1. YAZARLAR

  2. Kenan Alpay

  3. Milli Dava Olma Sürecinde Kıbrıs!..

Milli Dava Olma Sürecinde Kıbrıs!..

Ocak 2003A+A-

Aldat(ıl)mak ve gerçekleri gör(e)memek konusunda derin tarihi deneyimleri olan ve bu konuda devletiyle toplumuyla, okumuşuyla cahiliyle rüştünü ispat etmiş bir ülkede yaşıyoruz. Bu aldat(ıl)mak ve gerçekleri gör(e)memek konusu doğal olarak en çok da "milli davalarımız" da nüksediyor. Ya da "milli dava"lar gerçekleri gör(e)meme kronik hastalığının koma düzeyinde seyretmesine vesile oluyorlar, denilebilir. Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Ege sorunu, Musul-Kerkük sorunu, Kıbrıs sorunu vd... Türkiye'de en çok sözü edilen, kamuoyunu meşgul eden fakat genelde yetersiz ve çarpık bilgilen(dir)me süreçleriyle birlikte "milli davalar" devletin halkı manipüle etmekte sıklıkla başvurdukları "siyasal araç"!ar olarak işlev görmekte. Her derde deva olan "milli dava" yolsuzluk, hukuksuzluk, çeteleşme, cinayet, rüşvet, iltimas, sahtecilik, ve benzeri gibi tüm sosyal-siyasal hastalıklara şifa niyetine de kullanılabiliyor. Üstelik herhangi bir yan etkisi ve zaman tahdidi de mevcut değil.

Ağırlığı ne olursa olsun herhangi bir konu eğer devlet (egemen irade) tarafından "milli dava" olarak patentlenmişse, bu "mili dava yapıcı irade"nin ortaya koyduğu yaklaşıma değil itiraz etmek, milli standartların dışında duyarlılık göstermek, çözüm Önermek hatta akıl yürütmek dahi merdudtur, resmi İdeoloji ve ideologlar nezdinde. Çünkü 'milli dava' (doğrusu ulusal dava olmalı) ulusal devletin halkı diliyle, kültürüyle, ahlakıyla, diniyle uluslaştırma projesinde vazgeçilmez bir fonksiyon icra etmektedir. Projenin belli bir aşamasında milli-manevi eşleştirmesi devreye sokularak "milli"nin manevileştirilmesiyle kitlelere empoze edilen politik ajitasyon ger ekte daha ileri bir hedeflemeyle "manevi"nin millileştirilmesi kazanımına dönüştürülmektedir. Tarihten gelen nefret, ezeli rekabet ve nihayet ezeli düşman ile tamamlanan "öteki" kurgusu üzerinden inşa edilen 'milliyetçi kimlik' ve yıllar yılı devam eden yoğun hamaset bombardımanı ile baskı altına alınan toplumsal kesimler için "milli dava'lar adeta "din"leştirilip bir yaşam biçimi halini almıştır.

Yaklaşık 50 yıllık bir maziye sahip Kıbrıs Milli Davası "Kıbrıs elden gidiyor" söylemi ile "Kıbrıs'ı(n Kuzeyini) ilhak edelim" söylemi arasında yaşanan gel-gitlerle sadece iç siyasette değil uluslararası ilişkilerde de ağırlığı artan bir konum işgal etmekte.

Doğu Akdeniz'in güvenliği, Rus yayılmacılığına karşı ittifak arayışı, Hindistan'a giden yolda Süveyş Kanalı'nın güvenliği, Orta Doğu ve petrol bölgelerinin kontrolü, İsrail ileri karakoluna yakın bir istasyon, Nato ve Varşova Paktı arasındaki rekabet alanı, ABD-AB arasındaki iktidar mücadelesinde Türkiye ve Yunanistan üzerine yapılan hesaplar vd... Kıbrıs'ın jeo-stratejik tarihinin özetidir. Fakat bizim bu konuya ilişkin yaklaşımımızın temel kaygısı Kıbrıs'ın "milli dava" olarak tasarlanıp yürürlüğe konuluşunun uluslararası stratejik hesapların hizmetine koşulan bir "araç" olarak Türkiye'de devlet eliyle halkın nasıl Türkçüleştirildiğine dikkat çekmektir. Birinci bölüm tarihi bir arka plana bir değini niteliğindedir. İkinci bölümde ise Cumhuriyet (1923)'le birlikte Kıbrıs'a ilişkin dış ve iç politik projenin analizine çalışılacaktır.

Kıbrıs'ın İngiliz İdaresine Geçişi

Osmanlı Devleti, Karlofça Anlaşması'yla (1699) Macaristan'ın büyük bir bölümünü yitirerek toprak kayıpları sürecine girmişti. Karlofça Barışı'ndan sonraki iki yüzyıl Osmanlı Devleti'nin uluslararası dengelerde oluşan boşluklardan elde ettiği fırsatlar sayesinde ayakta kalabildiği dönemdir. Özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki çıkar çatışmaları, Osmanlı diplomasisine önemli bir hareket alanı bırakmaktaydı. Kırım Savaşıyla başlayan borçlanma süreci Osmanlı Maliye'sinin iflasıyla sonuçlanmış ve ekonomik bağımsızlık olanağı ortadan kalkmış olsa da Avrupa siyasal konjonktüründeki dalgalanmalar, Osmanlı yöneticilerine, en azından, dayanacakları emperyalist devleti seçme şansı bırakıyordu.1

Fakat 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Osmanlı devletinin sınırlarından başlayarak çözüldüğü görülür. Rusya'nın Kırım ve Kafkasları ele geçirmesinden sonra Balkanlar ve Doğu Anadolu'daki kazanımlarıyla güneye, sıcak denizlere sarkmaya başlaması; Fransa'nın başarısız kalan Mısır'ı işgal sonra Cezayir'i işgalinin ardından tekrar Ortadoğu'ya yerleşme planları İngiltere'nin belli bir dönem yürüttüğü Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruma politikalarından vazgeçmesi için yeterli sebepleri teşkil ediyordu. Gerek ekonomik gerekse stratejik açıdan en önemli sömürgesi olan Hindistan'ı korumak için 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, İngiltere'nin Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü koruma politikalarından vazgeçmesi için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılması Doğu Akdeniz'in İngiltere için önemini bir kat daha artmıştır.2

Bu sebeple İngiltere, Hint yolunun güvenliğini sağlamak için en elverişli yer olan Mısır'ı işgal planının bir önceki basamağı olarak Cebelitarık ve Malta'dan sonra Akdeniz'de üçüncü bir deniz üssü olarak Kıbrıs'ı, hiç değilse geçici olarak kullanılmak üzere, Osmanlı Devleti'nden istemek kararındaydı. 1877-78 harbinin ağır bir mağlubiyetle noktalandığı, Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin Rusya'ya karşı siyasi ipoteğinin daha da ağırlaştığı bir konjonktürde bölgedeki Rus ileri harekatını önleme gerekçesiyle dostluk gösteren İngiltere'ye Kıbrıs adasının terk edilmesi süreci bu şartlarda başladı.3 İngiltere bunun için önce teklif olmazsa tehdit unsurunu ardı ardına Osmanlı'ya iletti. İngiltere Osmanlı Devleti'nin Asya ülkesini Rusya'ya karşı korumanın karşılığı olarak ve bu savunmayı sağlayacak bir üs olarak, Kıbrıs yönetiminin kendisine devrini istedi. Bu olursa, Berlin Kongresi'nde Osmanlı çıkarlarını savunacaktı. Yoksa savunmama, hatta adayı zorla işgal etme tehdidinde bulundu.4 İngiltere Hükümeti'nin hazırladığı anlaşma taslağını İstanbul Büyükelçisi II. Abdülhamit'e iletti. Padişah, Sadrazam ve devletin ileri gelenleri ilkesel olarak Kıbrıs'ı İngiltere'ye terk ederek bu devlet ile bir ittifak anlaşması yapılması taraftarıydı. 26 Mayıs 1878'de toplanan Meclis'i Âli üyeleri de, ada gelirinin Osmanlı Devleti'ne verilmesine ilişkin ek bir madde eklenmesini istemişlerdir.5 Gelişmelerin bu aşamasında, 28 Mayıs'ta II. Abdülhamit, Sadrazam Sadık Paşa'yı azlederek yerine Mehmet Rüştü Paşa'yı atadı. Sorumluluğu tek başına yüklenmekten kaçınan II. Abdülhamit, Kabine'nin bir kez daha Kıbrıs Anlaşması taslağını görüşerek onaylamasını uygun bulmuştur. 4 Haziran 1878 günü, Kıbrıs Antlaşması, Osmanlı Devleti'ni temsil eden Hariciye Nazırı Saffet Paşa ile İngiltere Devleti'ni temsil eden İstanbul Büyükelçisi Henry Layard arasında imzalanmıştır.

Anlaşma metnine değinmeden önce oldukça önemli bir husus da II. Abdülhamit'in, henüz bir hafta önce göreve getirdiği Mehmet Rüştü Paşa'yı 5 Haziran'da görevinden azletmesidir. Bu durum Padişah'ın M. Rüştü Paşa'yı yalnızca "Kıbrıs'ı vermek" üzere sadrazamlığa atadığı yönündeki yorumlara haklılık kazandırmaktadır.6

4 Haziran 1878 tarihinde Büyük Britanya ile Osmanlı Devleti arasında Savunma İttifakı Konvansiyonu şu metin üzerinde imza edilir.

"Rusya Devleti, Batum, Ardahan, Kars veya adı geçen yerlerden birini işgal altında tutup da, ileride her ne zaman olursa olsun, kesin Barış Anlaşması ile saptanan Osmanlı Devleti'nin Asya'daki topraklarından bir kısmını daha almaya kalkışacak olursa, İngiltere devleti, bu toprakları silahla korumak ve savunmak üzere Osmanlı Devleti ile birleşme yükümlülüğü altına girer. Buna karşılık Padişah Hazretleri de, ülkesinde bulunan Hıristiyan ve öteki uyrukların iyi yönetim ve korunması ile ilgili ileride iki devlet arasında kararlaştırılacak olan gerekli reformları yapacağını İngiltere Devleti'ne vaadeder; ve İngiltere'nin yükümlülüklerini yerine getirmesi için gerekli bir önlem olmak üzere, Padişah Hazretleri ayrıca Kıbrıs Adası'nın İngiltere tarafından işgal edilip yönetilmesi için tahsisine de muvafakat eder."

İmza edilen anlaşma metninden sonra 1 Temmuz 1878'de altı maddelik bir ek anlaşmaya dahil edilmiştir. Ek'te şu hususlar yer alır: a) Ada'da Şer'i mahkemelerin kurulmasını, b) Evkaf yönetiminin Osmanlı Devleti'nin ve İngiliz Hükümeti'nin atadığı birer temsilci ile yönetilmesini, c) Son beş yılın gelir ortalaması esas alınarak ada gelirinin İngiltere tarafından Osmanlı Devleti'ne verilmesini, d) Kıbrıs'taki devlete ve Padişah'a ait malların Osmanlı Devleti'nin tasarrufu altına konmasını, e) Ada'nın yönetimini bıraktıktan sonra İngiltere'nin Osmanlı Devleti'nden adaya yaptığı masraflarla ilgili olarak tazminat isteyemeyeceğini, f) Eğer Rusya Kars'ı ve son savaşta Ermenistan'da işgal etmiş olduğu öteki toprakları Osmanlı Devleti'ne geri verecek otursa, 4 Haziran Anlaşması'nın hükmü sona erecek, Kıbrıs Adası İngiltere tarafından boşaltılacaktır.7

Anlaşma imza edildikten sonra metindeki (c) maddesinde gelir fazlası olarak tespit edilen 22.936 kese (92.799 sterlin) hiçbir zaman Osmanlı'ya ödenmez, İngiltere tek taraflı bir kararla bu bedeli 1855 yılında Kırım Harbi dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin yüklendiği borç hesabına mahsub eder.8 Böylece İngiliz Hükümeti ada halkının yarattığı ekonomik değerin İngiliz ve Fransız bankerlerin cebine gitmesine aracılık ediyordu.9 Fakat anlaşma metninin (f) maddesinde yer alan Ruslar'ın adı geçen topraklardan çekilmesiyle Kıbrıs'ın Osmanlı'ya iade edilmesini içeren hususa ilişkin İngiltere'nin uyguladığı plan dahilinde bu toprakları terk etmemesi için Rusya ile gizli bir anlaşma yapmasıdır.10 İngiltere hem Rusya'nın topraklan terk etmeyeceğine dair taahhüd alıyor, hem de Osmanlı ile "Rusya işgali sona ererse" şeklinde ihtimal dışı bir yükümlülük(!) altına giriyordu.

12 Temmuz Cuma günü yanındaki Padişah fermanı ile Lefkoşa'ya gelen Amiral Lord John Hay, Vali Besim Paşa'dan adanın geçici yönetimini devralır. Ertesi gün Vali dahil altı aydır maaş alamamış olan devlet memurlarının maaşlarını sömürge yönetimi öder. Baf Kapısı Kışlası'nda bayrak töreni yapılırken taşkınlık yapan bir Rum'u kılıçla kovalayan bir Osmanlı subayı haricinde Kıbrıs müslümanlarının bu devir teslim işlemine lakayd kaldıkları bilinmektedir. Bu tutumun Padişah'ın fermanına duyulan saygıdan kaynaklandığı düşünülmektedir. Fakat bu durum ada halkının direnişiyle karşılaşmaktan çekinen İngiliz Amiral Hay'ı oldukça şaşırtmıştır.11

Osmanlı Devleti'ne sadakatini koruyan ve adayı Osmanlı toprağı, kendilerini -ve adanın diğer sakinlerini- Osmanlı uyruğu olarak bilen Kıbrıs Müslüman Türkleri'nin İngiliz işgal yönetimini geçici olarak görüp bir gün mutlaka Osmanlı egemenliği altına döneceklerine olan inançları12 pasifizmi ve boyun eğişi getiriyordu. Fakat aynı İngiliz işgal yönetimi adadaki Ortodoks Rum toplumu temsilcileri tarafından Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleştirilme çabalarının yoğunlaştırılması için önemli bir dönüm noktası olmuştur. 20 Temmuz 1878'de adanın ilk İngiliz Yüksek Komiseri General Sir Worseley adaya ayak basar basmaz kendisini Başpiskopos Soforianos başkanlığında bir Rum heyetinin beklediğini gördü. "Hoş geldiniz" faslının en önemli vurgusu "Enosis"13 idi ve bu vurgu Kıbrıs'taki toplumsal ve siyasi geleceği belirleyecek en önemli anahtar kavramdı: "Biz bu yönetim değişikliğini kabul ediyoruz. Çünkü inanıyoruz ki Büyük Britanya daha önce lonya (Yunan) Adaları'nda olduğu gibi, Kıbrıs'ın da milletçe bağlı olduğu (Anavatanımız) Yunanistan'la birleşmesine (Enosis) yardımcı olacaktır."14

Enosis'e Karşı Sömürgecilerin Safında

İngiltere Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs'ın yönetimini Koloniler Bakanlığı'na devreder. 14 Eylül 1878 itibariyle de Krallık Konseyi Emri ile adanın yönetim yapısını belirleyen ilk İngiliz Koloni Yönetimi Anayasası yürürlüğe sokulur. 1881 Kasım'ından başlayarak İngiltere Hükümeti, adadaki Hıristiyan Rumlarla Müslüman Türklere nüfuslarıyla orantılı temsil hakkı vermek için yeni bir Anayasa çalışması başlattı ve 1882 Martı'nda bu çalışma tamamlandı. Buna göre, Yasama Konseyi Yüksek Komiser tarafından atanan (Meclis-i Kavanin) altısı resmi (İnqiliz) üye onikisi ise Kıbrıs halkının seçiminden gelen toplam onsekiz üyeden kurulacak, Yüksek Komiser bu kurula başkanlık etmeyi sürdürecekti. Seçilmesi öngörülen üyelerin üçü müslümanların, dokuzu da Ortodoks Rumların kendi aralarında yapacakları seçimlerle belirlenecekti. Nüfusa oranla temsil uygulaması Ortodokslar arasında memnuniyet, Müslümanlar arasında ise tedirginlik yaratır.15 Bu anayasal hükümler Kıbrıs'ta Müslümanların siyasal üstünlüğüne son verdi.16 1571'den beri adanın yönetici sınıfını içlerinden çıkartan Müslüman nüfusun yargı ve yasama organlarında eşit temsiliyet talebi Müftü Esseyyid Ahmet Asım tarafından Yüksek Komisere ve Koloniler Bakanı'na iletilir: "Üçyüz yıl önce atalarımız bu adayı aldığından beri bizler egemendik... Eşit temsil edilmek hakkımızdır. Anadolu'da pek az Hıristiyan bulunduğu halde, (Osmanlı yönetiminde) eşit temsil edilmektedirler."17 Osmanlı Hükümeti tarafından da bu hususta protesto edilen İngiltere Hükümeti cevabi yazısında Osmanlı Hükümeti'ne şöyle güvence vermektedir: "Altı memur üye ile Yüksek Komiser üç Müslüman üye ile birleşerek çoğunluğu oluşturduğu için adadaki Müslüman halkın korunması açısından herhangi bir kuşkunun bulunmaması gerekir."18

Ada Müslümanlarının siyasal üstünlüklerini kaybetmeleri yanında Anayasa hükümleriyle de azınlık konumuna düşmeleri ve Osmanlı Devleti'nin Yunanistan'dan kaynaklanan bir savaş ya da savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalması İngiliz işgalinden ve yönetiminden değil de daha çok Ortodoks toplumun enosis çabalarından korunma kaygılarıyla hareket etmelerine sebebiyet veriyordu. Enosis mücadelesinin siyasal mihrabını kilise inşa ederken din adamları, öğretmenler ve tefeci-tüccar sınıfı Yunanistan'ın bağımsızlık mücadelesini adanın Ortodoks sakinlerine bir model olarak taşıyorlardı. Osmanlı'nın çöküş sürecinin hızlanması Yunanistan'ın ve beraberinde adadaki Ortodoks Rumların artan etkinlikleri Kıbrıs'taki Osmanlı bakiyesi bürokrasinin İngiltere yönetiminin bir organı olma sürecini hızlandırdı. Kıbrıs'ta geleneksel liderlik bir imparatorluğun sahipliğinden çıkarak, başka bir imparatorluğun buyruğu altına giriyordu. Kavanin Meclisi'nde Yüksek Komiser ve Müslüman üyeler arasında yakınlaşmayı aşıp açıkça işbirliğine dönüşen bir tablo günbegün netleşiyordu. İngiliz yönetimi Müslüman liderliğe hem Hıristiyan topluma karşı bir denge unsuru olmak hem de Müslüman toplumun uyanışını sindirmek gibi ikili bir görev yüklemişti.19 İngiltere Sömürgeler Bakanlığı raporlarında bu durum; "pratikte anayasanın işlemesi Rumlarla Türkler arasındaki ırksal farklılığın sömürülmesine bağlıydı"20 cümlesiyle özetlenmektedir. Rum Ortodoks toplumla eşit temsiliyet olmaması halinde ada Müslümanlarının meclisi boykotta kararlı oldukları ve kendilerine göç etme izni verilmesi talepleri, Osmanlı Hükümetinin de devreye girmesiyle, İngiltere Hükümeti tarafından verilen teminatlarla engellenerek21 oluşturulan işbirliğinin orta ve uzun vadeli sonuçları, Kıbrıs Valisi Palmer'in "Yarım yüzyıllık bir süre boyunca anayasayı uygulayabilmemiz Türklerin bize olan sadakati ile mümkün olmuştur"22 1935 yılındaki itirafıyla da uyum içindedir.

İngiliz yönetimi ile tam bir işbirliği içinde olan dönemin Osmanlı bakiyesi yöneticileri ve ileri gelenleri, 1878-1914 yılları arasında, Kıbrıs Osmanlı egemenliği altında bulunduğundan, İngilizlerle işbirliği yaparken, bir anlamda, Osmanlı egemenliğini koruyor durumundaydılar. İngiltere Hükümeti'nin Kıbrıs'lı Rumların 'Enosis taleplerine hayır' diyebilmesi için bu durum kolaylık sağlıyordu. Ada Osmanlı toprağı olduğu için, kendileri isteseler dahi, adanın Yunanistan'a devri söz konusu olamazdı. Kıbrıs'ın İngilizler tarafından ilhak edilmesi (1914) ve Osmanlı Devleti'nin çözülme sürecinin tamamlanmasından sonra Müslüman-İngiliz işbirliği, Enosis tehdidine karşı alınmış bir önlem olarak düşünülüyordu.23

Böylece genel olarak 19. yüzyılın ortalarına kadar, geleneksel Kıbrıs toplumunda Ortodoks ve Müslüman toplumlar arasında çatışmadan uzak olan ilişkiler İngiliz döneminin başlamasıyla Helen milliyetçiliği ve kapitalistleşme gibi süreçlerle kazanılan modern formasyonlar24 toplumlar arası çatışmaları hızlandırmıştır.

Dipnotlar:

1- Murat Özyüksel, Abdülhamit Dönemi Dış İlişkileri, (Türk Dış Politikasının Analizi, De.r: F. Sönmezoğlu) içinde Der Yay, İstanbul, 1994, Sh. 5-7.

2- Şükrü Sina Gürel, Kıbrıs Tarihi (1878-1960), Kaynak Yay. İst. 1984, Cilt 1, Sh.l9.

3- Kemal Beydilli, Küçük Kaynarca'dan Yıkılışa. (Osmanlı Devleti Tarihi, Ed: E. İnsanoğlu) içinde IRCICA Yay. İst. 1999, Cilt 1, Sh. 101,104.

4- Sina Akşin, Osmanlı Devleti (1600-1908), (Türkiye Tarihi, Ed: S. Akşin) içinde Cem Yay. İst, 1990. Cilt 3, Sh. 163.

5- Rıfat Uçarol, 1878 Kıbrıs Sorunu ve Osmanlı-İngiliz Anlaşması, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İst. 1978, Sh. 48-51.

6- Ş. Sina Gürel, a.g.e.. Cilt 1, Sh. 22-23.

7- Ş. Sina Gürel, A.g.e., Cilt 1, Sh. 23-26.

8- Hüseyin Mehmet Ateşin. Kıbrıs'ta İslami Kimlik Davası. Marifet Yay., İst. 1996. Sh.100

9- Ş. Sina Gürel. A.g.e., Cilt 1, Sh. 55.

10- H. Mehmet Ateşin, A.g.e., Sh.100.

11- Nazım Beratlı, Kıbrıslı Türklerin Tarihi (İngiliz Dönemi). Galeri Kültür Yay., Lefkoşa 1999, Cilt 3, Sh.33.

12- Ş. Sina Gürel, A.g.e., Cilt 1, Sn. 42-51.

13- Enosis kelime anlamı olarak; bir ülkeye ihlak edilme, o ülke toprağına katılma, anlamına gelir. Yunanistan'ın "Megali İdea" siyaseti içerisinde Girit, Kıbrıs vb. Yerlerin anavatana katılması anlamında kullanılır.

14- Nazım Beratlı, A.g.e., C.3, Sh.33, Ş.Sina Gürel, A.g.e., Cilt 1. Sh. 41.

15- Ş. Sina Gürel, a.g.e., C.l. Sh. 42-43, H. Mehmet Ateşin, a.g.e.,Sh. 110-111.

16- Niyazi Kızılyürek, Kıbrıs'ta Yukarı Sınıflar ve Kimlik Sorunu (Edebiyatta Kıbrıslı Türk Kimliği, Ed.: A. Mehmet Ali) içinde. Varlık Yay. İst. 1988, Sh. 25.

17- Ş. Sina Gürel, a.g.e., C.l, Sh. 43.

18- Ş. Sina Gürel, A.g.e., C.I, Sh. 43-44. (İngiliz Hükümetinin yanıt notaları 22 Nisan ve 3 Mayıs 1882 tarihlidir.)

19- Niyazi Kızılyürek, Kıbrıs'ta Yukarı Sınıflar, Sh. 24-25

20- Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yay, İst., 2002, Sh.214.

21- H. Mehmet Ateşin, a.g.e., Sh. 112.

22- Niyazi Kızılyürek, Kıbrıs'ta Yukarı Sınıflar, Sh.26.

23- Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında, Sh. 215.

24- Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında, Sh. 212,

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR