1. YAZARLAR

  2. Bünyamin Sevim

  3. Modern Özgürlük Algısı ve İslam

Modern Özgürlük Algısı ve İslam

Ocak 2016A+A-

Giriş

Yaklaşık 200 yıldan bu yana en çok tartışılan, kullanılan ve uğruna mücadele verildiği kadar aynı zamanda çarpıtılan “özgürlük”, liberal algı, hoşgörü ve çoğulculuk miti ile beslenen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Liberal özgürlük kavramının içerdiği, sınırları zorlayan, hedonist talepler aslında insanlıkla yaşıt olsa da bir düşünce ve değerler sistemi içerisinde ilk defa bu kadar sistematikleşip yaygınlaşma ve meşrulaşma imkânı buldu. Ayrıca çağdaş özgürlük düşüncesini geçmişteki özgürlük taleplerinden farklı kılan bir diğer faktör de lojistik birçok enstrümana (medya, reklamcılık, moda, pop kültür vd.) sahip olmasıdır. Yoksa Lût kavmi, Firavun ya da cahiliye dönemindeki tüm sosyokültürel ve ekonomik talepler sistematikleşmemiş de olsa aşağı yukarıbugünkü çağdaş liberal taleplerdenoluşmaktaydı.

Özgürlük, insan hakları, demokrasi, eşitlik, liberalizm gibi kavramlar, Batılı modern paradigmanın ana kavramlarını oluşturmaktadır. Anlam çerçevesi itibariyle modern paradigma tarafından oluşturulup içi doldurulan bu kavramlar, küreselleşen dünya gerçeğiyle birlikte ideolojileri, kültürleri üzerinden bir etkileşimle tüm toplumların gündemini işgal etmeyi başarmıştır. Batı, bunu yaparken liberal anlamda özgürlük kavramını bir kültür emperyalizmi tavrıyla toplumlara transfer etmektedir. Aynı zamanda küreselleşme olgusu ve kapitalist sistem araçları ile paradigmasına ait felsefesini de bu kavramlar üzerinden toplumlara bulaştırmayı başarmıştır. Yani salt kavram transferi olmamış, Batılı aklın felsefesine de içkin olan kavramlarla toplumların geleneklerini, düşüncelerini tahrif edebilmiştir. Bu aktarımda kolaylaştırıcı vazife gören çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bunlardan kimisi seküler beşerî ideolojiler olduğu gibi kapitalist tüketim döngüsü ile ilişkili kitle iletişim araçları, moda ve reklam endüstrisi gibi faktörler de bulunmaktadır.

İnsanoğlunun tahakküm altında, baskılarla dayatılan en isabetli gerçeklere dahi başkaldırma, itiraz etme refleksiyle tepki vermesi beklenen bir vakıadır. Böylesi bir realitenin sonucu olarak Ortaçağ Avrupa’sında feodalite ve kilise hegemonyasının siyasi, sosyal ve bilimsel düşünce üzerindeki baskısı beraberinde aklı kutsayan ve yegâne rehber edinen bir paradigma olan “Aydınlanma”nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle Batılı paradigma içinde gelişen özgürlük kavramı dakendi gelişim şartları içinde okunarak anlaşılmalı. Bu karşı tavır esas olarak Helenistik akıldan ve İslam kültüründen etkilenmiştir. Nispeten fıtri bir arayışı ifade ederek ortaya çıkan Batılı kavramların, vahiyle buluşmadan kendine yol araması neticesinde bir aşırılığı başka bir aşırılıkla aşmaya çalışan değerlere dönüşmesi de kaçınılmaz olmuştur. Zira bu akıl vahiy nimetinden yoksun olduğu gibi selim bir kalpten de mahrumdu. Bu nedenle ruhbanlığı din diye dayatan kilise zulmünden kaçış, dini reddeden pozitivizmin mayasıyla kolayca buluşacaktı. Zira Latince freedom olan özgürlük düşüncesi ibahacılık, tüm bağlardan bağımsızlık talebinden başka bir şey değildi. İnsanların dilediğini yapması gibi bir özgürlük tanımı nihayet Rusçada bilinçaltındaki niyeti belli edecek bir kelime ile karşılık bulacaktı. Rusçada, dilediği suçu işleme serbestliği anlamına gelen “valiya” kelimesi ile özgürlük kavramı karşılanacaktı. Bu tanımlar, aydınlanma kavramlarının nasıl bir aklın ürünü olduğunu yansıtması açısından anlamlıdır.

Tabi aydınlanma ile at başı giden kapitalizmin de beraberinde gelişme göstermesi pozitivizm ile buluşan bu değerler sisteminin beyaz ırk ve Avro-Amerikan coğrafyayı doyurmaya, kayırmaya dönük bir nitelik kazanmasına kapı araladı. Bir noktadan sonraözgürlük, eşitlik, barış, gelişmişlik vb. idealler kimi ırk, renk, coğrafya, toplumlar dışlanarak oluşturulmuş değerleri ifade etmekteydi. Bu değerler, bu ideallerin ötesinde Batılı insanın beşerî ihtiraslarını doyurma amacına hizmet ediyordu. Yani beyaz ve Avrupalı olanların tüm diğer coğrafya ve renklerden üstün olarak konumlandırılışı ve aklın yegâne bilgi kaynağı olduğu düşüncesini merkeze alan çarpık bir tasavvur ile Batı “aydınlanmış”tı. Batı “ötekine” kendisine benzediği ölçüde veya Batılı/liberal özgürlük taleplerinde bulunduğu ölçüde özgürlük hakkı tanımaktadır. Kendisi gibi olmayana özgürlük hakkı tanımayarak dışlayıcı bir tutum geliştirmiştir. Bu çifte standartlı tutumu en basitinden Avrupa’daki göçmen politikalarında net bir şekilde gözlemleyebilmekteyiz.

Özgürlüğün Meşruiyeti ve Meşruiyetin Ne’liği Sorunu:

Özgürlük adı altında yapılan her türlü ahlak ve fıtrat dışı tercihi meşrulaştırmak için insanların sıkça başvurduğu bir argüman kullanılmaktadır: “Kişinin veya tarafların rızası ve/veya kişisel tercihi”. Peki, salt rıza ile tercihler meşruiyet kazanabilir mi? Hele de fıtratına yabancılaşmış akıl, vicdan ve ahlaktan neşet edecek tercihlerin, ne kadar eşyanın ve insanın tabiatıyla uyum arz edeceği malumdur. Örneklendirecek olursak, örneğin tarafların rızası olsa bile hangi toplumsal ahlak, ensest ilişkiyi meşru görebilir? Ya da geçmişte olduğu gibi sırf cinsiyetini beğenmediği için ve kendisi öyle düşünüyor diye bir babanın kendi öz kızını diri diri gömmesini hangi selim akıl ve vicdan meşru görecektir acaba? Bu uç örneklerden de anlaşılacağı üzere salt rıza ile tercih edilmiş diye bir olgu meşruiyet kazanmış olmaz. Yapılıyorsa gayri meşru olana tekabül etmekten kurtulamayacaktır. Dolayısıyla özgürlüğün rıza ve/veya bireysel tercih gibi sihirli kelimelerle meşruiyet kazanması yeterli olamayacaktır.

Meşruiyetin sınırlarını belirleyecek olan, zorunlu olarak tüm insanlığın birbirinin zarurat-ı hamsesini koruyacak sınırlara riayet etmesi olacaktır. Bu şu demektir: Kişi bir başkasının canına kastedebilecek bir tercihte bulunamamalıdır. Veyahut yine kişi, bir başkasının malına zarar verebileceği bir tercihini topluma meşru diye dayatamamalıdır. Şüphesiz herkesin kendi benliğinde aklının, vicdanının ve ahlaki potansiyelinin niteliğine bağlı olarak bazı tercihlerde bulunma güdüsü olacaktır. Bu güdülerin belirleyeceği tercihlerin de kişinin yaşadığı çevresel, ideolojik ve kültürel faktörlerle etkileşimi kaçınılmazdır. Dolayısıyla tercihlerimizin ortaya çıkmasında, günümüzde, algı bozucu modern paradigma ve onun araçlarının zorunlu bir etkisi görülebilecektir. Bu vakıa da tercihlerin ve yönelimlerin “özgünlüğü” konusunu tartışmalı kılacaktır. Şuan algı araçlarının toplumlara “öğrettiği” doğru, iyi ve güzel olguların, yarın yine o dönemin algı ve araçları marifetiyle yanlış, kötü ve çirkin olarak gösterilmeyeceği ne malum? Özetle bireylerin yönelim, tercih ve taleplerinin öznelliği kaçınılmaz olduğundan toplumsal düzen açısından nesnelliğe en yakın olanda buluşmak için bir kısmı zarurat-ı hamsede de belirlenen alanlar olan can, mal, nesil, ırz/namus, din, inanç, fikir ve akıl gibi temel hakların karşılıklı muhafazasına riayet gerekecektir.

Çağdaş Özgürlük Kavramını Etkileyen Sistemler

a)Modern ve Postmodern Paradigmanın Etkisi: Bunlar Batılı tarzda kastedilen liberal özgürlük anlayışının temelini oluşturan düşünce sistematikleridir. Modernizm, merkezi ifade edecek şekilde kendini konumlandırarak özgürlük tanımını merkeze aldı ve tüm ideoloji, kültür ve dinlerin özgürlüğe bakışını etkiledi. Ardından gelen postmodernizm ise tüm olguları merkezleştirip görece doğru kılmasıyla zaten önceden zehirlemiş olduğu diğer kültürlerin her eylem ve tavrını mutlak serbesti hakkı içinde değerlendirdi. Örneğin modern paradigmaherkesin aslında hemcinsi ile ilişkisinin normalliğini toplumlara zerk etti, ardından bununla zehirlenen toplumlar postmodern çağda ortaya çıkan hemcinsler arası evliliği görece doğru kabul edip özgürlük hakkı kapsamında değerlendirmeleri gerektiğine inandırıldı.

b)Kapitalizm ve Liberalizmin Etkisi: Medya, reklamcılık endüstrisi ve kitle iletişim araçlarının özgürlük adı altında hedonizm pompalayan etkisi popüler kültür üzerinden insanların pazara dâhil olmasını sağlamaktadır. Esasında özgürlük diye sunulan bizatihi arzular üzerinden kapitalizme köleliktir. Yaratıcı irade ile insanoğlunun irtibatını koparan ve bunun neticesinde de “tüketim köleliğini”, Allah’a kulluğun yerine koyan mevcut kapitalist sistem insanı özgürleşme adı altında amaçsızlığın kucağına itmiştir. “Tarzınla özgürlüğünü göster!” diyen reklam aslında yeni ürünleri tüketmeye davet ederek, insanların tüketimde ihtiyacını değil devamlılığını merkeze almaktadır. Popüler pazar, tüketiciyi özgürlük mitleri ve sloganlarıyla sürekli tüketime davet eder: “Hayatın tadı…”, “…kullan özgürleş”, “…şampuanını kullan, saçların buna değer” vb.

Popüler kültür niceliksel fazlalık ve niteliksel yoksulluğun kültürüdür. Yani toplum standartlaştırılmış tek tip giyimler, tek tip müzikler, tek tip yiyecekler tüketmeye özendirildiği halde, tüketicileri özgürleştikleri aldatmacasına inandırır. Popüler ürünler ve tarzlar kişinin bireysel ifadesi ve tercihiymiş gibi sunulur. Hâlbuki tüm tüketicileri birbirine benzer kılan sürüsel bir baskıyı ifade eder. Tükettikçe insanın özgürleşeceği savıyla insanlar pazarın kölesi kılınıyor. Kitleler hapsoldukları döngüde haz ve tutkularının peşinden gittikleri için de özgür olduklarına inandırılıyor.

Gelişen tıbbın endüstrileşerek insanların hevalarına hizmet eden bir sektöre dönüşmesi ve bilimin de özgürlük mitinden etkilenerek “tıp etiğini” yeniden şekillendirdiği gözlenmektedir. Örneğin cinsiyet dönüştürme ameliyatları, ötenazi gibi modern tıbbın konusu olmayı başarabilen, modern insanın özgürleşme talepleri, kişilerin kendi bedenleri hakkındaki tasarruflarını gerçekleştirme imkânı sunmaktadır. Yine insan neslini bir krizin eşiğine getirebilecek klonlama gibi amaçsız genetik araştırmalar ciddi tehlikelere kapı aralayabilmektedir. Tıp bilimi kendisini, insan neslini daha uzun ömürlü kılmaya yani sağ kalımı (survey) artırmaya ve “özgür tercihlerini/hayallerini” gerçekleştirmiş bireyleri mutlu kılmaya adayan bir endüstriye dönüştü. Çağdaş Batı toplumlarının tüketim merkezli yaşam tarzı, insan neslini tabiatıyla kavgalı, “olağandışı” cinsiyet ve cinsel kimliklere yönelen kaotik bir ruh haline sürüklemektedir. İlkin hemcinse ilgi duymayı normalleştiren liberal algı artık hemcinsler arası evliliği meşrulaştırıp, bu konuda yasal hakların elde edilmesi için güçlü medyası ile verdiği mücadelede başarılı olmaktadır. Üreme merkezli olmayan bu evliliklerin yasal olarak Kuzey Avrupa’da kabulü ile bu durum bir “hak” olarak piyasaya sürülmektedir. Liberal akım bu ve benzeri taleplere karşı en küçük itirazları da homofobi, transfobi gibi caydırıcı tabirler ile itham etmektedir.

c)Feminist ve Sosyalist Düşüncenin Etkisi: İnsanın kendi bedeni ve hayatı ile ilgili ölçüsüz tasarrufta bulunma hakkı olamaz. Bunlar birer bağış ve emanetken, bu tasavvura temelden karşı çıkan feminizmin doğuş şartları ile geldiği nokta arasındaki açı genişlemiş bulunmaktadır. Zira kapitalizmin sürekliliğini sağlamak için çarka işçi köleler olarak dâhil edilen kadınların mağduriyetlerini gidermek, insanca çalışma koşulları, eşit ücret gibi konularda haklarını savunmak için ortaya çıkan feminizm, erkeklerden bağımsızlaşma gayesi ve kadın bedeni üzerinde sınırsız tasarruf hedeflerine yöneldi. Bu da beraberinde ilk olarak kürtajın bir hak olduğu savını gündemleştirmekten, bedenin kendilerine ait olduğu dolayısıyla da emzirme, doğurma, evlenme, boşanma, annelik gibi tüm kurumları ve olguları sarsmaya giden bir seyir izlemesine sebep oldu. Feminizm, kadını tamamen cinsel bir objeye çeviren kapitalizm için kolaylaştırıcı bir fonksiyon görmektedir. Kadının üzerindeki -doğru yanlış- tüm geleneksel bağları kaldırıp, özgürleşmesini hedefleyen feminizm kadına haklar ve özgürlük bahşettiğini iddia ettiği halde belki de tarihte kadın, hiç bu kadar dişiliği üzerinden objeleştirilerek aşağılanmamıştır.

Sosyalizmin özgürlük düşüncesine etkisini yine sosyalizm ideolojisinden temellenen PKK’nin kadın bedeni üzerinden önerdiği özgürlük modellerine bakarak görebiliriz. PKK’nin özgürlük ve özgürleşme ile ilgili tüm argümanı aslında Batılı tarzda modernleşmeyi ifade eden bir tabloyu işaret etmektedir. En son örneği olan ve Haziran ayında kuruluşu ilan edilen kadın araştırmaları örgütü Jineoloji’dir. Jineoloji komite üyesi Armanç Sarya’nın konumuz ile ilgili açıklamaları sosyalist-feminist düşüncenin etkisini bariz bir şekilde ortaya sermektedir: “Bizim epistemolojimiz 40 yıllık mücadele temelinde var oldu. Bilimlerde bilgi üretim merkezleri var. Bizim de bilgi kaynağımız kadın özgürlük ideolojisi, kopuş teorisi, sonsuz boşanma, özgür eş-yaşam, kadın ordulaşmasıdır. Bizim ideolojimiz evrensel bir karaktere sahiptir. Bu ideoloji tüm dünya insanları için ortaya konulan bir evrenselliğe sahiptir.”

Gecikmiş bir modernleşme projesinin uygulayıcılığını üstlenen PKK’nin, feminist-sosyalist dokusuyla Kürt kadınının geleneksel kalıplarını kırmayı başardığı söylenebilir. Geleneksel toplum yapısından kaynaklı yer yer haklı noktalara dönük eleştirileri ile kadını özgürleştirme adı altında aile, annelik, evlilik gibi sosyal kurumları sarstığı görülmektedir.

İslam’da Özgürlüğün Çerçevesine Dair

Gerçek anlamda özgürlüğün doğayla, insanın kendi tabiatıyla yani fıtratıyla uyumlu olan bir çerçevede olması makul olandır. Ekini/tabiatı ifsat etmeyen, neslin niteliği ve devamıyla mücadele etmeyen selim bir aklın, ahlakın ve kalbin kabul edeceği bir çerçeveyle ancak erdemli bir özgürlük çerçevesi üretilebilir.

Sözü dinleyip en güzeline uymak” ifadesi ve Resulullah’a (s) “kulak” lakabı takılması gibi veriler ifade özgürlüğüne tahammül etme gereğine işaret etmektedir. Bu anlamda düşünce hürriyeti ile fiilî hürriyet karıştırılmamalı. Anlamak için konuşmaya, dinlemeye ve tartışmaya ihtiyaç duyan insanın temel haklarına saldırı olmadığı sürece ifade özgürlüğü doğaldır. Nihayetinde iman mefhumu da bilinçli inkâr olgusu da ancak tahkik ile tahkim edilebilir. Haricilere karşı Hz. Ali’nin “Onlar canınızı ortadan kaldırmadığı sürece diledikleri gibi düşüncelerini ifade edebilirler.” şeklindeki yaklaşımı tam da bu hürriyete duyulan inancınifadesidir.

İslam’da özgürlüğün anlam çerçevesine bakıldığında, liberal özgürlük kavramı ve taleplerinin oluşturduğu çerçeveyle ayrıştığı görülmektedir. Özgürlük tartışmalarında, temelde sınırsız özgürlük taleplerinden ziyade, özgürlüğün sınırlarının ne olacağı ile ilgili konuda tartışmaların yaşandığı görülecektir. Allah insanları esenlik yurduna çağırırken, modern özgürlük eziyete dönen bir hedonist tutsaklığa davet eder. Böylece İslam, hedonizm amaçlı özgürlükle gelecek mutluluğa karşı, tabiatıyla uyumlu bir dengelilik haliyle iki dünya mutluluğu vaat ediyor. Yani esenlik daveti, bir anlamda insanın mutluluğa dolayısıyla dagerçek özgürlüğe davetini karşılıyor.

İslam tarihinde, Avrupa’nın kendi özel şartlarında doğup küreselleşmeyle tüm toplumları etkisi altına alan özgürlük kavramı ile birebir benzer bir gündemin oluşmadığı gözlenmektedir. İslam’ın önerdiği ilkeler ve değerler zaten şehevi, dünyevi, mülki, cinsî her türlü bağımlılığı dengeli bir ilişki geliştirmeye davet ederek, kontrol altına almayı dolayısıyla heva ve hevesine hükmedebilen iradeli şahsiyetler olmayı vaaz eder. Bu bağlamıyla İslam, sunduğu tevhid düşüncesiyle bizatihi özgürlüğe davet etmiş olur. Tevhid öyle bir düşünce sistemi ki insanın lehine olan yasaklamalarla özgürlüğü kısıtlayıcı değil, insanın iradesini geliştirerek; nefsine, arzularına veya çevresel faktörlere rağmen karar alma sürecinde güçlü kişilikler inşa ederek, eşref-i mahlûkat mertebesini hedefler.

Nefsinin kulu ve kölesi olmuş kişilerin, İslam’ın özgürlüğü kısıtladığını, insanları ilkelere bağlı kıldığını söylemesi çelişkidir. İslam, nefse değil Allah’a kul ol diyor. Batılı anlamda özgürlük insanın istediğini/arzuladığını yapması iken, İslam’da özgürlük ise insanın istediği halde yapmayabilmesi yani arzularına hükmedebilmesidir. Oruç belki de en çarpıcı örneği teşkil etmektedir. İnananlar oruç ibadetiyle aslında kendilerine, arzularına ve dışsal faktörlere nasıl da hükmedebildiklerini nasıl da bu faktörlere bağımlılıktan azade olabildiklerini en çarpıcı şekilde sergilemiş olurlar.

Algılarımızı zorlayalım! Mevcut kabuller sadece hâkim ve galip algının öğrettiklerinden ibarettir. Yoksamevcut özgürlük anarşisi hali, mutlak hakikat olduğundan değil, sadece bize hakikatmiş gibi dayatılarak öğretildiğindendir. Bu algı, kendi iktidarını tüm toplumların dinleri, ideolojileri ve geleneklerini etkileyerek tahkim etmeyi başarmıştır. Şuan sokakta herhangi bir vatandaşa gayri ahlaki bir tercihte bulunmuş bir ünlünün hali sorulduğunda “kendi kişisel tercihi” şeklinde öğretilmiş bir cevapla karşılık verilmektedir. Bu örnek bireylerin kendi özgün fikirlerine rağmen popüler kitlesel bir baskının etkisiyle olayları değerlendirmek zorunda hissettiklerini göstermektedir. Bu, medyanın olaylar ve olgular ile ilgili topluma sunduğu perspektifleri, bireylerin kendi fikirlerine rağmen “hakikat” kabul etme baskısıdır.

İslam’da nefsanî/içsel ve sosyal/dışsal bağlılıklar, sınırlar inşa edilerek fıtrat ve toplumsal düzen korunur. Bunları genel birkaç başlıkta örneklendirecek olursak:

1-Sosyal Yaşam: İslam, bağlılarına dilediği gibi gezme, yaşama, içme, komşusuna dilediği gibi davranma veya misafir istememe gibi modern anlayışı reddederek, sosyal ilişkilerinde insanlarla ilişkiyi sorumluluk, paylaşma ve merhamet temelinde düzenler. Yanı başındaki komşusunun hakkını bir sorumluluk olarak insana yükleyen İslam, asosyal, bireysel yaşayan ve çevresinin sorunlarına duyarsız bir tutumdan inananları men eder. Kur’an’da sosyal paylaşım ve dayanışmayı vurgulayan birçok ayetle beraber Resulullah’ın (s)da bu yönde nasihatleri vardır:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikramda bulunsun...” (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75)

2-Mülkiyet Anlayışı: Dinde dilediğimiz gibi yeme içme serbestîsi yoktur. Malın israf edilemeyeceği ve yine eli sıkı olunamayacağı belirlenerek malın emanet olduğu bilinci iledengeli ve usullü bir tüketim keyfiyeti vardır. Yine bu emanet edilen malın arındırılması için zekât, infak, sadaka gibi yükümlülüklerle paylaşımı, böylece sosyal adalete katılımın sağlanması amaçlanmıştır. Oysa modern mülkiyet anlayışı tamamen bireyin tüketim arzularını merkeze alan egosantrik bir sınırsızlık, aç gözlülük halini ifade etmektedir.

“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki herkes tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret çeken bir hale düşmeyesin.” (İsra, 29)

3-Beden Anlayışı: Liberal özgürlük kavramının çarpık beden anlayışı, en çok feminizm düşüncesi üzerinden görünür olmuştur. Özellikle kadının erkek etkisinden kurtulması bağlamında geliştirilen son yüzyıldaki taleplerle insanlık tarihinde neredeyse karşılaşılmamıştır. Kadının bedeninin bozulması fobisiyle anneliği reddetmesi, emzirmeye karşı çıkması, sebepsiz kürtaj gibi cinayetleri doğallaştırma çabalarının meşru birer hakolduğu, güçlü medya desteğiyle pazarlanmakta ve herkesin buna inanması beklenmektedir. Oysa din, cinslerin cinsiyetlerini değil kişiliklerini ön plana çıkararak onlara değer atfeder. Kadın veya erkek olmanın üstünlük ifade etmediği, temelde erdemli olmanın değerli kriter olduğu dinde, kadın veya erkek olmak değil; salih veya facir olmak, muttaki veya sorumsuz olmak, iyi veya kötü olmak bağlamında insan değerlendirilir. Bunu yaparken cinsiyetlerin fizyolojik, ruhsal ve anatomik vakıalarına uygun annelik, babalık, aile, eşlerin birbirlerine karşı hakları gibi olguları ve rolleri de belirler, ölçüler koyar. Bu anlamıyla İslam, kadın ve erkeğin sebepsiz yere kısırlaşma talebi, emanet olan beden ve hayatlarına son verme, bedenleri üzerinde sebepsiz tasarrufta bulunma gibi talepleri hoş görmez.

4-Cinsellik/Cinsiyet Anlayışı: Eşcinselliğin ne olduğu, nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusu belki müstakil bir çalışmayı gerektirecektir. Ama eşcinsellik hakkında liberal atmosferin baskısı altında olduğumuzu kabul ederek konuşmamız gerekmektedir. LGBT gibi hareketlerin ve bunlara sunulan medya desteğinin, toplumda karşılığı olmayan bu yönelimi nasıl da normalleştirdiğini görmek çarpıcıdır. İslam cinsiyet ve cinselliğe dönük temel bir sınıflamayla insanoğlunu kadın ve erkek; ilişkilerini de heteroseksüel olarak belirler. Ama Batı kaynaklı aklın insanı cinsiyet ve cinselliğine göre tasnifi çok daha karmaşık, parçalanmış ve kaotiktir: Kadın, erkek, transseksüel, travesti, crossdresser, gey, lezbiyen, heteroseksüel, biseksüel. Bu kaotik tablo her hazzın, merakın ve arzunun makul ve meşru görülmesiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü çağdaş özgürlük mitine göre hemen her yönelim bireysel tercihtir. Dolayısıyla dadoğru veya yanlışlığı genellenir bir hükme bağlanamaz, sonuçları da bireyi bağlar. Hâlbuki İslam, cinsiyeti tanımladığı gibi fiziki ve ruhi tam bir uyumu ifade eden karşı cinse yönelimi doğal görmüştür. Diğer yönelimleri bir sapkınlık, azgınlık ve şeytani haz arayışları olarak mahkûm etmiştir.

5-Tabiat Anlayışı: Endüstriyel aklın, daha fazla üretim ve “refah” için doğayı tahrip eden mantığına dinde ret vardır. Sanayileşmenin kaçınılmaz sonu olarak tabiatın doğallığını yitirişi, insan hırsının geldiği yer açısından anlamlıdır. Buna mukabil İslam ise savaşta dahi ağaçları koruyan bir hukuk ilkesi ile tabiattan, canlılardan sadece ihtiyaç ölçüsünde yararlanma ruhsatı verir; tahrip etme serbestîsivermemektedir. Ekini (tabiat, gıda) ve nesli (cinsiyet, genetik, cinsellik) korumayı vazederek konuya yaklaşımını ortaya koymuştur.

“O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, 205)

6-Birey-Cemaat Bağlamında Müslüman Anlayışı: Bundan kastımız Müslümanın İslami çalışmalar ve gayretlerdeki bağımsız-özgür çalışma düşüncesidir. Bu tarzın da hâkim özgürlük algısından etkilenerek geliştiğini düşünmekteyiz. Özellikle çevremizde, bireyselleşerek küçük dünyasına kapanan insanların İslami çabalarındaki seyrin, salih amelden hasenata ve nihayet de tam bir savrulmaya evrildiği görülebilmektedir. Bu tehlikeyi bertaraf edecek olan tutum, Kur’an’daki, müminleri topluluk olarak muhatap alan ifadelerde açıkça görülmektedir. Bu çoğul hitaplar veya “İşleri şura iledir.” ilahi tavsiyesiyle anlaşılan net bir durum vardır ki birliktelik halindeki çalışmalar bireysel çalışmalara öncelenmiştir. Yine Saf Suresi 4. ayette de Rabbimiz sıkı bir birliktelik ve dayanışma örneğiyle inananları kenetlenmeye teşvik eder. Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere bireyselliği ön plana çıkaran hâkim algının aksine müminlerin birlikteliği, İslam’ın önerdiği davranış şeklidir.

Kaynakça:

Ali Bulaç, İnsanın Özgürlük Arayışı, İnkılâp Kitabevi Yay., 2015

Abdurrahman Arslan, “Bir Muhalefet ve Bütünleşme Aracı Olarak Özgürlük”, Küresel Sistem ve Kavramlar / Müzakereli Seminerler, Özgür-Der Yayınları, 2004

Hamza Türkmen, “Küresel Sistemin Kavramlarına Yaklaşımda Usul”, Küresel Sistem ve Kavramlar /Müzakereli Seminerler, Özgür-Der Yayınları, 2004

Molla Mansur Güzelsoy, İnsan Haklarından İslami Harekete İlmi ve Siyasi Tahliller, Özedönüş Yay., 2014

Murat Güzel, “Küreselleşme Avrupa merkezcilik ve İslam” Umran, Temmuz 2000

Mesut Karaşahan, “Cinsel Etik Ya da Haksızlıktan Haklar Devşirmek”, Umran, Temmuz 2000

Bünyamin Sevim, “Postmodernizm ve Cinsiyet/Cinsellik Merkezli Kimlik Kaosu”, 19.05.2014, https://www.haksozhaber.net/postmodernizm-ve-cinsiyet-cinsellik-merkezli-kimlik-kaosu-28158yy.htm

Bünyamin Sevim, “Eşcinselliğe Bir Bakış Denemesi” Haksöz, Sayı: 289, Nisan 2015

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR