İyileşen Kanatlarım Yolunu Bekleyecek Her Bahar
Yaralı bir kuş iken gurbet elde bulmuştun beni. Küçük bir şehirden büyük kentlere düşmüştü yolum. Korkularla büyütülmüş milyonlarca kız çocuğundan yalnızca birisiydim. Her köşe başında bir sapık, her loşlukta bir tehlike beni bekleyebilir kaygısıyla dolanıyordum şehrin sokaklarını. Mecbur kalmadıkça okulum ve yurdum dışında hiçbir yere gitmemeye söz vererek ayrılmıştım annemden. Tehlike saçan siyasi akımlara karışmayacak, tez elden okulumu bitirip, evime dönecektim. İyi bir evlat olacağıma, yüzünü güldüreceğime söz vermiştim babama. Çocuktum, hayatın çıkmaz sokaklarında ne çok kirler bulunduğunu görmemiştim daha ama duyduklarım küpe gibi salınıyordu kulaklarımda. “Yalnızca adam olmaya gelmiştik okula, birer meslek sahibi olana kadar ne isteniyorsa uymalıydık. Uymazsak hiçbir şeyi değiştirmeye gücümüz yetmeyeceği gibi kendi geleceğimizi de ailemizin hayallerini de bitirirdik. İş güç sahibi olmadan ahkâm kesmek yerine bir yerlerde birer makam edinip kötü gidişatı değiştirecek karar organında yer almalıydık. Üniversiteler tehlikeli düşünen insanlarla doluydu. Bunların çoğu kötü insanların kullandığı maşalardı yalnızca. Aslında nasıl bir amaca hizmet ettiklerini bilseler asla böyle bir kötülük yapmazlardı. Ama çoğu cahil olduğu için kullanılıyordu...” Her gördüğümü bir iz arayarak süzüyordum şehirde.
Serin bir sonbahar günü okuldaydık. İlk kez yanıma oturmuştun. Ağır bir grip geçiriyordum. Zorlukla bitimini beklediğim ders çıkışında “Çok kötü görünüyorsun, seni evine bırakayım, nerde oturuyorsun?” diye sordun. Yurtta kalıyorum deyince hadi dedin, bizim eve gidiyoruz. Sana ıhlamur kaynatacağım. Yurda gidip dinlenmek isteğime tercih hakkı bırakmaksızın bize gidiyoruz diye bastırınca sana teslim oldum. Ne ideolojini, ne kıyafetini düşünemeyecek kadar bitkin hissediyordum kendimi. Sıcak bir tarhana çorbasıydı ilk köprümüz. Geçen günlerde selamlaşmalarımız ve hatır sormalarımız sıklaştı. Açıkçası en çok üniversitedeki başörtülü kızlara dair hikâye dinlemiştim öncesinde. Çoğunun bir erkeğin dini nikâhlı ikinci, üçüncü, dördüncü eşleri olduğuna dair hikâyelerdi bunlar. İrancı siyah örtülü kızlardan ürkmek gerektiğini, kökü dışarıda bu tiplerin aslında ne militan tipler olduğunu duymuştum. Sen başörtülü, ben kimsesiz ve ürkektim bu şehirde. İnsan doğrusu bunca hikâyeden sonra karşısında kendi gibi acıkıp susayan, yorulup uyuyan tipler bekleyemiyor. Her an tetikte, kötülük yapmaya fırsat kollayan caniler arıyor karşısında. 80 ihtilalinin korkularıyla büyütülmüş çocuklardık hepimiz. Senin tavırlarında da şüphelenilecek bir şeyler arayıp durdum nice zaman.
Boğazıma merhem olan ıhlamurun yüreğime merhem olacak Kur’an ayetlerine dönüşeceğini bilmiyordum daha. Sorduğum sorular yüzünden bana hediye ettiğin Kur’an mealini susamış gibi okuyordum. Doğrusu bana aydınlık bir yol açtığının sen bile farkında değildin. Çocuktuk, kendimizi de dünyayı da yeni yeni fark ediyorduk. Sende, bende olmayan ve beni çeken aykırı bir duruş vardı. Sorduğum her soruya beni başka bir arayışa iten cevaplar verirdin. Bir sorunun cevabını bulacağımı umarken bir sürü soru yığılırdı önüme. Yıllardır duyduğum olumlu olumsuz pek çok şey vardı İslam’a dair. Sorularımla tercihinden dolayı iğnelediğimi de sanıyordum seni ilk zamanlar. Sen ise hayatın içine çekiyordun cevaplarınla beni. Yaşadığımız anın yanlışlarından götürüyordun beni ana kaynağa. —Düşünsene bir, diye başlayan cümlelerin hâlâ kulaklarımda. Kur’anımı bitirene dek seninle konuşmama kararıma rağmen bazen sana ‘Bak, ne buldum!’ diyerek, ilk kez ben keşfetmişim gibi gösteriyordum ayetleri. Güzel gördüğümüz tüm meziyetler evrensel hukuk içinde yer aldığı için güzelmiş meğer. Henüz bozulmamış fıtratımı buluyordum ayetlerde. İyi terbiye görmüştüm. Kimseyi bilerek incitemezdim. Yalan dolan bilmezdim ama her doğruyu her yerde söyleyemeyecek kadar insan ilişkilerini önemsiyordum. Nezaket, fedakârlık ve cömertlik üzerine kuruluydu kanımca yaşam. Bir bayanın sahip olması gereken tüm toplumsal düsturlar önemliydi hayatımda. Belki bu sebeple fazla özgür ruhlu değildim. Uyumlu diyorlardı girdiğim tüm cemiyetlerde benim için. Sessiz, sakin ve çalışkan yazıyordu okul yıllıklarımda… Kimsenin huzurunu kaçırmamak için çabalamıştım yıllarca. Bu yüzden eksik yanımı tamamlıyordun benim. Kendinden emin ve dobra idi duruşun. Düşünüp söyleyemediklerimizi söyleyebilecek kadar özgürdün topluluklardan. Kelimeleri süslemeyi sevmiyorum diyordun, bu husus şöyle anlaşılmaktadır günümüzde, diye bitiriyordun. Az ile yetinmeyi, zorluklara sabretmeyi ilke edinmiştin. Fazla büyük ideallerim yok diyordun. İmtihana geldik. Harama, zulme, kirliliklere bulaşmadan, kimseye yük olmadan yaşayıp göçmek lazım hayattan... Şimdi düşünüyorum da büyük ideali edindiğinin farkında olmayacak kadar çocukmuşsun aslında.
Başörtünün kumaş pazarlarından metre işi kesildiği zamanlardı. Atkı niyetine satılan kare örtümü kışlık mantomun üstüne başörtü olarak taktığım günü hatırlar mısın? Namaza başladın, dar kıyafetlerden koptun ama başörtüye bu kadar çabuk karar veremezsin sanıyordum, demiştin. “Bu işin sonu zor, ailelere kendini kabullendirmek, okulda hocalarla, eski ahbap ve arkadaşlarla yeni bir hukuk oluşturmak, yurttaki fiziki yetersizlikler hepsini kaldırabilecek misin?” derken tedirginliğim artıyordu. İnsan yaşadığı anın zorluklarını tüm dünyayı kuşatmış bir sorun olarak algılayabilecek kadar aciz ve zayıf. Her birimizin nice yaşama öyküleri vardır buna dair. Her birimizin binlerce kırılma ve dirilme noktaları. Sömestr tatiline uğurlarken beni, dönüşümde ailemin beni ikna edeceğini ve eski halimle geri döneceğimi düşünüyordun. Ve en azından okuldakiler henüz bu halinle görmediler seni, diyordun. Okulda başörtü takıp, sonra açan arkadaşlar olunca başörtülüler alay konusu oluyor, demoralize oluyordunuz. Bizim de moral bozukluklarımız, hayal kırıklıklarımız olacaktı ve bazı sıkıntılar yaşayacaktık elbet. Yoksa neresindedir soru(n)lar imtihanın? Her seferinde Kur’an’a sarılmayı ve dünya telaşesinin içinden ayetlerle sıyrılıp çıkmayı öğütleyecek ve öğretecektik birbirimize.
Nice günler döndü gitti aramızda. Öğrenci evlerinin bereketli okumaları genç kızlık düşlerinden beri tuttu bizi. Okullarımız bitince her birimiz kendi yoluna dönmedi. Hep birlikte kalmaya söz verdik birbirimize. Günlerimiz gündemlerimiz aynı kalsın, soluduğumuz hava, ıslandığımız yağmur aynı olsun. Isındığımız güneş aynı açıyla düşsün istedik üzerlerimize. Arkadaşlarımız ortak, eylemlerimiz ortak, çığlıklarımız tek bir ses olup yükselsin göğümüze. Birimizin yetemediğine diğerimiz erişsin, birimizin ulaşamadığından diğerimiz haberleri ulaştırsın yekdiğerimize. Kardeşliğin değerini sen öğrettin bana. Senin olduğun her yer ferah, olmadığın her yer dar idi benim için. Kendimizi sade bir şekilde bulduğumuz dünya evlerimizde de sürdü beraberliğimiz. Anneni anne, eşini kardeş, çocuğunu evlat bildim. Her canım yandığında kapında buldum kendimi merhem olasın diye. Ne zaman başım daralsa gece-gündüz, erken-geç tasası gütmeden yardım istedim çekinmeden ve kapımda beliriverdin tebessümünle. En nadide sofralarının en özel misafiri kaldım hep. Günümüz başlamadı birbirimizin hatırını sormadan. Nerde bir kardeşim mahzun, haberini sen verdin bana. Hangi yana gidecek olsak birlikte topladık bavullarımızı. Her kış başında memleketinden hayatımda derin iz bırakan tarhananın yolunu gözledim. Bazen çocuğun oldum nazladın beni çekilmez kaprislerimle. Kimi zaman annen olup dertlendim dertlerinle. En çok tüm nimetlerin bitimliliğini öğrendim senden. Boş işlerle oyalanamayacak kadar kısa hayatta hep orta yola çağırdın beni. Büyüdük, çoğaldık, ideallerimiz hiç küçülmedi. Nerde zulüm var ona itiraz eden bir kaç kişinin arasından eksilmedik birlikte.
Hayat akıp gidiyor sessiz sedasız. İmtihan süremiz hızla azalmakta, taşınacak yükümüz gittikçe çoğalmakta. Şimdi de havasını solumadığım bir diyara uğurlamak düştü seni bana. Kanadı kırık bir kuş gibi yalnız ve kimsesiz hissediyorum kendimi. Yaşadığım şehir tamamıyla boşalıyormuş ve bir ben arkada kalıyormuşum sanki. Bir değil bin bir parçam kopup gidecek uzaklara. Her dost demir alıp giderken koca bir boşluk bırakır geride. Bir dehliz gibi büyüyen o boşlukta kaybolup gitmeyen acı ve hasret çoğalır gün be gün. Bu yüzden gitmek değil kalmak zordur kanımca. Gidenin gideceği yerde geriye bakamayacak kadar çok yeni telaşları olacaktır. Oysa geride kalan öyle mi, hemen ayrılığın başladığı noktadan itibaren onun izleriyle yaşamak zorundasın. Evinin önünden, yürüdüğü caddelerden geçersin. Her bir yanda ondan kalan yüzlerce hatıra canlanır gözünde. Camlarından geriye kalan hüzün sarar her yanını. Bilirsin herkes gidicidir bu diyardan bir gün. Lakin gölgesinde serinleyecek bir çınarın yoktur artık. Bir telefon kadar, bir biletlik otobüs kadar yakınında değildir. Onlarca resmi evrak, uzun zaman, mali güç hepsini bir araya ha deyince getiremiyor ki insan. Atlayıp gidemezsen, çat kapı yapamazsın. Sürprizlerden uzak bir şekilde sabırla dönüşünü beklemekten başka çare yok bilirsin. Perdelerden sızan akşam ışıklarına yansır yüzü. Her ayrılık bir başka sızlatır yüreğini insanın. Döneceğine umut bağlasan bile döndüğünde aynı ritimle atacak mı bakalım yürekler. Ne sen eski sen olarak kalacağını taahhüt edebilir, ne de onun aynı o olarak döneceğine garanti alabilirsin. ‘Bir ayrılık bir ölüm, hiçbiri olmayaydı…’ temennileri yetmez. Anne yarıları olduğumuz, birbirini kardeş bilen çocuklarımız gençliğe adım atmış olacak tekrar görüşebilirsek. Bizler daha bir orta yaşlarda. Her şeyi kanıksamış bakışları korkutur beni bu yaştakilerin. Artık hiçbir kötülüğün düzeltilemezliğine olan inançlarıyla hayatı kavgasız yaşamak isterler sanki. En çok bunun için korkuyorum dönüşüne dair. Sen olmadığında kaç yanım eksilecek kim bilir! Kim silkeleyecek hatalarımda beni? Öyle ya hakka ve sabra çağıramadıktan sonra ne anlam ifade eder dostlar-dostluklar…
Şimdi Beyazıt’ın güvercinleri bile yüzlerce kalabalık içinde benden soruyorlar seni. Onlara, bu sonbahar direnç artırmak için güneye uçtuğunun haberini veriyorum. Her ayrılık bir başka kavuşturuyormuş yüreğinde sevdiklerine insanı. Başka türlü pişiyormuş insan her yolculadığı parçasının ardından. Umutlarımı sarmaladığım dualarımla hepimizi zaman ve mekândan münezzeh Rabbe emanet ediyorum dost. Hiç bırakıp gitmeyen ‘O Dost’a sığınıyorum yeniden.
- Darbeciler ve Direniş İradesi
- Ergenekon Çetesi ve Militarist Bataklık
- Saçma, Zalimane ve Sonuçsuz Bir Metin Olarak Anayasa Mahkemesi Kararı
- Resmi İdeolojinin İflası: Eşitsizlik, Anayasa Mahkemesi Kararıyla Tescil Edildi!
- Anayasa Mahkemesi Perdeyi Kapattı!
- “Bu da Bizim Kararımız: Başörtüsüz Asla!”
- Aktütün Baskını ve Militarizmin Sefaleti
- Kürt Sorunu Karşısında Org. Başbuğ ve Başbakan Erdoğan’ın Otorite ve Karizmalarının Seyri
- “Ergenekon'un Kökü Darbeci Gelenektir!”
- Kürt Sorununda Yüksek Gerilim Hattı
- DTP Neden Kapatılmamalı?
- Engin Ceber Cinayeti ve İşkence
- Başörtülü Öğrencilerin Affetmeyeceği Tasarı Yasalaştı
- Karadavi Çerçevesinde Mezhep Tartışması
- Küresel Ekonomik Kriz ve Kapitalizmin Gerçek Yüzü
- “Almanya Gurbeti” ve Kimlikte Bilinçlenme Süreci
- Kur’an Nesli; Tarih, Medeniyet, İktidar Değil, Vahiy ve Kulluk Eksenlidir
- İnsanların Çoğu Neden Hüsrandadır?
- Kur’an’a Göre Dünya Düz mü?
- Bernard Lewis: İktidar Üreten Bir Tarihçi
- “Vefatının 5. Yılında Uluslararası Aliya İzzetbegoviç”
- Asr-ı Saadet Öncesi Mekke Toplumu
- İslami Bilgilenme ve Bilinçlenmeye Katkı: İlimyurdu ve Kitapları
- İyileşen Kanatlarım Yolunu Bekleyecek Her Bahar
- İşkenceye sıfır toleransın geldiği nokta, demir çubuklarla gelen ölüm oldu!