1. YAZARLAR

  2. Zehra Ç. Türkmen

  3. Modernizmin Kıskacında Çocuk

Zehra Ç. Türkmen

Yazarın Tüm Yazıları >

Modernizmin Kıskacında Çocuk

Şubat 2002A+A-

"Kim demiş çocuk küçük bir şey
Bir çocuk belki de en büyük şey."

İnsan soyunun, insanlık ailesinin en çok sevileni ve en çok özlenen üyesidir çocuk. Ve insanlığın, tüm dünyanın üzerinde birleştiği tek nokta, çocuğun geleceği yani yarını oluşturduğu noktasıdır.

Modernizmle, sekülerleşme ile beraber aile bağlarının çözüldüğü, insanın ve insani değerlerin, ilişkilerin yozlaştığı, insanların manevi anlamda evsiz, yuvasız bırakılarak, aslından uzaklaştırılıp yabancılaştırıldığı bir toplumda yaşamaktayız. Ve böylece modern kültürle beraber değişime uğrayan aile yapısında da her şeyin yeniden biçimlendiğini, yeni bir hüviyete büründüğünü görmekteyiz. Yani "modern güç" aileyi "aile" yapan tüm değer yargılarını yıkmakta ve anlamsızlaştırmaktadır. Bu konuda Cihan Aktaş "Mahremiyetin Tükenişi" adlı kitabında, modernizmle beraber aile ilişkilerinin, akrabalığın ve yerel bağlılıkların yerini kişisel ilişkilerin aldığını ve bu ilişkilerin yerine soyut ilişkilerin yerleştiğini dile getirir ve Sanayi Devrimi ile aslında uzun zamandan beri süregelen bir çok değişikliğin hız kazandığını ve sonrasında da ailenin çekirdekleşerek daha sınırlı bir alana hapsedildiğini, toplumun diğer kurumlarına nispetle gücünü büyük oranda yitirdiğini söylemektedir. Aktaş kitabında ayrıca şu ifadelere yer vermektedir

"Önemli olan yaşlıların da, gençlerin de ezilmedikleri, insanlıklarını hissettikleri gerçek yuvalan, sadece barınmanın değil sevgi ve saygının da sağlandığı çatıları oluşturmaktır. Feodal ailede kadın eziliyordu. Modern çekirdek ailede ise yaşlılar dışlanıyor, çocuklar ise teorik olarak önemsenseler bile, pratikte ayak bağı sayılıyorlar. Çocuklar ailede sayısal olarak azalıyor, buna karşılık daha problemli ve zor yetişme şartları doğuyor."1

Aktaş kitabında, Müslümanların modernizmin tahripkarlığına, dini değerleri hiçe sayan büyüklenmesine karşı en yalın ve en tutarlı cevabın (çözümün) tevhidi ailenin sıcaklığını hayata katmak olacağını söylemektedir.

Ne yazık ki 20. yy'ın modern yapısına baktığımızda Aktaş'ın da ifadelendirmeye çalıştığı gibi değerli olanın, insan ve insani olan tüm değer yargılarının yok edildiğine, çürütüldüğüne şahit olmaktayız.

Aile kurumu kibrit kutusuna sıkıştırılıp, modern kültürün kazıdığı çekirdek aile bir yaşam tarzı, bir model olarak sunulmaktadır. Az sayıdaki ve kreşlere terk edilmiş çocuklar, Darülaceze'ye bırakılan yaşlılar ve sırtına yükletilmiş bir yük olarak algılanan, hatırı ve gönülü hiç kalmamış, tahammül gücü tükenmiş, çarçabuk çözülen evlilikler, modern kültürün üretmiş olduğu ve içinde insanlık namına hiçbir değeri taşımayan aile yapısını oluşturmaktadır. Ve tabi ki mayası bozulmuş böyle bir toplumda geleceği, yani çocuğu nasıl korumamız, nasıl yetiştirmemiz, onu geleceğe iyi bir şekilde nasıl emanet etmemiz gerektiği noktasında da zihinlerimiz henüz korkudan ve karmaşadan kurtulmuş değildir.

Her şeyden önce şunu iyi bilmek gerekir ki her çocuk güzel bir dünyayı görmek, güzel bir hayatı yaşamak hakkına sahip olarak dünyaya gelir. O halde dünyanın, yani toplumun çocuğun saf doğasına göre şekillenmiş olması önem teşkil etmektedir.

Bu şekillenme sürecinde de çocuğa en önemli etki tabi ki aile fertleri tarafından gelecektir.

Yani çocuk, şekillenmesini aileden alacağından dolayı ebeveynlere ciddi roller düşmektedir. Çünkü çocuğun kozasını ören ilk mimar anne ve babadır. Böylece mimarının iyi öğrenim gördüğü, iyi eğitildiği bir binanın temeli de o kadar sağlam ve güçlü olacaktır. Yani çocuğun şahsiyetini meydana getiren en önemli kurum 'aile'dir. Aileyi insan ilişkilerinin sergilendiği bir sahne gibi düşünebiliriz. Aile, ve daha özelde anne ve baba bu sahnede ne kadar iyi ve güçlü karakterleri canlandırırlarsa çocuk da o kadar iyi ve güçlü bir şekilde yetişmiş olacaktır. Çünkü çocuğun bu sahnede sergilediği, ya da sergileyeceği her ilişki, ömür boyu kuracağı ve sürdüreceği ilişkilerin temelini oluşturmaktadır.

Ne yazık ki, günümüzde kimi anne ve babaların her ikisi de çalıştığı ya da çalışmadıkları halde çocuklarıyla beraber olmak, birlikte vakit geçirmek için onlara yeterli zamanı ayıramadıkları için böyle seyrek, zayıf bir ilişki zinciri oluşmaktadır. Bu tür bir konum da bulunan ebeveynler çocukları üzerinde de fazla etkili olamıyorlar. Sadece yemek yedirmek, çocuğu yatağına yatırmak, onları ders çalıştırmak (ki birçok ebeveyn bunları da yapmıyor); çocuklarla beraber olmak, onlarla İlgilenmek olarak algılanıyor olsa da aslında durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Bunlar zaten çocuğun karşılanması gereken temel ilişki ihtiyaçlarıdır.

Bu yüzden çocuklarla konuşmak, onlara şarkı söylemek, masal anlatmak, zaman zaman beraber oynamak, yapacağımız işlerde bizlere yardımcı olmalarına izin vermek, onlarla yeteneklerini ortaya çıkaracak faaliyetlerde bulunmak ve onları bu yetenekleri doğrultusunda yönlendirmek gerekir.

Dr, Fitzhung Dodsan "Çocuk Yaşken Eğilir" adlı kitabında çocuk yetiştirmenin bir insan ilişkisi olduğunu ve insan ilişkilerinin salt kurallarla sınırlandırılamayacağını dile getirmektedir. Bu yüzden çocuğunuzla ya da çocuklarla olan ilişkiniz daha özgür, daha özgün ve diğer tüm ilişkilerden çok daha farklı bir ilişki olmalıdır.

Çocuk ve aile arasında kurulabilecek sağlam bir ilişki, beraberinde doğaüstü bir iletişimi de getirecektir. Bazı araştırmacılar yaptıkları araştırmalar sonunda Uganda'da ki yerlilerin bebeklerinin altına bez bağlamadıklarına, buna rağmen hiç bir zaman altlarını kirlettiklerinin görülmediğine dikkat çekmekteler. Annelere bunun nasıl olduğu sorulduğunda, bebeklerinin bu doğal ihtiyacını her hissettiklerinde onları hemen ağaç altına götürdüklerini söylemişlerdir.

Bunun üzerine, 'Yeni doğmuş bir bebeğin böyle bir ihtiyaç hissettiğini nasıl anlarsınız?' sorusuna anneler şöyle yanıt vermişlerdir; "Tuvalete gideceğinizi siz nasıl anlarsınız, Hissederek..." Anne ve çocuk birbirine öylesine bağlanmıştır ki anne çocuğunun rahatsızlığını tam anlamıyla hissetmekte ve çabucak gereğini yerine getirmektedir.2

Başta da ifade etmeye çalıştığımı? gibi modernizmin zihinlerimize kazımış, olduğu yaşam biçiminden dolayı içinde yaşadığımız coğrafya üzerindeki birçok insan tarafından çocuk yetiştirmek küçük, önemsiz, değeri olmayan bir işmiş gibi algılanmaktadır. Fakat bugün bizim için küçük, önemsiz görünen şeyin etkisi yarın çok daha büyük, çok daha etkili olacaktır. Koca bir gemiyi batırmak için, küçücük bir deliğin yeterli olacağını hepimiz bilmekteyiz. Bu nedenle önemli olan gemiyi batırmadan karaya çıkarabilmemiz, dümene iyi hakim olabilmemiz ve küçük sandığımız bu değerleri iyi kullanabilmemizdir.

"Çocuk eğitimine yönelmek, çocuk eğitmek Allah katına ulaşmanın en yüce yoludur" diyor Gabriel Mistra ve şöyle devam ediyor: "aynı zamanda getirmiş olduğu sorumluluktan dolayı da en zor, en meşakkatli yoldur."

Çocuk dünyasını keşfetmek ve ona bakmak insanın yeni bir dünyaya dehşet verici bir biçimde ayak basmasıdır. Bu yüzden çocuğa ulaşmak için çocuk dünyasının genel çizgilerini iyi bilmek ve eğiteceğiniz çocuğun dilini, yani alfabesini iyi bir şekilde çözmüş olmanız gerekmektedir.

Ne yazık ki bizler geçirmiş olduğumuz çocukluk dönemimizi, çocuk çağımızı, o mayamızı çok Çabuk unutmaktayız. Sanki hiç çocuk doğmamış, Çocuk yaşamamış gibi davranıyoruz çocuklarımıza. Ve belki de terk edilmişliğinden, anlaşılamamışlığından yakındığımız çocukluğumuz gibi şimdi de biz terk ediyor ve biz anlamaktan uzaklaşıyoruz çocuklarımızı.

Bizler vahyin ışığında kendini anlamlandıran insanlarız ve Kuran'ın bize göstermiş olduğu doğru üzerinde yol almaktayız. Çocuğa bakışımız, ona yaklaşım biçimimiz de Kuran'ın perspektifine ters düşmemelidir. Her şeyden önce Kur'an insana ve insanlığa büyük bir değer vererek onu "ahseni takvim" (yaratılmışlarin en güzeli) olarak nitelendirmekte ve insanoğluna şeref bahsedildiğini belirtmektedir.

"Biz insanı en güzel şekilde yarattık" (95/4)

"Andolsun ki insanoğlunu şereflendirdik. Onları karada ve denizde taşıdık. Onları temiz rızklarla rızıklandırdık. Yarattığımız şeylerin çoğuna onları üstün kıldık" (17/70)

Kur'an insana verdiği bu değer çerçevesinde çocuğu apayrı bir yere oturtmaktadır. Yüce Allah, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir toplumda ayetlerini indirerek insanları yaptıkları bu davranıştan dolayı açık bir dille kınamaktadır:

"Onlardan birine bir kız çocuğu müjdelendiği zaman, kederlenerek yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjdeden dolayı halktan gizlenmeye çalışır. Utana utana onu tutsun mu; yoksa toprağa mı gömsün? Dikkat et, verdikleri hüküm ne kötüdür!" (16/58-59)

Kur'an'daki örnek kişiliklere, kıssalara baktığımızda anne ve babaların çocuklarına karşı yaratılıştan gelen bir sevgi ve şefkat besledikleri görülmektedir.

Oğlu Yusuf'un kaybolması neticesinde, çocuğunun özleminden gözlen kör olan bir babanın ızdırabı, küçük bir bebek iken çocuğunu Nil'in akıntısına bırakan gözü yaşlı annenin endişesi ve İbrahim'in sevgili oğlunu Allah'a adarken takınmış olduğu tutum ve davranışlar çocuğa karşı duyulan sevgi ve şefkatin en derin, en etkileyici ifadeleridir belki de.

Ve son olarak birkaç defa okuduğum ve üzerinde uzunca düşündüğüm bir çocuğun anne ve babasına 'pulsuz dilekçe' başlığı altında yazdığı mektubu uzun da olsa aynı şekliyle sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Sevgili anneciğim ve babacığım; Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:

Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın.

Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?

Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum.

Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor.

Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.

Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve keskin sözler bende daha iyi iz bırakır...

Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocuk-muşum gibi yargılamayın.

Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.

Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.

Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınız yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.

Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi ve daha değerli görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.

Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın...

Sızın çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim."3

Evet cahiliyenin bilgisizliği yüzünden kimi insanların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri gibi, bizler de modern cahiliyenin bilgisizliği yüzünden çocuklarımıza kör bir gelecek bırakarak sadece kız çocuklarını değil tüm çocukları diri diri toprağa gömmeyelim.

Unutmayalım ki çocuklarımız geleceğe uzanan yolda bizden sonra yol alacaklardır. Eğer onlara bıraktığımız yollan Kur'an'la aydınlatıp, sahih bilgiyle donatırsak ancak o zaman onları mutlu, sağlıklı ve emin olan bir yola uğurlamış oluruz.

Dipnotlar:

1- Cihan Aktaş, Mahremiyetin Tükenişi, Sh. 51, Nehir Yayınları.

2- David Carrol, Çocuğunuzun Ruhsal Eğitimi, Sh. 37, Ege Meta Yay.

3- Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, Sh 40R-410, Özgür Yay.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR