1. YAZARLAR

  2. Murat Özer

  3. Kafkasya’da İslam’ın Baharı Yakın

Kafkasya’da İslam’ın Baharı Yakın

Kasım 2011A+A-

Yaklaşık yüz yıldır hasretle beklediğimiz küresel intifadanın ayak sesleri Arap sokaklarında yükseliyor. Hiç kimsenin beklemediği bir noktadan, laikliğin, modernizmin en koyusunun yaşandığı Tunus’tan başlayan ayaklanma, giderek büyüyor ve sömürgeci Batı’yı ürkütüyor. Batı, çeşitli manipülasyonlarla Arap dünyasındaki İslamcı-devrimci yönelimi sulandırmaya çalışsa da kitlelerin renginin İslamileşmesine engel olamıyor. Bunun en bariz örneği, isyan ateşinin yakıldığı Tunus’tur şüphesiz. Bugüne kadar, İslami hareketlerin en zayıf olduğunu düşündüğümüz, hatta Bin Ali diktası yıkıldığında dahi İslami bir yönetimin ihdas edilmesine dair beklentilerimizin çok zayıf olduğu Tunus’ta yapılan seçimlerden Nahda’nın yüzde 40 gibi bir oranla birinci parti olarak çıkması ümidimizi artırdı. Bununla birlikte, siyasal sürece seçimler yoluyla katılmayı reddeden tevhidî cemaatlerin binlerce kişiyle birlikte düzenlediği “Laikliğe Hayır” mitingleri ise ülkede sadece Nahda’nın değil, çeşitli İslami fraksiyonların da güçlendiğini ortaya koydu. Tunus gibi Mısır’da da Batı’nın hiç de işine gelmeyecek gelişmelere şahit oluyoruz. Benzer bir biçimde Hamas’ın, “esir mübadelesi” zaferi ile Filistin’in diğer örgütleri nezdinde de itibarını artırması, Ortadoğu’da İslami hareketlerin artık geri dönülmez bir biçimde küresel istikbar karşısındaki gerçek muhatap olduklarını ortaya koymaktadır.

Ortadoğu’yu derinden sarsan bu dalganın başta Özbekistan ve Tacikistan olmak üzere Asya’ya ve elbette Rus işgalinin 250 yıldır kesintili olarak sürdüğü Kuzey Kafkasya’ya gelmesini ümitle bekliyoruz. Bugün Kafkasya’nın tüm toprakları yapay sınırlarla bölünmüş, Rus Federasyonu’na bağlı küçük cumhuriyetçiklere ayrılmış durumda. Her birisinin başında da kendi kişisel servetleri milyarlarca doları bulan işbirlikçi liderler bulunuyor. Tıpkı Bin Ali, Kaddafi, Mübarek ve Esed gibi aileler diktası Kafkasya’ya da hâkim. Yüz binlerce şehidin verildiği Çeçenistan topraklarında Putin’in atadığı Ramzan Kadirov’un ne kadar sapkın bir adam olduğu tüm dünya medyasında günlerce yazıldı. Bir petrol denizinin üzerinde bulunan Kafkasya’nın bu küçük ülkesinin kukla liderinin kendi doğum günü için Hollywood artistlerini, ünlü keman virtüözlerini getirtmesi; sadece kemancıya 500 bin dolar ödemesi günlerce konuşuldu. Hilary Swank ve Jean Claude Van-Damme gibi starların “Seni seviyoruz Kadirov!” demek için kaç dolar aldıkları ise açıklanmadı. Babası adına minarelerinde Rus bayrağı asılı camiler yaptıran, bu camilerin açılışına da Türkiye’nin kimi dindar yazarlarını götürüp propaganda yaptıran Kadirov’un askerî kışlalarının bodrumlarını sapkın askerleri için seks köleleriyle doldurduğu ise Batı basınının manşetlerinde yer alıyordu.

Kafkasya’da Diktatörler Bir Korku İmparatorluğu Kurdular

Çeçenistan’ın başına musallat edilen bu sapkın karakterli, görgüsüz adam Kafkasya’da tek başına mı peki? Elbette hayır. Dağıstan’a atanan bir başka Rus işbirlikçisi, kişisel serveti 8 milyar dolar olan Süleyman Kerimov ise kendi başında bulunduğu ve Rus liginde oynayan futbol kulübü için dünyaca ünlü futbolcuları transfer ederek medyanın ilgisine mazhar oldu. Eto, Roberto Carlos gibi futbolcuları milyonlarca dolar verip transfer eden Dağıstan diktatörünün ülkesinde kişi başına aylık gelir 150 doları dahi bulmuyor. Rusya, tüm yer altı zenginliklerini sömürdükten sonra geri kalan küçük bir miktarı da bu diktatörlerine gönderiyor. Kafkas halkları 150 yıl boyunca açlıkla, sefaletle, sürgün ve katliamla imtihan edildi. Fakat öyle görünüyor ki, en acı imtihanlarını şimdi veriyorlar. Yüz binlerce Kafkasyalı dünyanın çeşitli coğrafyalarına dağılmış durumdalar. Kafkasya ise tam bir korku imparatorluğuna dönmüş durumda. Hiçbir insan hakları örgütü bölgede çalışma yapamıyor, hatta Ruslar dahi. Bölgedeki insan hakkı ihlallerine dikkat çeken örgütlerin çalışanları ve bağımsız Rus gazetecilerin öldürüldüğü bir korku filmini andırıyor güzel Kafkasya.

Kurtuluş Ümidimizi Kaybetmedik

Sömürgecilerin ümmetin arasında yapay sınırlar ihdas ettiği ve bizleri ulusal sembol ve kimliklere böldüğü, içinde bulunduğumuz bu son yüz yıl büyük ızdırablar, işbirlikçi rejimler, tağutların saltanatlarıyla geçti. Fakat ümmet yaşadığı bu çileli yılları artık geride bırakacak bir ümit ışığı görüyor. Ulusal sınır ve sembolleri parçalayan, işbirlikçi rejimlerin tahtını sarsan İslamcı duruş, nasıl emperyalizm küreselleşiyorsa, karşısında küresel bir direniş hattını oluşturuyor. Bu hat, gücünü direniş ruhunu kolektif bir hale getirmesinden ve direnişi birilerinin tayin ettiği ulusal sınıra hapsetmeyip ümmete teşmil etmesinden alıyor.

Son 30 yılımız, Afganistan’dan başlayıp Bosna’ya, oradan Çeçenistan’a uzanan işgaller ve bu işgallere karşı başlatılan direnişle geçti. Bu savaşlar sırasında ve sonunda, Batılı argümanlara zihinlerini kiraya veren, etnik milliyetçiliğin ve ulusal sınırların daralttığı bir zihne saplanıp kalanlar, ümmetin arasına yeni nifak tohumlarının atılmasına sebebiyet verdiler.

Bosna’da savaşın sonlanmamasının, sadece ara verilmesinin yegâne sebebi İslami kimliğin ve Allah’ın rızasının her şeye ve herkese rağmen öne çıkartılmaması değil midir?  Bir zamanların Rusya’ya karşı mücahid önderi olarak tanıdığımız Tacik Burhaneddin Rabbani’nin, Rusya çekildikten sonra, Peştun Gulbeddin Himetyar ile iktidar mücadelesine girip Kabil’i işgal döneminde dahi olmadığı ölçüde yerle bir etmesine şaşıran Müslümanlar, bu kişinin Taliban iktidarı sonrasında, ABD tankları eşliğinde Kabil’e dönmesini nasıl anlamlandırdılar acaba? Onu Hikmetyar ile savaştıran da ABD ile işbirliği yaptıran da aynı şeydi şüphesiz: Ümmetin damarlarında sinsice dolaşan etnik milliyetçilik, kavim asabiyeti ve makam sevgisi. Rıza-i İlahi için savaşanlar ise gerçek kurtuluş yolunun ancak temiz bir akide, ihlâs ve takva ile mümkün olabileceğini gösterdiler.

Müslümanlar, bu cephelerde kanlarıyla bedel öderken, bir yandan da İslami hareketin entelektüel mirasını derinleştirdiler. Yaşadığımız günlerden, yaptığımız hatalardan ders çıkartmaya çalışanlarımız, ümmetin kurtuluşunun ancak üzerimizdeki bu kirlerden arınmakla mümkün olabileceğini fiilleriyle söylemektedirler. Hem bu dünyada hem de ahiretteki başarı ve kurtuluşun ancak böylesi bir arınma çabasıyla gerçekleşebileceği yaşanmış tecrübelerle sabittir.

Kafkasya Etnik Milliyetçilik Duvarlarını Yıkıyor

Bosna ve Afganistan’daki tecrübenin bir benzerini Çeçenistan’daki kardeşlerimiz de yaşadılar. Çeçenistan’ın SSCB’nin dağılmasından sonraki ilk lideri Cevher Dudayev’in bağımsızlık ilanından sonra, 1994 yılında, yeniden toparlanmaya başlayan Rusya tarafından işgal edilmesi İslam dünyasında ikinci bir Afganistan rüzgârı estirdi. Aynı düşmana karşı başka bir cephede savaşan Çeçen Müslümanların varlığı, Müslümanların olduğu kadar, başta ABD olmak üzere Batılıların da ilgisini çekmişti. Batı başkentlerinde Çeçen dayanışma komiteleri peş peşe kuruldu. Türkiye Hükümeti de Rusya karşısında Batılıların desteğini “bir şekilde” alan böylesi bir direnişi açıkça olmasa da destekledi. Eski Başbakan Tansu Çiller’in örtülü ödenekten Çeçen mücahidlere para yolladığı dahi ifade edildi. Fakat Batı’nın desteği daima “teyakkuz halinde bir destek” olarak kaldı. Batı hiçbir zaman mücahidlere tam anlamıyla güvenmedi. Mücahidlerin namlularını kendisine de doğrultabileceğinin idrakindeydi.

Dudayev’in ABD destekli bir Rus saldırısı sonucu şehit olmasını takiben Çeçenistan’da devlet başkanlığına getirilen tüm liderler, benzer şekilde şehit oldular. Fakat 1999 yılı, Şamil Basayev ve Ürdünlü komutan Hattab’ın çabalarıyla direnişin seyri açısından bir dönüm noktası oldu. Öyle ki, mücahidler, Ruslara karşı verilen bu mücadelenin hem usuli-dinî çizgisinin hem de siyasi ve coğrafi alanının belirlenmesi noktasında farklı bir aşamaya girdiler. İkinci Çeçen Savaşı olarak bilinen bu süreçle birlikte mücahidler, kendilerini diğer Kafkas halklarıyla ayıran şeyin yapay sınırlar olduğunu yaşayarak gördüler. Kendilerine miras olarak kalan direniş hattının bir ucunda bulunan İmam Şamil, Dağıstanlıydı. İmam Mansur, Çeçendi. Tarih boyu Rus yayılmacılığına karşı Müslüman kimliğiyle karşı durmaya gayret edenlerin etnik kimlikleri öne çıkartılmamıştı. Onlar, tüm Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlığı için savaşırken, kendi aralarındaki kavmi-dilsel farklılıkları önemsememişlerdi. İmam Şamil’in Dağıstan’da başlattığı özgürlük mücadelesini bugünkü Çeçenistan topraklarında sürdürmesi, o günün insanı için son derece doğal bir şeydi.

Ümmetin arasına etnik-yapay sınırlar koyan sömürgeciler, Kafkas halklarının arasına da etnik milliyetçilik duvarları inşa etmişlerdi. Dağıstan gibi 40’tan fazla dilin konuşulduğu, Karaçay, Nogay gibi Türk soylu kavimlerin, Kabardinler, Malkarlar, Adıgler, Megreller, Nohçiler (Çeçen) gibi Kafkas halklarının bir arada yaşadığı bir coğrafyayı küçük parçalara ayıran Rus Çarlığı ve sonrasında SSCB karşısında mücahidler yüz yıl sonra “bağımsız, birleşik İslami Kafkasya” idealini gündemleştirdiler.

Çeçenlerin son lideri Dokku Umarov’un (Ebu Osman) göreve gelmesiyle ise bu zihniyet devrimi kemale ermiş oldu. Bugün mücahidler kendilerine Kafkas mücahidleri demekteler. Kendilerini etnik kimlikleriyle değil, İslami kimlikleriyle tanımlıyorlar. Hazar’dan Karadeniz’e kadar tüm Kuzey Kafkasya’yı içine alacak bir İslam devleti kurmayı hedeflediklerini söylüyorlar. Aslına bakılırsa, bu ideal birilerinin iddia ettiği gibi türedi bir şey de değil: Bu topraklar üzerinde 1917 yılında kurulan Kuzey Kafkasya Devleti Rus saldırısında yenilinceye kadar üç yıl boyunca egemenliğini sürdürmüştü. Bu devlet, tüm Kuzey Kafkas halklarını içine alan geniş bir coğrafyayı kendine yurt olarak kabul etmişti. Bugün Kafkasya direnişi asli mecrasına ve sınırlarına dönüyor; etnik merkezli olmaktan kurtulmuş bir akide, ihlâs ve takvayı kuşanmış mücahidleri eliyle.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR