Mısır’da İslamcıların İktidar Yürüyüşü Sürüyor!
Mısır’da iki aşamalı olarak düzenlenen anayasa referandumu 22 Aralık’ta tamamlandı ve yeni anayasa %64 oy oranıyla kabul edildi. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin şahsında “İslamcı iktidar tehlikesi”ne karşı haftalardır büyük gürültü koparan, Mısır’ı adeta savaş arenasına çeviren yönetim karşıtlarının halk arasında güçlü bir dayanaklarının olmadığı da bir kere daha ortaya çıkmış oldu.
Referandum sonuçlarına rağmen Mursi karşıtı cephe hâlâ çeşitli tezlerle, iddialarla kaos ortamı oluşturma çabalarını sürdürüyorlar. Ne var ki, kabullenmekte ne kadar zorlanırlarsa zorlansınlar ölümcül bir yenilgi aldıkları çok açık.
Mısır’ın son bir aylık süreci oldukça çetin geçirdiğine ve kritik bir dönemeçten geçtiğine kuşku yok. 22 Kasım tarihinde Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan yetki kararnamesini gerekçe göstererek ülkenin bir diktatörlüğe gittiği iddiasıyla organize olan Mursi karşıtları, başta Tahrir Meydanı olmak üzere ülke çapında gerçekleştirdikleri gösterilerle tansiyonu bir hayli yükselttiler. Ardından gelen Mursi’nin yeni anayasa taslağını referanduma götürme kararı ise muhalefetin daha da alevlenmesine yol açtı. Sadece kitlesel gösterilerle yetinmeyip, yaygın bir tarzda şiddete başvurulması neticesinde 10’u İhvan mensubu olmak üzere 11 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Tüm bu eylemlerin ardındaki asıl niyetin yeniden askerin yönetime el koyması olduğuna ilişkin iddialar sıkça dillendirildi. Yapılanların bu amaca yönelik provokasyonlar olduğu tezini güçlendirecek cinsten gelişmeler de yaşandı. Doğrusu kanıtlanmış olmamakla beraber, bu tür iddiaların yabana atılacak şeyler olmadığı da barizdi.
Mursi’nin artan tepkileri yatıştırmak ve muhalif unsurları ayrıştırmaya dönük adımı beklenen etkiyi yaptı. Ülkenin dikta düzenine gittiği iddiasıyla sokakları hareketlendiren ama asıl dertlerinin İslamcı iktidardan kurtulmak olduğu aşikâr çevrelerle halkın iradesine saygı gösterilmesi gerektiğini savunanlar ayrıştı. Mursi’ye diktatör yetkisi verdiği iddia edilen kararname geri çekilmiş ama laik-liberal-sol çevrelerin rahatsızlığı dinmemişti. Referandumun da geri çekilmesini talep ediyorlardı çünkü kazanamayacaklarının farkındaydılar.
Yeni anayasanın şer’i bir sisteme geçiş için bir tür ön hazırlık olduğunu ileri süren bu kesimler Kıpti azınlığı ileri sürerek anayasanın çoğulcu nitelik taşımadığını iddia ediyorlardı. Oysa aslında sorun Kıptilerle değil, bizatihi laik-seküler ideolojiyi tüm topluma dayatmayı bir çağdaşlık ölçüsü bellemiş çevrelerin tahakkümcü zihniyetleriyle ilgiliydi. Bu arada Cuma günleri Tahrir Meydanında toplanıp, Cuma namazı sonrasında İslamcı iktidarı protesto gösterileri yapma tutumunun içerdiği enteresanlığa da ayrıca dikkat çekmekte yarar var!
Tüm engelleme çabalarına rağmen 15 Aralık’ta anayasa referandumunun ilk ayağı gerçekleştirildi. Yargı mekanizmasında ortaya çıkan rahatsızlık ve engelleme çabaları yüzünden seçimi gözlemlemek üzere yeterli yargıcın görevlendirilemeyebileceği ihtimaline binaen referandum iki aşamalı olarak yapıldı. Referandumun ilk ayağı ülkenin Kahire de dâhil olmak üzere bazı bölgelerinde 15 Aralık’ta yapılırken, diğer bölgelerde ise 22 Aralık’ta yapıldı.
15 Aralık’ta yapılan ilk aşama referandum sonuçlarına göre evet oyları %56,5 oranında gerçekleşirken, hayır oyları ise %43,5’te kalmıştı. 22 Aralık’ta yapılan ikinci aşamada ise evet oranı %71,5’e çıkarken, hayır oyları ise ancak %28,5’e ulaşabildi. Toplamda seçmenlerin %64’ü anayasaya evet derken, %36’sı ise hayır demişti.
Seçim sonuçlarına ilişkin olarak muhalifler klasik avunma söylemleriyle halkın karşısına çıktılar ve seçimlerde ihlaller ve usulsüzlükler yapıldığını iddia ederek referandumun meşruiyetini tartışmaya açmaya çalıştılar. Ne var ki, ne uluslararası gözlemciler ne de bağımsız yargıçlar bu iddiaları ciddiye almayı gerektiren yaygın ve etkili bir ihlal veya usulsüzlük tespit etmediler.
Katılım Oranı Demagojisi
Ardından bekleneceği üzere katılım oranı üzerinden referandum tartışılmaya çalışıldı. Referanduma katılım %33 oranında gerçekleşmişti. Toplam kayıtlı 52 milyon seçmenden 17 milyonu sandığa gitmiş ve 6,1 milyon “hayır” oyuna karşılık 10,7 milyon “evet” oyuyla referandum kabul edilmişti.
%33 katılım oranının düşük olduğu açık ama Mısır’da Mübarek sonrasında gerçekleştirilen hiçbir seçimde katılım oranının zaten %50’yi bulmadığı da gözden kaçmamalı. Mübarek rejiminin yıkılmasının hemen ardından 2011 Mart’ında yapılan referandumda da katılım %41 olarak gerçekleşmişti. Mübarek döneminde yapılan seçimlerde ise katılım oranı diye bir olgu zaten söz konusu değildi çünkü bin bir türlü zorlama ve hileyle yapılan göstermelik seçimlerde halkın %10’u bile sandığa gitmiyordu.
Katılım oranının düşüklüğü değerlendirilirken; seçim kültürünün zayıflığı, oy mekanizmasının işletilmesi için teknik altyapının kısıtlılığından kaynaklanan zorluklar, toplumun önemli bir kısmının okur-yazar olmaması ve bunlara ilaveten ekonomik sıkıntılarla kavrulmuş ve temel hedefi günlük iaşesini kazanmak olan geniş bir kitlenin varlığı gibi unsurlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Öte yandan şunu da sormak gerekir elbette: Katılım oranının düşük olması neden muhaliflerin iddialarını, tezlerini, siyasi pozisyonlarını güçlendirecek bir delil olarak görülsün ki?
Muhalifler katılımın %33’te kaldığını, İslamcıların desteklediği anayasanın halktan ancak 10,5 milyon oy alabildiğini, bununsa yeni anayasanın meşruiyetini sorgulamayı gerektirecek yetersiz bir sayı olduğunu söylüyorlar. Peki, kendi tezleri, savundukları siyaset halktan ne kadar oy almış? Sadece 6 milyon!
Anayasanın legal açıdan kabul edilmiş olmakla beraber, halktan yeterli oranda destek görmediğini, bu yüzden siyasi meşruiyetinin tartışmalı olduğunu iddia eden bir söyleme sarılıyorlar. Ne var ki, bu söylemin sahipleri kendi tezleri olan, anayasanın reddedilmesi seçeneğine toplamda 4,5 milyon daha az rey verildiğini görmezden geliyorlar. Sonuç olarak 10,5 milyonun değil, 6 milyonun görüşü, reyi, tercihi asıl kabul edilsin demiş oluyorlar. Bu gerçekten de çok saçma ve temelsiz bir yaklaşım!
Mısır’da referandum İhvan liderliğindeki İslami hareket açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Mübarek’in devrilmesinden bu yana geçen 22 aylık zaman diliminde çok boyutlu, çok yönlü bir kuşatmayla köşeye sıkıştırılmaya, etkisizleştirilmeye çalışılan İslamcı kadrolar daha önceki engeller, aşamalar gibi bu aşamayı da başarıyla geçtiler. Askerden sonra, bürokrasi ve yargı engeli de halk desteğiyle en azından yasa düzeyinde aşılmış oldu.
Şüphesiz bu durum bundan sonra koşunun engelsiz devam edeceği anlamına gelmiyor. Yine gerek eski rejimin artıklarının gerekse de devrimin kendi hakları olduğunu düşünen fakat İslamcılara kaptırıldığına inanan farklı kesimlerin engelleme çabaları sürecek. Daha önemlisi de bağımsız bir dış politika izleme çabası oranında Mısır’ın, ABD-İsrail baskısına maruz kalacağı ve teslimiyete zorlanacağının bir tahmin olmanın ötesinde, kaçınılmaz bir sonuç olduğuna kuşku yok.
Mısır 80 milyonluk nüfusuyla büyük ama iktisadi anlamda çok geri kalmış bir ülke. Amerikan dış yardımına bağımlılığı biliniyor. Milyonlarca insanın çok kötü şartlar altında yaşadığı Mısır’da istihdam sorunu çok ileri boyutlarda. Ve tüm bu sorunlara ilaveten Batılı güçlerin sürekli gözetim ve manipülasyonlarına muhatap olan Kıpti bir azınlık barındırmakta. Tüm bu veriler dikkate alındığında İslamcı kadroların işinin kolay olmayacağı anlaşılıyor. Bununla birlikte Mısır’da İslami hareketin on yıllardan beridir sürdürdüğü mücadele, ödediği ağır bedeller karşılığında elde ettiği deneyim ve kazanımlar ve İslamcı kadroların kararlılık ve azimleri bu zorlu yolculukta en büyük avantaj olarak öne çıkmakta.
Son yaşanan gelişmelerle birlikte Mısır vakasının bizler açısından da geniş bir çerçevede değerlendirilmesi ve farklı boyutlarıyla tartışılması önem arz etmekte. Müslümanlar arasında iktidar süreci, farklı kesimlerle münasebetler, kuşatıcılık, netlik vb. öteden beri tartışılan konulara Mısır örneğinden kalkarak bir kere daha bakmakta yarar var. Burada bilhassa iktidar zemininin imkânları, sorumlulukları ve sınırları hususuna dikkat çekmek istiyoruz.
Uluslararası literatürde genel olarak Arap Baharı ya da Arap Uyanışı diye adlandırılan Ortadoğu’daki intifada sürecine ilişkin bazı İslami çevreler hep kuşkulu, mesafeli, eleştirel, hatta yer yer mahkûm edici bir yaklaşım içinde oldular. Örneğin Mısır ile ilgili olarak sürekli biçimde eksiklere, zaaflara odaklandılar. Başta İhvan olmak üzere İslami kadroları uyguladıkları siyasette yeterince İslami olmamakla, İslam devletinin inşası ve ilanında geç kalmakla, farklı kesimlerin taleplerine açık olmakla suçladılar. Özetle, “Hani devrim olmuştu, neden hâlâ istediğimiz düzenlemeler yapılmadı?” türünden yakınma ve tepkiler serdettiler.
Son bir ayda yaşananları göz önünde bulundurarak şimdi dönüp bu yaklaşımları yeniden tartışmak, değerlendirmek hepimiz açısından faydalı sonuçlar çıkartabilir.
Vakadan ve Gerçeklikten Soyutlanmış Bir Tutumla Toplumsal Şahitlik Yapılamaz!
Öncelikle ne Mısır’da ne de bir başka yerde Müslümanların, İslami hareketlerin tek başlarına olmadıklarını, boş sahada maç yapmadığımızı görmemiz lazım. Dolayısıyla taleplerimiz, söylemlerimiz, hareket tarzlarımız mutlaka “diğerleri”ni gözetmek durumunda. “Diğerleri” yokmuş gibi davranamayız. “Diğerleri”nin taleplerimizden, söylemlerimizden, hareket tarzlarımızdan nasıl etkilendiklerini ve geniş kitleleri bu zeminde nasıl etkilemeye, mümkünse İslami harekete karşı harekete geçirmeye çalıştıklarını görmek durumundayız.
Sorun sadece Kıptiler ya da gayrimüslim topluluklardan ibaret değil. Maalesef İslam coğrafyasında kendisini Müslüman olarak tanımlamasına rağmen İslami bir yönetim ve iktidara karşı kararlı bir muhalif tutum sergileyen geniş kitleler mevcut. Bu kesimlerle nasıl bir iletişim ve ilişki içinde olacağımızı belirlemek durumundayız. Şüphesiz adımlarımızı bu tür çevreleri, kesimleri memnun etmeye yönelik olarak atacak değiliz, elbette kendi programımızı takip edeceğiz ama bunu yaparken muhatap olduğumuz toplumdaki farklı yaklaşımları, kimisi bizim temsil ettiğimiz kimlik ve değerlere uzak, kimisi ise doğrudan düşman kesimlerin mevcudiyetini dikkate almak zorundayız. Bu, vahyin tebliği ve davetin doğru biçimde ulaştırılması açısından çok önemli olmakla beraber, İslami hareketlere karşı konumlanan unsurların daha da keskinleşmesinin, düşmanlık içerisine girmelerinin engellenmesi açısından da elzemdir.
Mısır gibi köklü bir laikleştirme, Batılılaştırma ameliyesinden geçmemiş ve genelde halkı dindar sayılan bir ülkede dahi, İhvan diktatörlüğüne karşı tavır adı altında “şer’i sistem inşası”na karşı harekete geçen geniş kitlelerin mevcudiyeti düşündürücüdür. Tahrir Meydanı başta olmak üzere, ülke genelinde Mursi karşıtlarının günlerce sürdürdükleri protestolar, yürüttükleri seçim kampanyaları ve referandum yenilgisine rağmen gerginliği tırmandırma çabalarından vazgeçmemeleri, İslami hareket kadrolarının söylemleri ve eylemleriyle ilgili çok rahat bir pozisyonda olamayacaklarını göstermektedir. Gözüken o ki, geçiş süreci uzun ve sancılı olacaktır. Dikkatli bir tarzda yürütülmeyi gerektirmektedir.
Bu gerçeğe rağmen İslami hareket kadrolarını uzlaşmacılıkla, yeterince cesur olmamakla, şeriatı ülkenin tek yasal ve siyasi sistemi ilan etmemekle suçlamak akıl kârı mıdır? Bu tutum merhaleciliği esas almış bir toplumsal dönüşüm ve inşa faaliyetini berhava etmeye kalkmak değil midir?
Bazı İslami cemaatlerin anayasa referandumunu boykot tavrını da aynı dar bakış açısının bir yansıması olarak görmek mümkün. Bu oluşumlar yaklaşık iki yıldır büyük badirelerden geçerek devam eden devrim sürecini anlamaktan da ortaya çıkan kamplaşmada doğru ve ilerletici bir pozisyon belirlemekten de uzaktırlar. Topyekûn bir halkı harekete geçiren ve nasırlaşmış bir zorbalık rejimini devirme başarısını içeren süreç içinde yer alamamanın, daha doğrusu sürece yabancılaşmanın meydana getirdiği bir siyasetsizlik hali içindedirler. Ve bu haliyle bırakalım iktidar alternatifi olmayı, dikkate alınır bir kitlesel pratik imkânı yakalamaları dahi çok zor görünmektedir.
Siyaset Zemini Pratik Tavırlar ve Önceliklerle Genişler Ya da Geriler!
Mısır tecrübesinden gerekli dersleri çıkarmak zorundayız. Siyaset zemini canlı, devingen bir alandır. Geniş ufuklu stratejiler yanında konjonktürel gelişmelere ilişkin etkili ve kapsayıcı taktikler de gerektirir. Mevzi savaşlarının süreklilik arz ettiği siyaset zemininde hedefleriniz için öncelikler oluşturmanız gereklidir. Ve bazen tümüne talip olmak, hepsini kaybetme sonucuyla karşılaşmayı da getirebilir. Bu açıdan dikkatli, planlı hareket edilmesi şarttır. Ciddi bir programı, toplumu değiştirme, dönüştürme iradesi bulunan oluşumların kısır tartışmalarla vakit kaybetme lüksü ise yoktur.
Yaşadığımız dünyayı, içinden geçtiğimiz süreci kapsamlı, derinlemesine tahlil etmeye çokça ihtiyacımız olduğu kesin. İslami hareketlerin tecrübelerini ortak mirasımız olarak görmeli ve yaşananları, bir de biz kendimiz tekraren yaşamak zorunda kalmadan kardeşlerimizin tecrübelerinden istifade etme yoluna gitmeliyiz. Ama hepsinden önce tüm dünyanın gözlerini diktiği ve taraf olduğu bir mücadeleyi dışarıdan, ilgisiz, müstağni bir bakış açısıyla değil; kardeşlik, dayanışma ve sorumluluk bilinciyle takip etmeliyiz. Ve kardeşlik hukukunu zayıflatacak söylemlerden kaçınırken, mücadeleyi geliştirecek adımlara öncelik vermeliyiz.
- Uzun Soluklu Bir Yürüyüş
- Bir İnsanlık Testi Olarak Suriye ve İman İmtihanımız
- “Dezenformasyon Yardımı Engelliyor!”
- Suriyeli Mazlumların Hesabı Bizden Sorulmayacak mı Sanıyoruz?
- Cevdet Said: Pasifizm ve Direniş
- Suriye’nin Yakın Gelecekteki Sorunu
- Suriye Kürtleri İçin Yol Ayrımı
- Savaşın Bedeli
- Suriye’de Türkiye’den Bir Şehit Daha
- Obama “İslamcı Suriye”ye Yardım Ediyor!
- Mısır’da İslamcıların İktidar Yürüyüşü Sürüyor!
- AK Parti ve İslamcıların Sisteme Eklemlenmesi Meselesi
- Batı’nın Ortadoğu İntifadaları Üzerindeki Rolü ve Politikaları
- ODTÜ Olayları Öğrencilerin Özgürlük Haykırışı mı?
- İnsan Suresi Tefsiri Işığında Hayatın ve Gaybın Anlamı
- Zulme Karşı Çıkmak İmanın Gereğidir
- Roboski’nin Yüzünde Derin Bir Kaderdir Hicran
- Mehmed Âkif ve “İslamcılık”
- X, Y, Z ve Diğerleri
- “Kötülüğün Zaferi İçin İyilerin Hiçbir Şey Yapmaması Yeterlidir!”
- Ne Annem Kaldı Ne de Evimiz