Kur'an Neslinin Oluşumunda Nicelik-Nitelik Sorunu ve Huneyn Savaşı Örneği
Belirli ilke ve hedefler doğrultusunda toplumsal bir dönüşüme önayak olmak ve bu eksende bir mücadele çizgisi oluşturmak isteyen yapılar için hazırlık aşamasına, eğitim ve örgütlenmeye ciddiyetle eğilmek ve öncü bir kadro yetiştirmek gerçekten önemlidir.
Sosyal değişim ve dönüşümün ilkeli ve kapsamlı bir şekilde oluşumunu sağlamak ve onu kalıcı ve sağlıklı kılabilmek elbette bir süreci gerektirmektedir. Bu süreç içerisinde kuvvetli bir bünye oluşturmak ve bu bünyeyi iç ve dış etkilere, zaaflara, saldırılara karşı rehabilite edebilmek ehemmiyetlidir. Bunlara dikkat edilmediğinde, günümüzde görüldüğü gibi, olumsuz ve acı verici sonuçlarla yahut başkalaşma, savrulma ve çözülme gibi marazlarla karşılaşmak mukadderdir.
"Yapı sahih, gerçekçi ve hak ölçülere, ilkelere, hedef ve yöntemlere sahip midir? Aydın, geniş ufuklu ve perspektif sahibi bir öncülük eşliğinde mi açılım sağlamaktadır? Fedakâr, adanmış ve donanımlı kişilerden müteşekkil bir kadro çalışması yapmış mıdır? Mücadele süreci ve araçlarıyla toplum, sistem değerlendirmeleri sağlıklı bir şekilde analiz edilmiş midir? Mesaj dengeli, nitelikli bir şekilde kitleleşebilmekte midir? Belirli ölçekte bir yetişmiş insan potansiyeline sahip midir? Eğitim, disiplin, mensubiyet, katılım, denenmişlik, güvenilirlik ve işbölümü gibi noktalarda ciddi bir mesafe katedilmiş midir?.." Sosyal organizasyon ya da yapının mahiyetini, misyonunu ve ehemmiyetini belirleyebilmek amacıyla gündemleştirilebilecek bu türden soruların sayısı çoğaltılabilir. Ancak İslami manada Kur'an'ın tabiriyle bir "bünyanun mersus" oluşturabilmek ve vahyi mesajın yaşanılarak billurlaşan "niteliğini" merhale bilinci içinde "nicelleştirebilmemiz" için eğitime, tedrici ve mukavim bir gelişim çizgisine, disiplinli ve diri bir toplumsal dinamizme ihtiyaç duyulacağı açıktır. Kuru bir güven ve gurur psikolojisine kapılmak, parmak sayısını kutsamak ya da yapılması gerekenleri kendiliğindenci/kaderci bir atalete bırakmak ancak üzüntü verici, acı tecrübeler kazandırmaktadır. Yüce Allah, bilinç ve samimiyetle kendisine yönelenlere, sorumluluk duygusuna sahip olarak savaşımın sünnetini iyi anlayanlara yollarını açmaktadır. "Nice az topluluğun Allah'ın izniyle kendilerinden büyük nice çok topluluğa galebe çalması"nı bu bağlamda düşünmek gerekir. Yine benzer şekilde, müminlerin, kafirler karşısında bire on bir güç ve zindeliğe sahipken, birtakım zaaflar sonucu bu oranın bire ikiye düşmesini de bu eksende çok iyi fıkhetmek elzemdir. Zira sayının çoğalması; sa'yin, seviyenin ve saygınlığın da arttığını göstermemektedir.
Kur'an ayetlerinde de kısa, özlü ve manidar bir anlatımını bulduğumuz Huneyn Savaşı, yukarıda değindiğimiz kimi hususlara başka bir açıdan ve yaşanmış bir örneklik eşliğinde göz atmamızı sağlayacak şekilde, ele aldığımız konunun mihenk noktasını oluşturmaktadır. Mekke'nin fethinden kısa bir süre sonra vuku bulan bu savaş, önemli bir siyer bilgisi olmasının ötesinde günümüzdeki kimi tartışmalı konulara da ışık tutacak bir ders ve ibret manzumesi olarak öne çıkmaktadır.
Önce, Şubat 630'da meydana gelen Huneyn Savaşı'na kısaca bir göz atalım:
Kuzey Arabistan'ın en güçlü kabilelerinden olan Hevazinliler, soy yakınlıkları ve ekonomik ilişkileri nedeniyle öteden beri Kureyş'in doğal müttefikiydi. İslam'ın çağrısını reddetmiş ve çekinmeden düşmanca bir tutum içerisine girmişlerdi. Mekke'nin müslümanların eline geçmesi üzerine İslami gelişimi durdurmak, çıkarlarını sağlama almak ve bölgede önemli bir güç unsuru haline gelebilmek amacıyla harekete geçtiler. Malik b. Avf. başta Beni Sakif olmak üzere bütün Hevazin kollarını bir araya getirdi, küçük kabileleri de yanına çekti. Bu arada güçlü bir propaganda faaliyeti de yürütülmekteydi. Kapsamlı, ciddi ve disiplinli bir savaş talimi yapmaları, kendilerine olan güveni her geçen gün artırmaktaydı. Hz. Muhammed, bu hazırlığı öğrenince, büyük bir ordu oluşturarak, saldırıya geçmek isteyen düşmanı karşılamak üzere yola çıktı. Huneyn Vadisi önlerinde, öncü müslüman birlikler, pusuya düşürüldüler ve bozguna uğratıldılar. Çok geçmeden panik ordunun asıl bölümüne de yayıldı ve müslümanlar dağılarak kaçmaya başladılar. Bu hiç beklenmedik durum sayıca çok üstün olmasına rağmen İslam ordusunu büyük bir sıkıntıya sokmuştu. Biraz zaman geçince Hz. Peygamber, rivayetlere göre Abbas bin Muttalib'in de yardımıyla ordusunu toparladı. Telaş içindeki birlikleri yeniden düzenledi, moral depoladı ve bu kez intizamlı bir şekilde görev dağılımı yapıldı. Müslümanlar Allah'a dayandılar ve Allah'ın yardımı hususunda bir güven duygusunun da motivasyonuyla ciddi bir taarruza geçtiler. Savaş yeniden kızıştı. Bu kez İslam ordusu Hevazinlileri dağıttı. Hz. Muhammed ordusuyla Taif önlerine geldi ve şehri 20 gün kuşatma altında tuttu. Hevazinlilerden kendisine bağlılıklarını bildirmelerini istedi. Gelen elçiyle anlaşma imzalandı. Ertesi yıl Taiflilerin İslam'ı kabul ettikleri rivayet edilmektedir.
Huneyn Savaşı'nı Kur'an-i Kerim şu şekilde tasvir etmektedir:
"Allah birçok yerde ve Huneyn gününde size yardım etti. Çokluğunuz sizi böbürlendirmişti; ama size bir yarar sağlamamıştı. Yeryüzü bunca genişliğine rağmen size dar gelmişti de arkanızı dönmüştünüz. Sonra Allah, Elçisine ve inananlara güven verdi ve görmediğiniz askerler gönderdi de inkar edenlere azap etti. İşte inkarcıların cezası budur. Bundan sonra da Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir." (9/Tevbe: 25-27).
Huneyn Savaşı ile ilgili olarak bazı tespitlerde bulunmamız ve günümüze yönelik kimi çıkarımlarda bulunmamız mümkündür:
Sayısal üstünlük askeri, toplumsal ve siyasal alanlarda önemli olmakla birlikte hiçbir zaman tek başına belirleyici bir unsur değildir. Bilakis yanılgılara ve beklenmedik sonuçlara dahi neden olabilmektedir. Mezkur savaşta İslam ordusunda 10 binden fazla kişi vardı. Buna karşılık düşman ordusu onun yansı kadar bile değildi.
Sayısal yetersizliğin getirdiği endişe kadar nicelik üstünlüğüne dayalı, içi doldurulmamış üstünlük duygusunun öne çıkardığı gurur, şımarma ve böbürlenme de kimi zaman çok önemli handikaplar, kollektif zaaflar oluşturabilmektedir. Nitekim müslüman erlerden oluşmasına, büyük başarıların ardından Mekke'yi fethetmesine ve sayıca üstünlüğüne rağmen İslam ordusu başlangıçta bir hezimete uğramıştır. Çokluktan kaynaklanan böbürlenmenin hiçbir yarar sağlamadığı Kur'an'da da açıkça vurgulanmıştır. Zira içeriksiz bir gurur; düzensizlik ve gevşekliğin en büyük sebeplerindendir. Yaşadığımız toplumun çok önemli bir kesiminin kendini İslam'a nispet etmesine ve bu tablo içerisinde en büyük parti olmasına rağmen Refah Partisi'nin içine düştüğü durum da bu eksende hatırlanabilir.
Askeri sahada olduğu gibi, büyük ölçekli her toplumsal alanda uyulması, ciddiye alınması, gerçekleştirilmesi gereken kurallar, yasalar vardır. Müslüman olmak bunları dışlamayı ya da hazırcılığı değil; bunlara öncelikle sahip olmayı, maddi ve manevi dinamizmi gerektirir.
Hazırlıksızlık, eğitim ve motivasyon eksikliği gücü azaltır, böler ve hatta abartır. İslam ordusunda, yeni müslüman olanların yahut ciddi bir eğitim ve sınamadan geçmeyenlerin küçümsenmeyecek bir yektin oluşturduğu söylenmektedir. Kaçanların çoğunun İslam'a yeni girmiş kişiler olması, belirli bir süreç içerisinde talimden, tedrici bir direnişten ve bilinçli bir adanmışlıktan geçmemiş kişilerin öne çıkması telafisi güç gedikler açmıştır. Bu husus geniş anlamıyla, toplumsal hayatın her alanı için düşünülmeli ve ciddiye alınmalıdır. İşbölümünde, görevlendirmede, mücadelenin ateşlenmesinde, öncülükte birçok yönden donanımlı, deneyimli insanlara ihtiyaç vardır ve her anlamıyla emanetler ehliyet sahibi kişilere bırakılmalıdır. Aynı zamanda kişilerin sorumlulukları kabiliyetleri oranında olmalı; sanal ve abartılı yaklaşımlardan da uzak durulmalıdır. Kendini önemseyen ve öne çıkaran nice büyük (!) cemaatlerin de 28 Şubat sürecinde büyük ölçekli bir erimeye, çözülmeye maruz kalması gözden ırak tutulmamalıdır. Allah, kimi zaman, herkesi iddiasıyla imtihan etmektedir.
Zorluklarla karşılaşmak, yenilgiye uğramak yahut ilk bakışta şer gibi görünen olumsuzluklara duçar olmak, istenmese de her zaman olasıdır. Önemli olan kendini toparlayabilmek, çözülmemek, sosyal bünyeyi rehabilite edebilmektir. Sağlıklı ve yapıcı çıkarımlarda bulunabilmek, ders alabilmek, ciddi ve daha fazla çalışmaya yönelmektir. Peygamberin Huneyn'de bozgundan sonra yaptığı gibi, Allah'ın yardımının gerekliliklerini oluşturmak ve toplumsal yasaları iyi değerlendirebilmektir. Yenilgiyi ya da olumsuzlukları içselleştirmek; zihnini ve yüreğini dünyaya, şeytanın iğvasına terk etmektir. Evet, hiç savaşmayanlar, hiç yenilmezler. Çünkü onlar ilke, değer, anlam ve erdem sahibi değillerdir. Allah onlardan elini çekmiştir.
Ciddi içerikli toplumsal hareketler, olabildiğince planlı ve organizeli bir mahiyet kazanabildikleri takdirde kuvvet ve kalıcılık kazanabilmekte, etki uyandırabilmektedir. Dönüştürme fikri, bu bağlamda, hem bu etkinlik ve organizasyona öncülük edip istikamet kazandırabilecek kişi ve yapılar açısından hem de bu etkinliğe çeşitli yönlerden iştirak edecek kitleler bakımından bir birikim ve süreklilik anlayışı içerisinde tezahür edebilmelidir.
Kapsamlı bir muhtevası ve köklü ilkeleri olan hiçbir dünya görüşü, toplum tarafından hiçbir zaman kolayca ve kısa sürede kabul görmez. Başlangıç ve hazırlık aşaması itibariyle, müslümanların da sayı bakımından az olmayı bir mazeret olarak ileri sürmeleri, dolayısıyla kendiliğindencilik, erteleyicilik ve teslimiyetçiliğe duçar olmaları, büyük ölçekli ve tehlikeli bir handikaptır. Bu aşamada sıkıntı ve baskılara karşı direnmek, birliktelik kurmak ve olgun, mücessem bir "direniş ahlakı"na sahip olmak zorunludur.
İlkesiz, içeriksiz ve merhalesiz bir kitleselleşme, çoğalma anlayışı tarih içerisinde kimi örneklerde olduğu gibi, günümüzdeki İslami oluşumlar nezdinde de yozlaşma ve gerilemeyi, var olanı koruma ve devam ettirme uğruna atalet, ürkeklik, pragmatizm ve kimlik bulanıklığını çoğu zaman beraberinde getirmektedir. Ancak yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki niteliksiz ve keyfiyetsiz bir kitleselleşmeyi reddetmek ve tedriciliğe değer atfetmek; müslümanları beklemeye, tembelliğe de sevk etmemelidir. Kendi özlerindekini değiştirme mücadelesi veren müslümanlar, bu yaklaşımı, güç ve imkanları oranında topluma da yansıtmalıdır. İslami bilinç ve duyarlık, yetişmiş ve güvenilir müslümanlar eliyle toplumsal katmanlara taşınabilmelidir. İslami gelişim; Fetih Suresi 29. ayette resmedilen "ekin meseli" örnekliğinde olduğu gibi hazırlık aşamasını, birikim ve direniş aşamasını, büyüme ve olgunlaşma aşamasını kendi güç, denetim ve fıkhetme kabiliyetiyle gerçekleştirebilmelidir. Reddedilmesi gereken, kitleleşmek değil, bunun içeriksiz, niteliksiz ve merhalesiz olmasıdır.
Bütün bunlar hayatın her alanında "Kur'an'ın kaynaklaştırılması" ve nicelik, nitelik dengesinin sağlıklı bir şekilde bileşimiyle vuku bulmalıdır. Mücadeleyi üstlenecek, Kur'an neslini vücuda getirecek bir kadrolaşmanın, bir nüvenin oluşturulmasının önemi ciddiyetle gündemleştirilmelidir. Bugün birçok yapının bu hususlara yeterince eğilmediği açıkça ortaya çıkmıştır. Hatta kimi cemaatlerin bir kitle mi yoksa kadro çalışması mı yaptığı yeterince anlaşılamamakta, kendiliğindencilik ve yılgınlık içten içe birey ve oluşumları buharlaştırmaktadır. Ülkemizde yaşanan 28 Şubat süreci bunu birçok yönden gözler önüne sermiştir.
Toplumsal hareketler açısından bakıldığında, hazırlık aşamasının çok iyi değerlendirilmesi gerektiği izahtan varestedir. Gerçekten oluşum safhasında buna dikkat edilmediği için ileride birçok sorunla yüzyüze gelip çöküş ve çözülüşe uğrayan, emek ve gayreti zamanla heba olan birçok yapılanma mevcuttur. Kendiliğindencilik, içeriksiz ve niteliksiz kitleselleşme, sığlık, programsızlık, ilkesizlik hatta uzlaşma ve pragmatiklik, zorluklarla karşılaşıldığında bocalama, iç çöküş, gerileme veya başkalaşım gibi siyasi ve sosyal marazlar bu yüzden öne çıkabilmektedir. Bu durum yoksul, mazlum ve itilmiş kitlelerin beklentilerini de dumura uğratmaktadır. Dönüşüme öncülük edecek sağlıklı filizler ancak sağlıklı ve iyi örgütlenmiş; mesajının, yaşadığı zaman ve zeminin, merhalesinin nitelik ve gereklerini iyi fıkhetmiş yapılar eliyle ortaya çıkabilecek ve toplumsal hayata diri bir içerikle girebileceklerdir. Oluşumun geleceği açısından muhasebe yapmanın, özeleştiri ve istişare mekanizmasını işletmenin, durulan ve ulaşılmak istenen yeri iyi görebilmenin önemi, bu noktada kendini daha fazla hissettirmektedir. Daha sonraki aşamaların nitelik ve kıymeti, bir bakıma bu ilk aşamanın keyfiyet ve teşekkül tarzına bağlı olarak ortaya çıkacak, açılım kazanacaktır.
Yaşadığımız son süreç, getirdiği kimi sıkıntılara rağmen, bütün bunları fıkhetmemiz için de önemli bir imkanlar manzumesi sunmaktadır. Ancak geçmişten devralınan kimi olumsuzlukların aşılması yerine eski seviyenin daha da gerisine/uzağına düşme zaafiyetine sıklıkla şahit olmaktayız. Çeşitli mazeretler eşliğinde, çıta sürekli düşürülmektedir. Seçimlerin yaklaştığı ve toplumsal bir kaos ve tedirginliğin de yaşandığı şu son günlerde pragmatik, popülist, dirençsiz, savruk ve kirli yaklaşımların hala öne çıktığını gözlemleyebilmekteyiz. Kimi çevreler nasihatlerin ötesinde musibetlerden de ders çıkarmamakta ısrarlı görünmektedirler.
Hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili olumsuzluklar Allah'a inanıp ciddiyetle O'na dayanmayı ve vahyi bilinci yaşamlaştırmayı da ne yazık ki içten içe kemirmektedir. Bu da korkuyu, sekülerleşmeyi, çoğalma güdüsünü ve risksiz yaşama isteğini temel ve sapkın bir davranış kalıbı haline getirmektedir. Niceliğe, tekasüre düşkünlük niteliği boğmaktadır. Halbuki Kur'an eksenli siyer bilgisi, Hz. Peygamber ve arkadaşlarının oluşturduğu yapıda tam tersi tavırları öne çıkarmakta, zulüm, baskı ve dayatmalar karşısında çözülmeyi, uzlaşmayı, içeriksiz bir çoğalmayı değil, ilke ve çizgi sahibi olmanın ve Allah'a dayanmanın güzel sonucunu vurgulamaktadır:
"Hatırlayın; hani sizler sayıca çok az idiniz ve yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz. İşte O, sizi barındırandı, sizi yardımıyla destekledi ve size temiz şeylerden rızıklar verdi. Ki şükredesiniz." (8/Enfal: 26)
Huneyn Savaşı'nda bozguna uğrayan müslümanların Allah'a dayandıklarında ve sünnetullahın gereklerini yerine getirdiklerinde tekrar toparlandıklarını ve sonuçta galip geldiklerini görüyoruz. Fakat Allah yerine dünyaya dayanmaya yeltenenlerin sahte böbürlenmeleri onlara hiçbir yarar sağlamayacak ve kimi zaman onlara koca yeryüzü bile dar gelecektir!
- İşbirlikçiliğin Sefaleti
- Zilletin Son Halkası İncirlik
- Galiplere Benzemek veya Özgüven Kaybı
- Vefatının 4. Yıl Dönümünde Ercümend Özkan'ın Hatırlattıkları
- 28 Şubat: Bir Muamma, Bir Serencam
- Darbe Düzeninin Yeni Yüzü: 28 Şubat
- 28 Şubat Kararları
- 'Demokrasi' Kazandığında Darbeciler Kaybediyor mu?
- Sultanahmet'te Kudüs Günü
- Objektifliğin Sınırı
- Sakarya Üniversitesi'nde Neler Oluyor?
- Ramazan Şenlikleri Neye Hizmet Ediyor?
- Racak Katliamı Sonrası Kosova
- İran'da Değişim Sancıları
- Demirel'in Cezayir Ziyaretinin Hatırlattıkları
- Karargah Ajansı Bildiriyor! “Komutanlarımız Diyor ki...”
- Rant Ekonomisinde Kumarbazların Güvencesi: Bankalar
- Kudüs Günü ve İslami Sorumluluğumuz
- Malik Bin Nebi ve Ümmetin Düşünsel Sorunları
- Pazarlıksız Bir Alış Veriş: İman
- Kur'an Neslinin Oluşumunda Nicelik-Nitelik Sorunu ve Huneyn Savaşı Örneği
- Kur’an Tefsirinde Anahtar İki Kavram: Bağlam ve İç Çelişkiler -1
- Özgür-Der Kuruluş Bildirgesi
- Mahkemeler
- Cüzamlılar Ülkesi