Kur Hareketleri ve Ekonomik Sistemin İşleyişi Üzerine Bazı Değiniler
Faizlerin düşürülmesi ile ilgili olarak siyasal iktidar ile Merkez Bankası arasında görüş ayrılığı olduğu artık herkesin malumu. Merkez Bankası Başkanı enflasyonu izleyerek yeteri kadar düştüğüne emin olduğunda indirime gidileceğini açıklarken; siyasal iktidar ise enflasyonun bir sonuç olduğunu, faizler yüksek olduğu sürece enflasyonun düşmeyeceğini dile getiriyor. Bu tartışmalar ve ABD ekonomisindeki gelişmeler çerçevesinde dolar kuru tarihî zirvesini yaptı. Yazımız kur hareketlerinin bazı etkilerini anlaşılır kılmaya yönelik bir çaba olarak okunmalıdır.
Siyasal iktidarlar ekonomik hedeflerini gerçekleştirebilmek için iki tür enstrüman kullanırlar. Bunlar maliye politikaları ve para politikalarıdır. Maliye politikaları kamu harcamaları üzerine oturtulmuş olup Ekonomi ve Maliye Bakanlıkları tarafından yürütülür. Devletin dar gelirlilere yönelik yaptığı ayni ve nakdi yardımlar, sübvansiyonlar, sosyal harcamalar genişlemeci maliye politikalarının göstergeleridir. Bu türden harcamaların kesilmesi, kısılması ise sıkı maliye politikalarının uygulandığını gösterir. Para politikaları ise kabaca piyasadaki emisyon hacmi (dolaşımdaki para miktarı) ve faiz üzerine oturtulmuş olup, fiyat istikrarını sağlamaya yönelik olarak Merkez Bankaları aracılığı ile yürütülür. Ekonomi ve Maliye Bakanlıkları tamamen siyasal iktidarın elinde olduğundan istediği politikaları (piyasa koşullarının el verdiği ölçüde) rahat bir şekilde uygularken, Merkez Bankaları siyasal iktidardan görece bağımsızdırlar. Küresel sermaye, serbest dolaşımı için Merkez Bankalarının özerkliğini dayatmaktadır. Merkez Bankaları özerk olmayan ülkelerde, siyasal iktidarların, popülist politikalar izleyebileceği ve tahmin edilemez bir ekonomik ortam oluşturacağı varsayımı ile çekingen davranır. Bu bağlamda Türkiye’de de Merkez Bankası 1994 ve 2001 yıllarındaki (kriz yılları) yasal değişikliklerle özerk bir yapıya büründürülmüştür. Özerkliğe müdahale olarak algılanan hareketler, açıklamalar sert kur hareketleri ile cezalandırılabilmektedir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde iç tasarruf miktarı (yurtiçi yerleşik kişilerin paraları)ekonomik büyümeyi sağlamada, istihdamı artırmada yetersiz kaldığındanayrıca ödemeler dengesi açık verdiğinden (cari açık) yabancı sermayenin girişi özendirilmektedir. Ödemeler dengesi (ülkenin döviz giderleri ile gelirleri arasındaki fark) 2014 yılsonu itibariyle yaklaşık 46 milyar dolarlık fark vermiştir. (2013 yılsonu itibariyle bu rakam yaklaşık 19 milyar dolar daha fazla idi). Bunun finanse edilmesi gerekmektedir. Ancak gelen paraya yeter denemeyeceği için ihtiyaçtan da çok gelebilmektedir.
Yabancı sermaye/döviz, ülkeye, ihracat yapıldığında, yurtdışında çalışan veya yaşayanların para transferi ile, yabancıların doğrudan yatırımıyla ve finansal yatırımıyla girer. Sayılan yabancı sermaye girişlerinden finansal yatırım amacıyla giren kısım problemli kısmı oluşturmaktadır. Hem girerken hem de daha çok çıkarken ciddi ekonomik sonuçlara yol açmaktadır.
Yabancı sermayenin finansal yatırım olarak girmesi de birkaç şekilde gerçekleşir: Borsada hisse senetlerine yatırım, faiz geliri için mevduat hesabı açma, Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) denen Devlet Tahvili ve Hazine Bonosu alma, yurtiçi bankalara kredi verme. Yabancı sermaye ülkeye girdiğinde dövizden TL’ye dönmektedir. Bu durumda döviz kurları düşmekte ve TL değerlenmektedir. Yabancıların bu şekilde ülkeye girişleri kısa vadeli yatırım olup küçük bir risk algısı oluştuğunda da hemen terk etme eğilimine dayalıdır. Bu davranış tarzı yüzünden sıcak para olarak adlandırılmıştır.
Sıcak paranın yüksek tutarda hem girişi hem de çıkışı yerel ekonomiye ciddi zarar vermektedir. Ülkeye girerken döviz satıp TL’ye dönmek döviz kurlarını düşürmekte ve TL’nin değerini yükseltmektedir. Bu durum ise ithalatı cazip kılmakta ve ihracatı zorlaştırmaktadır. İthal ürünler yerli ürünlere göre daha cazip hale gelebildiğinden yerli üretim zarar görmektedir. Diğer taraftan hisse senetlerine olan talep arttığından borsa yükselmekte ve hisseleri borsada işlem gören şirketlerin değerleri artmaktadır. Ancak hisselerin ve dolayısıyla şirketlerin değerini yükselten şey, şirketin kârlılığının yükselmesi, şerefiyesinin artması, aktiflerinin pasiflerine göre değerlenmesi vb. reel etmenlerle ilintili olmaktan çıkmakta, kâğıtlarına talebin olması gibi sınai ve ticari gerçeklikle bağlantının gittikçe koptuğu spekülatif ve manipülatif alana kaymaktadır. Bu kurgusal iyimserlik ortamında insanların tüketimleri artmakta ve tasarruf eğilimleri zayıflamaktadır.
Sıcak para, çıkmaya karar verdiğinde bu sefer girişteki işlemlerin tersi daha olumsuzu ile yaşanmaktadır. TL’den kaçış ve dövize hücum, TL’nin değerini düşürerek kurların yükselmesine yol açmaktadır. Kurların yükselmesi özellikle enerji ve hammaddede ithalata gereksinim duyan Türkiye ekonomisi için maliyetlerin artması anlamı taşımaktadır. Kurların yükselmesi nihai tüketicileri de tükettikleri malların fiyatlarının artması bağlamında doğrudan etkilemektedir. (Kurlardaki her %10’luk artışın enflasyonu yaklaşık %1,3 civarında artırdığı bilinmektedir.) Bu olumsuzluğa bir de kurgusal iyimserlik ortamında, kurlar düştüğünden döviz borçlanmanın çok daha cazip olduğu tecrübesi ile döviz borçlanan hem tüketici hem de üreticilerin girdiği kriz eklenmektedir. Borsa çökmekte ve şirketler ve dolayısıyla ülke varlıkları birdenbire para etmez hale gelmektedir. Bu olumsuzluğun istihdama yansımaması düşünülemez. Doğal olarak işten çıkarmalar nedeniyle işsizlik yükselmektedir.
Ülkemizin(Merkez Bankası, hükümet, bankalar, reel sektör ve bireyler) yurtdışından alacakları ve döviz rezervleri 235 milyar dolarken yurtdışına borcu 673 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Aradaki fark demek olan uluslararası net yatırım pozisyonu TCMB’nin yayınlandığı son veri olan Kasım 2014 itibariyle- 438 milyar dolar olmuştur. Yani Türkiye alacağı ve rezervi (Merkez Bankasının 133 milyar dolar rezervi dâhil) çıktıktan sonra net 438 milyar dolar döviz borcuna sahiptir. Bu borcun 158 milyar doları portföy yatırımlarından (hisse senedi, hazine bonosu ve devlet tahvili)yani sıcak paradan oluşmaktadır. Bu tutar yüksekliği ile övündüğümüz Merkez Bankası rezervlerinin %20 üzerinde bulunmaktadır.1
Faiz ve kur hareketliliğiise sıcak para için bulunmaz fırsatlar sunmaktadır. Amerikan Doları kuru 2,35’lerden 2,50’lere yükselirken (sıcak paranın TL’den Dolara dönme isteği nedeniyle) ortalama kurdan (2,43) 1 milyar dolarlık (2,43 Milyar TL) alım yaptığını düşünelim. Çıkan para erken davranıp kur yukarda iken tekrar TL’ye döndüğünde ortalama 2,48’lerden 1 milyar Dolar sattığında (2,48 Milyar TL) sırf kurdan 50 milyon TL (yaklaşık %2) kazanç sağlamaktadır.2 Bu rakam neredeyse ABD’de bir yılda alacakları faiz kadardır. Bu hesaplama iyimser bir hesaplama olup daha fazla kazanç elde etmeleri de çok mümkündür. Bu arada faizler de yükseldiğinden faize de girebilirler, borsa dip durumda olduğundan borsaya da girebilirler. Her iki durumda da çıktıklarından daha pozitif (kendileri için) bir giriş ortamı bulunmaktadır.
Bazen iç tartışmalar/gelişmeler, bazen de ABD ekonomisindeki verilerin iyi gelmesi küresel sermayeye bu tür fırsatlar sunmaktadır. Küresel sermaye yerel ekonominin kaybını kazanmaktadır. Başka bir ifade ile yerel ekonomi kaybederken, bu kayıp, sıcak para sahiplerine kazanç olarak gitmektedir. Sonuçta neo-kolonyal (yeni sömürgeci) bir durum ortaya çıkmaktadır.
ABD, ekonomik kriz koşullarında parasal genişlemeye dayalı (tahvil alımı yaparak piyasalara likidite sağlamak, düşük faiz) bir politika izlemiştir. Ancak ekonomide toparlanma emareleri gözüktüğünde tahvil alımlarını durduracağını ve faizleri artıracağını deklare etmiştir. Tahvil alımları durdurulurken faizlerin de bu yıl ortalarında yükseltilmesi beklenmektedir. Parasal genişleme sırasında piyasalarda oluşan likidite ABD faizleri ve kazanç fırsatları düşük olduğu için dünyanın daha yüksek faiz veren, getiri sağlayan ekonomilerine kaymıştı. ABD ekonomisinin toparlanması ve faizlerin yükseltilecek olması paranın (dolar) ana yurduna geri dönmesine yol açacaktır. Bu durumda yerel para birimleri karşısında dolar değer kazanacaktır (kurlar yükselecektir). Ancak bu olumsuzluk karşısında merkez bankaları da çok muhtemeldir ki paranın çıkışını engellemek veya tutarı azaltmak için faizleri artırmak zorunda kalacaklar. Sonunda kazanan her halükarda küresel sermaye olacaktır.
Sıcak paranın bu yıkıcı etkisini önlemek için çeşitli görüşler dile getirilmiştir. Bunlardan en önemlisi Tobin vergisi olarak bilinen bir verginin alınmasıdır. Tobin vergisi ABD’li iktisatçı James Tobin (1918–2002) tarafından iktisadi düşünceye sokulmuş ve bazı ülkelerde de uygulanmıştır. Buna göre kısa sürede ülkeyi terkedecek yabancı sermayenin vergilendirilmesi, dolayısıyla para çıkışının caydırılması hedeflenmiştir. Ancak bu tür bir vergi yabancı sermayenin girişini de caydırdığından amaçlanan elde edilememektedir.
Bu iç ve dış konjonktürde Merkez Bankaları için çok fazla bir alternatif bulunmamaktadır. Üretime dayalı bir büyüme ve istihdam sağlayamadıysanız, iç tasarrufunuz yeterli değilse, inşaatı özendirici politikalar nedeniyle bugün sanayici şehir içinde kalmış fabrikasını kapatıp fabrika arazisini lüks rezidans ve AVM’ye dönüştürüyorsa, özel bankalarınız yurtdışından kredi getirip bu inşaatları finanse ediyor ve insanlar on yıllarını bankalara ipotek ediyorsa, Merkez Bankasını, faizleri düşürmediği için suçlamanız çok anlamlı olmaz. Ekonomi politikalarınız neoliberal ve küresel ekonomi ile bütünleşik ise kimseyi oyunu kurallarına göre oynadığı için suçlamamalısınız. Yapabiliyorsanız neo liberal politikaların, neo liberal ekonomilerin dışında bir ekonomik alan oluşturmalısınız. Ancak bu bağımsız alanlar Hazine’nin sukuk ihraç etmesinde vedevlet bankalarının katılım bankacılığı yapacak olmasında olduğu gibi neo liberal değerlerin / işleyişin, faizsizliği / İslamiliği çok tartışmalı (aslında faizsiz değil, İslami hiç değil) kötü kopyalarından ibaret de olmamalı.
Dipnotlar:
1- Ödemeler dengesi ile uluslararası net yatırım pozisyonu birbirine karıştırılmamalıdır. Ödemeler dengesi bir yıllık döviz kazandırıcı / kaybettirici işlemleri gösterirken, uluslararası yatırım pozisyonu, (bilanço gibi) varlık ve borçların belli bir tarihteki fotoğrafını verir.
2- Buradaki hesaplamamız teknik bir hesaplama olmayıp, bir fikir vermesi açısından kurgusal olarak düzenlenmiştir. Baz aldığımız 1 Milyar Dolar hareketin başlangıcında (2,35 TL’den) dolara dönebilir ve en yüksek (2,50 TL) kurdan tekrar TL’ye dönebilir. Bu durumda elde edeceği kâr 150 Milyon TL olacaktır. Burada akla zirve kurdan çıkıp, düştüğünde girmesi halinde zarar edecekleri gelebilir. Ancak çıkıp girecek fonlar, zarar etmektense böyle bir harekette yer almazlar. İkinci dalgayı beklerler. Sonuç olarak sıcak parayı bir bütün olarak (kurlar zirvede iken gelen yeni parayı da dâhil ederek) düşündüğümüzde sadece kur hareketinden ciddi kazançlar elde etmektedirler.
- Suriye Aynasında İnsanlık
- 28 Şubat Hukuksuzluk Sürecinde Mağdur ve Mahkûm Edilmiş Müslüman Tutsaklara Özgürlük!
- 28 Mağdurları İçin Adalet!
- 28 Şubat Darbe Süreci Davaları
- İç Güvenlik Paketi: Yanlışı Doğrusuna Galebe Çalan Bir Tasarı
- Kur Hareketleri ve Ekonomik Sistemin İşleyişi Üzerine Bazı Değiniler
- Anti Amerikancılıktan İşbirlikçiliğe İran Dış Politikası
- Suriye’de Rejiminin Ekmek Sorunu
- Hayat Kitabı Olarak Kur’an’ın Çağrısındaki Bütünlük
- Şehadet Adanmışlığın ve Fedakârlığın Zirvesidir!
- Birey-Cemaat İlişkisi ve İslami Şahsiyet
- Kapitalist İşleyiş Karşısında Tutum ve Üretim-Tüketim İlişkileri
- Keşşaf Tefsiri’nin Çevirisinden Örnekler
- Ruh Bedeli
- Kitaplık
- Bağ