Kaygan Zeminde Sabitelere Sarılmak
1- Referandumda gündeme alınan düzenlemelerin mahiyetine dair kanaatiniz nedir? Söz konusu değişiklikler hangi ihtiyaç ve taleplere karşılık gelmektedir?
2- Referandumun kabulü durumunda Türkiye siyaseti ve toplumsal yapısında ne tür ve ne yönde bir değişim gerçekleşecektir?
3- Referandumun reddi nasıl bir tablo ortaya çıkaracaktır?
“De ki: Bu benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.”(Yusuf, 12/108)
Müslüman, bulunduğu zaman ve mekândan bağımsız olarak Müslümanca bir yaşam sürdürmek zorundadır. Akide yani inanç esaslarımız, ilk insandan bugüne ve bundan sonra da değişmemiştir, değişmeyecektir. Ancak bu inancın insana yüklediği sorumluluğu ifa ya da kulluk yapma şekli/biçimi, zaman ve mekândan kaynaklanan nedenlerle değişiklik arz edebilir. Değerlendirmeye tabi tutulacak her konu ile alakalı görüşümüzü, vahyin belirlediği sabiteler çerçevesinde oluşturmakla yükümlüyüz.
Saf Türk ve Anti İslam Anayasalar
Anayasaların temel amacı, devleti sınırlamak ve yönetenlerin hukuka ve kurallara uymasını temin etmektir. İnançlar ve bu inançlara göre yaşama, dil, kültür, can ve mal güvenliği, adalet gibi birey ve toplumların vazgeçilmez temel hak ve özgürlükleri, hiçbir şekilde egemenlerin iradesine terk edilemez.
T.C., inkar politikaları üzerine kurulmuş bir devlettir. Mevcut ve geçmişteki anayasalar da bu ruhu yansıtmaktadır. Kuruluşundan bugüne, İslam’a ait ne varsa ‘laiklik’ değneği ile bertaraf edildi. Devlet, İslami kurallardan arındırıldı. Birey ve toplum, İslam’ın etki alanından uzaklaştırıldı. Bununla da yetinilmedi Türkçe ezan, Türkçe ibadet ve İslam’ın temel kaynaklarına getirilen zorlama yorumlarla İslam’a da müdahale çabası içine girildi.
Kuruluş yıllarından itibaren başlayan ‘tek ulus yaratma’ politikası ve uygulamaları azalarak da olsa devam etmektedir. Mustafa Kemal’e en yakın kişi olan Milli Şef İnönü, “Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki birtakım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur” (Milliyet, 31 Ağustos 1930) derken Nazi hayranı ve Mustafa Kemal’in Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” (Milliyet, 19 Eylül 1930) der. Övülen 1923 rejimi bu. Mevcut anayasada da bu ruh devam ediyor.
Osmanlı bakiyesi Türkiye’de 1921 Anayasası ile başlayan süreç 1924, 1961 ve 1982 anayasaları ve bu anayasalarda yapılan değişikliklerle sürmüştür. 1924 Anayasası bir darbe anayasası olmasa da bir olağanüstü koşullar anayasasıdır. 1928’de yapılan değişiklikle, Türkiye Devletinin dini din-i İslâm’dır kuralı, ant içme metinlerinde yer alan Vallahi sözcüğü, Meclisin yetkileri arasında sayılan, ‘şer’i hükümlerin yerine getirilmesi’ kuralı çıkarılarak İslami izler silinmeye çalışılmıştır. 1937’de yapılan değişiklikle, CHP’nin ALTI OK’u ve bunlardan biri olan LAİKLİK, rejimin ebedi anayasal kutsalları olarak kabul edilmiştir. Artık laiklik, Müslümanlar için bir pranga olmaya başlamıştır.
1960 darbesi ile 38 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi 1924 Anayasasını kaldırıp 1961 Anayasasını hazırlatmıştır. 1961 Anayasası ile Milli Güvenlik Konseyi ve Hâkimler Yüksek Kurulu ilk kez kurulmuştur.12 Mart 1971 askerî muhtırası ile temel hak ve özgürlükler kısıtlandı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu.
1961 Anayasası, 12 Eylül 1980 darbesini yapan beş generalden oluşan Millî Güvenlik Konseyi tarafından ilga edildi ve yerine 1982 Anayasası hazırlatıldı. 1982 Anayasanın özellikle kutsallarını oluşturan Başlangıç kısmı, ilk dört maddesi ve çoğu fiilen hükümsüz kalmış 174. maddedeki devrim yasalarına kimse dokunamıyor.
İktidara Göre Anayasa Olmaz
Temel bir yasa olan Anayasa, günü birlik politikalar ile yapılamaz. Halkın oyunun belirleyici olduğu bir yerde kimse sultanlık/diktatörlük beklentisi içine gir(e)mez. Halkın tercihi de her zaman isabetli, HAK(lı) tercih değildir. Kaldı ki halkın tercihine bırakılan bir şey de yoktur. Bugünün iktidarı veya politik şartları sürekli devam edecekmiş gibi, kendisini esas alarak yapılacak düzenlemeler ters tepme riskini taşır. Buna en iyi örnek, yargıdaki Kemalist yapılanmaya karşı 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğidir. HSYK ile ilgili yapılan değişikliğin nasıl bir sonuç doğurduğunu HSYK Genel Kurulu’nun ihraçlarla ilgili hazırladığı karar gerekçesinden okuyalım:
“FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, 12/09/2010 günü yapılan Anayasa referandumu sonrasında yeni oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda seçimle gelen üyelikleri elde ettiği, bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca, büyük çoğunluğu örgüte mensup 160 hâkim ve savcının Yargıtay üyeliklerine seçildiği, yeni seçilen üyelerle örgütün, çoğunluğu ele geçirdiği, ...Yargıtay’da, tek söz sahibi olduğu, artık örgütün belli ceza dairelerinde istediği kararı onaylatacak, istemediği kararı bozduracak güce kavuştuğu…”(HSYK:24/08/2016 Tarih ve 2016/426 Sayılı Kararı)
2010 yılında HSYK’ya seçilen bu üyeler, hükümetin desteklediği listeden seçildiler. Kemalist yapılanma zayıfladı, Gülenci/Amerikancı yapılanma yargıyı ele geçirdi. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası yine yargı Kemalist ve Türkçü gruplara bırakıldı. İdeolojik ve taraflı olan bu grupların hiçbiri diğerinden daha adil değildir. 15 Temmuz sonrası oluşan beka sendromu ile bu gerçeği göremeyenler, bedelin ne kadar ağır olacağını zamanla göreceklerdir. Daha birkaç yıl önce yine bugünkü iktidar partisinin getirdiği HSYK düzenlemesi çöktü ve yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyuldu.
Bu anayasa değişiklik paketinin ana hedefi, başkanlık sistemidir, gerisi sosu/mezesi sayılır. Başkanlık sistemine geçiş arzusu, bugünkü mevcut lider ve iktidar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Temel değişiklik, başbakanlığın kaldırılması ve başkanın meclis üyesi olmayan başkan yardımcıları ve bakanlar ile yürütmeyi üstlenmesidir. Yeni sistemle getirilen meclis (yasama) dışındaki yürütme, istikrar açısından gerekli bir idare etme yöntemi. Ancak kırk yamalı bohçaya dönen ve temel direkleri 5 darbeci generale ait olan bu anayasa ile bir yere varılamaz. Bu kıyafet bu bedene uymaz. Asimilasyon, inkâr zorunlu iskân ile yeni bir ulus yaratıp, bedeni değiştirmek istediler. Başaramadılar! O halde bedene uygun bir elbise kaçınılmazdır. En iyi terzi ise yaratılış felsefesini kavrama bilincindeki kimlik ve kişilik sahibi şahsiyetlerden çıkar. 1923 rejimi kafası ile bu millete saadet gelmez.
Evet-Hayır Kavgası ve Erdoğan
Gerek Batılıların gerekse Türkiye’deki muhalefetin hedefinde ERDOĞAN vardır. Müslümanlarla sorunu olanların ve yasal yollarla iktidara gelmenin rüyasını bile unutan muhalefetin bütün mücadelesi Erdoğan karşıtlığı/düşmanlığı üzerine kurulu. Yine muhabbetle yaklaşanlar veya dalkavukluk yapanlar için de merkezde Erdoğan’ın şahsı vardır. Özellikle İslami kimlik ve kişilikten yoksun türedi reisçiler, ahlaki hiçbir değere de sahip olmadan önlerine çıkanları kesip biçmeye devam etmektedirler. Değer, düşünce ve ahlaktan mahrum olan bu insanlar, basit ve zavallı tiplerdir. Onlara bu fırsatı verenler ise günü gelince hakikati anlayacaklardır. Ancak etraflarında gerçek dost kalmadığını göreceklerdir.
HAYIR’cılar: “Hayır'da hayır vardır!”, “Cumhuriyetin artık yıkıldığını kabul etmek gerekiyor. Rejim değişiyor!”, “La Arapçada 'Hayır' demek!”
EVET’çiler: “Nikâh masasında ‘evet’ demeseydiniz 3 tane çocuğa sahip olamayacaktınız!”, “PKK, FETÖ, HDP 'Hayır' dediği için 'Evet' diyoruz!”, “Hayır diyenlerin konumu aslında 15 Temmuz'un bir yerde de yanında yer almaktır!”
Rejim elden gidiyor diyen ‘Hayır’cılara karşı Başbakan’ın cevabı da çok ilginç.
“Türkiye’nin rejimi belli, Cumhuriyet. 1923’te bedel ödedik, İstiklal Harbini kazandık, rejimi değiştirdik, adını Cumhuriyet koyduk. Bu tarihte kaldı, o mesele 1923’te bitti.” diyor. 1923’te rejim kararını kim verdi? Birileri millet adına bu kararı verdi. Cumhuriyet kabuğunun içini 1937 yılında LAİKLİK ile doldurdular. Bu mu biten mesele? Sorgulanması gereken de tam burası. Cumhuriyet diye kutsanan, dokunulmaz kabul edilen laiklik gibi nitelikleri ve devrim kanunlarıdır. Bunlar da çağdışı, gerici ve dayatmacı kurallardır. Değişime tam da buralardan başlamak zorunludur. Yeni bir anayasa hazırlanacaksa, inkârcı ve toplumun değerleri ile bağdaşmayan rejim değişikliği öncelenmelidir.
1921 yılından 1961 yılına kadar hiçbir anayasa veya anayasa değişikliği halkoyuna sunulmamıştır. 1961 yılından itibaren ise defalarca referanduma gidilmiştir. Ama halka, hiçbir zaman rejim tercihi sorulmamıştır. İktidarlar, hazırladıkları paketi halka götürerek, EVET mi HAYIR mı diye tercihlerini sormuşlar. 1982 referandumu gibi dönemlerde ise askerlerin gözetimi altında oy kullandırılmış, oy kullanmayanlara para cezası verilmiştir. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!’ diyenler, hiçbir zaman millete güvenmediler. Anayasanın kutsal maddelerini, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerini, Anayasanın 174. maddesinde sıralanan devrim yasalarını halkın oyuna sunma cesareti gösteremediler.
Devrim Yasaları ve Anıttepe Türbesi
Anayasanın başlangıç kısmı ile Türklük yüceltilirken, ilk dört maddesi ile rejim dogmaları oluşturulmuş. Cumhuriyetin en önemli niteliği olarak sunulan laiklik, Müslümanların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi durmaya devam etmektedir. 1982 Anayasası 174. Maddesi, ‘devrim kanunları ile Türk toplumu(!)nun çağdaşlaştırılması/asimilasyonu ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacı gütmektedir.
Korunan “Devrim Kanunları”na bakalım: Medreselerin kapatılması, şapka mecburiyeti, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik yasağı, İslami nikâh yasağı, uluslararası rakamların kullanımı, Latin harflerinin kabulü ve kullanımı, efendi, bey, paşa gibi lakap ve unvanların yasağı, bazı elbiseleri giyme yasağı... Hâlbuki farkına varılmadan İslami nikâh yasağı getiren (eski) Medeni Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Yani devrim kanunlarından biri hukuken hükümsüz! Alfabe ve rakamlar (!) dışında kalanlar ise fiilen hale uygulanmıyor. Şapka takan kimse kalmadı. Ülkenin en etkin sosyal grupları tarikatlardır ve her siyasi parti onlardan oy devşirmeye çalışıyor. Generaller paşa paşa ‘PAŞA’ unvanını kullanıyor. Yasak kisve kalmadı. Medreseler yeniden yükselmeye başladı bile. İslam’la alakası olmayanlar bile HOCA NİKÂHI(!) olmadan olmaz diyor!
Tekke ve türbeler kaldırıldı ama en büyük türbe Anıttepe’de yükseldi. Devrim kanunlarına rağmen hâlâ başı sıkışan oraya koşuyor. Kemalistlerin, kendi şeyhlerinin türbesini ziyaret etmeleri normal de mağdurlarını anlamak zor. Kemalizm adına yıllarca mağdur edilen BAŞÖRTÜLÜLER de bir bakan, bir milletvekili olarak, ‘kadınlara seçme ve seçilme hakkını lütfetmesinden dolayı’ o makama çıkıp şükranlarını bildirdiler. Dün başörtülü olarak oraya çıkamazlardı. Ben yeni Türkiye’yi görmedim, rivayetlere göre Türkiye değişmiş, (maalesef) onlar daha çok değişmişler!
Referandum Sonucu Ne Olur?
‘Evet’ de çıksa ‘Hayır’ da çıksa ciddi bir değişiklik olmayacak. Yönetsel anlamda birtakım değişiklikler olacaktır tabi. ‘Evet’ çıkarsa iktidarın eli biraz daha güçlenecek. ‘Hayır’cıların, yeni bir darbeden başka umutları kalmayacak. ‘Hayır’ çıkarsa, ‘Hayır’cıların ‘diktatör’ söylemleri artacak. Temel hak ve özgürlüklerde bir değişiklik olmayacaktır.
Doğu toplumlarında her bir seçim dönemi, bir meydan muharebesini andırmaktadır. Onun için ayrıştırıcı, kavgacı dil ve üsluptan vazgeçilmeli. Yoksa her bir seçim, arkasında tahribatlar bırakmaktadır. Almanya’da yeni devlet başkanı seçildi, günlük haberlerin dışında ciddi bir gündem bile olmadı.
İslami Tavır
Ulus devletler, gerek iç siyasette gerekse dış siyasette her zaman milli menfaatlerini önceler ve buna göre politik adımlar atarlar.
İslami cemaat ve çevreler ise vahyî esaslar çerçevesinde yöntem ve stratejiler belirleyerek tavır geliştirmek zorundadırlar. Bağımsız kimlik ve varlıklarını koruyarak devletlerin, partilerin, toplulukların veya şahısların doğru çabalarına destek verir, yanlışlarına karşı tavır alırlar. Hiçbir şekilde günübirlik politikaların malzemesi olmazlar. Adil şahitler olarak sahip oldukları inanç ve ahlaki değerlerinden asla taviz vermezler. Bu çerçevede referandumu akidevi bir tartışma zeminine çekmek kadar, EVETÇİ/HAYIRCI kampanyaların malzemesi olmak da sağlıklı bir yol değildir. Aktif mücadele ile zulmün, adaletsizliğin, haksız paylaşımın karşısında yer almak gerekir. İnsanlığın vicdanı, inancının şahidi, mazlumların sahibi olarak varlık göstermek, erdemli insanlarla birlikte güçlü bir duruş sergilemektir sorumluluğumuz. Sözün veya amelin sahibine bakmadan doğruların yanında, yanlışların karşısında olmak ahlaki bir gerekliliktir.
Kaygan zeminlerde güvencemiz SABİTE’lerimizdir. Sabitesini yitirenler, belirsiz menzillere savrulup çıkmaz sokaklara doğru yol alırlar.
“Sözü dinler ve en güzeline uyarız.” (Kur’an-ı Kerim, 39/18)
- İlkeli ve İstikrarlı Bir Değişimden Yanayız!
- Anayasa Değişikliği Referandumu: Neyi Kabul, Neyi Reddetmeliyiz?
- Aşılacak Olan Vesayet Hangisi?
- Neye, Niçin ve Nasıl İtiraz Etmeliyiz?
- Hükümet Buhranlarının Yolunu Tıkayan Bir Sistem
- Bu Referandum Aslında Rejim Değişikliğidir!
- Kaygan Zeminde Sabitelere Sarılmak
- Darbe Anayasasına 18. Yama!
- Hantallığı Bitirecek; İstikrarı Getirecek Bir Değişiklik
- Referandum Mengenesinde Ahvalimiz
- Anayasa Değişikliği Paradigmal Değişime Kapı Aralayabilir
- Rüzgârların Önünde Adil Şahitliğin Zor(unlu)luğu
- Son Gelişmelere İlişkin Toplumun Tepkisini Özlemleyeceğiz
- Despotizmin Etkin Silahı: Algı Yönetimi
- Arap Devrimleri İçin Savaşmaktan Başka Çare Yok!
- Seydnaya’dan İsveç’e: Suriyeli İşkence Kurbanı Merhamet ve Şükür Dersleri Veriyor
- Hamas Mensubu Tutsaklar Demir Parmaklıklar Ardında Liderlerini Nasıl Seçiyorlar?
- Hevasını İlah Edinenler
- Kur’an’da “Kulakları” Kelimesinin Geçtiği Ayetler
- Kitaplık
- Bir Avuç