1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. Modernite ve Postmodernite Arasında İslami Dönüşüm

Modernite ve Postmodernite Arasında İslami Dönüşüm

Nisan 1996A+A-

17 Mart Pazar günü İslam Dünyası Tarih ve Kültür Araştırmaları Merkezi (İD-KAM) tarafından Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde bir program düzenlendi. Asaf Hüseyin'in "Modernite ve Postmodernite Arasında İslami Dönüşüm" başlıklı konferansına ilgi oldukça büyüktü.

Asaf Hüseyin, konuya moderniteyi öncelikle kendi içerisinde parçalara ayırıp bir sosyal düzen olarak tarifini yapmakla gireceğini belirtti. Öncelikle modernitenin temel kavram olarak gördüğü "akıl yürütme"nin ele alınması gerektiği Batı toplumlarında "din"in "akıl yürütme"nin bir önsözü, bir eklentisi olarak ele alındığını bizatihi "akıl yürütme"nin dindeki otorite gibi kavramların yerine dercedildiğini, akıl yürütme yetilerinin var olması nedeniyle kendilerini dinin üzerinde bir güç olarak gördüklerini belirtti. Bu tür düşüncenin en kötü tezahürünün insanların "siz medenisiniz, siz değilsiniz" kategorize edilmesi gibi olduğunu söyleyen Asaf Hüseyin, bu sınıflandırmanın köklerinin çok derinde olduğunu, sadece modern toplumlarda değil, modern olmayan toplumlarda da etkisini gösterdiğini ve Batı'da yeni bir din gibi sunulduğunu belirtti.

Konuşmasına modernizme karşı eleştiriler getirerek devam eden Asaf Hüseyin şöyle dedi: "Madem modernlik bu kadar güzel ve gelişmiş bir düşünce, niçin hâla modern toplumlarda kötü şeyler olmaktadır. Niçin hala kolonyalizm, niçin hâlâ sömürgecilik ve niçin müslüman veya gayrı müslim doğulu toplumlar modernizme harfiyen uydukları halde hâlâ fakirler ve sefalet içerisindeler. Müslümanların modernlikten kazançları nelerdir ve gerçekten modern olabildik mi? Hayır, bir taraftan dinimizi kaybediyoruz, bir taraftan kimliğimizi kaybediyoruz."

Halihazırda bu konuda kitap yazmakta olduğunu belirten Asaf Hüseyin, asıl amacının insanları düşündürtmek olduğunu, "biz ne olduk?", "biz ne olacağız?" gibi soruları insanların gündemine sokmak olduğunu söyledi,

"Bugünkü mevcut İslam ülkeleri ve onların halkları adeta birbirlerini unutmuşlardır. Bütün ilişkiler çıkar ilişkisine dayalıdır, kardeşlik hukuku tamamen ortadan kalkmıştır. Kur'an-ı Kerim bize seçilmiş bir ümmet olduğumuzu, farklı olduğumuzu söylüyor. Peki biz gerçekten öyle miyiz? Eğer öyle isek niçin hâlâ modern seküler yapıları ve onların düşünüş biçimlerini örnek alıyoruz? Bugünkü İslam ülkelerine modern zamanlarda oluşmuş bir varoluşçuluk hakim. Allah'la olan irtibatımızı koparmışız, O'na karşı olan sorumluluklarımızı unutmuşuz."

"Şu an bizim sorunumuz İslam ülkelerinde modernleşmenin ve küreselleşmenin nasıl başladığıdır" diyen Asaf Hüseyin, küreselleşmenin bize yeni bir sosyal düzenin küresel bazda yeniden ortaya konulması olarak takdim edildiğini ve bize bütün bir insanlığın bütün bu yapının bir parçası olduğumuzun dikte edildiğini belirtti. Batı ile İslam dünyası arasındaki ilişkinin çok eski bir ilişki olduğunu söyleyen Asaf Hüseyin, kolonyalizmin, yeni kolonyalizmin, haçlı seferlerinin hep müslümanlarla alakalı olduğunu, Batı'nın globalizasyon çalışmalarının öncelikli olarak müslüman coğrafyalara yönelik olduğunu, küreselleşmenin sömürgeciliğin bir başka biçimi, bir başka yönü olduğunu belirtti.

Küreselleşme kavramını üç alt kolda inceleyen Asaf Hüseyin, a) Ekonomik küreselleşme, b) Siyasi küreselleşme, c) Kültürel küreselleşme şeklinde bir sınıflandırma yaptı. Küreselleşmenin bu üç veçhede gerçekleştiğini söyleyen Asaf Hüseyin, ilk olarak küreselleşmenin ekonomik boyutuna değindi ve özetle şunları söyledi:

"Ekonomik küreselleşmemin incelenmesinde "Dünya ticareti" önemli bir kavramdır; diğer bir önemli kavram da "çok uluslu şirketler" kavramıdır ki, bu şirketlerin bütçesi birçok 3. Dünya ülkesinin bütçesinden daha büyüktür. Bunlar devletleri kontrol etmektedir. Dünya üzerinde yüzer gezer büyük sermayeye sahiptirler ve talep edenlere eğer uygun görürlerse IMF ve başka kurumlar aracılığı ile yatırım yapmaları için sermaye vermektedirler. Dışarıdan bakıldığında çok masum bir ilişki gibi görünebilir; ama bu aysbergin sadece görünen kısmıdır. Bu sürecin en önemli aşaması, tüketicilerin üretilmesidir ve bunun en büyük gerçekliği onlara bağımlı olmaktır. Bu bağımlılık sürecinin en kötü veçhesi de borç krizidir. Size istediğiniz zaman borç para verirler ama, siz hiçbir zaman ana parayı ödeyemez ve faiz batağında debelenirsiniz. Bu sömürgen devletlerin sizin kânınızı emme karşılığında size verdiği güzel bir isim vardır; size hiçbir zaman gelişmemiş ülke demezler, size "gelişmekte olan" ülke derler. Ve böylece sömürülerini sürdürürler. Bu durumun en kötü etkilerinden biri de sömürgeci düşünce tarzının sömürülmekte olan ülkelere de yansımasıdır. Artık bu ülkeler ve bunların İnsanları da muhataplarına sömürülecek, fayda sağlanacak bir meta gözüyle bakmaktadırlar. Bu düşünce tarzının en baskın unsuru ve belirleyicisi "tüketim kültürü"dür. İnsanlar bu sistemde tükettikleriyle, tüketebildikleriyle vardır. Toplumdaki statünüz tüketebildiklerinizle belirlenir.

Küreselleşmenin ikinci veçhesi olan "siyasi küreselleşme" de ekonomik globalizasyondan bağımsız değildir. Ekonomik olarak sahip olduğunuz bir pazara siyasi olarak hakim değilseniz sahip olduğunuz ekonomik zenginliğin sigortası yok demektir. Ve bir pazara siyasi olarak hakim olmanın, onu kontrol etmenin en kolay yolu, ülkeyi yöneten elitleri kontrol etmektir. Burada ortaya çıkan en önemli mesele, "biz gerçekten bağımsız mıyız?" sorusudur.

Örneğin modernitenin uslu çocuğu Mısır'ın Selahaddin şehrinde yoksul müslümanlar mezarlıklarda kurdukları çadırlarda sefil bir hayat yaşamaktadırlar. Aynı Mısır'ın bir başka yerinde ise, dansözler dans etmektedir. İşte size modernitenin uslu çocuğu Mısır'ın durumu. Böyle ülkelerde fikri ve kavramsal kirlenme de çok yoğun bir biçimde yaşanmaktadır. Bir Mısırlı elit, eğlenmek için dansa gider, modernitenin kendisine dayattığı biçimde bir batılı gibi eğlenir. Ve namaz kılan bir müslümanı gördüğünde modernitenin ilkelerine uymadığı için o müslümanı aşağılar ve hakir görür. Ve Mısır'a hakim olan ve halka tepeden bakan da bu elit sınıftır.

Son olarak "kültürel küreselleşmece değinen Asaf Hüseyin, buradaki en önemli sorunu "Ben kimim?" sorusuna verilecek cevabın teşkil ettiğini belirtti. "Eğer bu esasta kimliğinizi kaybetmeye başlarsanız, kültürel küreselleşmenin etkileri söz konusu demektir" diyen Asaf Hüseyin, şöyle devam etti: Bu problem sadece müslüman ülkeler ve onların insanları için söz konusu değildir. Mesela İngiltere'de yaşayan bir Pakistanlı modern ve laik bir hayat yaşasa bile, İngiltere'nin sömürgecilik tarihi ile kendini ne kadar özdeşleştirebilir.

Kültürel küreselleşme, küreselleşmenin en önemli boyutunu oluşturur. Ekonomik küreselleşme sizi bağımlı kılar, siyasi küreselleşme ekonomik küreselleşmenin esaslarını teşkil eder, kültürel küreselleşme ise, sömürünün temelini, kalbini oluşturur. Ve bizce meselenin aslı, bu etkilerin bizim toplumlarımızda nasıl bu kadar çabuk yayıldığıdır. Küreselleşmenin üstümüze üstümüze gelmektedir. Bizim yapmamız gereken de bizi biz yapan değerleri ortaya koymak ve tanımlamaktır. Sömürgeciler din olgusunu küreselleşmenin önündeki en büyük engel olarak görmektedirler. Globalizasyona karşı güçlü bir direnişin ve zaferin tek yolu İslam'dır. Fakat bizzat İslam dairesi kendi içinde zıtlık ve savaş halindedir. Dünya üzerinde bir milyon müslümanız ama, dünyada bütün bu müslümanları kapsayacak bir tane devlet yok. Bunun yerine birçok küçük devletçik var. Bu devletçiklerin varoluşları post İslamik bir durumdur. Bu post İslamik durumun en önemli özelliği, yönümüzü kaybetmiş olmamızdır. Ve kendi kimliğimize yabancılaşmış olmamızdır. Diğer bir önemli özellik ise, İslam devletlerinin kendi durumlarını ulus devlet bağlamında ele almalarıdır. Düşünce tarzında yerellik hakimdir. İslam'ın evrensel global düşünüş biçimi tamamen ortadan kalkmış, lokal düşünüş biçimleri türemiştir.

İslam bugün sadece modern devletler için değil, modernleşmeye çalışan sözde İslam devletleri için de büyük sorun teşkil etmektedir. Bugün geçerli olan post İslamik durum içerisinde İslam artık vicdanlara hapsedilmiş, şahsileştirilmiş, sosyal boyutu sıfıra indirgenmiş hristiyanvari bir İslam'dır. Bu durumun bir başka yönü ise bugün yükselmekte olan İslami hareketlerin millileştirilmesidir. Ve bütün bunlar arasında bir başkası da çıkıp modernleştirilmiş İslam'dan bahsedebiliyor. Bir çok alim, bu konuda kalkıp söz söylüyor. Modern bir İslami söylem geliştirmeye çalışıyor. Ve bunu yapanlar özür dileyici bir tavır takınıyorlar. Bunların dışında bir de ticari İslam olgusu var. Bundan kastım ise şu an Suudi Arabistan'ın paralarıyla desteklenen birçok İslami düşünce kuruluşları ortaya çıkmakta ve bunlar yeni İslami kavramlar, yeni İslami düşünceler oluşturmaktadır. Bu bir ticari İslam'dır. Bu noktada müslümanlar bir kavram kargaşası ile karşı karşıyadırlar. Şahsi İslam, ticari İslam, millileştirilmiş İslam vs.... Peki biz kimiz? Bu kafa karışıklığı modernitenin İslam ülkelerinde yayılmasından başka bir şey değildir.

Sosyolojide "diğeri" önemli bir kavramdır. Ben varsam diğeri de vardır, işte biz Batı için "diğeri"yiz. Bu yafta bizim üzerimizde hâlâ durmaktadır. Çünkü biz kim olduğumuzu bilmiyoruz. Bizler "diğerlerini" tanımlamadan önce kendimizi tanımlamalıyız. Bizim şu an İslam'ı küreselleştirme süreci içerisinde olmamız gerekirdi. İslami küreselleşme süreci iki hat üzerinde gerçekleşecektir. Biri yok etme, ikincisi de yok edilen şeyin yerine yenisini tahsis etme. Yok etme, devamlılık arzeden bir süreçtir ve kolay değildir. Üstelik ortadan kaldırılması gerekli yapılar, fitne çıkartmamak için salatana itaat anlayışı gibi çok güçlü temellere sahip olan yapılardır.

Bu yok etme sürecinin özü, kuvvetin kullanılmasıdır. Müslümanın kanı pahalı olmalıdır. Mücadele gayet açık ve basittir. Bu mücadele zulümle adalet arasındaki bir mücadeledir. Burada dar kapsamlı bir zulümden bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz zulüm, küreselleşmemiş ve örgütlü bir zulümdür. Yıkımdan sonra kullanmamız gereken ise, kuvvet değil akıldır. Yıkma ve yeniden yapılandırma birbirine paralel ve eşgüdümlü bir biçimde seyretmesi gereken iki süreçtir. Birbirinden kopuk değildir.

Batı'da bugün postmodernizm akımı yükselmektedir. Bugün artık Batı'da modernizmin işe yaramaz bir çöplük olduğu söylenmektedir. Ve bu düşünce, güç kazanmaktadır. Modernizm, Ortaçağ'da aydınlanma ile birlikte dini yok etmek üzere ortaya atılan bir kavramdır. Bugün ise sıra postmodernizm tarafından modernizmin eleştirilmesindedir. Ben postmodernizmi benimsememekle birlikte modernizmin dünya üzerindeki etkilerini kırma işlevini görebilecek olan postmodernizmi, İslam adına kullanabileceğimizi düşünüyorum. Bizler İslami yapılanmayı gerçekleştirirken, İslami kavramların hayata hakim kılınması sırasında engel teşkil eden modernizmi ortadan kaldırması açısından postmodernizmi kullanabiliriz. Ancak bunu yaparken de İslami kimliğimizi öne çıkarmamız ve tanımlamamız gerekmektedir.

Konuşma bittikten sonra sorular kısmına geçildi. "İslami kimliğin oluşturulmasında en önemli sorunun atalarımızdan devraldığımız, tahrif olmuş İslam anlayışının Kur'an'ın önüne geçirilmesi olduğunu söyleyebilir miyiz? şeklindeki soruya ise Asaf Hüseyin şu şekilde cevap verdi: "Böyle bir kimliğin oluşturulmasında Kur'an temel alınmalıdır. Atalar dini ölçü olarak alınırsa, ulus bazında, mezheb bazında parçalanmalara, bölünmelere, fesada sebebiyet veririz".

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR