Kürt Sorununda Yeni Strateji ve Newruz
Nevruz veya Newruz, pagan kültürün kutsal saydığı bir bayram günü. Nasıl ki Cumhuriyet döneminde Türk tarih yazımı, ulusalcılığını Milat öncesi pagan bir kültüre bağlayabilmek için eski Anadolu halklarının sembollerinden Hitit Güneşi'ni yeniden üretti ise; şimdi de Kürt kavmini uluslaştırma macerasına iten anlayış onlara Milat öncesi Zerdüşt dininin güneş kültünden edindiği ateş ve ışık temasını bir gelenek olarak sunuyor. Ateşi ve ışığı kutsamanın adı olan Nevruz'da Kürt halkı üretilen ve yeniden anlam verilen sanal bir geleneğin destekçisi ve duacısı yapılmak isteniyor.
Bu sene, Kürt ulus kimliğinin kültürel öğelerinden kılınmak istenen Nevruz'a yüklenen anlamlar konusunda PKK ve tüm Kürt ulusalcıları yoğun vurgular yaptılar. Kürt halkı için isyan, birlik ve direniş günü olarak da yorumlanmak istenen Nevruz'a halkın aktif ve yığınsal katılımı için PKK yetkililerinden Osman Öcalan adeta seferberlik çağrısında bulundu. Medya TV, bölge halkını Nevruz'a katılmanın zorunluluğu ve gerekliliği konusunda uzun uzun bilgilendirdi. Hedef olarak, alanlara toplanacak kalabalığın gücü sayesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "barış"a zorlanacağı açıklandı. Abdullah Öcalan'ın İmralı savunmasında deklare ettiği "Demokratik Cumhuriyet"e adım atılması konusunda Nevruz'un görkemli geçmesinin gerekliliğine birçok vurgu yapıldı. Ve bir de slogan: "Sabrımız kalmadı, ya özgürlük ya serhildan". Başta HADEP olmak üzere Kürt sorununu, ulusal kimlik sorunu olarak algılayan birçok kuruluş da benzer açıklamalarda bulundu.
Türkiye'deki kürtçü hareket, Abdullah Öcalan'ın yakalanması ile birlikte büyük bir panik ve moral bozukluğu içine girmişti. Bu psikolojik havayı kırabilmek için PKK'nın birçok ülkede düzenlediği protesto gösterileri sınırlı bir canlılık gösterse de, Öcalan'ın savunmasında ortaya koyduğu askeri ricat ve demokratik uzlaşma strateji de bağımsızlık fikrine şartlandırılan muhatap kitlelerde önemli bir psikolojik çöküş havası yaratmıştı.
Öcalan, bu geri çekilmenin veya askeri mücadele konusunda ki başarısızlığın ezikliğini, Türk Devleti'nin eşit vatandaşlık ve demokratik cumhuriyet statüsünü kabul etmesine ve Kürtlerin kültürel kimliklerinin tanınmasına yönelik yeni bir stratejik hamle ile gidermek istiyordu. Bu uzlaşmacı söyleme karşı, legal ve illegal birçok muhalif ses yükselse de zaman içinde alternatif bir tavır üretilemediği için birçok muhalif Kürt aydını, basını, çevre ve kuruluşları da bu yeni stratejiye ayak uydurmaya başladılar. Dünyada Kürt kimliği konusunda var olan ve uyandırılan uluslararası ilgilerin muhtemel desteğini de arkasına alabileceğini düşünen bu strateji, Türk Devleti'ni en azından Kürt kültürünü tanıma konusunda uzlaşmaya davet ediyordu. Ancak bu konuda ileriye atılacak adımlar konusunda en önemli konu, Devlet'in Kürt sorununa bakış açısını değiştirmesi veya yumuşatmasına bağlı idi. Batılı devletlerin konunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi konusunda sağlayacakları umulan destek beklentisi de önemli bir umut kaynağı idi.
Ancak zaman uzadıkça umutlar, vaadler ve beklentiler karamsar bir ufkun derinliklerine gömülmeye başladı. Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyelik şartları için hazırladığı Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB)'da ve peşinden Türk Hükümeti'nin karşılık olarak AB'ye sunduğu Ulusal Program'da beklentilerin tersine Kürtlerin ismi bile zikredilmiyordu. Öcalan'ın sunduğu "Demokratik Cumhuriyet" tezi altında tek ulus olarak yaşamak ve vatanın birliğini savunmak karşılığında Kürtlerin de kültürel hakları olarak kendi dilleriyle eğitim-öğretim yapmaları ve yayın haklarının sağlanması ile ilgili önerisi hiç bir karşılık bulamıyordu. Oysa 10 seneden beri bölgeyi yakan ve ülkeyi sarsan çatışmaların sonlandırılması için tüm PKK militanları silah bırakmaya veya sınır dışına çıkmaya razı edilmişti. Uğrunda onbinlerce ölü ve yaralı bırakılan bağımsızlık idealinden vazgeçilip, kültürel hakların tanınması karşılığında tek ulus ve tek devlet statüsüne boyun eğilmekteydi. Ama Türk resmi ideolojisi hala Kürtlerin kavmi özelliklerini kabul etmek konusunda ayak diretiyordu.
Belki resmi ideolojiyi Kürt realitesini kabul etmemek konusunda zorlayan neden, PKK'nin yeni stratejisine rağmen ulus kimlik ve bağımsızlık konusunda ideallerinden vazgeçmeyip takîyye yaptığı hususudur. Ayrıca PKK'nin Kuzey Irak'ta bulundurduğu askeri gücünü dağıtmaması da Devlet'in katı tutumunu devam ettirmesine bir gerekçe olmaktadır. Ama öbür taraftan da gözetilmesi gereken bir gerçeklik; gerisinde onbinlerce kayıp bırakmış ve muhatap kitlesini önemli ölçüde etkileyip tesiri altına almış bir hareketin de bazı kazanımlar elde etmeden eski alışkanlık ve tarzın kolay kolay terk edemeyeceği veya bir ihtiyad olarak terk etmeyeceğidir.
Ayrıca görülmesi ve gözetilmesi gereken husus şudur. Bir ümmet yapılanmasının mirası olan ve iman kardeşliği temelinde bütünleşen farklı kavimlerin çocuklarını, Türklük ortak paydası temelinde ulus olarak tanımladıklarında ortaya çıkan ortak payda tespitindeki sapma ve yanlışlık, başka sapma ve yanlışlıklara da zemin hazırlamıştır.
Türk kimliğinin dayatmasıyla su yüzüne çıkan Kürt sorunu bizler için ulus sorunu olarak değil Rabbimizin yarattığı fıtri özellikleri ifade eden kavim sorunu olarak görülmeli ve Kürtlerin kavmi özelliklerinden kaynaklanan haklarını kabul etmenin sonucunda Kürt ulusalcılığına hizmet edileceği gibi bir fobinin esiri olunmamalıdır. Türk ulusçuluğu ile Kürt uluslaşma süreci arasındaki sorunlar nedeniyle, hiç bir politik gücün bir kavmin dilini ve fıtri özelliklerini yasaklamaya hakkı olmadığı gerçeği kabul edilmeli ve bu doğrultuda konuya yaklaşılmalıdır. PKK'nin "Kürt halkını Newruz'da Devleti barışa zorlamak için alanlara davet ediyoruz" çağrısına bu sene beklenenin üzerinde cevap veren yüzbinlerin hissiyatını da bu bağlamda anlamak gerekmektedir. Diyarbakır'ın on kilometre uzağındaki alanı dolduran yüzbinlerce; Van, Adana, Gaziantep, Mersin, Ceyhan, İstanbul gibi bir çok il ve ilçede ve değişik dış ülkelerde onbinlerce insanın Nevruz kutlamaları nedeniyle sokaklara dökülüp çözülme aşamasına gelen Kürt ulusalcılığının ateşini yeniden nasıl da körüklediğinin nedenlerini de bu tespitler doğrultusunda yapmak gerekmektedir.
Kürt dili ve Kürt kavminin yapısal özelliklerini ifade eden kültürü fıtridir. Fıtri olanı yasaklamak zulümdür. Fıtri olanı yasaklamak ve bu konuda doğal hakları tanımamak mutlaka bir tepkiyi oluşturacaktır. Bu tepkinin kılavuzluğu hangi dünya görüşünün inisiyatifinde ise, tabii ki o çizgi bu potansiyel muhalefeti şekillendirme konusunda öne fırlayacaktır. Bu sene Nevruz'da alanlara taşan yüzbinler, bunca gerilime ve verilen vaadlere rağmen devletin üst kademelerinde hala Kürtçe dilinin kullanımı konusunda bir karara varamamış olunmasına karşı içlerinde besledikleri öfkeyi dışa vurmuşlardır. Tabii kî bu tepkiyi kim örgütlüyorsa, ortaya çıkan tablonun altına da o imza atacaktır. Alanlarda gezdirilen Öcalan posterlerine baktığımızda ve yüzbinlerce insanın hep bir ağızdan haykırdıkları "Ya serhıldan ya özgürlük", "Savaşta barışta seninleyiz Öcalan", "Yaşasın Demokratik Cumhuriyet", "Vatana vatana özgür vatana" gibi sloganları duyduğumuzda, kürt kavmi kimliğini ve Kürt dilini yasaklamanın getirdiği sonuçların, Kürt ulusalcılarının yeniden moral kazanmalarına nasıl da temel oluşturduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Türkiye'de yaşanan ekonomik ve siyasi krizlerle halkın tüm imkanlarına ipotek konmasına ve fiili zorbalıklara karşı umut verici hiç bir ciddi muhalefet ortaya çıkmazken, Nevruz kutlamalarını kitlesel kürt tepkisine dönüştürebilen sürecin yakıcılığı ve etkisi iyi kavranmalıdır. Çok zor ve riskli şartlar altında yüzbinlerce insanın meydanlara dökülmesi sadece Kürt ulusalcıların örgütlülüğü veya Devlet'in AB'nin kapısında dolaşırken dikkat çekmemek ve demokratik davranıyor imajını vermek için kutlamalara izin vermesi ve müdahale etmemesi gibi nedenlerle açıklanamaz. Sorun yukarıda bahsettiğimiz fıtri özellikler ve haklar açısından değerlendirilmelidir. Ancak kavmi özellikleri yasaklanan kitlelerin gösterdiği tepkilerle bir uluslaşma bilincine doğru kaydığı da görülmelidir. Uluslaşma bilinci ise ulusal ayrılıkları getirir. Kürtçe kullanımında gösterilen bağnazlığın götüreceği akibet ise hala 12 Eylülcü, 28 Şubatçı kafalar tarafından idrak edilememektedir.
Acaba Kürt sorununu anlamamak konusunda yaşanan bağnazlığın arkasında gizlenen sinsi bir kurnazlık mı var diye de insan düşünebiliyor. Zira Kürtler, geleneksel İslam telakkisine en yatkın ve medrese kültüründe de zengin bir kesimi ifade etmektedir. Bu kesimin devlet eliyle Türkleştirilememesine karşı, acaba PKK eliyle laikleştirilmesine mi zemin hazırlanmaktadır? Çünkü uluslaşma süreci, bünyesinde laiklik, bireycilik ve pozitivizmi de barındıran ve aynı zamanda bir modernleşme projesidir de. Diyarbakır'da Nevruz kutlamaları için yakılan 20 büyük ateş öbeği karşısında kadınlı erkekli halay çektirilen kürtlerin oluşturduğu görüntü, Halk evlerinde bir laikleştirme süreci olarak başlatılan, kızlı erkekli iç içe yapılan folklor çalışmalarından farklı değil. Hele PKK yandaşı gazetelerde Kürt kadınlarının Nevruz ateşinin ışığı karşısındaki hallerinin, Zerdüşt bağlılarının tekrarladığı "Tanrı'ya giden kutsal güneş ısıt ve koru bizi, yolumuzu aydınlat" diye ellerini açarak dua ettikleri şeklinde yorumlanması (Ahmet Kahraman, Özgür Politika, 15 Mart 2001), sürecin nereye evrildiğini de göstermiyor mu? Ancak Türk resmi ideolojisinin taşıyıcıları ne bu kadar uzun vadeli ve esnek politikalar sergilemeye mütehammiller ne de böyle bir kapasiteye? Bu konuyu olsa olsa kadim sömürgeciler düşünebilir. Bu nedenle Batı için Kürtlerin uluslaştırılması illaki onlara bir yatan tahsisini gerektirmeyebilir; ama Kürtlerin uluslaştırılması ile elde edilecek bir sonuç vardır ki o da laikleşmeleri ve modernleşmeleridir.
Nevruz kutlamalarında sağlanan kitlesel katılım sonucunda PKK yaşadığı kara kıştan sonra, ikinci baharını yaşamanın hesaplarını yapmaya başlamıştır. Görülen o ki, Kürtçü hareket, anka kuşu misali, kendi küllerinden kendini yeniden yarattığı heyecanına kapılmıştır. Oysa anka kuşu bir masal kahramanıdır. Ve anka kuşunu yaratanlar da masalı üretenlerdir. Görülen o ki Kürt ulusçuluğu kendini yaratmamaktadır. Bu ulusal kurguyu, birçoğunda olduğu gibi başkaları üretmektedir. Kürt olsun, Türk olsun, Arap olsun, Fars olsun tüm müslümanların kurgulanan Batılı kimlikler arasında yürütülen savaştan, gerçekler dünyasına dönmesi gerekmektedir.
- Şeytana Hayır
- Yoksullaşan Halk, Azgınlaşan Dikta ve Sistemin Derin Krizi
- Kriz Dersleri
- Kriz Ekonomisinde Çöküş ve Sahte Umutlar
- Yeni Bir Adamla Birlikte Yeni Umutlar
- Her Krize Bir Derviş
- IMF Politikaları, Türkiye'yi Bir Kez Daha İflas Ettirdi
- Bugünkü Bunalımın Sorumlusu Kim?
- Kürt Sorununda Yeni Strateji ve Newruz
- “İslamcılık” ve Safların Farklılığı -2
- Ahireti Tercih Etmek Dünyayı Terk Etmeyi Gerektirir mi?
- Kur’an’ın Anlaşılması ve Batı Dillerine Çevirisi
- Meşhur Politik Sezgileri Turabi'yi Hapse Düşürdü
- BOSNA’nın Hâli Nicedir?
- Kemalistler Yeni Rol Arayışında
- Amin Maalouf ve “Ölümcül Kimlikler”i
- Osmanlı Gayr-i Müslimlerinin Romanı -2
- Dilemma
- Seni İdam Edeceğim
- Çuvala Sığdırılamayan Susurluk
- Sadece Atlar mı Sarhoş?
- Çık Git
- Zindan Mektupları -6
- Hem Dersini Bilmiyor Hem de Şişman Herkesten