1. YAZARLAR

  2. Hüseyin Ceyhan

  3. Medyanın İki Yüzü

Medyanın İki Yüzü

Mart 1997A+A-

Devlet tekelinin kalkmasından sonra sayıları hızla artan ulusal TV kanalları ve radyolar ile birlikte yazılı basın alanında görülen sayısal artış ilk başta basın-yayın üzerinde görece bir serbestliğin olduğu izlenimini uyandırdı. Çünkü görünüşte parası olan herkes bir radyo istasyonu açabiliyor ya da bir TV kanalı kurabiliyordu.

İlk yanılsama ile kurulan yüzlerce radyo istasyonu özellikle rejim aleyhtarı yayınlar yaptıkları gerekçesiyle tek tek kapatılmaya başladı. Bir kısım yayınlar sıkı takibe alınırken, bazı yayıncılar ise ulusal yayın yapma adına söylemlerini kıstılar. Fakat Türkiye'de radyo yayıncılığı genelde televizyonun gölgesinde kaldı ve nispeten işlevsizleşti.

Diğer sektörlere nazaran ekonomik getiri bakımından kar oranı daha düşük olarak algılanan medya yatırımcılığında zaman içerisinde bir tekelleşme ortaya çıktı. Kitlelere ulaşabilme, onlara istenen mesajı verebilme, etkileyip yönlendirebilirle ve kitle üzerinde bir nüfuz kurabilme amacıyla çeşitli ideolojik ve çıkar çevreleri arasında başlayan televizyon yayıncılığı, kamuoyu üzerinde oluşturduğu yoğunluk açısından iştah kabartır hale geldi. Ama kitlelere hükmetme ve bir takım mesajları verebilmenin bedeli olarak, gereken maddi sermayeyi yine 1980'li yıllara kadar korumacı politikalarla teşvik edilen özel sektördeki sermaye birikimi karşılayabildi.

Türkiye ekonomisinde 1980'li yıllarla birlikte başlayan dışa açılmada rekabet gücü bir takım gümrük ve vergilendirmelerle korunan özel sermaye kesimi siyasal iktidarlarla bir uyum içerisinde Türkiye'de önemli bir güç haline dönüşecek medya alanına yöneldi. Ticari gazetecilikle ömür sürdüren Türkiye'de basın-yayın hayatı, 1985'lerden itibaren özel TV kanallarının açılması ile birlikte kamuoyunu yönlendirme noktasında önemli bir siyasi işleve sahip oldu.

Devletle ve siyasal iktidarla uyum içerisinde çalışan medyanın holdingleşmesi 1985'ler ile birlikte yeni bir evreye girdi. TRT tekelini kaybeden siyasi iktidar, özel medyayı muhalefetten uzaklaştırmak ve yanına çekmek için bu kesimlere ucuz krediler, resmi ilanlar, yatırım teşvikleri, örtülü ödenekten paylar sağlarken Türkiye siyasi hayatında artık önemli bir güç olan medyanın yerini de belirlemiş oldu. Bu aşamada holdinglerin medyaya girişi yeni ve önemli bir baskı grubunu da ortaya çıkardı.

Bugün özellikle televizyon baskıcı, sindirici bir-araçtır ve hükümet politikasını baskı altına alabilmekte, hükümetin etkinlik olanını belirleyebilmektedir. İlk aşamada kar oranı açısından daha düşük bir yatırım alanına sahip olan medya, Türkiye'de önemli bir rant kavgasına sahne olmaktadır.

Bir reklam ve pazarlama aracı olarak kullanımından devlet ihaleleri almaya, devlet teşviklerinden ve devlet bankası kredilerinden yararlanmaya varıncaya dek yağlı bir rant kavgasına dönüşen sektör, siyasi çevrelerden itibar görmek için, bu çevrelerin reklamını yapmaya kendisini adadı. Sadece gazete-dergi basmanın sermayeyi büyütmeye yetmeyeceği düşünüldüğünden bir yandan TV işletmeciliğine soyunulurken sektörde etkin ve nüfuz sahibi olabilmek içinse diğer yandan sektöre yoğun bir sermaye ve fon akışı sağlandı.

Bir sanayi kompleksi haline dönüşen medya, basın-yayın işlevini ikinci plana geçirirken, Türkiye'de kamuoyu oluşturma ve kamuoyunu etkileyip yönlendirmekte siyasal rejimin önemli ve vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Medyaya hakim olanın kamuoyunu da belirleme gücüne sahip olduğu tecrübe edilen bir gerçektir. MGK tarafından azarlanan medyanın gün içerisinde çark ederek derhal yayın politikasını değiştirmesi rastlanan örneklerdendir.

Bu münasebetle medya TC sisteminin işleyişini sağlayan resmi kurum ve baskı gruplarının da üzerinde büyük bir etkinliğe sahiptir. Bir yandan egemen ideolojiyi ve siyasal yapıyı desteklerken, diğer yandan mit üretme sürecine katkıda bulunarak mevcut sistemin tabularını pekiştirerek korumaktadır. Geldiği nokta itibariyle yasama, yürütme ve yargıyı da etkileyen bir dördüncü kuvvet olarak Türkiye'de yasal bir terör gerçekleştirmektedir.

Medya Gücünü Nerden Alıyor?

Siyasi arenada medya desteğine talebin bir neticesi olarak, Turgut Özal zamanında başlayan besleme medyacılık politikası ile bu kesim büyük yardım aldı. Siyasal çekişmelerde taraf olan medya bunun karşılığını iktidar olan tarafın sağladığı devlet nimetlerinden fazlasıyla gördü. Diğer yandan artan rekabet ve bunun neticesinde gücün az sayıda grubun elinde birikmesi ile dağıtımda ve reklamda bir kartelleşme ve tekelleşme süreci yaşandı.

Gazete rekabetinde uygulanan promosyonlu satışlar ile ortaya çıkan pazarlama şirketleri ve kıyasıya rekabet ile muhalif grubu "ekarte" etme girişiminin neticesinde tekelleşen dağıtım şirketleri Türkiye'de medyanın belli grupların elinde yoğunlaşmasına sebep oldu.

İmar Bankası ve Adabank ile bankacılık sektöründe faaliyet gösteren Uzan ailesi bir yandan çimento ve elektrik şirketlerinin özelleştirilmesinde önemli bir parsayı ele geçirirken diğer yandan Ahmet Özal ile ortaklaşa kurulan ilk özel TV kanalı Star ile medyacılığa soyundu. TV'nin getirdiği imkanları sonuna kadar kullanırken Star, Uzanların bir reklam kanalı haline geldi.

Bankacı ve finans kesiminin medya sektörüne el atması ile varılan mutabakatta ortaya çıkan yeni güç, yeni bir nüfuz sınıfını ortaya çıkarmıştır. Bankacı Erol Aksoy, Show TV ve Cine 5 ile televizyonculuğa soyunurken, Kanal D'nin de hisselerini toplamaya başlayan Aydın Doğan, Hürriyet'i de satın alarak yazılı basında Dinç Bilgin ile final oynamaya başlamışlardır.

Bir yanda Aydın Doğan'ın Kanal D, Milliyet, Hürriyet, Radikal, Meydan, Son Çağrı, Posta, Spor, Ekonomist, Capital, Atlas vs yayın organları, diğer yanda ise Dinç Bilgin'in ATV, Satel, Sabah, Yeni Yüzyıl, Takvim, Bugüni Fotomaç, Aktüel, Para vs. yayınları... Aynı grubun tekelinde entellektüel muhafazakar, liberal, aktüel, pornografik her türlü yayına rastlayabiliyorsunuz. Bu aslında grupların yayın tekelciliğine yöneldiğinin açık ifadesidir.

Akıllıca bir politika, görünüşte rekabet eden bu iki devi bir araya getirdiğinde ortaya çıkan manzara Türkiye'de medyacılığın genel karakterini ortaya koyar.

Nasıl mı?

Bu iki grubun kartelleşme sürecinde ilk adımları "aralarında rekabet saklı kalmak üzere" dağıtım şirketlerini birleştirerek BİRYAY'ı kurmak oldu. Bunun ilk neticesinde Akşam gazetesi ekarte edildi ve dağıtımına son verildi.

TV'lerin reklamlarını pazarlayan MEPAŞ Doğan, Bilgin ve Aksoy grupla arasında kurulan bir ortaklıktı.

Doğan ve Bilgin grupları, Aksoy grubunu BİRYAY'dan dışlarken aynı zamanda MEPAŞ'ı da feshederek yerine BİMAŞ ismi ile sadece iki gruba ait bir reklam pazarlama şirketi tesis etti. Medyada bu tekelleşme diğer yayın organlarını gölgede bırakırken reklam fiyatlarının oluşturulmasından Türkiye'de gündemin belirlenmesine varana dek bir kartelleşme sürecine gidildi.

Kamuoyu Nasıl Oluşur?

Küçük ve orta boy medya kuruluşlarının uydu görevini gördüğü ama esasen iki grubun egemenliğinde teşekkül eden medya sektörü, Türkiye'de yayıncılık ile siyasi iktidar ve rejim sacayağını dengede tutmaya çalışmaktadır. Siyasal rejimin krize girmesiyle başlayacak bir kaos ortamında öncelikli olarak zararı finans ve sermaye kesimleri görecektir. Yatırımların işleyişi siyasal istikrarı gerektirdiğinden bu kesimler Türkiye'de mevcut rejimin sigortası işlevini görmektedirler. Bu bakımdan laik, kemalist, cuntacı rejimi desteklemeleri açısından bu kesimler muhafazakardır.

Bugün TBMM geçmişe nazaran zayıflamıştır ve etkinliğini medya sektörüne kaptırmıştır. Aslolan şeyin "Kemalist rejimin ayakta kalması" olduğundan, bu güç değişimi laik sistemin esas bekçileri açısından fazla da ehemmiyetli görülmemektedir. Zaten siyasiler de "iktidarı medya ile paylaşma" kolaycılığının bilincine vardılar.

Fakat başından beri Refah'ın koalisyon ortağı olacağı bir hükümetin kurulmasına karşı duran medya, Refahyol hükümetinin teşekkülü ile birlikte sabık hükümetlerin kendilerine sunduğu "devlet nimetlerinin" bir kısmını kaybettiler. Yeni hükümet KİT'lerin ve devlet bankalarının reklamını artık bu televizyon kanallarına ve gazetelere rüşvet olarak vermeyi kesince, medyanın hükümete karşı tavrı daha da sertleşti. Medyayı karşısına alan Refahyol, hükümet olarak bir bedel öderken, Refah'ın ise siyasal iktidar, rejim ve sermayenin sözcülüğünü yapan medya sacayağını bozacağı endişesiyle topa tutulması bunun açık ifadesi olmuştur.

Tek parti diktatörlüğünün Menemen tezgahını İslami unsurları tamamen ortadan kaldırmak için tertipleyen askeri hükümet yerine, günümüzde aynı mantığa sahip medya Sincan sokaklarında darbe gösterisine alkış tutmuştur. Ordu-medya el ele Refah'a ve İslami hareketlere karşı bir gövde gösterisine gitmiştir.

Egemen ideolojinin siyasi desteği ile kurumlaşan özel sermaye münferit bir takım karşı çıkışlarda bulunsa da, genel olarak medyanın Türkiye'de oluşturduğu tartışma ortamından rahatsız değildir. Çünkü medya bu kesimin bir uzantısıdır ve ikili olarak toplumsal yapıyı denetleyen, ve toplumun egemen ideoloji etrafında örgütleyen ve sistemin varlığını koruması için elinden geleni yapan bir bütün niteliğindedir.

Bugün Türkiye'de laik rejim kendini idare edemez duruma gelmiştir. Çözülmeye başlayan sistemin ayakta kalmasını sağlayacak yeni dinamiklere ve mitlere ihtiyaç vardır. Bu münasebetle son yıllarda medya, başlatmış bulunduğu Atatürkçülük furyasını Alevilik ile ve her geçen gün eriyen, sosyal demokrat cenah ile meczetme yoluna gitmiştir.

Medyayı aynı zamanda ifsadın yayılmasında etkin olan en önemli kurum olarak görmek gerekir. Sadece haber-programlarla değil aynı zamanda batılılaşmanın 3. Dünya uzantısı olan boş zamanları kapitalist ülkelerin gençleri için tasarlanan polisiye romanlar, para makinalarıyla oynanan kumarlar, gayrı-ahlaki eğlence programları, pornografik fotoğraf, kitap, gazete ve dergiler, seks filmleri, içki ve uyuşturucu kullanımı işgal etmektedir.

Bu münasebetle medyayı sadece toplumun laik, Kemalist ideolojiyi aktaran bir araç olarak değil aynı zamanda ahlaki çöküntüyü sağlayan, toplumu yozlaştıran ve toplum içinde ifsadın yayılmasında aktif bir kurum olarak görmek gerekir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR