Madrid Konferansı Bir Savaş Taktiğidir
1948 yılında başta İngiltere olmak üzere tüm emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri sayesinde Orta Doğu'da kurulan ve müslümanların göğsüne bir hançer gibi saplanan İsrail'in kendini legalize bir platforma çekme çabaları bu ay içinde oluşturulan sözde Orta Doğu barış çabalarıyla sürüyor.
Evet, sahne aynı, figüranlar aynı. Sadece baş rol oyuncusu yerini ABD'ye bırakmış ve salon Madrid'de kurulmuş.
Osmanlı imparatorluğu'nun Orta Doğu'daki otoritesinin kaybolmasından sonra 1918'de emperyalist güçler Sykes-Picot Antlaşmasıyla ulus-devlet politikasını yürürlüğe koymayı başarmışlardı. Bölgede inisiyatifin ABD'ne geçmesiyle birlikte Washington hakimiyetinin kökleşmesi için suni problemler yaratmaya başlamıştır. Sonra da gerek askerî, gerekse diplomatik yollarla arabuluculuk rolüne soyundu ve hala da bu rolde oynamaktadır. İşte bu rolün en son örneği de 30 Ekim'de başlatılan; Madrid Orta Doğu Barış Konferansı'dır. Amaç Filistinli müslümanların sorununu çözmek değil, ABD'nin Arap ülkeleri üzerindeki sömürüsünü daha dikkatli ve fakat kolay bir şekilde devam ettirebilmektir.
Aslında Madrid Konferansı bir savaş taktiğidir: Bir adım geri, iki adım ileri. Amaç bölgedeki emperyalist varlığa meşruiyet kazandırmak ve daha sonra da bu meşruiyet zemininden kalkarak bölge müslümanlarının gerçek bağımsızlık mücadelelerini yerli yönetimlerin işbirliğiyle de engellemektir.
Kongreye katılan ülkelere baktığımızda hepsinin de ABD güdümündeki ülkeler olduğunu görüyoruz. BM daimî temsilcisi Çin'in kongreye alınmaması, Avrupa Topluluğu'nun gözlemci olarak katılması ve ABD'ye yenik düşen Glasnost Kralı Gorbaçov'un kongreye bir günlüğüne iştirak ettirilmesi ABD'nin yeni dünya düzeninde tek başına ilahlık taslamasının açık seçik ortaya çıktığını göstermektedir. Madrid'teki kongre bu yönüyle daha ziyade ABD'nin Orta Doğu'daki sömürüsünün "Yeni Dünya Düzeni'ne uyarlanması çabalarına dayanıyor.
Filistin sorununun sürekli gündem oluşturması ve çözümsüz kalması israil için büyük bir acıdır ve bir an önce halledilmesi elzem olan bir durumdur. ABDi İsrail'i zaman zaman azarlasa da bu en şımarık oğlunu Büyük israil vaadleriyle oyalayarak hem kendi emperyalist politikasını güvenle devam ettirebilmekte hem de israil'in zor şartlarda bile gönlünü kazanabilmektedir.
Barış Kongresi öncesi Bush'un, Filistin konusunun hemen bir kongrede çözülecek bir sorun olmadığını, çözümün köklü ve zorlu olduğunu söylemesi de göstermektedir ki görüşmelerin içeriğinin şimdilik sorun halletmekten ziyade, israil'i anlaşma masasına oturan kukla Arap liderleri nezdinde tanınmış kılarak memnun etmek ve israil'e Arap ulusu gözünde meşruiyet kazandırmaktır.
Şamir'in barış karşılığında toprak vermeyeceklerini vurgulaması, görüşmelerin FKÖ düzeyinde bile bir sonuca ulaşmayacağını ortaya çıkarmaktadır.
Diğer taraftan, ABD'nin Sesi Radyosu'nun, israil'in güvenliğinin vazgeçilmez bir koşul olduğunu dünya kamuoyuna bildirmesi de konferansın çözüm konferansı olmadığını müslümanlara yeni sorunlar bulma (üretme) konferansı olduğunu göstermektedir. Kongre bu yönüyle de Orta Doğu Barış Kongresi'ni değil de israil Kongresi'ni andırmaktadır.
Konferansa gelen tepkiler ve yankılar hayli ilgi çekici olmakla beraber, bizlere şunu gösteriyor ki; Filistin sorununun böyle düzmece ve yapmacık kongrelerle çözülemeyeceğini Filistin devrimci müslümanları bilmektedirler.
Diğer yandan Madrid'teki kongreye ümmet bilincini ortaya koyarak karşı çıkan İran'ın Tahran'da Ekim ayı içinde gerçekleştirdiği uluslararası kongre oldukça anlamlıdır.
Artık gerek ABD, gerekse İsrail şunu bilmelidir ki, Orta Doğu'da foyaları meydana çıkmıştır. Yeni Dünya Düzeni'nin patronluğuna soyunan ABD'nin bir hilesi varsa, Kahhar olan Allah'ın da bir planı vardır ve daha güçlüdür. Bu Rabbanî tecelli de ancak, başta kendi coğrafyamızda olmak üzere tüm dünya müslümanlarının ümmet bilincine ulaşmalarıyla gerçekleşecektir.
Bugün bu ve benzeri bütün olumsuzlukların üstesinden gelebilmek için arzuladığımız müslümanların şerefli ve onurlu bir şekilde yaşamaları, İslam'a ve onun biricik kaynağı Kur'an'a daha çok sarılmalarıdır. Müslümanlar emperyalist kafirlere karşı koyabilmenin ilk şartının aydınlık bir bilinçten, gayretli bir çalışmadan ve sahabece samimiyeten geçtiğini görmelidirler. Elde edilen kazanımlar dünya müstekbirlerinin göz boyacılığı ile aldattığı halk kesimlerine en iyi şekilde götürülmeli ve sunulmalıdır.
Filistin sorunu başta Filistin ve Orta Doğu müslümanları olmak üzere tüm dünya müslümanlarının sorunudur. Yani ümmetin sorunudur. Bu problemin tek çözümü de Orta Doğu'da İsrail'in varlığını tanımayan Filistin halkının ve tüm müslümanların devrimci mücadeleleri sonucu çözümlenecektir.