Kimliğimizin İmhası: Kanıksama
Değerli okuyucu kardeşlerimizin gözlem ve değerlendirmeleriyle de şahit oldukları gibi son 15-20 yılda fıtri bir endişeye ve iddiaya sahip çabalarda, sunumlarda, sosyal paylaşımlarda, yazılı değerlendirmelerde belki farkında olmadan özeleştiri alanında yoğunlaşma hakikatini yaşıyoruz. Baş döndürücü kötü bir gidişattan dolayı aslında toplumsal hakikatimiz belki de bizi buna yönlendiriyor. Müminler olarak kendi özelimizde soruna yaklaştığımızda özellikle son yirmi yılda birçok hayırlı niyetin hayırla sonuçlanmaması, Türkiye gerçekliğinde büyük iddialarla ortaya çıkan kimi öbekler arasında sorunlu kişiliklerin çıkması, keskin savrulmaların yaşanması, kafa karışıklıkların olağanlaşması, ne yazık ki beraberinde bir zemin bulanıklığı meydana getirmiştir.
Daha genel anlamda ise toplumsal açıdan kısmi haklı gerekçelere dayanan güven bunalımı toplum nezdinde birçok hayırlı çabanın hürmetini düşürdüğü gibi her şeyin kanıksandığı bir ruh halini de meydana getirmektedir. Son yüzyılda insanlık ailesinin yaşadığı dünyevileşme girdabı hepimizin malumudur.
Asıl önemli olan söz konusu kanıksamanın bizleri nereye savuracağıdır. Her kesimde gelişen aşırı özgüven tüm istişare kanallarını işlevsizleştirdiği gibi uyarı, nasihatleşme gibi sosyal yaşamın çok tabiî güzellikleri olan hassasiyetleri anlamsızlaştırmaktadır. Uyarının, nasihatleşmenin, istişarenin ruhundan uzaklaşan yaşam tarzı, her şeyi kanıksayan bir atmosferi besler. O zaman işlenen her kusurun mazereti bulunur. Suç başkasında aranır. Her işlenen cürmü normalleştirecek kurnazlıklar baş gösterir.
Modern yaşamla beraber yoğunlaştığımız bürokrasi, imkânlar, nimetler, makam-mevki, statü hırsı, iştah kabartan ihaleler vs. zavallı bünyelerimize aynı zamanda tavizkâr bir tohumu da ekmektedir.
Modern dünyada Müslümanca yaşamamıza dair disiplinleri yitirdiğimiz anda her şeyi normal görme hastalığı baş gösterecektir.
Unutulmamalı ki bir sorunu görebildiğimiz oranda söz konusu sorunla ilgili hassasiyetlerimiz gelişir.
Her gün akıp giden haberlerin, olayların içinde, zaman zaman da olsa, içimizden bir şeylerin kopup gittiğini hissedebiliyoruz. Okuduklarımız, duyduklarımız, gördüklerimiz karşısında ne duyuyor, ne düşünüyoruz? Bir zamanlar bizi rahatsız eden, içimizde sıkıntıya, huzursuzluğa yol açanve bizi sorumluluk bilinciyle tepki vermeye sevk eden olaylar, gelişmeler yine içimizde birtakım kıpırtılara yol açıyor mu? Yoksa giderek içimizde bir şeylerin söndüğünü mü hissediyoruz?
Tüm elçilerin, salihlerin günaha götürücü ortam ve şartlara karşı samimi bir endişe ve duruş sergilediklerini görüyoruz.
Ne yazık ki toplumda var olan genel atmosfer, birçok yanlışın olağanlaşmasını ve ruh dünyamızda sızıya dönüşmesini engelleyen bir gerçekliği içermektedir.
Bizlere ifsadı kanıksatmaya çalışan eğilimler, hesaplar ve projeler, Müslüman halkı her dönemde tuzağa düşürme potansiyeli taşımaktadır.
Unutmamalıyız ki ifsadı, kötülüğü kanıksama sürecine girdiğimiz an, bu durum, kişiliğimizin imhasını da beraberinde getirir.
Sıradanlaşmanın ilk adımı, kanıksamamamız gerekenleri kanıksamaktır. Değerlerimize aykırı olan ve geleceğimizi tehlikeye sokan olayları, gelişmeleri kanıksamak, müminlerin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biridir. Kötü bir gidişatı, süreci kanıksamak, tuğyanın bilincimizi ve duyarlılığımızı örtmesine neden olur. Uzun sureli her şeyi kanıksama hali, zulmün sıradanlaşmasını ve meşruiyet kazanmasını sağlar.
İnsanlık ailesinde çirkin hayâsızlıklar yaygınlaştığı ve buna karşılık fıtri değerler için gerekli mücadele yapılmadığı zaman, çok farklı şekillerde toplumsal cezalandırmanın kaçınılmaz olabileceğini hesaba katmak zorundayız. Bu durumu Allah’ın bir yasası olarak kabul etmeliyiz.
Müminler, hayrın olmadığı her ortama karşı ilkesel bir duruş ve hassasiyet göstermeliler. Bu hassasiyet, risalet müessesesinden öğrendikleri terbiyenin gereğidir. Amel-iman tutarlılığımız oranında ifsadın karşısında durabiliriz.
Ne yazık ki belki hiçbir dönemde karşılaşmadığımız boyutta kafa karışıklığı bir dönem iddia sahibi olanların iman-amel tutarlılığını korumada zorlanmalarına yol açabilmektedir.
Kanıksama hastalığının doğal sonucu, duyarlılıkların, hassasiyetlerin ve inceliklerin süreç içinde usul usul kaybolmasıdır. Her şeyin normalmiş gibi algılanır hale gelmesidir.
Çağımızın helal-haram sınırlarını sinsice yok sayan liberalizm, özgürlük anlayışı, demokratik hoşgörü gibi kulağa ve nefse hoş gelen kavramların toplumun her katmanında sosyal medya ile beraber işleniyor olması, kanıksama hastalığını daha da belirgin kılmıştır.
Mazeretlere sığındığımız oranda ifsadın evimizi ve bedenimizi yakmasına fırsat vermiş oluruz. Öyle ki gittikçe dozu yükselen dünyevi hırslarımız, birçok yanlışı görmemizi engeller.
Bugün birbirimizi ıslah çabamızın hürmetinin düşmesi, birçok konuda zaafa düşmemize neden olabilmektedir.
İfsada Karşı Ne Yapmalıyız?
Değerlerimize tutunduğumuz oranda ifsadın önünü kesebiliriz. Sessiz ve tepkisiz kalmanın en azından bir zaaf olduğunun bilincinde olarak hareket etmeli; zihnimizi ve yüreğimizi egemen kalıplara ve söylemlere teslim etmemeliyiz. Bu noktada duyarlılık göstermek, yarınlarda ifsadı ortadan kaldırmak için gerekli uzun yürüyüşün ilk adımlarını oluşturacaktır.
İşgaller, katliamlar, ümmete yönelik töhmetler, yabancı düşmanlığı, tehcirler, fıtrata aykırı her türlü fahşa bize kanıksatılmaktadır.
Allah’ın elçisi buyuruyor ki: “Hayırlı bir işi erteleyen helak olmuştur.”
Unutmayalım ki her bir kanıksayış başka bir kanıksayışı tetikler.
Hayatımızdaki parça parça tavizler, normal şartlarda kendimize yakıştırmadığımız birçok durumun süreç içinde normalleşmesini getirmektedir.
Çevremizde hayra dair güzel örnekliklerin azalması kabullenilemez birçok yanlışın algı dünyamızda yerleşmesini sağlar.
Şehirleşme ve sanayileşme ile beraber özelimizin dışındaki birçok gündeme karşı ilgisizliği kanıksamamızın, bireyselliğe ve rehavete kaynaklık ettiğini görmeliyiz.
Unutmayalım ki günahı küçümsediğimiz oranda harama götürücü davranışları işleme ve kanıksama riskimiz artar.
İfsadın kanıksanmaması için Rabbimizin Mekkî ve Medenî ayetlerin bütünlüğünde ıslah görevini detaylı bir şekilde işlemesi dikkat çekicidir.
Her dönemde müfsitler, fırsatı ele geçirdikleri anda her türlü vurgunu/soygunu yapar ve bunu sıradanlaştırarak zihinleri bulandırırlar. (Bkz. Araf, 7/85)
Son dönemlerde cinsel sapkınlıkların meşrulaştırılmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılması, Müslüman bir halkı derinden etkilemesi gereken bir ahlaksızlığın bu kadar cüretkârca ve ‘farklı cinsel kimliklere saygı’ kılıfıyla özendirilmesi ve toplumun bu ahlaksızlığa aşina haline getirilmesi endişe vericidir. Türk ve Kürt solunun toplumsal projelerinin merkezinde olan bu sorun,en uç ifsad davranışlarının kanıksanması açısından endişe vericidir.
Yüzlerce ifsad projesiyle mücadele etmek zorunda kaldığımız aşikârdır. Pusuda bekleyen şer güçler boşlukları, gafletleri, anlık zaafları kollamaktadırlar. İslami camia, ferasetle ihya faaliyetlerini büyütmeli ve yirmi yıllık AK Parti iktidarından kaynaklanan sorunların yol açtığı vebali muhataplarına cesur bir şekilde hatırlatma görevini yerine getirmelidir.
Ne yazık ki devletin de imkânlarını kullanarak sanatsal, sportif faaliyetler adı altında konserler, panayırlar düzenleyerek, kitlesel programlar tertip ederek toplumu, gençliği ifsad eden dünya kadar kuruluş türedi. Bu kuruluşların, ifsadın, ahlak dışı yaşamın, zihinsel ve amelî yozlaşmanın yaygınlaşması için ne gerekiyorsa yaptıklarına şahit oluyoruz.
İfsadı kanıksamamak ve her türlü ifsada karşı koyma çabamızda bizim için önemli bir sermaye, “pıtrak dikenler arasında yalın ayak yürümek” diye tarif edilen takvadır. Bu yüzden takva (sorumluluk bilinci) Kur’an’da en sık kullanılan kavramlardandır.
Salih amellerimizin bereketini artırabilirsek kötülüğü sindirme gibi bir sorunumuz da kalmayacaktır.
İmam Şafiî, “Hak ile meşgul olmayanı batıl işgal eder.” der. Onun için hayırlı işlerle meşgul olmalıyız.
Yeni bir tövbeye muhtaç olmayacak şekilde tövbe etmemiz gerekliliğinin kendini her dönemden daha fazla hissettirdiği unutulmamalıdır.
Her türlü ifsadı kanıksamayı aşmamızın yolu, müminlerin kalbinin ve vicdanının her zaman aktif olmasından geçer.
Hayatta ilkesel hassasiyetler aşındığında, tavizkâr yaşam bir vakıa olur. Tavizkâr yaşamın ilk nüvesi, her şeyin kanıksanır hale gelip sıradanlaşmasıdır.
Unutulmamalı ki mefsedeti besleyici ruhsatı değil, azimetin diriltici ruhunu esas alan bir kardeşlik aidiyeti ve hukukuyla ilkesel duruşumuzu koruyabiliriz.
- Birlikte Sınanıyoruz
- Irkçılık ve Muhacir Düşmanlığına Karşı İnsanlık ve Kardeşliği Savunmak
- Türkiye’de Mültecilere Yönelik Irkçı Söylemin Onto-Epistemolojik Temeli: Self-Oryantalizm
- Kimliğimizin İmhası: Kanıksama
- Tadamon’daki Katliam Nasıl Ortaya Çıkarıldı?
- Ulusal Sistem ve İslami Özgünlüğümüz
- Neyi Bilmeliyiz? Neden Bilmeliyiz?
- Şeyh Mustafa: “Türkiyeli Müslümanların, Irkçılar Gibi Düşünmediğini Biliyoruz”
- Şirin Ebu Akle Cinayeti ve Batı’nın Suç Ortaklığı
- İman Kardeşliğimize Değer Katan Nezaket Kuralları Hanâne, Merhamet ve Tebessüm
- ‘Hilm’ ve ‘Halim’in Semantiği
- Müfessir Elmalılı’nın Düşüncelerine İlişkin Bir Çözümleme
- Metaverse ve Sanal Tapınma
- Müddessir