1. YAZARLAR

  2. Ayşenur Korkmaz & Hanife Karasu

  3. Muhammed ve İnançlılar Hareketi

Ayşenur Korkmaz & Hanife Karasu

Yazarın Tüm Yazıları >

Muhammed ve İnançlılar Hareketi

Kasım 2012A+A-

Fred Donner: “Muhammed yalnızca İslam’ın değil, üç dinin lideriydi.”

Chicago Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Çalışmaları profesörü Fred McGraw Donner, 2010 yılında Medine İslam devletinin kuruluşu üzerine provokatif iddialarla dolu kitabı Muhammad And The Believers’ı (Muhammed ve İnançlılar) yazdı. Donner’a göre, Hz. Muhammed İslam dininin liderliğini değil, içinde Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların bulunduğu yaklaşık 500 kişilik bir hareketin (İnançlılar Hareketi/The Believers) liderliğini yapmıştı. Bu hareketin mensupları farklı dinlerden olsalar da tek tanrı inancı, ahiret inancı, dürüst ve adil yaşamak gibi ortak özellikleri bulunduğundan Hz. Muhammed’in dinine yardım etmişlerdi. Zaten Peygamber’in tebliğ ettiği İslam dini Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın kurallarını içeriyordu. Bu yüzden de Hz. Peygamber bu üç dinin ekümenik lideriydi.1 Fred Donner’a göre ekümenik bir tabandan oluşan İnançlılar Hareketi, Hz. Muhammed’in ölümü ile dağılacak, ondan bugün 2,1 milyar Müslümanın mensubu olduğu İslam dini doğacaktı.2

“Hz. Peygamber Döneminde Müslim Kelimesi Kullanılmıyor”muş!

Yazar Fred McGraw Donner’a göre; Hz Muhammed’e inananlar ilk başta kendilerini Müslüman olarak tanımlamıyorlardı, bu durum da İslamiyet’in İnançlılar Hareketinden sonra doğmuş olduğunu ispatlıyordu: “Elbette İslam bu İnançlılar Hareketinden doğdu ama bugün anladığımız İslam dini halini Hz. Muhammed öldükten neredeyse 100 yıl sonra aldı. Dolayısıyla ekümenik olan İslam değil İnançlılar Hareketiydi. Kur’an İnançlılar [Kur’an’a inananlar], 7. Yüzyılın sonlarına doğru kendilerini Müslüman olarak tanımlamaya başladılar. Artık onlara göre inançlı olmak sadece Kur’an’a ve Muhammed’e inanmak demekti.3

Kur’an’daki Müslim kelimesinin Farsça dillendirmesi olan Müslüman ifadesi Kur’an’ın ilk inzal yıllarından itibaren kullanılmıştır. Mekki dönem ayetleri dâhil birçok ayette Müslüman kelimesi geçmektedir.4 Yusuf 12 ve Bakara 132. Ayetlerde müminlerin en son ideali Müslüman olarak can vermek şeklinde betimlenmektedir. Nüzul sırasına göre ikinci sırada olan Kalem Suresinin 35. Ayetinde Rabbimiz Müslümanlarla günahkârları bir tutmayacağını söylemekte ve Müslim tanımı için olası bir kavram karmaşasının önüne geçmektedir. Bu ayet Mekke’de Hz. Peygamber Yahudilerle tanışmadan önce nazil olmuştur. Yani Donner’ın iddiasının aksine Müslüman kelimesi İslamiyet’in ilk yıllarından itibaren Allah’a ve peygamberine inananlar için kullanılmaktadır.

Kitabında İslam dininin İnançlılar Hareketinden sonra ortaya çıktığını iddia eden Donner, Kur’an’da mümin kelimesinin geçtiği yerlerin, Müslüman kelimesinden kat kat daha fazla olduğunu söylemektedir. Yani Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin esası Müslüman olmak değil, mümin olmak; Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenmek ve O’na itaat etmektir. Yahudiler ve Hıristiyanlar da Allah’a iman ve itaat edenler olarak müminler halkasına dâhildirler.5 Her şeyden önce Yahudiler ve Hıristiyanlar Hz. İsa ve Hz. Üzeyir’in Allah’ın oğulları6 olduğuna inanarak İslamiyet’in tevhid akidesine aykırı bir inanç içerisindedirler. Allah’ın tek oluşuna hakkıyla iman etmemiş bir topluluğun müminler halkasına dâhil edilmesi mümkün değildir. Rabbimiz, Tevbe Suresi 30. Ayette şöyle buyurmaktadır: “Yahudiler, ‘Üzeyir Allah'ın oğlu’ dediler, Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah'ın oğlu’, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da oyuna geliyorlar!”

Çarpıtılan Ümmet Kavramı

Donner, İslam dininin ilk mensupları arasında Yahudilerin de bulunduğunu ileri sürmekte ve bu iddiasına Medine Vesikasında geçen ümmet kelimesinin kanıt olduğunu söylemektedir: “İbni İshak’ın Siyer’inde yer alan Medine Vesikası (Sahife Belgesi) bir kanıt olarak görülebilir. Bu belgede Museviler ümmetin bir parçası olarak ifade edilir. Yani Museviler Hz. Muhammed’in cemaatindendir.7 Gerçekten de vesikanın birinci maddesinde Muhacir-Ensar ve Müslümanlara tâbi olacak gayrimüslimlerden bahsedilir ve ikinci maddesinde bu topluluğa diğerlerinden ayrı olduklarını belirtmek için daha özel bir anlam taşıyan “ümmet” adı verilir. Ancak buradaki ümmet kavramının Kur’an ve hadisler ışığında okunması ve Fred Donner’ın kastettiği ümmet algısının irdelenmesi gerekmektedir.

Ümmet kelimesi “emme” fiilinden isim olan Arapça bir kelimedir. Kur’an-ı Kerim’de 64 yerde geçmektedir. Genel olarak topluluk anlamına gelen ümmet kelimesi aynı zamanda Kur’an-ı Kerim ve hadislerde farklı anlamlarda da kullanılmıştır. Tek bir özden neşet eden bir topluluk anlamında kullanıldığı gibi “bir vakit, bir zaman periyodu” gibi farklı anlamları da vardır.8 Mesela En’am Suresi 38. Ayette geçen ümmet kelimesi belirli bir davranış ve hareket tarzına sahip bir türü ifade eder: “Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatları ile uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettirler.”9 Aynı anlam Müslim’de geçen Hz. Peygamber’in “Karıncalar ümmetlerden biridir.” hadisinde de vardır.10 Ayrıca En’am 42 ve Ra’d 30. Ayetlerde kendilerine peygamber gönderilen toplumlara ümmet denmiştir. Bu topluluklar içerisinde inanan ve inanmayan insanlar vardır. Kendilerine gönderilen peygamberlere iman edenlere ümmet-i icabe, iman etmeyenlere de ümmet-i dave yani imana davet edilen denir.

“İnsanlar tek bir ümmettiler, sonra ayrılığa düştüler.” (Bakara, 213) ayetinden anlaşılan tüm insanlık Hz. Âdem ve Havva’dan gelen tek bir ümmettir. Bu ayet için İslam müfessirleri farklı yorumlar yapmışlardır. Bazı âlimlere göre bütün insanlar önce hak yolda tek bir ümmettiler, Allah’ın yoluna tâbi idiler fakat daha sonra inkârlarından dolayı tek bir ümmet olmaktan çıktılar. Menar tefsirinde Reşid Rıza, ümmet kelimesinin, topluluk anlamında olduğunu söyler: “Zaten ‘ümmet’ kelimesinin cemaat ve topluluk anlamına kullanıldığını; ‘Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülüğü men eden bir ümmet (topluluk) bulunsun.’ ayet-i Kerimesinde de müşahede etmekteyiz.”11

Rağıb el-İsfahani, Müfredat adlı eserinde ümmet kelimesini aynı din, aynı zaman ya da aynı mekân olsun, herhangi bir şeyin kendilerini bir araya getirdiği her çeşit cemaat ve topluluk şeklinde tanımlar. Nitekim Müslümanların Kudüs’e hâkim olmasıyla “Dinde zorlama yok.” ayetinin şiarı kapsamında Yahudi ve Nasranîlere/Hıristiyanlara havralarını ve manastırlarını kullanma özgürlüğü ve düşmanlık yapmadıkları müddetçe ümmetin/topluluğun bir tebaası olarak adalet ve güven içinde yaşama imkânı sağlanmıştır. İslam toplumu/ümmeti kendine tabi olan Ehl-i Kitab’ın da hukukunu “Zimmîlik” kapsamında hukuka bağlamış, İslam toplumundaki imtiyazlarına karşı vergi yükümlülüklerini ‘öşür’den daha ağır olan ‘cizye’ olarak belirlemiştir.

Medine Vesikasında ümmet kavramını belirli bir davranış tarzına sahip, aynı mekânda bulunan, birlikte yaşamak için belirleyici kuralları olan bir topluluk olarak almak gerekir. Bazı ayetlerde de ümmet kelimesi mümin ve kâfirlerin bulunduğu topluluklar için kullanıldığına göre Medine Vesikasında adı geçen Müslümanlar, Yahudiler ve diğer gruplar için ümmet kelimesinin kullanılması normaldir. Buradan Yahudilerin İslam ümmetine dâhil oldukları yorumu çıkmaz. Vesikada zikredilen ümmeti, Yesrib/Medine’nin emniyet ve güvenliğini önceleyen, birlikte yaşama şartlarında anlaşan “Medine ahalisi”ni ifade eden boyutta ele almak gerekir.

Ana Kaynağımız Medine Vesikası mı Kur’an mı?

Donner, kitabında sürekli Medine Vesikasını referans göstermekte, Hz. Muhammed’in vefatından sonra toplatılarak Mushaf haline getirilen Kur’an’ın güvenilir bir kaynak olmadığını iddia etmektedir:12Kuran önemli bir kaynak ama bilimsel bir temel olarak alınması güç. Onun dışında çeşitli sikkeler, papirüsler ve tabii Medine Vesikası var.13 Muhammed Hamidullah’ın araştırmaları sonucunda gündemimize getirdiği Medine Vesikası ilk kez hadis usulünde geçerli isnad yöntemini kullanmayan İbn İshak (ölümü H. 151) tarafından kayda geçirilmiştir. Daha sonra İbn Seyyid en-Nas, İbn Kesir, İbn Ebi Heyseme, ve İbn Hişam (ölümü H. 213) kitaplarına almışlardır.14 Güvenilirliği Kur’an ile karşılaştırıldığında, sözlü tarih geleneği ile aktarıldığı ve hicretten yüz yıl sonra metinleştirildiği için Medine Vesikası usul açısından zanni haberdir. Oysa Kur’an-ı Kerim, Peygamber (s) döneminde ayetleri, sureleri ve sure başlıkları ile bizzat Peygamber (s) tarafından düzenlenmiştir. Hatta Zeyd Bin Sabit’in de içinde bulunduğu 10-12 kişilik bir hafız grubu vahyin inzal olduğu son senede ayetleri ezberlemiştir. Ayrıca daha önceden de vahiy kâtipleri ayetleri çeşitli sahifeler üzerine yazarak kaydetmişlerdir. 1400 yıldır dünyanın hiçbir yerinde Kur’an’a ait tek farklı bir nüshanın olmayışı da Donner’a yeterli bir cevaptır. Tüm bunların bilgisi mevcutken halen Kur’an yerine Usulü’l-Hadis terminolojisinde zanni haber sayılan Medine Vesikasını ana kaynak olarak almak metodoloji hatasıdır.

Kur’an ve Siyer Işığında Yahudi-Müslüman İlişkileri

Medine dönemindeki Yahudi-Müslüman münasebetleri yalnızca Medine Vesikasından okunamaz. Başta Kur’an, sahih rivayetler ve siyer bilgisi Yahudilerle olan ilişkilere, yapılan gazvelere ışık tutacaktır. Bakara Suresi 144. Ayetin inzal olmasıyla Müslümanlar ile Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında kıble farklılaşması yaşanmıştır. “Kitap ehline sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden sana nasibin geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.” (Bakara, 145) Kıble değişimi sırasında (2/144) Ehl-i Kitab’la din algısında yönelim ve kıble farklılaşmasının yaşanması (2/145-148) Yahudi Müslüman ilişkilerinin dönüm noktalarından biridir.

Kur’an’da Yahudilerle ilgili inzal olmuş ayetlerin nüzul sebeplerine, sahih rivayetlere ve Medine Vesikasına baktığımızda; Medine döneminde Yahudiler ve Müslümanlar arasındaki ilişkileri şu safhalarda toplayabiliriz: Medine’de yaşayanların birbirlerine söz verme safhası: Medine Vesikası. Diğer safhalar: Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza kabileleri ile yapılan gazveler ve son olarak Medine’den ayrılan tüm Yahudi kabilelerinin toplandığı Hayber’de gerçekleştirilen fetih safhasıdır.

Hicretin ikinci yılı, Şevval ayında gerçekleşen Beni Kaynuka Gazvesinin sebebi; bir Yahudinin dükkânından alışveriş yapan Müslüman bir kadına orada bulunan Yahudilerin hakaret etmesi üzerine, Müslüman bir erkeğin duruma müdahale etmesi ve bu sebepten ötürü de Yahudiler tarafından öldürülmesiydi.15 Bu olayın haberi Hz. Peygamber’e ulaştığı zaman, Beni Kaynuka mensuplarını toplayarak onlara şöyle seslenmişti: “Ey Yahudi topluluğu! Allah’ın Kureyşlilerin başına getirdiği şiddet ve cezalardan sakının ve Müslüman olun. Çünkü siz benim gönderilmiş bir peygamber olduğumu biliyorsunuz. Bunu kitabınızda ve Allah’ın size verdiği Ahit’te buluyorsunuz.”16 Bu çağrı, Yahudilerin Medine İslam Devleti içerisinde sadece farklı bir dinin mensubu olduğunu ispat etmektedir. Eğer Donner’ın İnançlılar Hareketi savı gerçekten doğruysa ve Hz. Muhammed bu hareketin ekümenik lideriyse ve İslam dini de İnançlılar Hareketinden yüz yıl sonra farklı bir din olarak doğmuşsa Hz. Peygamber’in Beni Kaynuka kabilesine yaptığı bu çağrının mantığı nedir? Allah Resulünün çağrısından anlaşılmaktadır ki; Müslümanlar İslam dininin mensuplarıdırlar ve Yahudiler bu dine destek vermekten epey uzak durmuşlardır.

Hicretin üçüncü senesinde, Şevval ayında Kureyşli müşrikler ve Müslümanlar arasında gerçekleşen Uhud Savaşına17 Yahudilerden üç yüz kişilik bir grup katılmak istemiş fakat Hz. Peygamber bu talebi kabul etmemişti: “Biz onlara asla muhtaç değiliz; biz inanmayanları inanmayanlara karşı [kendimize] yardımcı olarak kabul etmeyiz.”18 Hz. Peygamber Yahudilerin savaşa katılma teklifini mümin olmadıkları için kabul etmemiş, Fred Donner’ın İnananlar Hareketi iddiasına bundan on dört asır önce Yahudilerden “inanmayanlar” diye bahsederek cevap vermiştir.

Beni Nadir kabilesi de Peygamberimize suikast planı yaparak, imzalanan anlaşmayı bozmuştu.19 Nadiroğullarından Ka'b b. Eşref adında bir şair Mekkeli müşrikleri Müslümanlar aleyhine kışkırtıyordu ve Beni Nadir kabilesi de Medine Vesikasındaki yükümlülüklerini yerine getirmiyordu. Kendileriyle görüşmek için gelen Hz. Muhammed'in üzerine bir evden kaya fırlatarak onu öldürmeyi planlamışlardı. Nadiroğullarının bu son taşkınlığı onları Müslümanlarla savaş noktasına getirdi ve sonuç olarak Medine’den çıkarıldılar.

Hicretin 5. yılında Beni Kureyza Yahudileri de Medine Vesikasındaki ahitlerini bozdular, bunun sonucunda da Medine’den çıkarıldılar. Medine Vesikasının 44. maddesinde: “Müslümanlar ve Yahudiler arasında, Yesrib’e saldıracak kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.” denilmekteydi. Müslümanlar Hendek Savaşında Kureyşli müşriklere karşı Medine şehrini savunurken, Beni Kureyza Yahudileri -vesikaya rağmen- müşriklerle işbirliği yaparak Müslümanlara ihanet ettiler, Medine içerisinde kalan kadın ve çocuklara da zarar vermeye teşebbüs ettiler.20 Hz. Ebubekir, Müslümanların içinde bulundukları durumu şöyle anlatmıştır: “Medine’de eş ve çocuklarımızla ilgili olarak Kureyzalılardan duyduğumuz korku, Kureyş ve Gatafan ordularından duyduğumuzdan daha fazla ve baskın idi.”21 Beni Kureyza Yahudileri Hendek Savaşından hemen sonra kuşatılarak teslim olmaya zorlandılar. Hicretin 7. senesinde Medine’den atılan Yahudi kabilelerin yerleştiği Hayber de fethedildi. Böylelikle Yahudiler Arabistan Yarımadasından tamamen çıkarılmış oldular.

Kur’an ayetlerinde Yahudilerden şöyle bahsedilir:

“Onların milletine/dinine uyuncaya kadar Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olacak değillerdir. De ki: 'Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur.' Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, ant olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120)

“(Yahudiler Müslümanlara:) Yahudileşin ya da Hıristiyanlaşın ki doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.” (Bakara, 135)

“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali, kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayanların durumu ne berbattır. Allah zalimler topluluğunu hidayete ulaştırmaz.” (Cuma, 5)

Maide 51. ve Hucurat 10. Ayetlerde Allah, Yahudileri dost edinmeyi yasaklamış, yalnızca müminlerin kardeş olduğunu bildirmiştir: “Ey iman edenler, Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide, 51) “Sadece müminler kardeştirler. O halde ihtilafa düşen kardeşlerinizin arasını bulun.” (Hucurat,10)

Kur’an, başlıca kaynağımızdır. Onun korunmuş olduğuna iman eder; her kelimesine, her harfine inanırız. Rabbimizin Kur’an’da Yahudi-Müslüman dostluğu üzerine buyruğu açıktır. Her an Rabbinin kendisine vahyettiği ile konuşan, adeta yaşayan bir Kur’an olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Yahudileri dost edinmesi, onların mensubu olduğu bir dinin “ekümenik” lideri olması akla mantığa sığacak bir sav değildir. Medine Vesikasındaki birlikteliği ve Uhud Savaşındaki ortak savunma girişimini, Kur’an vahyinin ölçülerini bildirdiği tevhidî bir bütünleşme veya velayet/dostluk olarak değil, ancak ortak maslahatlar adına bir ittifak olarak görebiliriz.

Öte yandan Fred Donner gibi Kur’an yerine Medine Vesikasını ana kaynak olarak alsak dahi Yahudilerin Hz. Muhammed’in dinine yardımcı olduğu iddiasını bu vesikaya dayanarak belgeleyemeyiz. Aksi takdirde vesikanın bazı maddelerini görmezlikten geliyoruz demektir. Nitekim Yahudilerin Hz. Muhammed’in dininin mensupları olmadığına en açık delil yine vesikada 25. maddede yer almaktadır: “Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.”

 

Dipnotlar:

1- Fred Donner, Muhammad and the Believers: At the Origins of Islam, Harvard Üniversitesi Yayınları, 2010, Chapter 2

2- http://www.religionsgateway.com/articles/believers-muslims-confessional-self-identity-early-islamic-community, 14 Mayıs 2012

3-http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1026539&CategoryID=96&Rdkref=1, 31 Kasım 2010

4- Birkaç örnek için bkz: Bakara, 128, 132; Âl-i İmran, 102, 193; Maide, 54; A’râf, 126; Yusuf, 101; Neml, 18, 89-90; Hac, 79; Kalem, 35. Ayetler

5- Fred Donner, A.g.e., s. 58

6- İncil, Matta, XXVI: 63; İncil, Luka, III: 38; Tevrat, Tesniye, XIV: 1; Tevrat, Çıkış, V: 22-23; Tevrat, Tekvin, IV: 4.

7- http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1026539&CategoryID=96&Rdkref=1, 31 Kasım 2010.

8- Yolumuzu Aydınlatan Kur’ani Kavramlar, s. 745, Ekin Yayınları, Kasım 2010, İst.

9- Rağıb el-İsfahani, Müfredat, s. 135, Pınar Yayınları, İst.

10- Müslim, Selam, 148.

11- Reşid Rıza, Tefsiru’l-Menar, C. 2, s. 382, Ekin Yayınları, Mayıs 2011, İst.

12- Jack Tannous, Review of Muhammad and the Believers, George Washington University, s. 1-15.

13- http://www.religionsgateway.com/articles/believers-muslims-confessional-self-identity-early-islamic-community, 14 Mayıs 2012.

14- Ali Bulaç, “Medine Vesikası Hakkında Genel Bilgiler”, Birikim Dergisi, Sayı: 38-39; Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C. II, s. 121-134, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1966.

15- İbn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, C. 4, s. 11, Çağrı Yayınları, 1994, İst.

16- İbn Kesir, A.g.e.

17- İbn Kesir, A.g.e., s. 22.

18- Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in Savaşları, s. 54, Acar Matbaacılık.

19- Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed (s)’in Hayatı ve İslam Daveti, C. 2, s. 191, Pınar Yay., İst.

20- İbn Kesir, A.g.e., s. 201.

21- Celaleddin Vatandaş, A.g.e., s. 293. (Vakidi, Meğazi, 2/460)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR