‘Müslüman Edebiyat’
Başlığı oluşturan tanım ilk elde belki garipsenebilir. Bu tanımı müslümanca bir bilinçle oluşturulan edebiyat diye de açabiliriz. Piyasada İslami edebiyat çevreleri diye bilinen anlayışları gördükten sonra bizim böyle bir tanım ve devamında da böyle bir eleştiri yapmamız son derece tabiidir. Hayatın her alanında eğer müslüman bilinç hakim olacaksa ve bu alanlarda insanları-müslümanları doğruya ulaştırmak gayemizse, bu mesele de hiç bir şekilde ihmale gelemez. Sahih anlayışlarla meydana getirilmemiş bir edebiyat geleneğinin yoksunluğu her zaman müslümanlar için çözümü bekleyen bir sorun olacaktır.
Türkiye'de, müslüman bir kimlik sahibi olduklarını iddia eden edebiyat çevreleri, bu kimliğe uygun bir edebiyat geleneği oluşturamadılar. Söylem itibariyle de olsa kimi birlikteliklerin (yayınsal düzeyde) İslami bilince yakın ifadelerini görebiliyoruz. Fakat bu ifadeler sadece söylem düzeyinde kalıyor. Vahyi esasların oldukça uzağına düşmüş bu toplum ve onun her sahadaki fertleri bir türlü istenen çizgiye ulaşamıyor. İslam dünyasında ve özelde de bu ülkede. Kur'an'ı önceleyen ve ölçü olarak vahyi esas alan, o doğrultuda eserler veren bir edebiyat geleneği olusturulamadı. Diğer alanlardaki olumsuz ve tahrif edilmiş bir anlayışla oluşturulan gelenek, edebiyat çizgilerini de etkiledi. Edebiyat sürekli olarak bu gelenekten beslendi ve tabii olarak onu tekrar tekrar üretti.
Son bir-iki yıldır peşi sıra birçok edebiyat-sanat dergisinin yayınlandığına şahit oluyoruz. Aşağı yukarı aynı isimler farklı dergilerde ürünlerini yayınlıyorlar. Şair isimlerinde sürekli bir artış var. Piyasada İslami kesim diye adlandırılan bu dergilerin/edebiyatçıların bu derece artmasının, çoğalmasının ardındaki etkenler oldukça önemlidir. "Bu insanlar gerçeklen bir hareketin devamlı üretkenleri ve sorumluluk yüklenicileri midirler? Ne oluşturmaya çalışmakladırlar?" Bu sorulara yanıt aramaya başladığımızda cevapların hep olumsuz okluğunu görüyoruz. Eserler devamlı olarak yayınlanıyor. Ürünler ortada ve değerlendirmeye açık. Şiir ve öyküleri incelediğimizde ilk olarak su hususları tespit edebiliyoruz: Eserlerde öncelikli olarak bireysellik yer etmekle. Fertlerin aşkları, kişisel sıkıntıları, çözüme ulaştıramadıkları sorunları, ifadelendiremedikleri duyguları, vesaire. Şiirdeki bu tutumlar öyküde de aynen tekrarlanmakla. Modern öykünün bireyi öne çıkaran tarzı alabildiğine yaygınlaşmış durumda. Belki duba iyi işlenmeye müsait bir üslûp olabilecekken, ferdiyetçi tulum ve kalıntılar, ben merkezci söylem aynı olumsuz havayı öyküye de taşımış durumda. Hayallerle gerçekler arasında gidip-gelmeler, ne istediğini, neyi ifade etmeye çalıştığım bilememezlikler bu anlayışın temel açmazları olarak karşımızda duruyor. Koskoca bir dünyada kendini alem yerine koyup, tüm mutlulukların bizatihi problemlerin hepsiymiş gibi saplantılar bu İslami(!) kesimin ürettiği bir tarz, anlayış ve tavır olarak öne çıkıyor. Bütün okuduklarımız kesinlikle Kur'an'dan beslenmeyen anlayışların ürünleri. Bir dergi boyunca farklı yazarlardan, bir kitap boyunca aynı yazardan okuduğumuz öyküler, okuyucuyu yazarlarının takıntı ve saplantılarından bunaltan, bezdiren eserler sadece. Kısaca birey saplantılarının ölçüsüzce işlendiği bir "takıntı edebiyatı".
Yine yukarıda belirttiğimiz gibi öykü ve özellikle şiirde Kur'an merkezli bir geleneğin olmayışı, muharref geleneğin öne çıkmasına ve onun değerlerinin benimsenip işlenmesine sebebiyet veriyor. Eser sahiplerinin de anlayış itibariyle net olmamaları bu geleneği fütursuzca kullanıp değerlendirmeleri sonucunu doğuruyor. Şiirde geleneğin izlerini daha açık görebiliyoruz. Aşk bahsi olunca ilahi aşk ana tema olarak karşımıza çıkıyor. Tasavvuf bu şairler için temel alınan esastır. Tasavvufun bütün tasavvurları, ölümsüz ve vazgeçilmez kaynak olarak görülüyor müslüman edebiyatçılarımız tarafından! Öyle ya bunca sınırsız bir olan, bunca rahat kullanılabilecek aşkın temalar başka nerede var? İlahi aşktan bahsedip her tarafa çekebilirsiniz. Yine özellikle vahdet-i vücut felsefesi çokça işleniyor. Bu felsefe doğrultusunda şiirler, öyküler yazılıyor, hayal alemine sonsuz yolculuklara çıkılıyor. Eserlerinin birçok kahramanı da doğal olarak tasavvuf erbabından olmakta. Hallâc-ı Mansur mesela. Aşk yolunun piri denecek, övülecek, kendisinden ilham alınacak. İlahiler insanı kendisinden geçirecek terennümler olacak.
Geleneğin muharrefliği ile modernliğin bireyciliği arasında ilişki kurarak bir sentez yakalayan bu tarz hiç bir şekilde İslami sıfatını almaya hak sahibi değildir. İslami mücadelenin emeklediği, müslümanların sürekli baskı altında tutulduğu bir dönemde müslümanlar için farklı bir misyon yüklenmesi gereken edebiyat, olması gerekenin aksine olumsuzluk arz ediyor. Bireysel sorunları önceleyen anlaşılmaz takıntıları besleyen, geleneğin savruk dünyasını sahiplenen bir anlayışın ürettiği değerlerin değeri zaten ne olabilir ki?
Tabii sorunu ortaya koymak, belirlemek tek başına bir çözüm değil, belki sadece bir adımdır. Edebiyat toplumsal hayatımız için kişi için bir öneme haizse -ki öyledir- hiç bir şekilde yadsınamaz. "Her şey" olmamak kaydıyla, ihmal edilmeye gelemez. "Her şeyimiz Allah içindir" düsturunu ifadelendiren Kur'an anlayışı doğrultusunda şekillenen bir edebiyat geleneğini müslümanlar oluşturmak zorundadırlar. "Müslüman edebiyat" tanımı belki ilk anda alışılmamış bir isimlendirme olarak görülebilir ama, "müslüman insan" için son derece normal ve olması gereken bir tanımdır. Müslüman Edebiyat bir dünya edebiyatı olmalıdır, insani ve İslami olan hiçbir şeyi küçümsemeden ve hakikati/olması gerekeni atlamadan... Bir mücadele edebiyatı, yaşayış edebiyatı, sevgi ve öfke edebiyatı olmalıdır müslüman edebiyat. Tabii bahis mevzu olan edebiyat sığ, slogan düzeyinde kalacak bir tarz değildir. Öykü ve şiirin kendi biçimlerinde, slogan yüzeyselliğinden kurtulmuş, bir davranış ve yaşam biçimi halinde verilmiş, yansıtılmış bir üslup olmalıdır. Özellikle öykü ve romanlarda konu ve kahramanlar Kur'ani bir "yaşayış"ı. yakalayabilmiş bir tarzda oluşturulmalı ve geliştirilmelidir.
Umarız ki, oldukça geniş olan bu konu hakkında müslüman edebiyatçılar beklenen adımları atar ve sorunu güncelleştirirler.
- Yeni Baskı Yasalarına Hayır!
- Sıradışı Bir Faşizm Uygulaması: Başörtüsü Yasağı
- Hazırlık Aşaması – Merhalecilik ve Karşılaşılan Sorunlar
- Başörtüsü Yasağına Direniş Üniversite Kayıtlarında Sürüyor
- Sıra Başörtüsünde, Sıra Başörtüsü Direnişinde...
- Cuntanın Yeni Adresi Kriz Yönetim Merkezi
- Mazlumder'e Daha Fazla İş Düşecek
- Zor Günlere Hazırlanmalıyız
- Darbelerle Hayat Bulan Bir Kurum: YÖK
- Cuntanın Ülkeyi Karartma Politikaları ve Karadeniz'de Savaş Taktikleri
- Başkanlık Sistemi Tartışmaları Neyi İfade Ediyor?
- Askeri Adalet: "Atatürk'ün Yaptığı Gibi Yaparız"
- Azgınlaşan İktidar ve İçimizdeki Failler
- Değişen Dengeler içerisinde Türkiye-İsrail işbirliği
- Avrupa'daki Müslümanlardan Kesintisiz Dayatmasına Tepki
- GlA'nın Cihadı Katliama Nasıl Dönüştü?
- Ortadoğu'da Soğuk Savaş Dönemi Geri mi Geliyor?
- Lübnan'dan Önderlik ve Örneklik Dersi
- Hedefimiz İlahi Adalete Dayalı Bir Düzendir
- İslami Mücadele ve Sapmalar
- Tekasür Kavramı Çerçevesinde Çoğunlukta Olmanın Değeri
- Cahili Mekke Sisteminin Tepkisi ve İslami Direniş -3
- Eğitim'de Yeni Dönem ve Başörtüsü Mücadelesi
- Mahkemeler
- Suların Ağrısı Ya da Tufan