1. YAZARLAR

  2. Tacettin Şimşek

  3. Kur’an Sonrası Hıristiyanlık (Ortaçağda Hıristiyanlık)

Kur’an Sonrası Hıristiyanlık (Ortaçağda Hıristiyanlık)

Temmuz 2002A+A-

Batı Avrupa'nın Hıristiyanlaşmasında Ariuscu öğreti önemli bir rol oynamıştır. Cermenlerin ihtida etmeleri Ariuscu öğretiyi benimseyen kişiler aracılığıyla olmuştur. İlk ihtida eden halk Doğu Avrupa Cermenleridir. Bu hıristiyanlaşma sürecinin tarihi miladi 4. yüzyılın ilk yarısıdır. Doğulu Cermenler aracılığıyla Ariusculuk tarihi bir önemlilik kazanmıştır.1

Ariuscu Hıristiyanlık Avrupa'nın doğusunda ve batısında uzun mücadeleler sonu ancak geriletilebildi. Avrupa kıtasındaki varlıklarının tamamen silinmesi ise miladi 7. yüzyılda2, çetin mücadeleler sonucunda olmuştur. Ariuscu kilisenin yok edilmesi sonucu bölgede yükselen kilise Roma Katolik Kilisesi olmuştur.

Ortaçağa damgasını vuran kilise Katolik Kilisesi'dir. Doğu-Batı Hıristiyanlığı arasında vuku bulan ayrılıklar, anlaşmazlıklar 1054 yılında Rum Ortodoks Kilisesi'nin ortaya çıkardı. Böylece İstanbul Kilisesi ile Roma Kilisesi ayrılmış oldular. Roma Katolik3 Kilisesi -ki bu Evrensel Birlik Kilisesi anlamına geliyordu- ile Rum Ortodoks Kilisesi' (Orthodoxe= Gerçek imanı muhafaza eden, doğru görüş, "Hıristiyan Sünniliği") nin ayrılma sebebi çoğunlukla siyasi nedenlere dayanmakla birlikte, iman düsturunda (Kredo) yer alan Filioque4 sözcüğü ile doktrinel hale gelmişti. Bu ayrılma (Shisma) dan sonraki yıllarda Roma Katolik Kilisesi'ne karşı reform çağrılan yükseldi. Ortaçağ Katolik Kilisesi'nde çok sayıda suistimal olaylarının ortaya çıkması reform isteklerini güçlendirdi. Bu reform istekleri değişik bölgelerde farklı isteklerle Martin Luther'in ortaya çıkışına kadar sürdü.

Roma Katolik Kilisesi'nin papaları kendilerini havari Petrus'un vekili olarak görüyorlardı. Onların nezdinde Hıristiyanlığın esas geçerli unsuru Katoliklikti. Papa, onların inancında yeryüzü Hıristiyanlığının temsilcisi ve İsa'nın yeryüzündeki vekiliydi.5

Katolik Kilisesi'nde ruhban sınıfı aşağıdan yukarıya hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Rahip, piskopos, kardinal ve hiyerarşinin zirvesindeki papa.

Katolik Kilisesi'nin başlıca özellikleri: Papa İsa'nın vekili, Petrus'un halefidir; Kilise evrenseldir, onun dışında kurtuluş yoktur; İncil'in yorumunu sadece Kilise yapabilir; İsa'da biri ilahî diğeri insanî olmak üzere iki tabiat vardır. Katolik Kilise nezdinde İsa da, Meryem de günahsızdır, aslî suçtan uzaktır. Meryem, Tanrı yanında şefaatte bulunabilir. O, göğe yükselmiştir. Azizler Tanrı katında şefaatte bulunabilirler. Sakramentler yedi tanedir.6 Ruhban zümresi evlenemez. Onların dışındaki evlenenlerde boşanamaz. Ayin dili Latince'dir.7

Ortodoks Kilisesi'nin ayırıcı özellikleri ise şunlardır: Papa yanılabilir ve İsa'nın vekili değildir. Sadece, Meryem, İsa ve Aziz ikonlanna saygı gösterilir. Her ülke ibadetini kendi diliyle yapabilir.8

Ortodoks Kilise ile diğer Kiliseler arasında "günah" ve "kurtuluş" konusunda ortak noktalar mevcut olmakla birlikte İsa'nın haçta ölümüne farklı bir yaklaşım vardır. Katolikler İsa'nın çarmıhta ölmesini insanlığın günahı için bir keffaret olarak görürler. Ortodokslar ise bunu farklı yorumlarlar. Onlara göre İsa'nın çarmıhtaki ölümü sonsuz hayata açılan bir kapıdır.9

İkon10Tartışmaları/Çatışmaları

Kiliselerde resim ve heykel bulundurma konusunda çıkan tartışmalar 725 de başlayıp 842 yılına kadar sürmüştür. Bizans Kilisesi, Kilise binalarını İsa'yı, Meryem'i, Azizleri temsil eden resim ve mozaiklerle süslemeyi adet edinmişti ve bu resimlere büyük saygı gösteriyordu. İmparator 3. Leon devrinde bazı Hıristiyanlar ikonlara saygı göstermenin Hıristiyanlara yakışmadığını ileri sürerek ikonların imhasını gündeme getirirler. Kiliselerde resimlere yer verilmesine karşı çıkanlara ikonoklast (Putkırıcılar) adı verilir.

İmparator 3. Leon, ikon karşıtlığını fiiliyata döker ve 726 yılında resim ve heykellere tazimi yasaklar ve ikonları put ilan eder. Yasakla kalmayıp Kilise içinde bir kampanya başlatarak taraftar sağlamaya çalışır. Ancak Papa 3. Gregoire, İmparatorun tutumunu takbih eder. 3. Leon'ün halefi 5. Konstantin (740-775) selefinin tutumunu sürdürür. 754 yılında gerçekleştirdiği Piskopos Synodu ile bir karar çıkartır. Meryem ve azizlerle ilgili ikonları put ilan eder ve yakılmalarını ve yıkılmalarını ilan eder.11 Bu sırada sayısız ikon yok edilir. İkonlara ateşli taraftarları olan bazı Keşişler ölüm cezasına çarptırılır. Bazı Keşişler ıssız yerlere çekilerek, resim ve heykel yapmaya devam ederler.

İmparator 4. Leon ve nüfuzlu eşi İrene, bu durumu değiştirmek isterler. 4. Leon'un ölümünden sonra nüfuzu iyice artan İrene,12 devleti küçük oğlu İmparator 6. Konstantin adına yönetir, ikon karşıtı olmayan İrene 2. İznik (Nicene) Konsilini (787) toplatır.13 İkonlara tapınmanın meşruiyyetinden öte, tasvirlere tapınmanın tavsiye edilen iyi bir amel olduğu kararını çıkartır. 843 yılında gerçekleştirilen bir Synod ile yasak tamamen kaldırılır. Ve çekişme İmparatoriçe Theodora'nın Bizans İmparatorluğunda ikonlara saygı gösterilmesi gerektiğini ilan etmesiyle sona erer.

Thomas Michel tarihçileri kaynak göstererek resimlere ve heykellere karşı çıkma hareketinin üç nedene dayandığından bahseder.

1-Bazı Hıristiyan gruplarda mevcut olan, İsa'nın insanlığını 2. planda tutma eğilimine karşın, resimler O'nun bedensel özelliklerini vurguluyordu.

2-Maniheizm etkisinde kafan ve Doğu Anadolu'dan kaynaklanan bir mezhebe göre, madde tümüyle kötü olduğundan insan vücudu resimleri, ibadette yer almaya layık değildi.

3-İmparator, Kiliselerde resimler bulunmasının Yahudi ve Müslümanlar'ın Hıristiyanlığa karşı soğukluk ve nefret hisleri ile bakmalarına neden olabileceğini düşünüyordu.14

Ortaçağda gerçekleşen bu resim ve heykel tartışmaları Martin Luther dönemine, Protestan Reformuna kadar hiçbir zaman canlanmadı. Luther döneminde, İncil'e dönüş tartışmaları ile birlikte resim ve heykel tartışmaları tekrar gün yüzüne çıktı.

Doğu-Batı Kiliselerinin Ayrılması (Shisma)

Doğu-Batı Kiliselerinin bölünmesi, fiili ayrılış 1054 yılında gerçekleşmekle birlikte kopuşun tarihi daha eskilere götürülebilir. Batı Roma imparatorluğunun 476 yılındaki düşüşünden sonra kopuşun temelleri atılmıştır denilebilir. Özellikle yetki konusunda görüş ayrılıkları uzun yıllar sürdü. İstanbul ve Roma Kiliseleri yüzyıllar boyunca bazen barıştılar, bazen ayrıldılar. İstanbul ile Roma Kiliseleri arasında kesin kopma ise 1054 yılında oldu.

Ayrılma sebebi daha çok siyasal olmakla beraber itikadı bir boyutu da İhtiva etmektedir. Batı kilisesi tarafından savunulan dogmatik formül Filioque (ve Oğul'dan) "Oğul'dan çıkan Kutsal Ruh" ifadesi Doğu kilisesi tarafından reddedildi. Doğu kilisesi Kutsal Ruh'un Tanrı'dan (Baba) geldiğine inanıyordu.15

Katolik ve Protestanlar amentü' (Kredo)lerinde Filouque kelimesini kullanmakla, Kutsal Ruh'un birlikte hareket eden Baba'dan ve Oğul'dan geldiğini vurgularlar. Ortodokslar Filouque terimini kullanmazlar ve Kutsal Ruh'un Tanrı'dan (Baba'dan) geldiğini söylerler.

Bu tartışma İznik Konsili sonrasında başladı ve problem olma özelliğini günümüzde bile sürdürmektedir. Bu problem aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen hala bir çözüme kavuşturulmuş değildir.

İznik Konsili yayınladığı amentü'de Teslis'i ("Üç Varlık Birarada") savundu. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsünün birliği savunulması problemleri ortadan kaldırmadı. Başlayan yeni tartışma bu üçlünün birbirleri ile olan ilişkilerini üzerineydi. İznik Konsili yayınladığı Grekçe metinde Baba, Oğul ve Ruhul Kuds için "Hupostaseis" kelimesini kullandı. Böylece 3 "Hupostaseis" bir "Ousia" (Tek Varlık) içindeydiler. Metnin Latinceye çevirisinde değişiklik yapılır. Üç "Hupostaseis" tek Varlığın içindeyken, yapılan farklı çeviri sonucu "Cevher içinde Üç Şahıs" (tres personae in una substantia) anlamı ortaya çıktı. Bütün tartışmalar bu iki metin üzerine çıktı ve Filouque sorunu da bu bağlamda ortaya çıkmış oldu. Bu Baba ile Oğul, Oğul ile Kutsal Ruh arasındaki ilişkinin, bağlantının nasıl olacağı problemini doğurdu. Bu "Filioque" terimi ile karşılandı.16

Ortaçağda Toplumsal-Siyasî durum

Ortaçağın toplumsal yapısına baktığımızda üç farklı sınıf karşımıza çıkmaktadır. Klerikler (ruhban sınıfı), soylular, halk (şehirliler ve çiftçiler). Çiftçiler kendi içlerinde farklı gruplara ayrılmış bulunuyorlardı. Bir kısmı savaşlara katılmama karşılığı yöneticilerin bütün işlerini yapan, bir diğeri ise topraklarıyla birlikte tamamen beylerin şahsi mülkü olan çiftçiler. Çiftçiler toprakla beraber alınır ve satılırdı. Üçüncü bir sınıf çiftçilerin küçük çapta kendilerine ait toprakları vardı. Fakat bütün çiftçiler gerektiğinde soyluların işlerinde, yol köprü vesair işlerde çalıştırılıyorlardı. Köylüler senyörlerin rant (gelir) talepleri sonucu bir nevi köle durumundaydılar. Ortaçağda hüküm süren bu feodal yapı eşitsizliği yaygınlaştırdı. Halkın üzerindeki zulüm bu şekilde devam ederken kilisenin tavrı maalesef genelde ezilenlerden yana değil sömürenlerden tarafa olmaktaydı. Reform döneminde bulundukları konumlarının düzeltilmesi gerektiğini gündeme getiren köylüler zaman zaman ayaklandılar.

Engizisyon

Engizisyonun ortaya çıkış sebebi, Katolik kilisenin heretik olarak gördüğü akımları, her türlü kilise dışı veya karşıtı düşünce ve davranışı yargılayıp cezalandırmaktır. Papa 3. Innocentius (1160-1216) Kiliseye bağlı Engiziyon mahkemesini kuran kişidir. Dinsizleri yakalayıp cezalandırma görevi Dominiken tarikatına verilmişti. Yargısız infazlar gündemdeydi.

Engizisyoncu, bir bölgeye gelir, halkı toplar, vaaz verir ve ardından iman emirnamesini okurdu. Bütün dindarları, dinsizleri ele vermeye çağırırdı. Aksi hareket edenler afaroz edilme tehlikesiyle bir nevi ihbara zorlanırdı.

Binlerce kişi mahkemelerde Engizatörler tarafından yargılanarak çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Suçlu mahkeme sonunda işkence ile yakılarak öldürülüyor ve bu hüküm bir törenle açıklanıyordu. 'Yakılarak Ölüm' cezasına binlerce insan çarptırıldı. Diğer cezalar kırbaçlama, sürgün, dayanılmaz işkenceler ve mallarına el konularak ömür boyu hapis şeklindeydi.

Engizisyon sadece Hıristiyanları yargılamakla kalmadı, 15 yy.'da Müslümanlar ve Yahudiler de nasiplerini aldılar. İspanya'da birçok müslüman yakıldı.

Ortaçağ'da Katolik Kilisesi'ne karşı çok sayıda reform hareketi ortaya çıktı. Bu hareketlerin birçoğu Katolik Kilisesi içinde vuku bulan haksız uygulamalar ve suistimaller ile ilgiliydi.17 Bîr kısmı ise Katolik Kilisesi'nin bizzat varlığına yönelikti ve Hıristiyanlığın saf haline dönme düşüncelerini barındırıyordu. Katolik Kilisesi'nin geleneksel inancı ile bağdaşmayan unsurlara heretik (sapkın) suçlaması yapılarak etkisiz kılınma amaçlanıyordu. Bu düşüncelere gündeme getiren insanlar Katolik Kilisesi tarafından devletle işbirliği yapılarak acımasızca bastırılıyordu, engizisyon sonucu ölüme mahkum ediliyordu. 10. ve 12. yy. arasında Balkanlarda yaşayan Bogomiller, 12. ve 15. yy. arasında Güney Fransa'da yaşayan Albijua'lar, 14. yy. da İngiltere'de Wycliffe, 15. yy. da Bohemya'da Hus engizisyonla karşı karşıya kalan en önemli kişiler, hareketlerdir.

Engizisyon zulmü 1830 da mahkemenin lağvı ile sona erdi.

Haçlı Seferleri (1095-1272)

11-13. yy. lar arasında Avrupa ülkeleri tarafından gerçekleştirilen Haçlı seferleri, Müslümanlara yönelik olmakla beraber Doğu Hıristiyanlarını da hedef aldı. Batı Avrupa Hıristiyanları ile Bizans İmparatorluğu Hıristiyanları karşı karşıya geldiler. Böylece Haçlı seferleri Hıristiyanlar arasında da derin kuşku ve acı izleri bıraktı. 1099 yılında Kudüs, 1204 yılında İstanbul Avrupa'dan gelen Katolik haçlılarca yağma edildi. Haçlı seferlerinin sebep oldukları yıkım ve katliamlar Müslümanlar kadar Doğu Hıristiyanlarını da etkiledi.18

Haçlı seferlerinin ortaya çıkaran sebeblerin dinî, siyasî ve iktisadî olduğunu söyleyebiliriz. Müslümanların büyük gelişme göstermeleri, Kudüs'ü almaları Batılıları endişelendirince Kilise Kutsal Toprakları geri almak için çağrıda bulundu. Kilise bu savaşa katılacaklara dinî vaatlerde bulunarak insanların dinî duygularına hitap etti.

Papa II. Urban İnsanların Haçlı seferlerine iştirak ettiklerinde bütün günahlarının bağışlanacağını her tarafa yaydı. Bu çağrı rağbet gördü ve Haçlı seferlerine katılmak isteyenlerin sayısı her geçen gün arttı.19

Haçlı seferlerinin siyasî sebebi ise Bizans'ın Avrupalıları Türkler aleyhine kışkırtmasıdır. Selçukluların Anadolu'yu Bizans'ın elinden almaları, İstanbul yakınlarına kadar gelmeleri, Bizansa zor anlar yaşatıyordu. Bizans İmparatorluğu ise bu durumun üstesinden Batılıları yardıma çağırarak gelebileceğini düşünüyordu.

İktisadî sebep ise Avrupa'nın önemli bir ekonomik çıkmaz içerisinde bulunmasıydı. Kudüs'ü ziyaret amacıyla Doğu ülkelerini gezen Hıristiyanlar ülkelerine döndüklerinde gördüklerinin etkisinde kalarak Müslüman dünyayı abartarak anlatıyorlardı. Avrupa'da köylü aç ve perişan haldeyken Müslümanlar bolluk ve refah içerisindeydi.

Haçlılar İznik'i 1. Haçlı Seferleri (1096-1099) sonucu ele geçirdikten sonra Antakya'ya geldiler. Uzun bir kuşatmadan sonra şehre girdiler. Buradan Kudüs'e vardılar. Fatimiler'in elinde bulunan şehri şiddetli bir kuşatma sonunda alarak (1099) yağma ettiler. Imadüddin Zengi Haçlılarla çarpışarak Urfa'yı geri aldı. (1114). Zor durumda kalan Kudüs Krallığı Papa'dan yardım istedi. 2. Haçlı Seferleri (1147-1149) esnasında Şam kuşatıldı, fakat hiç bir sonuç elde edilemedi. Haçlılar büyük kayıplar vererek memleketlerine dönmek zorunda kaldılar. Salahaddin Eyyubi Kudüs'ü Haçlılardan geri alınca, derhal 3. bir Haçlı Seferi hazırlığı yapıldı. Bu sefere Fransa Kralı Philippe Auguste, İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard ve Almanya İmparatoru Friedrich Barbarossa katıldılar. Bütün gayretlerine rağmen Kudüs'ü alamadılar ve barış yaparak memleketlerine döndüler. 1204 yılında gerçekleştirilen 4. Haçlı Seferleri İstanbul'u zaptedederek, bu güzel şehri barbarca yıktılar, yağmaladılar.20 1261 yılı­na kadar devam eden Latin imparatorluğunu kurdular. 1215'te toplanan Konsil, 5. Haçlı Seferi'ni (1215-1221) insanların dinî duygularını uyandırarak hazırladı. Akka'ya gelindi (1217), fakat hiç bir başarı gösteremeden geri döndüler. Kahire üzerine yürüyüşleri felaketle sonuçlandı. 6. Haçlı Seferi (1228-1229) inde Haçlılar Akka'ya geldiler. Melik Kamil Suriye Eyyubileri ile savaş halinde olduğundan Haçlılar'ın serbestçe Kudüs'te oturmalarını kabul etti ve 2. Friedrich ile on yıllık bir antlaşma yaptı (1229). Sonraki yıllarda Harizm Türklerinin Haçlıları yenmesi üzerine Kudüs tekrar Eyyubilerin eline geçti. 1245'te Lyon Komili yeni bir sefer kararlaştırdı. Fransa Kralı Saint Louis Dimyat'a geldi ve şehri aldı (1249). Daha sonra Kahire üzerine yürüdü. Son Eyyubi hükümdarı Turanşah tarafından Mansure'de yenilgiye uğratılarak esir edildi. (1250). Dimyat'ı geri vererek kurtuldu ve ülkesine döndü. Böylece 7. Haçlı Seferi (1245-1250)de başarılı olamadı. 1268 yılında Antakya'nın Haçlılardan alınması ve yeni bozgunlar 8. Haçlı Seferine (1268-1272) yol açtı. 8. Haçlı seferinden sonra Avrupalıların zaman zaman Haçlı elbiseleri giyerek yola çıktıkları oldu.

Yıllarca süren Haçlı Seferleri sonucu her iki taraftan da yüzbinlerce insanın ölümüne mal oldu. Anadolu'nun, Suriye ve Filistin'in birçok yerleri harap oldu.

Haçlı seferleri esas itibariyle dini amaçlarla yapıldı. İnsanlara büyük vaatler yapıldı, fakat çekilen bütün sıkıntılara rağmen Haçlı Seferleri amacına ulaşamadı. Bunun sonucu Papaların ve Kilisenin otoritesi sarsıldı.

Hıristiyanlar bu savaşlar sonucu müslümanları daha yakından tanıma imkanıyla karşılaştılar. Böylece Haçlılar müslümanların zihinlerindeki imaj ile örtüşmediğini gördüler.

Haçlı Seferleri sonucu Batılıların kendilerini değiştirmiş oldukları kesin olmamakla birlikte bu seferlerin Batı'nın Doğu'yu tanımasına yardımcı olduğu söylenebilir.

Kralların otorite ve hakimiyetleri Derebeyliğin kuvvetten düşmesi üzerine arttı. Birlik ve beraberlik duyguları uyandı. Birçok köylü, efendilerinden toprak satın alarak mal mülk sahibi oldu. Böylece sınıflar arasındaki uçurum ve farklar küçük çapta da olsa iyileşme gösterdi.

Avrupalılar kültür ve uygarlık yönünden kendilerinden ileri de olan müslümanlardan sanat ve teknik alanda birçok icat ve keşifleri öğrendiler ve memleketlerine götürdüler.

Ortaçağda Hıristiyan Kelamı/İlahiyat/Teoloji

Hıristiyanlar teoloji terimini inançlarını anlama uğrunda sarfedilen zihinsel çabanın tüm veçhelerini ifade etmek İçin kullanırlar. T. Michel, Hıristiyan Teolojisinin Müslümanlardaki Kelam'dan daha geniş bir dinsel inceleme alanını kapsadığını ve Fıkıh kavramı ile karşılaştırılmasının daha yerinde olacağını belirtir.

Hıristiyan Teolojisi, Kutsal Kitap üzerinde incelemeleri, Hıristiyan inancının gelişim safhalarını, Tanrı hakkında akıl yolu ile edinilen bilgilerin kalıplara dökülmesinin yanında Hıristiyan öğretisinin Hıristiyan için ne ifade ettiğini ve günlük hayata uygulanmasını ve ahlaki ilkelerin açılımı gibi konuları kapsar.21

Ortaçağ Avrupası'nda, teologlar teolojilerini Augustinus'un22 ve Dionysius'un23 Yeni Platoncu teolojisi üzerine kurdular. 11.yy. da Canterbury'li Anselmus (1033-1109) dinî inançları akla ve mantığa dayalı olarak savundu. Anselmus 'Anlayabilmek için inanıyorum' ve bu, 'inandığımızı anlamaya'ya24 yönelik bir çabadır diyordu. Anselmus Hıristiyan inancının doktrinlerini Kutsal Yazılara başvurma yolu ile değil, daha çok akıl ile savunmayı önceledi. Aynı zamanda Anselmus Tanrı'nın varlığının 'ontolojik kanıtı'nı formüle eden ilk skolastik filozof olma özelliğine sahiptir.

13.yy. da teolojilerinin temelini Aristoteles'in metafiziğine oturtan teologlar yetişti. Albertus Magnus25 (1207-1280) ve öğrencisi Aquino'lu Thomas (1224-1274) en ünlüleridir ve çalışmaları Hıristiyan teolojisine canlılık kazandırmıştır. Thomas kalemi güçlü birisiydi ve yazılarının derinliği söz konusuydu. Bu sebepden Thomas'ın teolojisi, Katolik Kilisesinin resmi Teolojisi olarak kabul edildi. Thomas'ın etkisi büyük oldu ve birçok Hıristiyan nazarında Hıristiyan Tarihinin en büyük teologu olarak kabul edildi.

1230'lu yıllarda Hıristiyan Avrupa, İbni Rüşd'ün latinceye çevrilen yorumlan sayesinde Aristoteles felsefesini keşfetti. Skolastikler buna karşılık vermekte gecikmediler. Geleneksel Augustinus'cular, Aristoteles'i Hıristiyan inancı ile hiçbir şekilde bağdaşmayan bir materyalist olarak gördüler ve reddettiler. Aristo felsefesinin tanrıbilime en uygun felsefi temeli sağladığını düşünenler Aristoteles felsefesinin Hıristiyan imanı ile bağdaşabileceğini savundular. Bu akımın en ünlü hocası Albertus Magnus'dur. Aristoteles'in bilinen tüm eserleri hakkında yorumlar yazdı. Hayatı boyunca, Latince konuşan Hıristiyanların Aristoteles'e ulaşmasını sağlamaya, Aristoteles felsefesinin Hıristiyan teolojisi için sağlam bir temel oluşturabileceğini göstermeye çalıştı. Bıraktığı çok sayıda felsefî ve teolojik eser etkisini günümüzde de sürdürmektedir. Magnus'un parlak bir öğrencisi olan Aquino'lu Thomas çok geçmeden hocasının eserlerini gölgede bıraktı.26

Aquinolu Thomas sayesinde, Avrupa'da yaygınlaşan Platonculuk geriledi ve yerini Aristoculuk aldı. Thomas bütün mutluluğunu Aristoteles'i incelemekte ve O'nu yeni baştan anlatmakta buldu. Hıristiyanlığa Aristoteles'i o kabul ettirdi.

Summa Theologiae'sını yazarak Katolik metafiziğini kurdu. Aristotelesci Thomizm giderek güçlendi. Augustinus-Anselmus-Thomas çizgisi Kilisenin benimsediği çizgi oldu.

Thomas, aklın erişebileceği bilginin kapsamı geniş olmakla birlikte, bazı konuların ancak açınlama (inkişaf) yolu ile bilinebileceğini, açınlanan gerçeğin hiçbir zaman akılla çelişkiye düşmeyeceğini, ancak bazı iman öğelerinin aklî melekelerinin ötesinde olduğunu belirtti.

İradenin zorunlu olarak iyiye doğru, şehvetin ise kötüye doğru gittiğini vurguladı. Günahın kaynağını özgürlükte ya da seçme özgürlüğünde değil, şehvette gördü.

Tanrı'da öz ve varoluş Birliğinden bahsetti. Tanrı saf eylemdi, İbni Sina'nın izinde, Tanrı'nın varoluşunun zaruri olduğunu savundu.

Thomas yaratılan evrenin gözetiminden hareketle, Tanrı'nın varlığına ilişkin ünlü beş akli kanıtını kurdu ve Tanrı'nın varlığını mantıki sonuç olarak ortaya attı.

İbni Rüşd'den, daha sonra İbni Tufayl'ın işlediği görüşü devralan Thomas, bilginin akıl içinde, akıl tarafından üretildiği savını geliştirdi. Bilgi bir dış etken ürünü olmadığına işaret etti. Yeni Platoncu gelenekten ayrılarak, Faal Aklın; Farabi ve İbnu Sina'nın yaptığının aksine, ne Demiurgos (evreni düzenleyen İlahi Varlık), ne de cebrail ile özdeşleştirilmemesi gerektiğini savunan Thomas, Faal Aklın insan zekasının bir fonksiyonu olduğunu savundu.

Thomascılık akımında zeka iradeden üstün görüldü. 'Tanrı özgür değildir ve dünyayı yaratmak zorunda olduğu için yaratmıştır' denildi. Tanrı Özgür olmayınca insan için özgürlük düşünülemezdi. İnsanı ancak Tanrı inayeti kurtarabilirdi. Çünkü insan kurtuluşu için hiç bir şey yapamazdı ve Tanrı'nın bağışına muhtaçtı. Kısacası Thomascılık determinist ve fatalist bir akımdı.

Bunun tam aksini ise Duns Scotus (1270 1308) savunuyordu. Scotusculuk Volontarist (iradeci) ve Indeterminist'ti, rasyonelliğini önceliyordu. Thornascılığın tersine irade zekadan üstündü, Tanrı özgürdü ve dünyayı yaratmak istediği için yaratmıştı. Bunun sonucu olarak insan da özgürdü ve Tanrı'nın inayetini muhtaç olmaksızın kendi çabasıyla kendini kurtarabilirdi. Scotusculara göre Kutsal Kitab'a akla uygun olduğu için inanılmalıydı.

Thomascılık insanı aşağılatıp, güçsüzleştirip, Fatalizme iterken Scotçuluk insanı yüceltir, güvenini artırır, indeterminist olduğu için insana ahlakî sorumluluk yükler.

Scotçular Meryem'in ilk günahtan kurtulmuş olan gebeliğine vurgu yaparlar. Çarmıha gerilişi ise Tanrı isteğidir. Thomascılar çarmıha gerilişi insanların günahları için gerektiğinden çok ödenmiş bir fidye gözüyle bakarlar. Scotçular Aklı nasdan üstün görürler.

Sonraki yıllarda Platoncu akım yeniden hayat bularak güçlendi. Bu akım, Rönesans humanizmasını, Platoncu siyaseti, ahlaki ve psikolojiyi Hıristiyan inançları ile bütünleşirdiler.

Hıristiyan Batı Avrupa filozoflarının birçoğu inanan Hristiyanlardı. Bir Hristiyan felsefesi oluşturma yolundaki çaba Rönesans'tan sonra son buldu.27

İbni Rüşd'ün Ortaçağ Teolojisine/ Felsefesine etkisi

(İbni Rüşdcüler, Avverroesciler)

İbn Rüşd'ün Tehafut, Faslul-Makal be Menahici'l-Edille kitapları latinceye çevrilerek Avrupada okundu. İbni Rüşd'ün etkisi öylesine fazlaydı ki İbni Rüşdcülük adında bir akımı doğurmuştu.

Aquinolu Thomas'da İbn Rüşd'den etkilendi. O İbnu Rüşd'ü adeta kopya ederek Hıristiyanlığı akılcı bir temele oturtmaya çalıştı.

İlginç olan ise, Hıristiyan imanı ile aklı uzlaştırmak için İbn Rüşd'ün görüşlerinden hareket eden Thomas'ın aynı zamanda bu müslüman filozofa düşman olmasıydı. Öyle ki İbn Rüşd'e karşı "Summa Contra gentîles" (kafirlere karşı) adlı kitabı kaleme aldı.

Thomas vahy ile aklın iki ayrı bilgi kaynağı olduğunu savundu. Her ikisi bize birbirinden farklı şeyler öğretiyordu. Mahiyete ilişkindi bu fark. Bunun için dinin bilgisi iman ile aklın bilgisi bilim temelde örtülmezler, sadece birbirleri ile kısmen karışabilirler.

İbn Rüşd ise böyle bir ayırımın hiçbir gerçeklik temeli olamayacağını savunuyordu. Ona göre akıl, son tahlilde Allah'ın bir bağcıydı.

Din, teoloji, bilimler ve genel düşünce hayatında 13. yy. dan başlayarak Avrupa'da İbn Rüşd belirleyici oldu. Kiliseye karşı onun argümanları ile Aristo'ya yaslandılar. Kilise İbni Rüşd'ü zındık ilan etti. Kültür dünyası ikiye bölündü. Bir tarafta onu savunanlar diğer tarafta onu reddedenler. Zamanla İbni Rüşd'ün felsefesi İslami kimliğinden tecrid oldu. Öyle bir duruma getirildi ki, o din dışı bir filozof halini aldı.28

Dipnotlar

1- Bernd Moeller, Geschichte des Christentums in Crundzügen, UTB Vandenhoeck, 1979 Göttingen, 2. baskı, s. 128-129

2- Cermenlerin Batı Avrupa'da katolikleştirilmeleri 500-750 yılları arasında olmuştur. Wilhelm Brüggeboes, Geschichte der Kirche 1, Patmos-Verlag, 1966 Düsseldorf, s. 69.

3- Katolik kelimesi "evrensel" ya da "genel" anlamına gelir.

4- Katolikler Kutsal Ruh'un Baba'dan ve Oğul'dan geldiği, Ortodokslar ise sadece Baba'dan geldiğini iddia ediyorlardı.

5- 1870 yılında toplanan Vatikan Ruhani Meclisi Papa'nın yanılmazlığını ilân etmiştir.

6- Sakrament, kutsal şey, ayin anlamına gelir. 7 Sakrament şunlardır: 1-Vaftiz, 2-Evharistiya (Ekmek, Şarap âyini; İsa'nın havarilerle yediği son akşam yemeği hatırası), 3-Konfirmasyn (Kuvvetlendirme, yağlanma), 4- Günah İtirafı (günah çıkarma), 5-Son yağlama (ölüm yatağında sürülen yağ), 6-Rahip takdisi, 7-Nikah.

7- 1965'deki II. Vatikan Konsili değişik dillerde de ayin yapabilme hakkında izin kararı almıştır.

8- Detaylı bilgi için bkz., Prof. Dr. Günay Tümer, Prof Dr. Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, 1997 Ankara, sayfa 293-303.

9- David L. Edwards, Das Christentum -Die Geschichte seiner ersten zwei Jahrhunderte, Echter Verlag, Würzburg 2001, s. 106.

10- Din büyüklerini, azizleri temsil eden resim ve figürler.

11- David L. Edwards, Das Christentum -Die Ceschichte seiner ersten zwei jahrhunderte-, Echter Verlag, Würzburg 2001, s. 145.

12- Oğluna karşı entrika çevirip onu tahttan indirmekle kalmayıp oğlunun gözlerini oydurtmuştur.

13- Bu Konsil, duanın resme değil, resmin temsil ettiği kişiye hitap ettiği, gerçek ibadetin ise ancak Tanrı'ya dönük olabileceği bilindikçe, resimlere gösterilen saygının yadırganmaması gerektiğine karar verdi. Bkz.: Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, 1992 İstanbul, s.103

14- Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, 1992 İstanbul, s.102-103

15- Bernd Moeller, Geschichte des Christentums in Grundzügen, UTB Vandenhoeck, 1979 Göttingen, 2. baskı, s. 151-152

16- Bu konuda Aytunç Altındal'ın konuyla ilgili çalışmalarına bakılabilir.

17- Katolik Kilisesi bünyesinde çok sayıda suistimal olayları ortaya çıkmıştı. Suistimallerin en çirkinlerinden biri dinsel hizmet ve ayrıcalıkları satmayı öngören simonia (mukaddesat ticareti) idi.

18- Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, 1992 İstanbul, s. 105

19- Bernd Moeller, Geschichte des Christentums in Grundzügen, UTB Vandenhoeck, 1979 Göttingen, 2. baskı, s. 162

20- Hermann Schuster, Das werden der Kirche, Verlag Alfred Töpelmann, 1950 Berlin, s.160

21- Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, 1992 İstanbul, s.115

22- Aurelius Augustinus (354-430) Hıristiyan yazar ve piskoposu. Önemli kilise babalarından biri. Felsefî kitaplar yazdı. Kurtuluş için ilahi rahmet ve hidayetin esas olduğunu düşünüyordu. Ayrıca Ortaçağ skolastiğinin atası sayılır.

23- 5. yy. Da yaşadı. Mistik eserler kaleme aldı. Eflatunculuk ile Hıristiyanlığı uzlaştırdı.

24- 'İman yer türlü tartışmadan önce gelmelidir. Bizler inanmak için düşünmüyoruz, tersine, düşünmek için inanıyoruz.'

25- Güney Almanya doğumlu. Yahudi ve İslam felsefesi ile ilgilendi.

26- Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, 1992 İstanbul, s.139-140

27- Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, 1992 İstanbul, s.140-142

28- Hıristiyan Filozoflar -Hıristiyan Felsefesine Giriş-, Ulum el-Hikme Okulu, Rivayet İlimleri 2, ders notları. Ayrıca Thomizm, skolastik felsefe hakkında bkz. Eugen Biser, Ferdinand Hahn, Michael Langer (edisyon), Der Glaube der Christen -Ein ökumenisches Wörterbuch-, Pattloch Verlag, 1999 Münih.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR