1. YAZARLAR

  2. Bahattin Dartma

  3. Kur’an Bağlamında İnsanlığın Atası

Kur’an Bağlamında İnsanlığın Atası

Ocak 2004A+A-

Hemen bütün ilim adamları insanlığın ilk atasının Âdem (a) olduğunu kabul etmektedirler. Ancak bazıları ise, Nûh tûfânı esnasında -gemiye alınanlar dışında- bütünüyle insanların helâk edildiğini kabul ederek Nûh (a)'ın, insanların ikinci atası olduğu görüşünü ileri sürmektedirler.1 Öte yandan tûfânın geniş bir şekilde anlatıldığı Tevrat'ın2 ifadelerinden de söz konusu olayda Nûh Peygamber ve onun zürriyeti/oğulları dışında kalan diğer insanların tamamen yok edildiği anlaşılmaktadır.

Şimdi bu küçük çaplı etüdümüzde önce ilk insanın kim olduğunu tespite, sonra da Nûh (a)'ın insanlığın ikinci atası olup olmadığını belirlemeye çalışacağız.

Her şeyden önce şu husus bilinmelidir ki, Nûh tûfânının bütün yeryüzünü kapsayacak şekilde umumî olduğuna ve tûfân esnasında, Nûh (a) ve aile fertleri dışında bütünüyle insanlığın helâk edildiğine dair, ne dînî, ne tarihi ve ne de arkeolojik olarak sağlam/kesin bir delil vardır. Hatta tûfânın yerel olduğuna dair görüş ve deliller daha ağırlıklıdır.

Kur'ân-ı Kerîm'de ilk insanın, dolaysıyla insanların ilk atasının kim olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan âyet, kanaatimizce Âl-i İmrân (3) sûresinin 59. âyetidir. Çünkü âyette zâhir isim Âdem'in yer alması, onu bu konuda ilgili diğer âyetlerden öne çıkardığını söyleyebiliriz:

إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ {59}

"İnne mesele Îsâ indellâhi ke meseli Âdeme. Halekahû min türâbin sümme kâle lehû kün, feye-kûnü: Allah nezdinde İsâ'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol!" dedi ve oluverdi."3

Âyette, ele aldığımız konu açısından kısaca, yaratılış bakımından Hz. İsâ'nın, topraktan yaratıldığı açıkça ifade edilen Hz. Âdem gibi olduğu, sonra kendisine ol dendiği ve onun da oluverdiği anlatılmıştır.

"Halekahû min türâbin" ifadesindeki "hû" zamiri Hz. Âdem'e râcidir/aittir.4 Yani 'Allah Âdem'i topraktan yaratmıştır.'

Âdem'in topraktan, dolayısıyla ana-babası olmadan yaratılan ilk insan olduğuna göre, onun ilk ata-insan olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Kur'ân'a göre ilk insanın Âdem olduğu böylece ortaya çıktıktan sonra, konunun hadiste nasıl yer aldığına da kısaca bakmanın faydalı olacağını düşünüyoruz.

Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah şöyle buyurmuştur:

"Bütün insanlar Âdem'in oğulları/çocuklarıdır. Âdem ise topraktan yaratılmıştır."5

İşte hadiste de Âdem'in topraktan yaratıldığı ve insanların da ondan üredikleri açıkça beyan edilmiştir. Onun, topraktan yaratıldığına ve insanların da ondan neşet edip çoğaldığına göre -yukarıdaki ayette olduğu gibi- ilk insan, başka bir ifadeyle insanlığın ilk atası olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.6

Şimdi gelelim Nûh (a)'ın, insanların ikinci atası olup olmadığı meselesine.

Bu açıdan Kur'ân'a baktığımızda şu âyetleri görüyoruz:

وَأُوحِيَ إِلَى نُوحٍ أَنَّهُ لَن يُؤْمِنَ مِن قَوْمِكَ إِلاَّ مَن قَدْ آمَنَ {36}

"Ve ûhiye ilâ Nûhin, ennehû len yü'mine min kavmike illâ men kad êmene: Kavminden inananlardan başkası artık asla inanmayacak."7

قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلاَّ مَن سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ {40}

"Kulnahmil fîhê min külli zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu ve men êmene...: Her şeyden iki çift ve aleyhlerinde hüküm verdiklerimiz hariç olmak üzere aileni ve inananları gemiye yükle!... dedik."8

رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَن دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِناً وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ {28}

"Rabbiğfirlî ve li vâlideyye ve li men dehale beytî mü'minen ve lil mü'minîne ve'l mü'minâti: Rabbim! Beni, ana-babamı, îmân etmiş olarak evime girenleri, inanan erkek ve kadınları bağışla..."9

Âyetler insan neslinin, yalnız Nûh (a)'ın soyundan değil, inandıkları için gemiye alınarak boğulmaktan kurtulan diğer insanların soyundan da geldiğini ortaya koymaktadırlar.10

Şöyle ki :

İlk âyette, 'ailenden' değil, 'kavminden îmân etmiş olanlar' ifadeleri geçmektedir. Bilindiği gibi 'aile/ehl' ile 'kavim' birbirlerinden tamamen farklıdırlar.

Aile (ehl), "bir adamın aşiret ve akrabasına" denirken,11 "kavim, erkek ve kadınlardan oluşan cemaat, topluluk... ve aşiret12 anlamlarına gelmektedir.

Kuvvetle muhtemeldir ki burada 'kavim'den maksat, Nûh (a)'a îmân etmiş olan, onun aile efradı dışındaki diğer insanlardır.

İkinci âyette, 'aileni ve inananları' sözlerinde, onun ailesinden olmayan diğer 'inananlar', 'atıf vâv'ı ile Nûh (a)'ın ailesinden ayrı olarak zikredilmiştir.

Üçüncü âyette de, 'ana-baba', 'îmân etmiş olarak eve girenler', 'inanan erkek ve kadınlar' aynı şekilde 'atıf vâv'ı ile ayrı ayrı ifade edilmişlerdir.

Arapça'da atıf vâvı, irâb alâmeti dışında, mâtûf (atfedilen) ile matûfun aleyhin (kendisine atfedilenin) birbirinden ayrı olduğunu ifade etmektedir.13 Buna göre atıf vâvı ile birbirleri üzerine atfedilenlerin, yani bu şekilde sıralanan bu insanların birbirlerinden farklı insanlar oldukları anlaşılmaktadır.

Gılgamış destanının "bütün ailemi ve akrabamı gemi içine aldım"14 ifadeleriyle, M. Ö. 250 yıllarında yaşamış olan ve Bâbil'in dînî liderliğini yapan Berossus (=Berose) adlı tarihçi bir râhibin, tûfân olayını anlatırken "... bir gemi inşâ etmesini, arkadaş ve akrabasını oraya almasını... emretti"15 şeklindeki ifadeleri de bu hususu destekler mahiyettedir. Adı geçen destanda zikredilen 'akraba' ile râhibin sözlerindeki 'arkadaş' kelimelerinden maksat, büyük bir ihtimalle Nûh (a)'ın aile fertleri dışında Nûh (a)'a inanmış olan diğer insanlardır.

Bu görüş, " وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمْ الْبَاقِينَ=onun (Nûh'un) zürriyetini kalıcılar yaptık"16 âyetine de ters değildir. Sebebine gelince:

1. 'Nûh (a)'ın zürriyetinin hayatta bırakılması', onlarla birlikte diğer insanların zürriyetlerinin de hayatta kalmasına engel değildir. 

2. Bu âyetin siyak ve sibakı (öncesi ve sonrası), Allah (c)'ın Nûh (a)'a olan ihsanlarından bahsetmektedir, yani konu sadece Nûh (a)'dır. Âyette, 'onun zürriyetinin bâkî kalması' Allah (c)'ın Nûh (a)'a yaptığı iyilikler sıralanırken bir lütuf/iyilik olarak zikredilmiştir.

Dolayısıyla âyetin, tûfân esnasında sadece Nûh (a) ve zürriyetinin hayatta kaldığı, diğer insanların ise bütünüyle tarih sahnesinden silindiği anlamına gelmediğini söyleyebiliriz.

O halde sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur'ân-ı Kerîm, hadîs, tarih ve arkeolojinin verilerine göre insanlığın iki değil, bir atası vardır ve o bir ata da Hz. Âdem'dir. İnsanların nesli, Nûh tûfânıyla kesintiye uğramamış ve dolayısıyla Nûh (a), insanlığın ikinci atası değildir.

Dipnotlar:

1- Hûd b. Muhakkem el-Huvâriyyu, Tefsûru Kitâbillahi'l-cAzîz, (thk., Bêlhâc b. Secîd Şerîfiyyi), 1. baskı, Beyrut, 1990, III, 453; el-Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi li Ahkâmi'l-Kur'ân, (thk., Ahmed Abdulalîm), XV, 89;  Mahmûd Şelebî, Hayâtu Nûh, dâru'l-cîl, Beyrut-Lübnan, s. 53.

2- Tevrat, Tekvin, bab, 6-10.

3- Kur'ân, Âl-i İmrân (3), 59.

4- el-Ukberî, Ebu'l-Bekâ' Abdullah b. el-Huseyn, et-Tibyân fî İ'râbi'l-Kur'ân, (thk., Alî Muhammed el-Becâvî), Beyrut, 2. baskı, I, 267. Ayrıca bkz., Muhyiddîn ed-Dervîş, İ'râbu'l-Kur'âni'l-Kerîm ve Beyânuhû, Beyrut, 1992, 3. baskı, I, 523.

5- Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevrate, Süneu't-Tirmizi, İst., 1981, Menâkıb, 74.

6- Hz. Âdem'in topraktan yaratıldığı ve diğer insanların da ondan çoğaldıkları dair başka hadisler için meselâ bkz., Ahmed b. Hanbel, Müsned, İst., 1982, II, 248, 378, 524, IV, 186, 400, 406, VI, 168; Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş'âs es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvud, İst., 1981, Sünnet, 16; Tizmizi, Tesîru'l-Kur'ân, 2 (Bakara), 1; İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünenu İbn Mâce, İst., 1981, Mukaddime, 10.

7- Kurân, Hûd (11), 36.

8- Kur'ân, Hûd (11), 40.

9- Kur'ân, Nûh (71), 28.

10- Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, İst., 1979, IV, 2785.

11- İbn Manzûr, Ebû'l-Fazl Cemâlddîn Muhammed, Lisûnu'l-Arab, dâru sâdır, Beyrut, 1. baskı, 1990-1410, XI, 28 (E-H-L mad.); Âsım Efendi, Kâmûs Tercemesi, 1305, III, 1162 (E-H-L mad.).

12- İbn Manzûr, Lisân, XII, 505 (K-V-M mad.); Âsım Ef., Kâmûs, VI, 457 (K-V-M mad.).

13- el-Askerî, Ebû Hilâl, el-Fürûku'l-Lüğaviyye, (thk., Cüsâmeddîn el-Kudsî), Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut, s. 11-12.

14- Günaltay, M. Şemseddîn, Yakın Şark/Elâm ve Mezopotamya, Ank., 1987, s. 429, (85. satır).

15- Günaltay, Yakın Şark, s. 211.

16- Sâffât (37), 77.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR