Kur'an-ı Kerim'de Bahçe Sahipleri Kıssaları
Giriş
Kur'an'da bahçe sahiplerine ait, araların da geçen diyalogların ve başlarından geçen olayların kesintisiz olarak ayrıntıları ile anlatıldığı iki kıssa bulunmaktadır. Nüzul sırasına göre ikinci, tertip numarasına göre ise altmış sekizinci sırada bulunan Kalem ve nüzul sırasına göre altmış dokuz, tertip numarasına göre ise on sekizinci sıradaki Kehf surelerinde, bahçe sahiplerinin konu edildiği kıssalar yer almaktadır.
Yüzeysel bakıldığında aynı gibi görünen her iki kıssada; Kur'an'ın genel anlatımında üzerinde ısrarla durduğu şirk ve tevhid temaları işlenerek, muhatapların kıssayı tevhidi açıdan tefekkürle beraber ibret almaları hususunda uyarıldığını anlamaktayız.
Sanayi devrimi sonrasında şekillenen günümüz modern toplumlarının, tarım toplumlarının niteliği ve bu toplumsal yapının barındırdığı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel ortamlarını anlamaları zorluklar teşkil etmektedir. Bahçe sahipleri kıssalarını ve bu kıssalarda konu edinilen kişileri anlamak için; Kur'an'ın iniş sürecindeki tarım, tarımın toplum sosyolojisi ve ekonomisine etkilerini iyi idrak etmemiz gerekmektedir. Bunun için Kur'an'ın diğer surelerindeki ayetlerde verilen örnekler kıssalarla birlikte değerlendirilerek hidayete yönelik sonuçlar çıkarılmalıdır.
Bahçe Sahipleri Kimlerdir?
Bahçe sahipleri kıssalarının her ikisinin de Mekkî olduğu göz önüne alındığında, kıssalarda anlatılan kişiler; Hicaz bölgesinin meyve ve sebzelerinin yetiştirildiği, Taif, Medine ya da Yemen taraflarında olma ihtimalinin yüksek olduğu, dolayısıyla kıssa kahramanlarının bu bölge insanları ya da bu bölgelerin bir kısmında tarım arazisi bulunan, Mekkeliler olduğu intibaını uyandırmaktadır.
Bununla birlikte Kur'an'da anlatılan bahçe sahiplerinin, Arabistan bölgesinde, Kur'an nazil olmadan evvel yaşamış bazı toplumlar içersindeki kişiler olabileceği de düşünülmelidir. Arabistan yarımadası topraklarındaki tarım arazilerinin kısıtlı ve belli bölgelerde olduğu göz önüne alındığında bahçe sahiplerinin, cahiliyye Arap toplumunun hinterlandı içerisinde olduğu aşikâr olacaktır. Belki de bu isimler cahiliyye Arap toplumunca bilinmesine rağmen Allah bu isimleri vermek istememiştir.
"Bazı müfessirler ise bunun bir mü'min ve kâfir üzerinde varsayılarak tasvirî olarak sunulmuş bir örnek olduğu ihtimali üzerinde durmuştur. Bizim ayetlerin ifade ve muhtevasından algılayarak çıkardığımız sonuca göre örnek, ilk başta daha önce var olup meydana gelmiş bir hadise hakkındadır. İkinci olarak da Peygamber toplumunda vuku bulmuştur. Bu ne eski bir İsrailiyat kıssasıdır ne de sadece varsayılarak tasvir edilmiş bir hikâyedir. Çünkü içerdiği portre ister bağlar ve içerisindeki hurmalık ve üzümler hakkında, ister bunlar etrafında geçen konuşmalar hakkında olsun, isterse de hadisenin şahıslar hakkında olsun; Arap Hicaz portresidir."1
Kıssalarda anlatılan kişilerin kimliklerinin verilmemesi; bizi bu kıssanın yaşanılmamış, tarihi bir kıssa olmadığı, dolayısıyla sembolik bir kıssa fikrine götürmemelidir. İleride bu konu üzerinde ayrıntıları ile duracağımızı belirterek konuyu dağıtmadan devam etmek istiyoruz.
Bahçe sahipleri kıssalarını analiz ettiğimizde bu kişilerin isimlerinin önemli olmadığı görülecektir. Çünkü yaratılıştan itibaren tarımın insan hayatının büyük bir bölümünü kapsadığı düşünüldüğünde; tarımla uğraşan ve "bahçe sahipleri" kıssalarındaki kişiliklere benzeyen sayısız insan hem Arabistan yarımadasında ve hem de bu dünya üzerinden geçmiştir ve kıyamete kadar da sayısız insan geçecektir. O halde mühim olan kişilerin isimleri, kimlikleri değil, onların Kur'an'da anlatılan, İslam açısından müspet veya menfi davranışlarıdır. Bu davranışları gösteren; zamanın herhangi kesitindeki bir örnek, emsal olması açısından yeterli görülerek "bahçe sahipleri" kıssalarındaki kişilikler isim verilmeden anlatılmıştır.
Kur'an'ın hedefi, kişilerin bireysel olarak ululaştırılması veya alçaltılarak yokluk hükmüne alınması değil; anlatılan şahıslar nezdinde davranışlarının olumlu ve olumsuz yanlarının sergilenerek, ideal olan veya olmayan davranışların örnek gösterilmesi, bu davranışlardan hidayete yönelik olumlu sonuçlar çıkarılması ve bunlardan ibret alınmasıdır. Derveze, bahçe sahipleri kıssalarının vakiliği hakkında şunları kaydeder: "Müfessirler, kıssada belirtilen bahçenin Yemen ve Habeşistan'da olduğunu rivayet etmişlerdir. Bazıları da bu bahçenin Sakîf'ten bir adama ait olduğunu, (bu adamın) ağaçtan yere düşen ürünleri fakirlere terk ettiğini, o ölüp çocukları mirasçı olunca; ‘Babamız kuşkusuz ahmak bir adamdı!’ deyip fakirleri bundan mahrum bıraktıklarını söylemişlerdir. Başka bir ifade ile kıssada anlatılanlar gerçek bir olaya aittir. Ayetlerin ruhu ve içeriği bu gerçeği göstermekte ve yine olayın, (Kur'an'ı) işitenler tarafından bilindiği izlenimini vermektedir. Açıkça görüldüğü üzere, ‘Onları imtihan ettik.’ cümlesindeki ‘onlar’ zamiri daha önceki ayetlerin tavırlarını anlattığı inkârcılara aittir ki bunlar Kureyş'in lider takımıdır. Burada, onların bahçe kıssasını bildiklerine dair bir ipucu vardır."2
"Bahçe Sahipleri" Kıssalarındaki Bahçeler Nerededir?
Arabistan yarımadası topografyası incelendiğinde; arazinin büyük bölümünün çöllerle kaplı olması, iklimin sıcak ve kurak çöl iklimi olması dolayısıyla, tarıma elverişli arazinin çok kısıtlı miktarda olduğu görülür. Kur'an'ın indiği ilk belde olan Mekke toprakları tarıma elverişli arazilere sahip değildir. "Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim."3
Yarımadada tarıma elverişli bölgeler; Taif, Medine, Yemen'e doğru inildiğinde Himyer-Sebe bölgesidir. Kur'an'da özellikle anlatılan Sebe bölgesi, tarım açısından Arabistan yarımadasının en elverişli topraklarına sahiptir. Kur'an bu hususu şöyle beyan eder: "Andolsun, Sebe kavminin oturduğu yerlerde onlar için büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı..."4 Razi, kıssalarda geçen bir bahçenin yerini "Sana'a'ya yakın bir yerde, içinde hurmalıkların ve ziraata elverişli arazilerin bulunduğu…"5 şeklinde tarif eder. Kurtubi de aynı görüştedir: "...Bu bahçe Yemen topraklarında onlara yakın, San'a'ya birkaç fersah -iki fersah da denilmiştir- uzaklıkta idi. el-Kelbî dedi ki: ‘Onlar (bahçe sahipleri) ile Sana'a arasında iki fersahlık mesafe vardı.’ Buranın Davran denilen yerde bir bahçe olduğu da söylenmiştir. Davran, Sana'a'dan bir fersah uzaklıktadır."6
Tarıma elverişli arazilerin azlığının yanı sıra tarımın sürekliliği ve verimliliği için en gerekli madde olan su da yok denecek kadar az miktardaydı. Tarım arazileri, yağmur mevsimlerinde alınan yağışlar ve bu yağışların tutularak depolanmasıyla oluşturulan sulama sistemleri sayesinde yeterli olmasa da sulanabilmekteydi. Yarımadadaki akarsular, yağmur mevsimlerinde, yağan yağmurların sularını toplayan ve daha sonra kuruyan ufak çaplı ırmak ve derelerin oluşturduğu akarsulardır. Bu ırmak ve dereler bile yağmur mevsimlerinde akmakta ve daha sonra kurumaktaydılar. Onun için Allah, Kur'an-ı Kerim'de ırmakları anlatırken "fışkırma"larından bahsederek; bu ırmak ve derelerin yer yer su tuttuğunu, "fışkırdığını" belirtmektedir: "İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık."7"Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter."8
Razi, bu konuda şunları belirtmektedir: ''‘Onların arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.’ ayetinin ifade ettiği husus, ‘Nehir ve ırmak, o iki bahçenin arasından geçer, akar.’ demektir. Yakub, bu ifadeyi; şeddesiz olarak ‘fecerna’ şeklinde okurken, diğer kıraat imamları şeddeli olarak ‘feccerna’ seklinde okumuşlardır. Bunu, şeddesiz okumak asıldır zira o tek bir nehirdir. Şeddeli okumak ise mübalağa içindir. Çünkü nehir uzar da böylece birçok nehirler gibi olur. Manası, ‘ortasında, arasında’ demektir. Cenâb-ı Hakk'ın, ‘Aranıza muhakkak ki fitne sokmak isteyerek koşarlardı.’ (Tevbe, 9/47) ayeti de böyledir. Yine, ‘Aralarına girdim.’ ifadesi de böyledir."9
Tarım arazileri daha ziyade, kuyu suları ve depolanan yağmur sularının, inşa edilen barajlar ve sulama kanalları vasıtasıyla bahçelere ulaştırılmasıyla sulanmaktaydı: "Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu (yeterli suyu) depolayamazdınız."10
Az miktardaki tarım arazileri hububat ekimi ve bunun yanı sıra Arabistan yarımadasının toprağına en elverişli meyveler olan üzüm bağları ve hurma ağaçları ile değerlendiriliyordu: "Yeryüzünde birbirine komşu topraklar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır."11
Arabistan yarımadasındaki bağlar ve bahçeler düz arazilerin yanı sıra tarıma elverişli olan eğimli tepelerde de oluşturulmuştu. Bunun nedeni kısıtlı tarım topraklarından azami derecede istifade etmekti. Teraslama sistemi ile düzenlenen bağlar ve bahçeler; depolanan yağmursuyu ve diğer akarsuların, baraj ve sulama kanalları ile yüksek yerlere ulaştırılması suretiyle sulanmaktaydı. Bilhassa Yemen taraflarında yamaçlardaki arazilerin; teraslama ve sulama kanalları ile sulanması gibi ileri sistemler ile kazanılan bahçe ve bağlar; yamaçların eteklerinden akan dereler, ırmaklar sayesinde sulanabiliyordu. Nitekim Kur'an'da, mü’minlere vaat edilen bahçeleri sulayan ırmakların da bahçelerin alt kısmından aktığı belirtilmiştir. "Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır."12 Mü’minlere amellerinin karşılığı olarak ahirette verilecek olan cennetler; dünyada altlarından ırmaklar akan bahçelerin ahiretteki dengi olarak sunulmaktadır.
Toprak o kadar değerliydi ki hiçbir alanı boş bırakılmıyor her karışı, her tarafı ekilip dikiliyordu. "İki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik."13 Ayetten anlaşıldığı üzere; mevcut tarım arazisi, üzüm bağları ile donatılmış, arazinin kenarlarına hurma ağaçları dikilmiş, aralara ekin ekilmiş; böylece arazinin her karışı değerlendirilmiştir. Böyle hınca hınç ekilip dikilmiş bir toprağın mahsulünün hâsılatını ya da hâsılatın mahvolmasını düşünün!
Tarımın Toplum Üzerindeki Sosyo-Ekonomik Yansıması
Tarım arazilerinin kısıtlı olması onların belli ellerde toplanmasına sebep olmuştu. Bundan dolayı bu arazilerin sahipleri edindikleri servetler sayesinde toplumda itibarları olan, ticaret ve ekonomik alanlarda sözleri geçen, kabile ve siteyi yöneten üst tabakayı oluşturmuşlardı. Kur'an'da Rasul’e karşı çıkan yönetici tabaka, Rasul’ün, kendilerinin ellerinde egemenlik statüsü olan, sosyal ve ekonomik olarak toplumlarına üstünlük sağlayan, zenginlik alameti olarak "bahçe" ve "bağ" sahibi olması gerektiğini ifade ederler: "Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın."14"Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yiyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı."15
Peygamberimiz (s) için müşrikler tarafından söylenen bu sözler, Mekke toplumundaki tarım arazilerinin ve sahiplerinin toplumun sosyo-ekonomik yapısında nasıl yer edindiğini göstermesi açısından önemlidir. Geçmiş rasullerden Nuh Peygamber kıssasındaki bir anlatım, o dönemdeki zenginlik ölçülerinin de Mekke döneminden farklı olmadığını göstermesi açısından dikkat çekmektedir: "Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın…"16
Hz. Nuh zamanında da bahçe, bağ gibi ekili-dikili tarım arazileri sahibi olmak, toplumda öyle yer etmiş bir olgudur ki, Nuh (as), insanlara, inanmaları karşılığı, Allah'ın onlara mükâfat olarak bahçeler ve bahçeleri sulayan ırmaklar bahşedebileceğini ve böylece bol kazanca, berekete kavuşacaklarını bildirmektedir.
Bahçelerin Zirai Durumu
"Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.”17
Kehf Suresi’nde anlatılan bahçe sahiplerinin bahçeleri; her alanı üzüm, hurma ve hububat ile değerlendirilmiş, mahsulü ise tam ve hasada hazır haldedir. Kalem Suresi’nde anlatılan bahçe sahipleri kıssasındaki bahçenin hasat durumu detaylandırılmamışsa da durumun diğer bahçe ile aynı, hasada hazır olması akla yatkındır.
Şimdi Kur'an'da, Allah'ın mahsulü eksiksiz verdiğini beyan ettiği diğer bağ, bahçe ve tarlaların mahsullerinin tasvirlerine bakalım; buna göre bahçe sahiplerinin hasat esnasında nasıl bir kazanca sahip olduklarını anlamaya çalışalım: "O bitkiden de kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın!"18"Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik."19"Ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında... "20“Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider."21
Kur'an-ı Kerim'in, bahçe ve mahsullerden bahseden bu ayetlerinde bağ, bahçelerin meyvelerinin olgunlaşmasının, ekili hububatın hasada hazır hale gelmesinin, hem çiftçiler hem de onun bu ürünlerini görenlerdeki hayranlık ifadelerini yansıtmaktadır. Bahçelerin mahsule doygun bu halinin aynı zamanda psikolojik olarak etkilediği bahçe sahiplerinin inançlarında birtakım değişikliklere yol açtığı da aşikârdır.
Hasat Sonucu İnkâr Psikolojisi
Bahçe ürünlerinin hasada hazır hale gelmesi mahsulü ekip diken, yetiştiren, bahçe, bağ ve tarla sahiplerinde birtakım psikolojik değişikliklere sebep olmuştur. Ürünler dikilme ekilme safhasında iken onların yetişip yetişmeyeceği, iyi mahsul alınıp alınmayacağı belli değildir. Ekin ve bahçelerin, bağların verimli olması; havaların iyi gitmesine, bol yağmur yağmasına, mahsullerde hastalık olmamasına bağlıdır. Bütün bu amiller Allah'ın takdirine bağlı olaylardır. "Andolsun, sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek gibi şeylerle deneriz."22
Mahsulün kesin durumu ancak hasat zamanı belli olur ki, işte o zaman Allah'a inanmayan veya şirk koşan insanlar, mahsulün hasada gelmesini kendi akıllarına, kendi benliklerine mal etmeye, Rezzak olan yaratıcıyı aradan çıkarmaya başlarlar ki, bu durum Allah'ın istemediği bir tutum olarak tezahür eder. Artık toprak sahipleri kafalarının ne kadar çalıştığından, öyle veya böyle ekip dikerek maharetlerinden, babaları veya soylarının bu husustaki üstün başarılarından ve buna benzer türlü başarılarından bahsederek mahsulün muhteşem durumunu kendilerinin sayesinde aldığını iddia etmeye, birbirleri ile üstünlük yarışına girmeye başlarlar. İşte bu durumun sonucu; Allah'ın yaratıcılığı ve Rezzak vasıflarını göz ardı ederek, Allah'a kendi benliklerini ortak koşmaları, yani müşriklik gündeme gelmektedir.
Bu müşrik inanca karşılık Allah, yaratıcılığı ve Rezzak vasıflarını Kur'an'da şöyle beyan etmektedir: "O'nun bilgisi dışında hiçbir meyve (çekirdeği) kabuğunu yarıp çıkarmaz."23“Şimdi bana ektiğinizi haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.”24"Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir."25
Kehf Suresi’ndeki Bahçe Sahipleri Diyalogu
Kehf Suresi’ndeki bahçe sahiplerinden mahsulü devşirecek olanı; inkâr psikolojisine kapılmış, bahçesinin ürün yönünden muhteşem durumunu heva ve hevesine göre değerlendirmeye başlamıştı. "Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: ‘Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm!’”26
Mahsulünün bol olması bahçe sahibini şımartmış, bu yüzden mal ve mülkü ile övünmeye, kendinden ekonomik olarak aşağıda olanları küçümsemeye işi götürmüştü. Kur'an'da insanın bu aşamadaki durumu şöyle tavsif edilir: "Gerçek şu ki, insan azar. Kendini kendine yeterli gördüğü için."27 Oysa Allah Kur'an'da bu durumu zemmetmektedir: "Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!"28
"Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez!"29
Allah, insanlara, malları ve edindikleri diğer değerler ile hava atanların, böbürlenenlerin bu davranışlarının altında yatan ana nedeni şöyle açıklar. "…Kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, ‘Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir.’ der. Hayır, o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler."30 Dünyada edindikleri servet, mal, mülk ve evlatların kendi marifetleri dolayısıyla; akıl, boy-pos, soy-sop nedeni ile sahip olduklarını zannederler. Kur'an'da bu olumsuz davranışa müşahhas bir örnek olarak muhteşem bir zenginliğe sahip olan Karun anlatılır: "Karun ise ‘O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.’ demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti."31
Hâlbuki Allah, mal, mülk, evlat, servet gibi dünyada edinilen şeylerin, Allah tarafından ve O'nun istediği kadar, istediği kişiye verildiğini; bunun sebebinin ise Allah'a şükredilmesi isteği olduğunu beyan eder: "Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık."32"Biz, yeryüzünde nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık. Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâlâ şükretmeyecekler mi? Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim."33
Kehf Suresi’nde anlatılan bahçe sahibi; Allah'a, heva ve hevesini ortak koşan, ahireti inkâr eden putperest bir müşriktir. Bunu arkadaşı ile yaptığı konuşmalardan anlamaktayız.
a) Kıyameti inkâr: "Şöyle dedi: Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum."34
b) Yeniden dirilmeyi ret ya da şüphe etmek: "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem..."35 Bahçe sahibi, kıyameti inkâr ederken Kur'an'da diğer bölümlerde de sık sık anlatılan; ölen bir insanın bir daha diriltilemeyeceği inancını dile getirmektedir. Bu husus Kur'an'da anlatılan diğer müşriklerin tavırları ile aynıdır: "Hayat, şu dünya hayatımızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz (kimimiz) yaşarız; bir daha diriltilecek de değiliz."36"Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı diriltileceğiz?! İlk atalarımız da mı (diriltilecek)?!"37
c) Allah'ın ahiretteki mükâfat ve ceza uygulamasını reddetmek: "Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum."38 Kıyametin kopacağını kabul etmemekle birlikte; olur ya yeniden dirilirse Allah katında dünyadakinden daha iyisini bulacağını ileri sürmektedir. Kur'an'da anlatılan diğer toplumlarda yaşamış müşriklerin de benzer tavır göstererek, bahçe sahibi ile aynı görüşü paylaştıkları görülmektedir: "Kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, der."39
Bahçe sahibinin malı ve sahip olduğu diğer servet ve değerler ile böbürlendiği arkadaşı; bahçe sahibini, Allah'a ortak koşan "müşrik" bir kimse olarak tanımlamaktadır. Bilindiği gibi müşrikler Allah'ı kabul etmektedirler, fakat öldükten sonra dirilme konusunda karmaşık düşünceler içerisindedirler. "De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim malik (ve hâkim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? ‘Allah’ diyecekler. De ki: Öyle ise (Ona asi olmaktan) sakınmıyor musunuz?"40"Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette ‘Allah’ derler. O halde nasıl (Allah'a kulluktan) çevriliyorlar?!"41"…Toprak ve kemik olduğumuz zaman mı diriltileceğiz?!"42
Allah, kıyameti ve yeniden dirilmeyi, mükâfat ve mücazatı reddeden bahçe sahibine karşı, arkadaşı vasıtası ile kıyamete kadar herkes için ibret alınacak bir diyalogu anlatmaktadır: "…Seni topraktan, sonra nutfeden yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah'ı inkâr mı ettin? Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam."43 Küçümsenen bahçe sahibi, böbürlenen bahçe sahibinin söylediklerini, Allah'ı inkâr olarak gördüğünü belirttikten sonra ona, ilk yaratanın Allah olduğunu kabul ettiğine göre, yeniden diriltmeyi de Allah'ın yapmasının mümkün olduğunu kabul etmesi için örnekler vermektedir. Allah ilk insanı topraktan yaratmış, ondan sonra erkek ve dişinin birleşmesi sonucu atılan bir nutfe ile bebekler olarak insan nesli devam etmiş; kıyametle bu sona erecektir. İşte bütün bu yaratma safhalarını yapan Allah'ın, çürümüş kemikleri de yeniden dirilteceğini, bunun Allah için kolay olduğunu; bu durumu neden inkâr ettiğini, müşrik bahçe sahibine sormaktadır. Akabinde bunu inkâr etmenin ve bununla birlikte yeni inançlar üretmenin şirk olduğunu; dolayısıyla kendisinin Allah'ı yaratıcı olarak kabul ettiğini, kıyamet ve ahretin de gerçekleşeceğine inandığını, bunları inkâr ederek Allah'a şirk koşmayacağını bildirmektedir.
Bütün bu diyalog sonucu iki bahçe sahibinden "...İki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik." diye belirtilenin bir müşrik olduğu, kendisi küçümsenen diğer bahçe sahibinin ise Müslüman olduğu ortaya çıkmaktadır.
Heva ve Heves=Zulüm ve Şirk
Bahçe sahipleri diyaloglarında inançlarının tespitini yaptığımız konuşmaların devamında; inkârcı bahçe sahibinin bahçesine adım atarken başladığı belirtilen zulüm konuşmaları, Allah'ın Rezzak sıfatı üzerine devam etmektedir. "Bağına girdiğinde ‘Maşallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır.’ deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki) belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak haline gelir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın."44
İnkârcı bahçe sahibinin bahçesine adım atar atmaz başladığı "zulüm", heva ve hevesini Allah'a ortak koşma fiili, diğer küçümsenen bahçe sahibi tarafından Allah'ın sıfatları hatırlatılarak, tövbe safhasına dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Eğer inkârcı bahçe sahibi bahçesine girdiğinde, bahçesinin mahsul yönünden verimliliğini Allah'a hamledip böbürlenmeye kalkmasaydı; kendisi için iyi olurdu, demektedir. Bu beyan aynı zamanda tövbe kapısının açık olduğunu, rücu edebileceğini ihsas etmektedir. Bahçeye girdiğinde "Maşallah! La havle ve la kuvvete illa billah!" deseydi, yani mal-mülk, servet ve evlatları, Allah'ın takdir ettiğine inansaydı böbürlenmezdi. Çünkü bu verilenlerin, kendisinin marifetiyle, bilgi ve çalışması ile değil, Allah'ın takdiri ile olduğunu kabul etmiş olacaktı. "Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğinden de kısar."45"Zengin eden de yoksul kılan da O'dur."46
Küçümsenen Müslüman bahçe sahibinin tüm uyarılarına rağmen müşrik bahçe sahibinin, "şirk"ten vazgeçmediğini daha sonra uğradığı musibetten anlamaktayız: "Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini ovuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü."47
Bir Musibet Bin Nasihatten İyidir!
Bahçe sahiplerinin bu diyaloglarının akabinde müşrik bahçe sahibinin hak ettiği cezaya uğradığını gözlemlemekteyiz. O musibet anına kadar; Müslüman bahçe sahibinin uyarılarına rağmen Allah'ı yeterince takdir edemeyen müşrik bahçe sahibinin musibete uğradığı andan itibaren, halisane Allah'a yöneldiğini, suçunu itiraf ettiğini görmekteyiz: "Ah, diyordu. ‘Keşke Rabbime ortak koşmamış olsaydım!’"48
Kur'an'da yer alan müşriklerle ilgili diğer ayetlerde de müşriklerin sıkıntıya, azaba duçar olduklarında, Allah'a halisane olarak yalvarmaya başladıkları anlatılmaktadır: "İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar."49 Müşriklerin bu ikiyüzlü tutumuna Kur'an'da devamlı olarak vurgu yapılır. Sıkıntıya düşen müşrikler, düştükleri sıkıntı anından itibaren, putlarının bir işe yaramadığını, bu zor anlarda yardımın sadece Allah tarafından olduğunu kavradıkları için yalnızca ve halisane Allah'a yalvarırlar: "…Başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider..."50
Anlaşılıyor ki bir musibet bin nasihatten daha iyidir. Ancak kâfirler bütün bunlara rağmen nankörlükte ısrar ederler. "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir."51
Kalem Suresi’ndeki Bahçe Sahipleri
Kehf Suresi’ndeki bahçe sahipleri anlatılırken, bunlardan birinin, kıyameti, yeniden dirilmeyi, ceza ve mükâfatı inkâr eden bir müşrik; diğerinin ise Allah'a gereğince inanan, Müslüman bir kişi olduğu belirtilerek muhatapların bundan ders çıkarmaları istenmiştir.
Kalem Suresi’nde anlatılan bahçe sahipleri, yüksek ihtimal; kazançlarının kendi akılları, soy-sop veya boy-poslarından ileri geldiğini sanarak heva ve heveslerini Allah'a şirk koşan müşrik kişilerdir: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi. Hiçbir istisna da tanımıyorlardı."52
İstisna Nedir?
"İstisna"nın en güzel tarifi, Cenabı Allah tarafından, Kehf Suresi’ndeki ayetlerde yapılmaktadır: "Hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım!’ deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım de)."53
Rasul’e, onun şahsında tüm muhataplara hitap eden Allah, insanların yapacakları bir şey için, o yapacaklarının Allah'ın izni ve onun nimetleri sayesinde olduğunu unutmamaları, dolayısı ile bu yapacakları işlerin neticelerinden dolayı gururlanıp böbürlenerek hududullaha aykırı tutumlara girmemelerini öğütlemektedir. Onun için Müslümanlar bir işe niyet ettiklerinde inanç olarak kabul etmiş oldukları halde, sözel olarak da "İnşallah" (Allah'ın izniyle) ve "Maşallah" (Allah dilerse) diyerek istisnada bulunmayı alışkanlık edinmişlerdir. Bu onların Allah'a yaratıcı ve tüm nimetleri bağışlayıcı ve her işte müsaade edici olarak inanmalarının bir gereğidir.
Kalem Suresi’ndeki bahçe sahipleri, istisna etmeden mahsulü toplayacaklarını, yani ertesi gün Allah'tan herhangi bir kaza, bela, hastalık vb. gibi çeşitli engeller olmayacağı teminatı almış gibi hareket etmektedirler. Oysa Allah, her şeyi en iyi bilen ve takdir edendir. Yarın ne olacağını kimse bilemez, yarın veya hemen sonra ne olacağını Allah'a havale etmek O’nun kazasına rıza göstermek lazımdır. "Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır."54
Bahçe sahipleri aynı zamanda Allah'ın kendilerine verdiği bol mahsulden fakirlere vermemek gibi bir isyan içerisindedirler: "‘Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın!’ diye güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler."55 Yani bahçe sahipleri Allah'a karşı iki isyanda bulunmaktadırlar:
1- Ertesi sabah hasadı mutlaka yapmak kararı ile Allah'ın bahçe ve kendileri hakkında verebileceği diğer ihtimalleri göz ardı ederek "istisna" etmemek. Yarın ne olacağını bilmek gibi Allah'a ait bir vasfı kendi üzerlerine alarak bahçenin hasadını mutlaka toplayacaklarını kendi kendilerine garanti ederek, Allah'a heva ve heveslerini ortak koşmak.
2- Mahsullerinden ihtiyaç sahibine vermemek. Allah'ın kendilerine bahşettiği bol nimetlerden yoksula verilme emrine karşı gelmek, Allah'ın emrine isyana niyet.
Bahçe sahiplerinin ertesi güne ait niyetleri ile ilgili konuşmaları bittiğinde; Allah onların niyetlerinden dönmeyeceklerini bildiğinden, bahçelerine belayı indirmiştir bile: "Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından kuşatıcı bir afet bahçeyi sarıverdi de bahçe kapkara kesildi."56 Bundan sonraki nedamet bölümü diğer bahçe sahibinin nedameti gibidir. Her iki kıssadaki inkârcı bahçe sahipleri musibete uğradıklarında, kendi ağızları ile yaptıkları isyankâr fiili ikrar ederler ve derhal Allah'a halisane dua etmeye başlarlar: "Ah, diyordu. ‘Keşke Rabbime ortak koşmamış olsaydım!’" "‘Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz!’ dediler."57
Malından Sarf Etmek; Fakire, İhtiyaç Sahibine Vermek
Kur'an-ı Kerim’de, Mekkî surelerde Allah, gerek geçmiş rasul kıssalarını gerek cahiliyye dönemi insanlarının vahye ve rasullere karşı durumlarını anlatırken; toplumların ileri gelenleri olarak adlandırılan zengin ve şımarık yönetici sınıfın, rasullere ve vahye en çok ve şiddetli tarzda karşı koyduklarını belirtmektedir. Bu insanların en kızdıkları ilkelerden birisi de fakire, ihtiyaç sahibine kendi mallarından vererek onları korumaları isteğidir. "Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin."58"İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir."59
Oysa müşrikler, Allah bir rahmet tattırdığında azarak bu rahmeti kendi özellikleri -akıl, servet, mal, oğul, kabile vb.- sebebiyle kazandıklarını ileri sürer, bundan dolayı, heva ve heveslerini Allah'a ortak koşmaya, O'nun emirleri ile mücadele etmeye başlarlar: "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarf ediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?! Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz!"60
Allah insanlara çeşitli rızıklar vermiş, onların bir kısmını bir kısmına servet, mal ve evlat sayısı bakımından üstün kılmıştır. Ancak bu üstünlükte, rızkı bol verilenlerin darlıkta olanları gözetmesi, malından vermesi gerekmektedir. Bu, rızkın Allah'tan olduğuna inancın bir gereğidir. Çünkü rızkı kimine bol veren Allah, o verdiğinden de başkasına verilmesini emretmektedir: "Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?"61 Dikkat edilirse Allah, "Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar? " diyerek malından vermeyenleri sert bir şekilde kınamaktadır.
Malından verenlerin yapması gereken ise şöyle açıklanmaktadır: "Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz... Biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız, (derler)."62
Allah'ın Verdiklerinden Vermenin Ölçüsü
Allah'ın bahçe sahiplerine ya da daha genel bir ifadeyle zengin olanlara yönelik mallarından, ihtiyaç sahiplerine vermelerini şart koşan emrinde, verilecek olanın ölçüsü nedir? Bu miktar öyle yüksek oranlarda mı ki, bu zengin insanlar bundan kaçınmaktadırlar? "Harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar."63"Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun."64
Allah varlıklı insanlardan cimrilik derecesinde olmayacak şekilde mallarından vermelerini istemektedir. Yani vermenin miktarı, varlıklı insan ile Allah arasındaki kullukta, takvanın miktarına bırakılmıştır. Ne cimrilik yapmak ne de israf sınırına yaklaşmak öneriliyor. Olması gereken orta yolu tutturmaktır. Burada verme ölçüsünde bir tespit daha yapılmaktadır. Cahiliyye toplumunda bazı müşrikler kendilerinin Allah'tan daha "kerim" (cömert) olduklarını göstermek ve dolayısıyla Allah'a heva ve heveslerini ortak koşmak için; bütün mallarını dağıtarak ertesi güne yoksul olarak çıkarlardı. İşte Allah böyle bir verme olayını "saçıp savurma" olarak değerlendirmekte; böyle yapanların insanlara gösteriş için bunu yaptıklarını, şeytana uyduklarını bildirerek onları kınamaktadır: "Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez."65“Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”66
Allah, bahçe sahiplerinin mallarından gönülleri kadar, Allah'a ne kadar çok yakınlaşmak istiyorlarsa o kadarını ihtiyaç sahiplerine vermelerini, bu miktarın hiçbir zaman kendilerini zor duruma düşürecek oranda olmamasını ve gösteriş için yapılmamasını istemektedir.
Sonuç
Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçen "bahçe sahipleri" kıssaları, tarım toplumlarının ana geçim kaynağı olan ziraat ve ürünlerinin oluşma ve değerlendirme safhalarındaki, Allah veya insan hâkimiyetini kabule dair olaylar ve diyalogların konu edildiği kıssalardır. Kıssadaki ana tema; Allah’ın, yeryüzünün yaratılmasından itibaren, kıyamete kadar yer, gök ve ikisi arasındaki her şeyde tek hâkim olduğunun, yani tevhidin tespitidir. İnsanların yaşadıkları her anı ve bir sonrasının oluşumunu Allah'a hamletmeleri ve "istisna" etmeleri Allah'a kulluklarının bir gereğidir. Tarım toplumlarında en önemli geçim kaynağı olan tarım arazileri ve ürünlerinin her safhası Allah'ın takdir, denetim ve tanzimindedir. Eğer insanlar yaşadıkları anlar ve bir sonraki safhalarını Allah'a hamletmez ve havale etmezler ise ulaşacakları nokta heva ve heveslerini Allah'a ortak koşma; küfür olacaktır.
İnsanların Allah'ın sayesinde elde ettikleri mal ve ürünleri; öncelikle Allah'tan, Allah tarafından bahşedilen nimetler olduğunu tasdik etmeleri ve buna şükretmeleri gerekir. Edindikleri zirai ürünler yalnızca onları üretenlerin değil, o ürünlerden bir kısmı, üretenlerin eli ile ihtiyaç sahiplerinindir. Mal, mülk, servet, evlat gibi dünyevi değerler insanların birbirlerine karşı övünme ve üstünlük aracı değil; Allah'a kulluk sebebi sayılmalıdır. Bu gibi dünyevi değerlerin değerlendirilmesi, Allah'ın emirleri hilafına olduğu takdirde musibetler hak ve kaçınılmaz olarak, bahçe sahipleri kıssalarında olduğu gibi gerçekleşecektir. Şu halde başa gelen her musibet insanların kendi iradeleri sonucu oluşmaktadır.
Başa gelen musibetler insanların denenmesi, doğru yola tahvil edilmesi gayesiyledir. Eğer ibret alınır, bahçe sahipleri gibi nedamet edilir ise ve bu nedametin arkasından tekrar eski hataya dönülmez ise Allah yine bereket ve rızık kapısını açacaktır.
Dipnotlar:
1- İzzet Derveze, et-Tefsîru’l Hadîs, c/III, 497.
2- İzzet Derveze, A.g.e, c/IV, s. 47-48.
3- İbrahim, 14/37.
4- Sebe, 34/15.
5- Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c/XXII, s. 55.
6- İmam Kurtubi, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur'an, c/XVII, s. 552.
7- Kehf, 18/33.
9- Mü'minun, 23/18.
10- Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c/XV, s. 178-181. 10 Hicr, 15/22.
11- Ra'd, 13/4.
12- Nisa, 4/13.
13- Kehf, 18/32.
14- İsra, 17/91.
15- Furkan, 25/8.
16- Nuh, 71/12.
17- Kehf, 18/32-33.
18- En'am, 6/99.
19- Kaf, 50/10.
20- Şuara, 26/148.
21- Fetih, 48/29.
22- Bakara, 2/155.
23- Fussilet, 41/47.
24- Vakıa, 56/63–64.
25- Şura, 42/27.
26- Kehf, 18/32.
27- Alak, 96/6–7.
28- İsra, 17/37.
29- Lokman, 31/18.
30- Zümer, 39/49.
31- Kasas, 28/78.
32- Zuhruf, 43/32.
33- Yasin, 36/34-36.
34- Kehf, 18/36.
35- Kehf, 18/36.
36- Mu'minun, 23/37.
37- Saffat, 37/16-17.
38- Kehf, 18/36.
39- Fussilet, 41/50.
40- Yunus, 10/10.
41- Zuhruf, 43/87.
42- Saffat, 37/16.
43- Kehf, 18/37-38.
44- Kehf, 18/39-41.
45- Zümer, 39/52.
46- Tur, 52/48.
47- Kehf, 18/42.
48- Kehf, 18/42.
49- Rum, 30/33.
50- İsra, 17/67.
51- Şura, 42/30.
52- Kalem, 68/17-18.
53- Kehf, 18/23-24.
54- Lokman, 31/34.
55- Kalem, 68/24-25.
56- Kalem, 68/19-20.
57- Kalem, 68/29.
58- Enam, 6/141.
59- Nur, 24/22.
60- Yasin, 36/47.
61- Nahl, 16/71.
62- İnsan, 76/8-10.
63- Furkan, 25/67.
64- İsra, 17/29.
65- Bakara, 2/264.
66- İsra, 17/27
- İzzetle, Bilinçle Direnmek
- Kemalist Misyondan Arındırılmadan Ordu Darbecilikten Arınamaz!
- Bu da Danıştay Darbesi!
- Danıştay’ın Katsayı Kararı Protesto Edildi!
- Alevilik: Değişiyor mu, Kullanılıyor mu, Çözülüyor mu?
- Aleviler Adına Gündemleştirilen Taleplere Nasıl Yaklaşıyoruz?
- Dersim, Kemalizm ve Tutarsızlık
- Şeyh Said’in Mirasına Sahip Çıkmak Sorumluluğumuzdur!
- Askeri Vesayet Rejiminde Kuvvetler Ayrılığı: TSK, Yargı, Yürütme, Yasama
- Kemalizm Çözülürken
- Cuntaya Hayır, Darbeciler Yargılansın
- Tankın Namlusuna Eşlik Eden Anket Sonuçları
- Siyonist Peres’in TSK Aşkı!
- “Çiçek Serbest, Hukuk Tutuklu!”
- “Gözbebeği Ordumuz”un Çürük Bamyaları
- 12 Yaşında Bir Başörtüsü Direnişçisi
- Bu Devletin Kime Ait Olduğu Kızıma İzah Edilsin!
- Özgür-Der Kapatma Davası Reddedildi
- Batılı Yönetimler ve Medya İslamofobi’yi Nasıl Büyütüyor?
- İbrahimi Eylem: Kurban ve Biz
- Kur'an-ı Kerim'de Bahçe Sahipleri Kıssaları
- Dar Vakitte Sanata İlişkin Süreğenlik
- Maalouf’un “Çivisi Çıkmış Dünya”sı
- Militarizmin Son “Nefes”i