Karışıklık İçindeki Cezayir: İslam, Demokrasi ve Devlet
Lisa J. Arone
Dr. Entelis Siyaset Bilim Profesörü ve Fordham Üniversitesi'ndeki Orta Doğu Çalışmaları Programının idarecilerindendir. En son kitabı "Cezayir'de Devlet ve Toplum"dur (1992). Toronto Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler öğrencisi olan Bayan Arone, şu anda Fordham'da siyasi gelişme ve sosyal değişme üzerine Cezayir ağırlıklı bir araştırma yapmaktadır.
Doğu Avrupa, Doğu Asya ve Latin Amerika'yı silip süpüren halihazırdaki siyasi liberalleşme dalgası aynı zamanda Orta Doğu ve Afrika'yı da etkilemiştir. Ancak Afrika ve Arap dünyasındaki siyasi değişim daha küçük boyutta gerçekleşmiştir. Demokratik ilkelere dönüşümün işaretinden çok, bozulan ekonomik ve sosyal şartlar için bir reçete olarak sunulan reformun ufku, örneğin, iktidarın muhalif bir partiye devredilmesini hala gerekli bir sonuç olarak ihtiva etmediğinden, sınırlı kalmıştır. Kontrolü yeniden ele geçirmeye çalışan güç durumdaki hükümetler zaman kazanmak amacıyla reform vaadlerinde bulunmuştur; özerklikler sadece daha sonra iptal edilmek üzere verilmiştir; halktan gelen çağrıların doğruluğu kabul edilmek yerine görmezden gelinmiş ya da çoğunlukla şiddetle bastırılmıştır.
Cezayir'de ise hükümet farklı bir tür deneyime teşebbüs ediyormuş gibi göründü. Bağımsızlıktan bu yana yapılan en şiddetli halk gösterilerinin ardından, Şadli bin Cedid hükümeti yıllardır uygulayageldikleri mutat tutuklama ve baskı yöntemiyle değil,1 aksine siyasi çoğulculuk, liberalizm ve demokratikleşmede Afro-Arap dünyasının en cesur deneyimlerinden birini gerçekleştirecek siyasi reform yolunu takip ederek karşılık verdi.
Şubat 1989'da yapılan anayasal değişiklikler "yeni bir çoğulcu rekabet çağı"nı2 açtı ve Ulusal Kurtuluş Cephesi [FLN]'nin tek parti hegemonyasına son verdi. Temmuz 1990'daki mahalli seçimler rejimin siyasi liberalleşmeye açık teslimiyetini ortaya koydu, çünkü hükümet sadece siyasi rekabete izin vermekle kalmadı, aynı zamanda ideolojik açıdan en muhalif rakibi olan İslami Kurtuluş Cephesi [FIS]'nin karşısında yenilgiyi de kabul etti. FIS'ın seçimlerdeki büyük zaferi, eğer rejim eski demokrasi onayından geri dönmezse, geri çekilme anlamına gelen müteakip olaylarla birlikte, rejimi korumasız bir durumda yakalamışa benziyordu. Gelecek genel seçimlerde FLN çoğunluğunu koruyabilmek için seçim bölgelerini kendi menfaatlerine uygun bir şekilde ayarlaması ve seçimle ilgili reformlar; 5 Haziran 1991'de sıkıyönetim ilan edilmesi; FIS asıl seçim zaferinin eşiğine geldiğinde, liderlerinden Abbas Medeni ve Ali Belhac'ın suikast ithamıyla tutuklanmaları ve demokratik gelişmenin Aralık 1991'de aniden kesintiye uğraması... bütün bunlar Cezayir'in demokrasi deneyimini askıya aldı.
Bugün Cezayir'de demokrasi ümitleri, bütün siyasi sistemin değilse bile, rejimin meşruiyetinin ilk defa tartışılmaya başlandığı Eylül 1988'dekinden daha cılız görünmüyor. Siyasi ve ekonomik krizler sonucu ortaya çıkan demokratik "açıklık", fikirlerin daha özgürce ifade edilmeleri ile birlikte serbestçe rekabet etmelerine de olanak sağlıyordu. Yine de, eski bir Cezayir Başbakanının söylediği gibi, çok partililiğin demokrasi olmadığının algılanması önemlidir. "Liberalleşme" ve "demokratikleşme" kavramları birbirleri ile çok sık karıştırılır. Abdulhamid Brahimi tarafından izah edildiği gibi, liberalleşme hükümetin, vatandaşlarının hayatlarındaki rolünün daha az olmasını öngörür. Hükümetin, ferdi ve müşterek hayat üzerindeki denetiminin gevşetilmesi ve fikirlerin serbestçe ifade edilmesine ve çıkar gruplarının oluşmasına müsaade edilmesi demektir. Fakat demokrasi, sadece siyasi partilerin oluşmasını değil, aynı zamanda aralarında adil rekabeti de gerektirir.3 FIS'ın takındığı siyasi meydan okuma tavrı, rejimin daha demokratik bir sisteme yumuşak ve barışçı bir şekilde geçiş planlarını alt üst etti. Sıkıyönetimin yeniden ilan edilmesi ve FIS üzerindeki sıkı tedbirlerin yansıttığı gibi, ordunun siyasi arenaya dönüşü, devletin siyasi muhalefete, özellikle de İslami bir meydan okuma şeklinde olursa ne kadar kısıtlı bir tahammülü olduğunu gösterir. Şimdilik, Cezayirliler, Robert Mortimer'in dediği gibi, "eski demir üçgeni başarıyla kırabilmiş" göründüğü ya da en azından meşruiyetine ve nüfuz edilemezliğine meydan okuduğu sürece, devlet-ordu-iktidar partisi üçlüsü otoritesini sivil toplumun siyasi imtiyazına teslim etmeye niyetli gibi görünmüyor.4
Meşruiyet Sorunu
Ekim 1988'deki ayaklanmalar, bozulmuş ve iş yapmayan hükümete karşı bir protesto idi. Bunlar, her geçen gün düşen yaşam standardının ve sık sık görülen yiyecek kıtlıklarının neticesiydi. Bunlar genellikle, var olan siyasi düzenlemelere karşı bir isyanı, bir parça siyasi mesuliyete ve değişmeye olan talebi temsil ediyordu. Yüksek işsizlik oranı, dünyanın en yüksek nüfus artış hızlarından biri5 ve Cezayir'in yiyecek ithalatı ile petrol ihracatına ikili bağımlılığının neden olduğu büyük ticaret açığı, devletin güvenlik ve istikrarını muhafaza etme yeteneği yanında devletin refah gücünü de aşındırmıştı.
Eski devlet başkanı Hayri Bumedyan (1965-1978)'ın sert, tepeden inme politikaları gelişmeyi sanayi sektörü üzerinde yoğunlaştırmıştı ve yerli, özellikle de tarımsal, sektör pahasına gelişmeyi finanse etmek için petrol gelirlerine dayanıyordu. 1980'lerin ortasında enerji fiyatlarında meydana gelen düşüş Cezayir'e büyük milli borçlar, sık sık görülen yiyecek kıtlıkları ve yükselen tarımsal fiyatlar getirdi.
1980'lerin başlarında devlet başkanı Bin Cedid tarafından gerçekleştirilen ekonomik reformlar zaten kötü olan ekonomik durumun daha da kötüleşmesine neden oldu. Petrole ve gaza daha az bağımlı çeşitlendirilmiş bir ekonominin modernizasyon ve ekonomik kalkınma için gerekli olduğuna inanan Bin Cedid, sanayiye dayalı merkeziyetçi sosyalist programları tersine çevirmek ve ekonomiyi piyasaya dayalı ilkelere doğru yeniden yönlendirmek için Cezayir tipi bir prestroika ya da ekonomik reform gerçekleştirdi.6 Devlet şirketlerinin parçalara ayrılması ve özelleştirilmesi giderek artan işsizlik ve endüstriyel üretimde bir düşüşü anlamına geliyordu. Ticaret dengesini sağlamak amacıyla ithalatın azaltılması ve paranın devalüe edilmesi sonucu kendi kendine ortaya çıkan ekonomik sertlik ve ani fiyat artışları alım gücünde daha önce hiç görülmemiş bir düşüş meydana getirince, gençleri ve işsizleri çok kötü vurdu. IMF ve diğer uluslararası finans kuruluşları tarafından yardım ve borç hizmeti için bir ön şart olarak koşulan Bin Cedid'in uyguladığı sertlik programları, orta ile alt sınıf işçilerinin büyük bir kesimi ile onlardan kopmuş, varlıklı devlet burjuvazisi arasındaki büyüyen yabancılaşmanın önemini gösteriyordu.
Cezayir'in devlet kapitalizminin artık uluslararası ticaret açığı ve borçlarına karşılık artan ödemeleri ile birlikte hem gelişmeyi, hem de refahı sağlayacak işlevleri yürütebilecek gücü kalmamıştı. Sosyal altyapı bozulunca, halkın rejime olan desteği de azaldı. Artan ulusal borç hükümetin, halkı için bir refah seviyesi sağlama yeteneğini azalttıkça ve alt sınıflar fakirliğe doğru daha da fazla kaydıkça, sistemi kendi (ekonomik) çıkarları için kullanan hükümet seçkinleri ile Cezayir halkının çoğunluğu arasındaki ekonomik eşitsizlik siyasi yapının tabiatında var olan gerilimi ve sorunları daha belirgin hale getirdi. Onun bozukluğu ve yetersizliği hoşnutsuz bir halk ve ikili bir ekonomi doğurdu.
Demokratik bir devlette siyasal vekalet, hükümet ve temsil ettikleri arasındaki doğrudan bir sorumluluk ilişkisine bağlıdır. Cezayir devletinde, buna rağmen FLN'nin tek parti statüsü, halkın desteği ortadan kalktıktan çok sonraları bile iktidarda kalmasına imkan sağladı. Yönetici burjuvazi ile Cezayir toplumunun büyük kısmı arasındaki ekonomik kutuplaşma, genişleyen siyasi uçurumun bir göstergesi olmuştu. Yönetici güç, halkın yer aldığı cephenin kaygılarından o kadar uzak ya da habersizdi ki yeterince cevap veremedi veya vermedi.
Ekonomik reformun yükü, kitlelerin üzerine adaletsiz bir biçimde bindirilirken, bir taraftan da seçkinler arasındaki "dejenerasyon kültürünü besliyordu."7 Devletin ekonomiye aşırı müdahalesi, burjuvazinin büyük bir grubunu devlete ve devlet teşebbüslerine bağımlı hale getirdi. Şahsi servetlerin oluşturulmasını, sistem içindeki gücün kötüye kullanılmasını ve dövizin ayrıcalıklı kimseler tarafından elde edilebilmesini yasallaştıran liberalleştirilmiş ekonomik politikalar, Cezayir devleti için bir tür "komprador gelişme"yi8 besleyip büyüten sakat ticari dengeye karşın, devlet burjuvazisinin büyük kısmının zenginleşmesine sebep oldu.
Artan ekonomik kutuplaşma genişleyen nesiller arası uçurumun sadece bir yönüydü. Bağımsızlıktan otuz yıl sonra, FLN hala meşruiyetinin temel kaynağı olarak "Cezayir'in devrimci geçmişi" ile olan bağlarına güveniyordu. Fakat seçmenlerin ekseriyetince -genç işsiz ve fakirleştirilmiş- "önceki neslin bir milyon şehidi değil, FLN iktidarı neslinin getirdiği sefil fakirlik dikkate alınıyordu."9 İyice yaygınlaşan toplumsal bozukluk ve bir sürü yetersizlik FLN'nin toplumsal vekaletini tehlikeye sokuyordu. FLN adının ifade ettiği geniş milliyetçi cephe artık yoktu.
A. Djeghoul Cezayir'in siyasi yapısının, siyasi özgürlüğün ekonomik gelişmenin bedeli olarak feda edildiği zımni bir anlaşmaya dayandığını öne sürer.10 Yüksek enerji fiyatları ve milli yatırım hükümetin endüstrileşmesine, eğitim olanakları sağlamasına ve Cezayir için asgari bir hayat standardı taahhüt etmesine imkan tanıdı. Bin Cedid tarafından uygulanan gönüllü sertlik tedbirleri devletin refah rolünü gölgeledi ve Ekim 1988'de patlak veren krizi hızlandırarak otoriter devletin istikrarını sağlayan zımni anlaşmayı bozdu.11 Ekonomik şartlar ortadan kalkınca, halkın hükümetine olan inancı ve sivil "anlaşma"dan arta kalan her şey bunlarla beraber yok olup gitti.
Tepeden Gelen Reform: Yeni Anayasa
Halk sokaklara dökülünce, hükümet önce şiddetli baskı ile, daha sonra reform vaadleri ile karşılık verdi. Ayaklanmalara karşı uygulanan vahşi askeri baskı, hükümeti siyasi reformları düşünmeye ciddi bir şekilde iterek, askeriyenin rolünü tehlikeye düşürerek ve devletin içindeki siyasi konfigürasyonu zorla değiştirerek geniş tesirli siyasi neticeler doğurdu.
Ülke çapındaki şiddetli ayaklanmaların başlangıcından sonraki bir ay içerisinde, 3 Kasım 1988'de Şadli, 1976 anayasasının iyileştirilmesi için milli bir referandum yapılacağını açıkladı. Şubat 1989'da, Cezayir'in sosyalist geleneğini yıkan, devlet ile partiyi birbirinden ayıran ve muhalefet partilerini yasallaştıran anayasanın kabulüyle bu reformlar gerçekleştiriliyordu.
Kasım ayaklanmaları ile Cezayir halk kitlesi siyasi inisiyatifi devletten almıştı. Siyasi reformlar tesis ederek, Bin Cedid bu inisiyatifi geri almayı tasarladı; kısmen siyasi reformun ekonomik liberalleşmenin tamamlanması için gerekli olduğu inancından kalkarak, kısmen "her şey kontrolden çıkmadan" önce bir düzen görüntüsü oluşturabilmek gayretiyle ve kısmen de -parti-devlet-ordu üçgeninde FLN'nin rolünü bir daha asla kazanılmamak üzere kaybetme pahasına dahi- kendi siyasi yaşamının devamını temin etmek için yaptı bunu. Bin Cedid reform işleminin yukarıdan yönlendirilen bir işlem olarak kalmasını temin ederek anayasal değişikliği yönetti.
Arap dünyasındaki siyasi reformların çok azı retorik vaadlerin ötesine geçebilmiştir. Taktik manevralar serbestlik vermekten çok kontrol etmeyi amaçlıyordu. Siyasi organizasyon içindeki bu "kontrollü açıklıklar"ın rejimin yapısının değiştirilmesine pek fazla katkıları olmamıştır. Mustafa K. el-Sayid'e göre, siyasi reformun kısıtlı uygulamaları Arap liderlerin mevcut gerginlikleri yaymalarına ve muhalefeti bastırmalarına imkan tanımıştır. "Muhalifleri barışçı ve yasal siyasi yarış arenasına, seçerek almak suretiyle bu yöneticiler muhalefeti bölebilmekte ve uzlaşmaz öğelerini tecrit edebilmektedirler." Aynı zamanda seçim kanunu ile oynamak suretiyle, hükümet, oyunu kazananı kontrol etmektedir.12 Sınırsız siyasi reformların yıkıcı sonuçlarını içermekle birlikte, muhalefeti siyasi özgürlük vaadi ile susturan hükümet liberalleşme vaadiyle inisiyatifi yeniden kazanmaktadır. Kasım 1988'de, hükümet muhalefeti parçalara ayırarak kendi güç zeminini sağlamlaştırmayı hesaplamıştır.
Kısıtlı liberalleşme, en azından liderler tarafından, demokratikleşme olarak görülür ve "demokratik kurallara" yüzeysel bir bağımlılıktan başka bir şey icap ettirmesi de beklenilmez. Arap liderlerinin çoğuna göre, "demokrasinin, iktidarı muhalif bir gruba barışçı yollardan devredilebilmesi imkanı manasına da gelebileceği, asla akla gelmez." Arap liderlerinin çoğunun nazarında bu, tahribe13 ve devletin hakimiyetine karşı gereksiz ve tahammül edilemez bir meydan okumaya kadar varır.
Yeni anayasa, FLN pahasına devlet başkanının iktidarını gerçekten güçlendiren bir "hukuk devleti" kuruyordu. Siyasi partilerin resmen tanınmasına müsaade etmek suretiyle yeni anayasa, FLN'nin tek parti statüsünü ortadan kaldırarak, "siyasi geometriyi" temelden değiştirdi.14 "Ayaklanmaları bastırmadaki aşırı vahşi ve kimseyi ayırt etmeyen yöntemi nedeniyle imajı telafisi mümkün olmayan bir şekilde sarsılan",15 artık anayasa tarafından "devrimin koruyucusu" olarak tanınmayan ordu belli savunma yükümlülükleri ile kısıtlanıyordu.16 FLN birçok siyasi partiden yalnızca bir tanesi ve ordu da siyasi arena içinde ihmal edilebilir bir faktör haline gelirken devlet başkanı, başbakanı istediği gibi tayin etme ve azletme yetkisine sahip olarak ve askeri işler hususunda asıl yetkiyi elinde bulundurarak, siyasi konfigürasyon içinde baskın güç olarak ortaya çıkıyordu.
Tek Partiden Çok Partiye
"Siyasi bir karakteri temsil eden kurumları" oluşturabilme hakkına uygun olarak Anayasa yalnızca zorunlu bir milli birlik ve egemenlik taahhüdü ile sınırlı muhalefet partilerinin varlığını tanıdı. Siyasi partilerin birden çoğalması, hem siyasi cephedeki iç çatlakların varlığını, hem de devletin liberalleşmeye bağlı kalma eğilimini gösteriyordu. Anayasada beyan edildiği ve 5 Temmuz 1989'da açıklandığı gibi, kanun ["siyasi teşkilatlara ilişkin kanun"] milli egemenlik, birlik ve bağımsızlık ilkelerine bağlı kalan bütün siyasi partileri tanıyordu.17 20 civarında parti ortaya çıkmış ve bu sayı kısa sürede 60'a kadar yükselmişti.
İslamcı Muhalefet
Cezayir'in siyasi arenayı açma deneyiminin ilk testi, Haziran 1990'daki yerel (komün) ve bölgesel (vilayet) seçimler esnasında gerçekleşti. Bu seçimlerin -bağımsızlıktan sonra Cezayir'in ilk çok partili serbest seçimleri- sonuçları İslami Kurtuluş Cephesi [FIS] için büyük bir zafer oldu. Bölgesel vilayetlerin üçte ikisini ve mahalli meclislerin %55'ini alan FIS, FLN'nin laik idealleri ve hegemonyasına karşı dehşetli bir şekilde meydan okuyordu.
Anayasal değişikliği takip eden aylar içerisinde siyasi partilerin hızlı bir şekilde artışına rağmen Şadli'nin reform tedbirlerinin en çok FIS'ın işine yaradığı anlaşılıyordu. Halkın desteğine öncülük eden ciddi bir laik muhalefetin bulunmayışı da, hükümetin İslamcı muhalefeti devletin güvenliği ve milletin laik yönelişine karşı fundamentalist bir tehdit olarak gösterebilmesini sağlıyordu.
Cezayir'in içindeki ve dışındaki, Batı eğitimi almış belli eleştirmenlere göre İslam kanunları (şeriat) Batının bütün demokrasi nosyonlarını ihlal etmektedir. İslam ile demokrasinin uyumluluğu tartışması ki, hala çözümlenememiştir, egemenlik, katılım ve mücadele fikirlerinin merkezinde yer alır. Bütün vatandaşların tabii eşitliği ve muhalefete karşı müsamaha gibi temel demokratik ilkelerin şeriata yabancı kavramlar olduğunu eleştirmenler belirtmektedir. Müdafiiler ise İslam'ın değişik yorumlara açık olduğunu ve şura (danışma) ve icma (konsensüs) gibi Kur'ani kavramların kendi demokrasi formunu oluşturduğunu ifade ederek buna karşı çıkmaktadır. Bu tartışmanın sonucu ne olursa olsun ve demokrasinin kendi tabiatı itibariyle İslami olduğunu beyan etme hususunda fazla ileriye gitmeden, meşrulaştırıcı (siyasi sisteme dahil edici) bir araç olarak demokrasinin rolünü ve birçok modern İslami grubun demokratik ilkelere bağlılık konusundaki istekliliğini teslim etmek önemlidir.
FIS'ın Haziran 1990 seçimlerindeki zaferi büyük ölçüde mevcut sisteme ve itibarını kaybetmiş rejime karşı verilmiş bir oydu. İslamcı düşüncenin halk tabanı küçümsenemeyeceği gibi,18 FIS'ın siyasi üslup ve strateji olarak halkçı bir parti olduğunu ve rejimin göstermeye çalıştığı gibi fundamentalist bir tehdit olmadığını görebilmek de mühimdir. Batı eğitimi görmüş muhafazakar bir profesör olan Abbas Medeni ve daha genç ve daha radikal bir imam olan Ali Belhac tarafından sergilenen farklı liderlikler, FIS'ın geniş bir seçmen kitlesine hitap edebilmek ve zengin bir çeşitliliğe sahip muhataplarını biraraya getirebilmek için "yumuşak ve katı tebliğ metotlarını" uzlaştırma gayretini ortaya koyar.19 İslami kanunların ikame edilmesi için [demokratik] sistemi kullanmayı ilke edinmiş muhafazakar bir kesimi temsil eden daha ılımlı bir Medeni'yi ve İslami kanunların bir an önce uygulanmaya başlamasını isteyen -ve daha genç bir kitle tarafından desteklenen kimliği daha ön planda olan- Belhac'ı bünyesinde barındıran FIS'ın net bir doktrininin olmayışı çoğulcu tabiatına ve farklı yorumlara uygun olmaktadır. Hatta onun en uç kesimi bile deneyimi İslamcılığın en uç eğilimlerinin ispatı olarak defaatle zikredilen İran'ın fundamentalist İslam'ı ile çok az şey paylaşmaktadır.
Hareketin Batı karşıtı düşünsel tavrının, Batının demokrasi fikirlerini reddetmek olarak değil de, Batının sömürgeci tesirlerine karşı bir tepki ve Batı'ya daha fazla bağımlılığa karşı bir savunma olarak daha iyi anlaşılacağı ileri sürülebilir.20 Mamoun Fandy'e göre, Batılı tahlilcilerin çoğu İslami devletin kurulmasına yönelik İslamcı talepler üzerinde yoğunlaşma eğilimindedirler ve FIS'ın daha ılımlı gruplarını görmezlikten gelmektedirler. Hareketin içinde, ona göre, kendi hükümet şekli olan şura ile birlikte İslami sistemi hakikaten isteyenler bulunmasına rağmen hareket içindeki mühim bir çoğunluk siyasi amaçlarına demokratik yollardan ulaşmayı kafaya koymuştur.21 Şüphesiz hükümet için en büyük tehdidi oluşturan bu kesimdir; çünkü hem bu kesimin ılımlı politikaları mevcut rejiminkinden çok az farklıdır, özellikle ekonomik planlama gibi çok önemli alanlarda (kapitalist bir eğilimi paylaşmaktadırlar), hem de hükümetin iktidara kendi göz kamaştırıcı yükselişi sırasında koyduğu kuralları kullanmaktadırlar.
Şimdi anlaşıldığı gibi, FIS, iktidarı mevcut siyasi sistem içerisinde elde etmeye çalışmaktadır. Toplumsal iradenin önemli bir kısmını yansıttığı sürece, bu talep tamamen yasaldır. Onlara göre, FLN içindeki tutucular, İslamcıların iktidara gelmeleri durumunda siyasi alanın kamu hayatına muhtemel tecavüzüne ve fundamentalizm korkusuna dikkat çekerek bu durumu istismar ettiler. Yeni seçilen İslamcı mahalli ve bölgesel meclisler ise devlet, toplum ve ekonomi ile ilgili radikal değişikliklerden çok giyim, alkol tüketimi ve kumar gibi küçük çaplı sembolik meselelerle daha çok ilgilendiler. Cezayir'deki FIS, hükümetin onu öyle gösterme çabalarına rağmen İran'ın fundamentalist İslam'ından çok uzaktır.
Netice olarak bazılarının öne sürdüğü üzere, "Demokrasinin birçok çağdaş İslami hareket tarafından benimsenmesi ve bunların seçimlerde yer almalarının iktidara ulaşmak için bir araç mı olduğu, yoksa gerçekten arzulanan bir amacı mı temsil ettiğini ancak zaman gösterecek ise de"22 kabul edilmiş ilkelere ve kurumlara bağlı kaldığı sürece İslamcı partinin diğer herhangi bir parti ile aynı standartlara gör değerlendirilmesi önem taşımaktadır.
Bir Adım İleri, İki Adım Geri
Haziran 1991'e kadar, Cezayir demokratikleşmeye doğru büyük adımlar atıyor gibi görünüyordu. Alınan hezimet iktidar partisini ilgilendirdiği halde Haziran 1990 seçiminin sonuçları hükümet tarafından tartışılmadı. Bir kere daha, reform sözünden dönmek yerine, devlet başkanı, milletvekili seçimlerinin tarihini öne alarak demokratik reformlara ve çoğulculuğa olan bağlılığını tekrar yineliyordu.
Daha sonra 5 Haziran'da, ülkenin ilk çok partili genel seçimleri için kampanya dönemi başlayınca, bütün işlem büyük bir patırtı ile durdu. İktidar partisini kayıran seçim reformlarının akabinde kitle gösterileri patlak verdi ve ordu düzeni yeniden sağlamaya çağrıldı. Devlet başkanı sıkıyönetim ilan etti, hükümeti görevden aldı ve parlamento seçimlerini süresiz olarak erteledi.
Mart 1991'de, seçim bölgelerini hileli bir şekilde tanzim etmek suretiyle bir partiyi karlı çıkarmanın kabul bir şeklinin ötesine varan bir tasarıyı hükümet teklif etti ve Millet Meclisi onayladı. Yeni kanun bir taraftan parlamentodaki sandalye sayısını arttırırken, bir taraftan da kırsal kesimde daha güçlü bir desteğe sahip olan FLN'nin başarısını temin etmek üzere kırsal kesimin daha fazla temsil edilmesini sağlamak için sandalye dağılımlarını değiştiriyordu. Tasarı aynı zamanda, eğer ilk turda herhangi bir çoğunluk zaferi kazanamazsa ikinci tura sadece en çok oyu alan ilk iki adayın katılabileceği iki kademeli bir seçim sistemi getiriyordu. Bu, FIS ile FLN arasında, FLN'nin fundamentalist korkuları istismar etmeyi ve daha muhafazakar oyları kazanmayı ümit ettiği ikinci bir yarışı temin edecekti. Muhalefetin geri kalan kısmı, kendi bölgesel kalelerinin parlamentodaki sandalyelerini kazanmakla beraber marjinal hale gelecekti, hiçbiri oyların yüzde onundan fazlasını almayı beklemiyordu.23
Körfez krizinin başlaması ile ertelenen genel seçimleri bir kez daha öne aldıktan sonra Bin Cedid hükümeti bu sefer de daha önceki reform programlarına aykırı davranmaya başladı. Sebebi ne olursa olsun, ister Hugh Roberts'ın dediği gibi24 Körfez Savaşı sonrasında FIS'ın desteğinin iddia edilen düşüşü nedeniyle hükümet ve FLN içerisinde meydana gelen "yeni bir kendine güven haleti ruhiyesi" sonucunda, isterse de FLN tutucularının siyasi baskısı sonucunda olsun, son yapılan bu reformların özellikle FIS'ı ve hükümete yönelik siyasi tehdidini kısıtlamaya yönelik olduğu açıktı.
FIS'ın altını oymaya yönelik diğer bir teşebbüs olarak rejim İslamcı cami ve sosyal yardım ağını kısıtlayan bir dizi kanunu kabul etti. FIS'ın Haziran 1990 seçimlerindeki başarısı büyük ölçüde erkeklerin hanımları adına vekaleten oy kullanabilmelerine imkan tanıyan seçim şartnamelerine ve camilerin "FIS'ın yeni üye kaydetme sahaları" olarak kullanılmasına bağlanabilirdi. Yeni yasalar vekaleten oy kullanmaya ağır tehditler getirdi ve camilerin ve okulların siyasi amaçlarla kullanılmasını yasakladı.25
"Seçenekleri kutuplaştırmak" için tasarlanan seçim kanunları sonuçta muhalefeti kuvvetlendirdi. Neredeyse bütün siyasi partiler seçim işlemlerinin bu kaba tahrifine hiddetle karşılık verdiler. Sosyalist Güçler Partisi [FFS] ortaya çıkan durumu yalnızca "bir polis devleti ile fundamentalist bir devlet arasında seçim yapma şansı"26 bırakılması olarak ilan etti. Aslında siyasi partilerin hepsi, daha kampanya dönemi bile başlamadan önce bütün küçük partileri yarışın dışında bırakan bu kanunun geri alınması için yaygara kopardılar. 25 Mayıs'ta FIS, yeni kanunların iptalini ve devlet başkanlığı seçimlerinin öne alınarak Haziran sonundaki parlamento seçimleri ile aynı anda yapılmasını talep eden bir genel grev çağrısı ile mukabelede bulundu.
Grev fazla fark edilmedi, çünkü evvela FIS'ın seçmen kitlesi genel olarak işsiz gençlerden oluşuyordu. Bunun üzerine FIS başkent Cezayir'deki büyük meydanların işgali ve halk gösterileri için çağrıda bulundu. Sosyal "kaos" baş gösterdiği iddiaları ile birlikte ordu "kanun ve düzen"i yeniden sağlamak üzere çağırılıyordu. Geçmişte sık sık yaptığı gibi, askeriye "milleti savunma" adı altında siyasi işleyişe bir kere daha müdahale etti.
Bazılarına göre genel grev fazla etkili olmamış ve Haziran 1990'da kazanılan mahalli meclislerdeki kısa FIS idaresi dönemi nispeten ılımlı taraftarlarını soğutmuştu. Dahası, deniliyordu ki, FIS desteğinin azaldığını bildiği için "Cezayir halkının FIS'a sırt çevirdiğini gösterebilecek bir seçimin ertelenmesini sağlamak amacıyla engelleyici taktiklere başvurmuştu."27 Bu tartışma, İslami Kurtuluş Cephesi'nin hakim olduğu halk desteğinin büyüklüğünü görmezlikten geliyor gibi görünüyor. Genel grev çağrısında bulunarak FIS, asıl gücünü -işsiz gençliği- harekete geçirmeden önce, kazanma ve kaybetme riskini yükseltip, siyasi ortamı pekiştiriyordu. FIS'ın desteği çoğu zaman büyük oranda, fakirleştirilmiş şehirli kitlelerden ve "hiçbir istikbal vaad etmeyen işlere bağlanıp kalmış" daha genç bir neslin şikayete sebep olan hallerinden gelmiştir.28 Bu itibarla, hükümeti etkileyecek ekonomik kaynaklara sahip değildir. Bunun ötesinde, siyasi gücün bir barometresi durumundaki FIS mitingleri kalabalıkları çekmeye devam ediyordu. FIS liderlerinin suikast hazırlığı yaptıkları gerekçesiyle 30 Haziran'da tutuklanmaları üzerine duruşma yapılıncaya kadar hapiste kalacak olmalarına rağmen, siyasi gösteriler FIS taraftarlarını yüz binlere ulaştırdı.
Sonuç olarak, Haziran ayındaki FIS gösterilerinin demokratik işleyişe engel olmaya çalışmadığının, bilakis hükümet tarafından yürürlüğe konulan, demokrasiye aykırı bir kanunun feshedilmesi için çağrıda bulunduğunun kabul edilmesi önem taşımaktadır. Aslında 1989'da yasallaşmasından itibaren kesintisiz olarak, İslami Kurtuluş Cephesi demokratik ilkelere değilse bile yöntemlere ki, hükümet içindeki ve dışındakilerin de gayretle savundukları bu ilkelerdir, bağlı kalmıştır. Demokratikleşme sürecini Haziran 1991'de kesintiye uğratan siyasi kriz, FIS'ın neden olduğu bir inisiyatifin değil, hem devlet aygıtının kendi içindeki hem de muhalefete karşı muğlak siyasi yarışın ve kışkırtılmış bir siyasi forumun neticesidir.
Ordunun Dönüşü: Siyasi Üçgen İçindeki Diğer Bir Yer Değiştirme
4 Haziran'da tanklar başkent Cezayir'e girdi ve İslamcı göstericiler ile askeriye arasında ateş açılmasıyla gerginlik arttı. 5 Haziran'da, Cezayir'de sıkıyönetim ilan edildiği duyuruldu. İki gün sonra Abbas Medeni hükümet ile bir anlaşmaya vardığını söyleyerek daha önceden ilan edilen grevden vazgeçildiğini duyurdu. Devlet Başkanı Şadli, genel seçimlerin yıl sonundan önce yapılacağını ve başkanlık seçimlerinin de hemen arkasından geleceğini teyit etti. FIS ikinci zaferini kazanmış gibi görünüyordu.
Ordunun siyasette yeniden ön plana çıkması Cezayir devletinin siyasi konfigürasyonundaki diğer bir yer değiştirmeyi gösteriyordu. Ekim 1988'deki ayaklanmaları bastırmadaki vahşi tavrı nedeniyle "devrim koruyucusu" olma rolü zedelenen ordu, isyanları takip eden aylarda kendisini sahne arkasında daha ihtiyatlı bir konuma çekmişti. Haziran'daki sıkıyönetim ilanı, askeriyenin tekrar yüzeye çıkması için ilk "yasal" fırsat oldu. Sıkıyönetim ilanının hemen akabinde askeriyenin siyasi bir güç olarak hızla yeniden canlanması ordunun İslami Kurtuluş Cephesi'ne karşı husumeti kadar Hamruş hükümetinin liberalleşme programına güvensizliğini de gösteriyordu.
13 Haziran'da ordu, sokaklarda yapılan siyasi toplantıları yasadışı kılan sıkıyönetim kanunlarını tatbik edebileceği konusunda uyarıda bulundu. Ertesi gün ordu, Cezayir kentindeki camilerin etrafına birlikler yerleştirerek bu uyarının, faaliyetlerini komşu mahallelere doğru yaymaya çalışan FIS liderlerine yönelik olduğunu belli etti.
"Muhalifleri belli bir yerde ikamete zorlama" yetkisi veren, sıkıyönetim hükmünün 11. maddesini kullanarak ordu FIS'a karşı sıkı tedbirler almaya başlamıştı. Temmuz'da, "FIS'ın başını koparmaya" yönelik bir hareket sırasında, askeri birimler Haziran 1990 seçimlerinin sonrasında kontrolünü ele geçirdiği mahalli meclislerden FIS'ın amblemini sökmek ve onun yerine FLN armasını asmak için harekete geçtiler. Bu aralarında FIS liderleri Abbas Medeni ve Ali Belhac'ın da bulunduğu İslamcı göstericilerin binlercesinin tutuklanması ile sonuçlanan şiddetli bir tepkiye sebep oldu. Kararname ile kendisine verilen yetkiye dayanarak askeriye FIS liderlerini askeri mahkemede yargılayabiliyordu.29
FIS, askeri tedbirlerin tek değil ama ilk hedefiydi. Ondan sonra uğraşılacak olan, FIS'a yönelik "uzlaşmacı" konumu nedeni ile askeriyenin üst rütbeleri tarafından eleştirilen hükümet başkanlığıydı. Hamruş hükümetinin görevden çekilmesi, arkasından Sid Ahmet Gazali'nin başbakan olarak tayin edilmesi ve onun "teknokrat" hükümeti, ordunun siyasi çevreyi kendi isteğine göre şekillendirme yeteneğini gösteriyordu. Askeriyenin Hamruş hükümetine olan güveninin kaybolması -liberal reformcu programı ve İslamcı harekete karşı gevşekliği- zorla görevden çekilmesi ile sonuçlandı.30
FLN'nin hakim olmadığı ilk hükümet olması nedeniyle Middle East International dergisi tarafından "Cezayir politikasında yeni bir çağ açtığı" için selamlanan yeni Cezayir hükümetine şimdi de, aslında FLN'nin eski kafalı seçkinleri ve ordu hakimdi. Başbakan Gazali önceki dönemin liberal politikasının yerine partinin tutucularına, FLN'nin "eski kafalılarının" ve Bumedyen döneminin politikasına çok daha sıkı bir şekilde bağlı kaldı. Uzun yıllar genel müdürlüğünü yaptığı Sonatrach'ta (dev bir devlet şirketi) edindiği birimime güvendiği için, Gazali hükümeti büyük ölçüde devlet hizmeti ve diğer devlet teşebbüslerinin en üst kademelerinden toplanan teknokratlardan oluşuyordu.
En mühimi; askeriyenin siyasetle yeniden ön plana çıkması devlet konfigürasyonunda, yine ordunun lehine, diğer bir değişikliği beraberinde getirdi. Bir zamanların nüfuzlu durumundaki Ulusal Kurtuluş Cephesi [FLN], artık geniş bir milli cephe olarak meşruluğu kendi egemenliğini garanti etmeyince imtiyazlarını devlet başkanına bıraktı. Devlet Başkanı, devletin güvenlik ve istikrarını temin edemez hale gelince, isteyerek ya da boyun eğerek orduya teslim olmak suretiyle ordunun siyasi inisiyatifi ele geçirmesini sağladı. Ancak devlet aygıtının unsurları arasındaki bu iktidar yarışı Cezayir'in demokratikleşme süreci açısından kötüye alametti, çünkü sivil toplumda siyasi inisiyatif mücadelesinde en çok kaybeden herhalde devlet oluyordu.
Siyasi partiler ilk demokratik mücadele deneyimlerinde iktidar için yarıştıklarından dolayı demokratikleşme doğal olarak bir parça istikrarsızlık ve kaypaklık içerir:
... Açıkçası Cezayirlilerin çoğu daha büyük bir amaç -siyasi sistemi ve liderliği kendi tercihlerine göre belirleme hakkı- uğruna bu tür neticeleri kabullenmek istiyorlardı. Hükümetin, ordunun ve FLN'nin, bu sürecin tabii olarak gelişmesine izin vermek istememeleri, Cezayir'in siyasi kültür, tutum ve davranışlarına nüfuz etmeye devam eden otoriterizmin güçlü artıklarına sağlam bir delil teşkil eder.31
Eğer demokrasi Cezayir'de başarılı olacaksa açıkçası iktidarın siyasi yapı içindeki yerinin yeniden belirlenmesinden daha fazlası gerekecektir. Bu nedenledir ki rejimin otoriter yapısı ve demokratik geleneğin yokluğu siyasi demokrasi için önemli engeller teşkil eder.
Aralık Seçimleri: Gerçek Deneme
Şadli'nin FLN liderliğinden çekilmesi ve Sid Ahmed Gazali başkanlığında -FLN parti kadrosunun yokluğu ile dikkati çeken- teknokrat bir hükümetin atanması, Şubat 1989 anayasasının istediği parti ve devlet ayrımını başardı. Devlet başkanının dördüncü kez başkanlık için yarışa girmeyeceğini açıklaması ve geçiş hükümetinin gayri siyasi yönelişi, rejimin dış siyasi baskılardan arınmış bir reform programı izlemesini sağladı.
Eylül ayında hükümet, sıkıyönetimi birkaç gün erken sona erdirerek ve genel seçimlerin yapılması için bir tarih ilan ederek, milleti demokratikleşme yoluna yeniden oturtmaya çalışıyor gibi göründü. İslami Kurtuluş Cephesi'nin Blida'da hapiste bulunan siyasi liderleri (Medeni ve Belhac, şura meclisinin geri kalan altı üyesi ile bir araya getirilmişti) ve kapatılan gazeteleri ile birlikte, hükümetin bu yolu izlememesi için pek bir sebep yoktu. Fakat bir ay sonra hükümet yeni bir kanun çıkararak kendi icraatlarını tekrar değiştirdi. 13 Ekim'de kabul edilen bu yasa, baharda onaylanan tamamen şeffaf yasaya nazaran daha taraf tutucu eğilimlerini güçlükle saklıyordu. Yeni kanun, yeni sandalyelerin çoğu FLN'nin kırsal bölgelerdeki kalelerine gidecek şekilde, meclisteki sandalye sayısını 295'ten 430'a (Mayıs reformundaki 542'nin yerine) çıkarıyordu.32 Bu yeni kanun, aynı zamanda, başbakanın teklif ettiği bağımsız adayların daha kolay yarışmasını sağlayan şartları da atlıyordu.
Seçimden önceki haftalarda FIS'ın seçimleri boykot etme tehditlerine ve hükümetin ürkekliğine rağmen, kampanya dönemi oldukça sakin geçti.33 Seçimlere katılan 50 civarındaki partiye bakıldığında, hükümetin FLN'nin iktidarda kalmasını ve muhalefetin oylarının dağılmasını sağlayacak çok sayıdaki seçeneğe güvendiği görülüyordu. 26 Aralık 1991'deki seçimin sonuçları yine de FIS'a tartışmasız bir zafer sunmuştu. FIS parlamentodaki 430 sandalyeden 188'ini kazandı. En yakın rakibi FLN değil, 25 sandalye ile Sosyalist Güçler Cephesi [FFS] idi. FLN yalnızca 16 sandalye ile üçüncü sırada geliyordu. 16 Ocak 1992'de yapılacak ikinci tur seçimlerde belirlenecek 200 sandalye ile birlikte, FIS'ın, parlamentodaki çoğunluğu garantilemesi için gerekli geri kalan sandalyeleri kazanması kesin görünüyordu.
Devletin "güvenliğinin" ve "istikrarının" tehlikede olduğuna inandığı ve Bin Cedid'in FIS ile FLN arasında iktidarı paylaşma anlaşması üzerinde FIS'la müzakerelerde bulunmasından korktuğu için ordu devlet başkanının görevden ayrılmasını istedi. Ordunun siyasette ön plana çıkması ile birlikte, hükümet/FLN ile İslamcılar arasındaki şiddetli kavga yerini hükümet/FLN ile askeriye arasındaki soğukluğa bırakmak zorunda kaldı. 1991'nin sonlarına doğru, hükümet ironik bir şekilde kendisini diğer kolundan (ordu) çok "muhalefet" (FIS) ile yakınlaşmış bir halde buldu.34
Devlet başkanının görevden ayrılmasından bir gün sonra, askeriye, hükümete başkanlık edecek "Yüksek Güvenlik Konseyi"ni oluşturmak üzere ilk adımı attı. Konseyin ilk "resmi" icraatı Aralık seçiminin sonuçlarını geçersiz saymak ve 16 Ocak'taki ikinci tur oylamayı iptal etmek oldu. Başbakan Gazali ile Tuğgeneral Halid Nezzar (Savunma Bakanı) ve Tuğgeneral Larbi Belhayr (İçişleri Bakanı) gibi diğer yüksek rütbeli komutanların yönettiği sözde gizli bir askeri başkanlık olan güvenlik konseyi yeni seçimleri "devletin kurumlarının normal çalışması için gerekli şartlar temin edilinceye kadar" süresiz olarak erteledi.35
İslamcı muhalefetten şiddetli bir tepki beklediği için askeriye, başkentin her yanına birlikler göndererek, yeniden güçlü bir konuma yerleşti. Bir taraftan seçimlerin iptal edildiği duyurulurken, FIS başkanlığı da, askeriye ile bir çatışmaya neden olmamaları için taraftarlarına telkinde bulunuyordu. Başkanlığın; askeri kontrol noktaları oluşturarak, camilerin siyasi amaçlarla kullanılmasına yasaklar getirerek ve FIS liderlerine yönelik yeni tutuklamalar yaparak ortaya koyduğu FIS'a karşı giderek artan husumeti en sonunda seçim sonuçlarının iptalini takip eden haftalar içerisinde Cezayir'in maruz kalmaya devam edeceği şiddetli çarpışmalara sebep oldu. İslamcı taraftarlar ile ordu arasında Cezayir sokaklarında patlak veren vahşi savaş, çelişkinin, FLN ve FIS arasındaki partizan rekabetten çok, devletin otoriter yapısının tabiatında ve onun insanların gözündeki meşruiyetinde saklı olduğunu gösterir.
1992 Şubatının ortalarında, güvenlik konseyi bir yıllık bir süre için sıkıyönetim ilan etti. Askeriyenin aldığı bu son tedbirler sokaklara nisbi bir sükunet getirdi. Yine de, eğer baskının radikalleşmeye neden olduğu doğruysa, ordu, artık ılımlı (ve içerilen) bir İslamcı muhalefet ile değil, önceden beri korktuğu fundamentalist halk ayaklanması ile karşı karşıya kaldığını görebilir. Muhalefetin getirdiği siyasi mücadeleye davet teklifi orduya bu arada kendisini toparlaması için kısa bir süre kazandırabilirdi, fakat bu süre ümit ettiklerinden muhtemelen daha kısa olacaktır; çünkü altında yatan gerilimler yeniden ortaya çıkınca baskı, kaçınılmaz olarak, sistemin şiddetli bir şekilde karışması sonucunu doğuracaktır.
Cezayir'in Önünde Neler Var?
1991 baharının sonlarına kadar Cezayir hükümeti Ekim 1988 ayaklanmalarının akabinde ilk defa yürürlüğe koyduğu reform hareketine kendini teslim etmiş gibi görünüyordu. Mevcut hükümetin meşruiyetine önemli bir darbe vuran Haziran 1990 seçimlerinin sonuçları, kabul edilmiş ve saygı görmüştü. Eylül 1991'de, sıkıyönetime ve yazın çıkan aksiliklere rağmen hükümet, demokratikleşmeye doğru (ağır aksak) gidişine yeniden başlamak ister gibi görünüyordu. Ama Cezayir için yazık ki, Haziran 1991'de hükümet tarafından görev çağrıldığında askeriye "bir ayağı kapıda" bekliyordu. Askeriye, siyasi üçgenin zirvesindeki yerini yeniden elde edince devlet aygıtının kontrolünü üstlendi. Ne var ki, parlamentonun otoritesi için şüphesiz en büyük rakip durumundaki FIS'a olan husumeti, Cezayir'in karşılaştığı bu demokrasi fırsatına mal olabilir.
Şadli Bin Cedid, kısmen de kendi liberalleşme programı nedeniyle meydana gelen bu siyasi karışıklığı bekliyor muydu yoksa barış içinde noktalanacak bir işleyişe öncülük ettiğini mi sanıyordu, işte bu belli değil. Bununla beraber, demokratik bir geçişin özellikle iktidarın dramatik bir şekilde devredilmesini içerdiği böyle bir anda herhangi bir istikrarsızlık dönemi olmaksızın gerçekleştiği çok nadir görülmüştür. Bin Cedid, oturtulmasına yardım ettiği sisteme güvenmek ister gibi görünüyordu. 49 partinin Aralık seçimlerine arzulanan katılımı, milletin genel olarak yeni [demokratik] yönetim sistemini denemeye hazır olduğunu gösteriyordu. Askeriye yine de, her ne pahasına olursa olsun kendi otoriter konumuna sımsıkı sarılarak geçmişle olan geleneğini kırmaya hazır olmadığını gösteriyor.
Cezayir'in demokrasi denemesi en iyi ihtimalle şüpheli görünüyor. Cezayir'de demokrasi için en büyük engel İslamcı saldırıların tehdidi değil devletin siyasi yönelişidir. Şadli ve onun reformcuları Cezayir'in liberalleşmesini; reformu tepeden yöneterek ve düzeni temin etmek için devletin otoritesini kullanarak, "hakemler"36 gibi yönlendirdiler. Artık halk vekaletine hakim olmayan hükümetle birlikte Bin Cedid, halkın reform taleplerini karşılamak için yarışa girdi. Teşvik ettiği liberalleşme hızla ivme kazandı ve askeriye düzeni yeniden sağlaması için geri çağrıldı. Devletin koruyucusu sıfatıyla askeriyenin meşruiyetini iade ederek Bin Cedid bilmeden Cezayir'deki demokrasinin en büyük tehdidinin ipini çözmüş oldu. Askeriye'nin Ocak'taki seçimleri iptal etmesi siyasi bir darbeden ve en muhtemeli yakın gelecek için Cezayir'in demokrasi deneyiminin sonundan başka bir şeyi temsil etmez. Muhalif hükümet tartışmalarına rağmen devletin istikrarı tehlikede değildi. Rejimin istikrarı -ordunun ne ölçüde hoşuna giden bir rejim olduğu- ise farklı bir meseledir. Siyasi meydan okuyuşu FLN'nin hegemonyasını tehlikeye düşüren FIS'ın şimdi FLN ile yakınlaşması her ikisinin de beraber yaşamanın sıkıyönetimden daha iyi olduğunu kabul ettiğini gösterir.
Cezayir'deki demokrasi için belki de en büyük kazanım FLN, hükümet ve ordu arasındaki iç bölünmelerde yatmaktadır. Otoriter ve otokratik devlete olan geleneksel teslimiyetçiliğin tamamen terk edilmesi yeterli olacağı içindir ki Cezayir demokratik deneyimine devam edebilir.
Çeviren: Mehmet Çevik
Dipnotlar
1- "Bekleyen Cezayir", The Economist, 8 Haziran 1991, Cilt: 319, Sayı: 7710, s. 18.
2- Robert Mortimer, "Cezayir'de İslam ve Çok Partili Siyaset", The Middle East Journal, Sonbahar 1991, C: 45, S: 4, s. 590.
3- Abdülhamid Brahimi, "İslamcılık Artık Geri Çevrilemez", Elisabeth Levy ve Siavosh Ghazi'nin röportajı, Jeune Afrique, 30 Ekim 1991, Sayı: 1609, s. 31.
4- Mortimer, s. 593.
5- (Yıllık %3,5). Halid Duran, "Başkent Cezayir'in İkinci Muharebesi", Orbis, Yaz 1989, C: 33, S: 3, s. 405.
6- Gary Abramson, "Riskleri Arttırmak", Africa Report, Kasım-Aralık 1988, s. 54.
7- Raşid Tlemcani, "Şadli'nin Perestroikası", Middle East Report, Mart-Nisan 1990, S: 163, s. 16.
8- Mahfoud Bennounne, "Cezayir'in Sahte Demokrasi Görüntüsü", Nabil İbrahim'in röportajı, Middle East Report, Mart-Nisan 1990, S: 163, s. 11.
9- Duran, s. 411.
10- A. Djeghoul, "Çok Partili Bir Cezayir", Monde Arabe, Ocak-Mart 1990, C. 127, S: 36, s. 9.
11- Lahovari Addi, Le Monde Diplomatique, Ekim 1988, S: 36, s. 9.
12- Mustafa K. el-Sayid, "Arap Dünyasındaki Yavaş Erime", World Policy Journal, Sonbahar 1991, Cilt VIII, S: 4, s. 717.
13- El-Sayid, s. 718.
14- Mortimer, s. 578.
15- Hugh Roberts, "FLN İçin Yeni Bir Çehre", Africa Report, Mart-Nisan 1990, C: 35, S: 1, s. 42.
16- Cezayir Anayasası 24. Madde, Revue Juridique et Politique, Ocak-Mart 1990, s. 45.
17- Anayasa, s. 45.
18- John P. Entelis, "Mağrib'te İslamcılık ve Devlet", (The Renaissance Party in Tunissia) Dış İlişkiler Konseyi'ne sunulan doküman, 5 Haziran 1991, New York: AMC, 1991, s. 164.
19- Mortimer, s. 580.
20- John L. Esposito ve James P. Piscatori, "Demokratikleşme ve İslam", The Middle East Journal, Yaz 1991, C: 45, S: 3, s. 440.
21- Mamoun Fandy, "Cezayir Muhalefeti Fundamentalist Değil", Christian Science Monitor, 17 Haziran 1991, s. 19.
22- Esposito ve Piscatori, s. 438.
23- Mortimer, s. 587.
24- Hugh Roberts, "Bir Güç Denemesi: Cezayir'in İslamcılığı", James Piscatori'nin derlediği Islamic Fundamentalisms and the Gulf Crisis [İslami Fundamentalizmler ve Körfez Krizi] isimli eser içinde, Chicago: Fundamentalizm Projesi, 1991, s. 141.
25- John P. Entelis, "Mağrib'te İslamcılık ve Devlet", Basılmamış Notlar, Fordham Üniversitesi, 1991, s. 9.
26- Mortimer, s. 588.
27- El-Sayid, s. 734.
28- Tlemcani, s. 17.
29- "Cezayir: Kontrol Askeriyede", Africa Confidential, 12 Haziran 1991, C: 32, S. 14, s. 6.
30- "Cezayir: Kontrol Askeriyede", s. 5.
31- Entelis, s. 19-20.
32- "Oy Hakkı İçin Başka Bir Fırsat", The Economist, 9 Kasım 1991, C: 321, S: 7732, s. 33.
33- FIS'ın Aralık seçimleri için hapisteki liderlerini aday göstermesinin kabul edilmemesi üzerine partinin aktif lideri Abdulkadir Haşani seçim işlemlerini feshedeceklerini söyleyen ve sadece seçimleri boykot etmekle kalmayıp "seçimlerin yapılmaması için kanunlar çerçevesindeki tüm imkanları kullanacakları" konusunda tehditte bulunan bir beyanat yayınladı [Abdulkadir Haşani, (20 Kasım Beyanatı), MEED, 29 Kasım 1991, s. 21].
34- Ekim başlarında Medeni, Belhaca ve diğer siyasi tutukluları destekleyen bir FLN grubu olan Comité de Soutien aux Prisonniers Politiques'in kurulması FIS ile FLN arasındaki ilk resmi uzlaşmayı gösterir.
35- Yusuf M. İbrahim, "Cezayir'deki Geçici Liderler Parlamento Seçimlerini Durduruyor", The New York Times, 13 Ocak 1992, s. A1/10.
36- Mortimer, s. 579.
- Sunuş
- Sivas'ı Doğru Yorumlamak
- Pakistan İslami Talebe Cemiyeti
- İslamcı Meydan Okuyuş: Tunus'da Reform Başarısızlığı
- Karışıklık İçindeki Cezayir: İslam, Demokrasi ve Devlet
- Dirilişçi İslam ve Demokrasi: Cezayir Sorunu
- İslami Hareket ve Demokrasi: Ürdün Deneyimi
- Yemen'de Siyasi Durum
- Hiam Tutuklama Kampı Raporu
- Sudan'da İslamizasyon ve İran Devrimi
- Sudan'daki Güney Sorunu Sömürgeciliğin Mirasıdır
- Takiyüddin el-Nebhani ve Hizbu't-Tahriri'l-İslami
- İran İslam Devrimi'ne İlişkin Literatür Hakkında Bir Değerlendirme