1. YAZARLAR

  2. Hamza Türkmen

  3. Mısır’da “Barışçıl Direniş” Modeli ve “Mekke Direnişi”

Mısır’da “Barışçıl Direniş” Modeli ve “Mekke Direnişi”

Eylül 2013A+A-

Bizler tutsak edildiğimiz parçalanmış ümmet coğrafyasında mağlup düşen unsurlar olarak birbirimize karşı kamplaşmak istemedik. İnzal olan Kitab’ı okudukça idrakimiz ve vicdanımız canlandı. Yönelişimiz Rasulullah’ın evrensel öncülüğü, tutunduğumuz Hablullah’ın gösterdiği istikametti. Ve sonra fıtratın ve insanlığın yüreğine dokunmak istedik.

Biz var kalmaya çalışırken egemenlere müdahane etmedik ama diyalog dedik, selam dedik, barış dedik, inanç özgürlüğü dedik. Zaten ayaklarımız bağlı idi. Süslü sözlerle ve silahla üstünlük sağlayanlar kalbi kararmış istikbardı; vurulan bizdik. Ellerimiz Rabbimizin ipine tutundukça yasaklarla, sürgünlerle, işkencelerle, ölümlerle dirilen bizdik.

İskilipli düştü toprağa, sonra Şeyh Said. Benna’yı vurdular alçakça ve Kutub’un mesajını darağacında boğabileceklerini sandılar. Nebhani işbirlikçi Hüseyin’den kaçarken aç-biilaç can vermişti bir cadde kenarında. Yenigün’ü kurşunlayan kontgerilla Türkiye’de yeniden tevhidî cemaatleşmenin ilk adımını kırmak istemişti. Ve Cezayir’de de yeşeren irademizi Bin Badis’in talebelerini tek tek öldürerek çökertebileceklerini sanmışlardı. Daha nice katliamlar, işkenceler ve on binlerce Ashab-ı Yusuf... Ama coğrafyamızda vuruldukça büyüyen, öldükçe yeşeren ve var olma iradesini kuşanan vahyî iklimin rüzgârı hiç kesilmedi. Vahyin ipine tutundukça tükenmeyecektik de…

Oysa kalbi kararanların da vicdanı olmak istemiştik. Düşkünlüğümüz ve nimeti yitirişimiz birlikte olmuştu, birlikte uyanalım istemiştik. Ama onlar görünür olanın hazzını, zevkini ve mevkii seçtiler. Devşirilmeyi tercih ettiler, nefislerini şeytanın rüzgârına saldılar…

Onlar, küreselleşen Batı’nın devşirmeleri ve işbirlikçileri. Şirk ve tuğyan temelli Batılı paradigmanın içimizdeki misyonerleri. Ellerinde tuttukları efendilerinin silahları. Ateşli veya iletişimsel silahlar… Bir de kan ve gözyaşı kokan kapitalin gücü. Kendilerinden istenen ya İslami kimliğimizi vurmaları ya da alt kimliğe indirgemeleri...

İşte coğrafyamızdaki kutuplaşmanın yol haritası.

İnsanlığı, “nas”ı zulümlerden nura ulaştırmak isteyen Kur’an kutuplaştırmak değil hidayete ulaştırmak ister. Kutuplaşanlar cahiller, benciller, ben-merkezciler ve şeytanlaşanlardır. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyen Firavun’un ruhu Kemalizm’de, Nasırizm’de, coğrafyamızdaki tüm şeyhlik, krallık, emirlik, cumhuriyet rejimlerinin diktatörlüklerinde yaşıyor. Bu yerel ve küresel vesayetten kurtulmayı amaçlayan her bağımsızlaşma adımı karşısında da farklı barikatlar hep aynı yerde kuruluyor. Hak, adalet ve özgürlük arayışları karşısında ABD’den Rusya’ya, AB’den Çin’e kadar küfrün iradesi tek ümmet.

Bizi kendi coğrafyamızda ötekileştirmeye çalışanlar onlardı. Düşürdükleri, çökerttikleri yanlarımız olmadı değil. Ama bilinç ve iman barikatlarımızı aşamadılar. Çünkü özgürlükleri için fıtratla, vahiyle buluşmak isteyenler Kur’an’ı rehber bilmişlerdi. Tevhid, adalet, özgürlük talebelerinin; muslihlerin ve şahitlerin çoğu kez ‘Kitab’ları ile birlikte azıkları zindan oldu, sürgün oldu, ölüm oldu. Vuruldular, işkence gördüler, sakat kaldılar ama sinmediler, müdahane etmediler. Çünkü ıslah çizgisi yeniden fıtri bir hayat, yeniden fıtri bir inşa çizgisiydi. Islah çizgisi inkılap ve diriliş hattıydı.

Çatışmayı biz istemedik, onlar istedi.  Kamplaşmayı biz istemedik, onlar istedi. Ama en son Mısır İslami ve insani direnişi Urvetul Vuska’dan, El Manar’dan, Bin Badis’ten, Hasan El Benna’dan, Seyyid Kutub’dan sürüp gelen direniş ve ıslah çizgisine dayanarak, özgünlüğümüzü ve özgün harekât hattımızı ortaya koydu. Belki ilk defa sünnetullah ve bilinçsel merhale boyutu bu denli gözetilip Muhammedi Sünnet ve Siret örnekliği bu denli hayatımızın rengine boya katabildi. Belki Hz. Muhammed’den bu yana ilk defa savm/orucun ve salat/namazın bu denli kitleleşen düzeyde gerçek fonksiyonları sosyalleşme imkânına ulaştı.

3 Temmuz 2013 Mısır askerî darbesinden hemen sonra İhvan-ı Müslimin’in lideri/mürşidi Muhammed Bedii, “barışçıl direniş” çağrısı yaptı. Islah geleneğinin derinliğinden beslenen bu istişari formül, günübirlik bir heyecanın ürünü değildi; belli ki önceden görüşülmüş istişari bir kararın sonucuydu. Rabiatul Adeviyye Meydanında ABD ve Suud destekli darbecilere-devşirmelere karşı Müslümanların direniş stratejisini İhvan Mürşidi Muhammed Bedii, milyonlarca direnişçinin önünde tüm dünya kamuoyuna açıkladı. “Barışçıl direniş” çağrısı İslami mücadeledeki ıslah-inkılap süreçlerinin birikimine ve istişari akla dayanıyordu. Bedii, bu çağrıyla açıkça, Mekke Dönemi mücadelesinde Rasul ve Rasul’le birlikte olan öncülerimizin tertil fıkhı bilincini güncelleştirmiş oluyordu.

Küresel kapitalizm tarafından askerî, kültürel ve ekonomik alanda kuşatıldığımız modern cahilî şartlarda, kendimizi savunmaktan öte, kendimizi savunurken toplu şahitliği ve vahyin tebliğini önceleme imkânı belki böylesine kitlesel olarak ilk defa Bedii’nin “barışçıl direniş” çağrısıyla gerçekleşiyordu. Bu çağrı, düşünülüp de gerçekleştirilemeyen stratejik açılımlarımıza, adanmışlığı kuşanarak, terle ve kanla kazanılmış bir şuhedalığa adım atıyordu. O; siyasi, hukuki ve ekonomik imkânsızlıkların sınırlılığı ve kuşatılmışlığı ile yaşayan Mekke Müslümanları gibi, Mekke cahilî kuşatmasına meydan okuyan iradi adanmışlık ve vahiyle eğitilmiş bilinç hattını sürdüren bir çağrıydı. Barışçıl direniş çağrısı Mısır’da yerel ve küresel cahilî kuşatmaya karşı ölümün kol gezdiği meydanlarda vahye ve adalete tanıklık için milyonlara ulaşan kardeşlerimizle birlikte tüm eksikliklerine rağmen Mekke direniş örnekliğini modern çağa taşımaya çalışıyordu.

3 Temmuz Darbecilerinin Okuyamadıkları

Coğrafyamızdaki devşirilmiş egemenlerin kullandığı toplumsal hayatın dönüşümüyle ilgili kavramlar ve yasalar tartışmalı ve izafidir. Onlar Batılı paradigmanın oluşum süreciyle belirlenmiş felsefe, siyaset ve sosyoloji disiplinlerinin kalıplarıyla hayatı okumaya çalışmaktadırlar. Bu zihinsel tutsaklıktan kurtulamayan, toplumsal olayların seyrine vahyî kelimelerin içeriği ve sünnetullah bağlamında bakamayan ve Rabbimizin gaybi yardımıyla ilgili telakkiden bihaber bulunan Batılılar ve işbirlikçi elitleri, 3 Temmuz askerî darbesinden sonra Mısır meydanlarından tüm Mısır şehirlerine taşıp kitleleşerek sürdürülebilecek bir direnişle karşılaşacaklarını hesap edememişlerdir. 

Mısır’da 3 Temmuz darbesinden bu yana meydanlarda silahlı saldırılara ve ölümlere karşı silahsız olarak göğüslerini siper eden, zorluklarla geçen bir aylık süreye ve tüm katliamlara rağmen daha da kitleleşen Mısır İslami ve insani intifadası karşısında Batı da işbirlikçi devşirmeleri de şaşkınlık hali içine girmişlerdir. Küresel ve yerel istikbarın günübirlik yol haritaları, Müslümanların kitlesel potansiyel birikimi karşısında kadük kalmıştır. Bu nedenle de darbeciler sinirlenip paniklemişlerdir. Sinirlendikçe de sonuçlarını hesaplamadan katliama bulaşmışlardır.

Ayrıca bu ‘barışçıl direniş’i kendi özel şartlarında anlamı olan Gandi ve Azad’ın liderliğindeki Hindistan’daki “pasif direniş” örnekliği ile mukayese edenler de yanılmaktadır. Mısır barışçıl direnişi, zor karşısında dayak yiyen yanağından sonra ötekisini de uzatarak kendini acındırtan kitlesel bir etkinlik değildir. Mısır direnişi, mahrumluklara rağmen mustazaflığı aşan ve mustazaflık kimliğini yenen bir direniştir. Barışçıl direniş, Rasul’ün Siret’inde olduğu gibi veya Hz. Muhammed’in Mekke mücadelesinde olduğu gibi, ilkelerinden ve meşruiyetinden vazgeçmemek için bedenini ölüme siper edenlerin, Hz. Sümeyye ve Hz. Yasir gibi şehadetleriyle cenneti satın almaya çalışanların sosyalleşmiş bilincidir.

Evrensel ıslah çizgimiz ve İhvan’ın vahyî inşa ve inkılap geleneği zaten kuşatılmışlık ortamlarında olsun, serbestlik ortamlarında olsun, vahyî doğrulara tanıklığı şehitlik bilip, şehadet bilincini yaşatıyordu. 3 Temmuz’dan bu yana ölümcül şehadeti tadan yüzlerce kardeşimiz, zaten içinde yaşadıkları toplumu ve tüm insanlığı gereğince vahiyle uyarmak için yaşayan şuheda toplumu olma kararlılığını üstlenenlerle birlikteydi. Şahidiz. Onların yaşayan şehitlikleri ölümcül şehitlikle taçlandı. Canlı yayınlarda TV ekranlarından şahidiz ve Rabbimizden bu şehitlikleri kabul buyurmasını niyaz ediyoruz.

Şehitlerimiz Kur’an’ı rehber bildiler. Ölüm anlarında bile dillerinde Kur’an ayetlerini tilavet ediyorlar. Darbeci General Sisi güçleri tarafından vurulan bir kardeşimiz son nefesini verirken, konuşamayan dili yerine eliyle kâğıda “La İlahe İllallah”  yazmaya çalışıyordu. Şahidiz. Ve şehitlerimiz son nefeslerini verirken bile yeni dünyalara doğmaktaydılar ve biz geride kalanlara dirilik katmaktaydılar. Kardeşlerimiz vurulmakla kırılmıyorlar, sinmiyorlar, müdahaneye yanaşmadan müminlere alternatif yaşam alanlarını gösteriyorlar. Onlar sahte demokrasi vaazları veren Batı’ya katılımcı iradenin nasıl olduğunu öğretiyorlar.

Kur’an temelli İslami mücadelenin şehitliği bize ütopyayı değil, reel olan mücadele alanını gösteriyor. “Barışçıl direniş” çağrısı,  mücadele merhalelerine basiretle ve disiplinle ayak uydurmamızı istiyor. Bu direniş, fevrilik ve denetimsiz fedakârlıkları terk ederek istişari adanmışlığı yakalayabilirsek, işte o zaman nefislerimizi özgürleştirebileceğimizi, şehitliği yaşamlaştırabileceğimizi ortaya koyuyor.

Küresel İslami uyanış bir taraftan Müslümanca var olma kararlılığını aşılarken, bir taraftan da Kur’ani kavramlarımızın asıllığını güncelliyor. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in ilk vasfı “şahit” ve vahyin inzal süreci ilerlerken bu halin sürekliliğini ifade eden vasfı da “şehit”. Şahit ve şehit kavramlarının kökleri aynı, aralarında sadece vezin farkı var. Diğer anlamları yanında vahye tanıklık ve vahyî ölçülere göre hayata örneklik yapma halinin an’daki haline “şahit”, bu hali hayat düsturu yapanlara da “şehit” denilmektedir. 

Kur’an’da yaşayan müminlerin, muslihlerin, muttakilerin, âlimlerin hayat tarzlarını ifade eden “şehit” vasfı çoğul olarak kullanıldığında karşımıza “şehitler/şuheda” olarak çıkar. Ve Rabbimiz bizden de hakikate şuheda/tanıklar olmamız için vasat bir ümmet oluşturmamızı istemektedir. Seyyid Kutub bu isteği Yoldaki İşaret’lerle kitaplaştırdığı için şehit edildi. O idam edilirken, bugünkü İhvan Mürşidi Muhammed Bedii de aynı suçtan dolayı 9 yıl işkencelerle geçen mahkûmiyet hayatına maruz kalmıştı. Şimdi Mısır’daki direnişin öncülüğünü yapan liderliğin ve hareketin bu bilincin taşıyıcısı olduğunu öğreniyoruz. Şimdi Mısır meydanlarında özgürlüklerini şehadetleriyle kazanmaya kararlı öncü bir irade ve bu iradeyi tanıklaştıran bir kadro var.

Bakara Suresindeki şuheda vasfıyla bildirilen ilahi buyruğu tamamlayan vurgu ise bu şehitlere şehitlik yapacak örnek insanın Rasul (Hz. Muhammed) olduğudur. Bu bağlamda şehitlik bilincine eren canlı tanıklara selam olsun. Bu uğurda zulme, zorbalığa, sömürüye, tuğyana ve şirke meydan okumak için meydanlara çıkan kardeşlerimizin Rabbimiz istikametlerini bozmasın. Bu uğurda canlarını vererek ölümsüzlüğe ulaşan şehitlerimize Rabbimiz rahmet eylesin.

Şahitleşme-şehitleşme yolu öncelikle iktidarı tutma yolu değildir. Bu yol öncelikle ümmetçe var olma ve vahyin taşıyıcı, yaşamlaştırıcı örneği olan “şuheda” olma yoludur. Mısır’da zaferin ne zaman geleceğini soranlar, zaten yaşanmakta olan zaferi göremeyenlerdir. Bu insanlarımıza, Kur’an ümmetini diriltmeden, tutarlı bir İslami iktidarın gerçekleşemeyeceğini gösterebilmeliyiz.

Şuheda modelimiz veya şura temelli Kur’an neslimiz kitleleşinceye kadar bizler için iktidar kurumları geçiş menzilleri olarak görülmelidir. Geçiş süreçlerinde iktidarlar, fesadı engellemek için kullanacağımız; özgürlük ve bilinç alanlarımızı geliştireceğimiz yardımcı araçlar olarak değerlendirilmelidir. Bu boyutuyla Hz. Yusuf’un yönetim örnekliği Mekke Döneminde sistem içi araçların ne ifade ettiği ve ötekilerle ilişkilerin nasıl kurulması gerektiğini gösteren hayati bir kıssadır. Örnek almamız gereken tüm rasullerin siretindeki süreç bize öncelikli amacın vahiy ümmetinin ve adalet toplumunun inşasını öncelememizi öğretir; iktidar ise sadece bir araçtır. Kazanılır veya kaybedilir. Ama ümmet zindeliği kaybedilirse yapı bozulur, toplumsal ecelle birlikte toplumsal ölümler yaşanır.

Sünnetullah, değişim için tepeden inmeci bir darbeciliği, totaliterliği ve dayatmacılığı değil; alttan gelen bilinçli ve istişari bir dalgayı ve katılımcılığı gösterir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR