğu düşünüldüğünde akla gelen bir diğer husus, başlıkların sayısının daha az, fakat konuşmacılara tanınan sunum sürelerinin daha geniş olabileceğiydi. Çünkü neredeyse bütün konuşmacılar, sürenin kısıtlılığından yakındılar. Eksiklik bile denemeyecek bu küçük hususların yanında oldukça verimli ve teknik aksaklıklardan uzak geçen bu sempozyumun düzenlenmesini oldukça önemli gördüğümüzü belirtiyoruz. Aile gibi temel bir konuyu gündemleştirdikleri için Fikir Dünyası ekibini kutluyor, 'fikir dünyamıza hoş geldiniz' diyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR