1. YAZARLAR

  2. Lütfi Çiftci

  3. İttibâ ve Tebaa

İttibâ ve Tebaa

Aralık 2022A+A-

“Öyle ki (o gün) kendilerine tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan kaçıp uzaklaşmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün bağlar(ve ilişkiler) de parçalanıp kopmuştur.” (Bakara, 2/166)

İnsanı yaratan Rabbimiz, insanı en iyi bilendir. Ona en izzetli ve şerefli bir hayat şeklini ve tarzını teklif edendir. Yaratmakta olduğu gibi yönetmek de Allah’a aittir. Yerden göğe, zerreden küreye kadar tüm âlemleri o yönetir. Yönetme erkini hiç kimseye devretmediği gibi hükmünde hiç kimseyi ortak kabul etmez. Hayır bütünüyle O’nun elindedir. Her şeye gücü yeten yegâne varlık O’dur. Bu sebeple biz kullar için hanif olmanın ehemmiyeti Kur’an’da vurgulanmaktadır. İnsan olmak meziyeti dolayısıyla, önce insana özgü yerden başlamak gerekir. İnsanın yapabildiği en güzel şey; Rabbini tanıması, akletmesi, Allah’ın ayetlerine dikkat kesilmesi, evrene ve yaratılışına bakması, O’nun yegâne, tek bir ilah olması hususunda taklitten kurtulup imanını tahkik mertebesine ulaştırmasıdır.

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara,2/164)

Müminler, Allah’ı (cc) mutlak olarak severler. Çünkü O, “Cenâb-ı Hak”tır; kendilerini yaratandır. Her şeyin yaratıcısı olduğu gibi kendilerindeki her tür nimetin de sahibidir. O’nu, başka hiçbir şeyin sevgisi ile ilişkilendirmeden severler. Hiçbir şeyi Allah’ı sever gibi sevmezler. Zira Allah’tan bağımsız mutlak sevgileri bir yerlerden bir şekilde edinirlerse rakip bir sevgi edinmiş olacaklarını bilirler. Nitekim Cenab-ı Hak’tan gayrı bir şeye mutlak sevgi bağı ile bağlanıp âdeta bağımsızlığını ilan eden özerk sevgi geliştirdiğinde, Allah o kulu tercihini net bir şekilde ortaya çıkaracak bir sınavla karşı karşıya getirir.

“İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki onlar (bunları),Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi…” (Bakara,2/165)

Allah, akledenlere “Sizin ilahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka ilah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir.” çağrısında bulunduktan hemen sonra kevnî ve kitâbî ayetleri gözler önüne sermiştir (Bakara2/164). Bunca delile rağmen; Allah’ı denk tuttukları; isimlerinde, sıfatlarında, yetkilerinde ve yalnız Allah’a ait hususiyetlerde, Allah’tan başkalarını devreye koyup Allah’ın yetkilerinden bir kısmını o kişilere tahsis edenler, pay ayıranlar; Allah’ın yetki alanına müdahale edenler; Allah’a alan belirlemeye çalışanlar; Allah’ı kozmik âleme itmeye kalkışıp yeryüzü egemenliğinde yetkiyi kendilerine ya da bir kimseye yahut bir zümreye tahsis edenler; “Yaratma işi Allah’ın olsun ama yönetme, emretme işi başkalarındadır!” diyenler; Allah’ın sözü ve hükmü yeryüzünde hâkim olamasın düşüncesiyle hareket edenler en büyük cürmü işlemektedir. Bu hastalıklı ruh halinin künhüne işte bu ayette vâkıf oluyoruz: “Yuhibbûnehumkehubbillâh”. O denk tuttuklarını “Allah’ı sever gibi severler!

Kur’an; sevgi, saygı, övgü ve ilgi üzerinden ilk putçuluğa Nuh suresinin 23.ayeti üzerinden dikkatimizi çekmektedir: “Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i ne Suva’ı ne Yeğus’u ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i!”

Atalara, kahramanlara, liderlere, siyasi büyüklere, ruhani önderlere, manevi rehberlere ölçüsüz, sınırsız iltifat, itibar, ihtiram ve sevginin oluşturabileceği şirki ve tuğyanı, günümüzde birçok örnekle müşahede etmekteyiz.

Hristiyanların Hz.İsa, Yahudilerin ise Hz.Üzeyir üzerinden tuğyan davranışlarına şahit oluyoruz. Allah, bu hususta müminleri şöyle tarif ediyor: “İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür.” Allah, azabını gündeme getirdiği bu ayetten sonra büyük güne pencere açıyor:

“Öyle ki (o gün) kendilerine tâbi olunanlar, kendilerine tâbi olanlardan kaçıp uzaklaşmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün bağlar (ve ilişkiler) de parçalanıp kopmuştur.” (Bakara2/166)

Fahreddin er-Razi tebaa olunanları; “insanın kalbini ve zihnini Allah’ı unutturacak şekilde meşgul eden her şey” olarak tarif etmektedir. Allah, dünya hayatımızda tebaa olduğumuz duruş, vakıa ve gerçeğin ahiretteki yansımasını gözümüzün önüne koymaktadır. Dünya hayatımızdaki ilişki biçimlerinin ahirette neye tekabül edeceğini, kimlere ne derecede itaat etmek durumunda olduğumuzu vahiy ölçeğiyle ve hassasiyetle müşahede etmek zorundayız.

Sınırsız ve sorumsuzca tâbi oldukları, el üstünde tuttukları, yücelttikleri; Allah’ın sıfatları ile yarıştırırcasına, yetkilerinde O’na ortak kılarcasına ilgi duydukları, perestiş ettikleri, bağlandıkları, tutundukları tüm tâbi olunanlar, o gün kendilerinden uzaklaşacaklardır. Herkes kendi derdine düşecek; kimse kimsenin feryadına, acısına, iç yangınına ortak olmayacaktır. Herkes yaptıkları ile başbaşa kalacak, neyi kesp etmiş ise kendi kazancına rehin tutulacaktır.

Şirkten ve Zulümden Teberri Etmek

Kur’an’ın en çok gündeme getirdiği konulardan biri de itaat edenler ve itaat edilenler, tâbi olanlar ve tâbi olunanlar, idare edenler ve idare edilenler arasındaki ilişkidir.

“Onların tümü-toplanıp (kıyamette) Allah’ın huzuruna çıktılar da zayıflar (mustazaflar) büyüklük taslayanlara (müstekbirlere) dedi ki: ‘Şüphesiz, biz size tâbi idik; şimdi siz, bizden Allah’ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?’ Dediler ki: ‘Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da sabretsek de farketmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur.” (İbrahim,14/52)

Kur’an bizleri müthiş bir uyarı ile karşı karşıya bırakıyor. Hal böyleyken şu soruları gündemimize almamız gerekmektedir: İnsanlar neden başka insanlara tâbi olurlar, onlara boyun eğerler ve onlara sığınma ihtiyacı duyarlar?Hangi beklentiler, hangi hesaplar ile neyin peşinde zamanlarını heba ederler? Zulüm ile işbirliğinin seyrini belirleyen nedir? Mazlumları zalim zorbaların hükümranlığı altında tutan nedir? Bu soruların cevabı olarak dünyadaki duruşunu ve akıbetini tümüyle belirleyen hayat tarzları, ideolojiler ve inanış biçimlerinin yanısıra bazen de çok basit isteklerle, kendilerince haklı gerekçelerle zulme meyletmiyorlar mı? İş-makam beklentileri veya işsizlik sorunları onları kirli ellerle işbirliğine sevketmiyor mu? Ekseri köşeyi dönerken kuru ekmeğe talim etmemek için iktidara yakın olanlar, ihale bekleyenler, sultanların kapılarında el açanlara ne demeli? Dünya işlerinin yoluna girmesi için, dünyada garantili bir hayat yakalayabilmek, çoluk çocuğun geleceği için illaki bir yerlerle temas kurmak, görünür olmak gibi bazen soyut bazen somut heva merkezli birçok süfli gerekçelerle sadakatini sunanlar yok mudur? Düne kadar reddettiklerini, artık konjonktürün gereği olarak, konseptlere uyum amacıyla veya geçmişteki açıkların ve kayıpların telafisi için bağlantı hesapları yaparak inkâr edenler, değerlerini görmezden gelenler veya geçmiş hayırlarının bakiyesini yiyenler az mıdır?

Mealini verdiğimiz Bakara suresinin 166. ayeti, buna benzer birçok ilişki biçiminin, zalim zorbalarla iş tutma tercihlerinin ahirete yansımasını çarpıcı bir üslupla anlatmaktadır.

İş işten geçmeden ve tüm alternatifler elimizden alınmadan önce -Allah’ın beyan ettiği ve mahşerde gerçekleşecek olan bu kavganın bir tarafı olmamak için- bu tür tüm ittibâ anlayış ve amellerinden uzaklaşmak, teberrî etmek, tam beraat davranışı ortaya koymak gerekmektedir. Elleri ve hayatları kirli olanlardan, kirli hesaplarla yürütülen karanlık işlerden uzak durmak gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Hz.İbrahim örneğinde ilk vurgu, bu anlam üzerinde oluşmaktadır: “İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örneklik vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp inkâr ettik. Sizinle aramızda, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve kin baş göstermiştir.” (Mümtehine,60/4)

Bu konuda da duruşumuzu; İbrahimî bir duruşa dönüştürüp İbrahimî bir çizgi izlememiz önem arzetmektedir. Biz tüm çağların nemrutlarından uzak durmalıyız ki Allah’a yakın olabilelim. Kimki nemrutlara ve tâğutlara yakınsa, zulme ve zalimlere rıza gösteriyorsa, zorbalar ile haşir neşir oluyorsa o, Allah’a uzak düşmüştür.

Kurtarıcı bilinenler, izinden gidilenler, otorite sahibi efendiler, egemenlik taslayan beyler ve bunlara tâbi olanlar hususunda her şeyin ve herkesin tersyüz olacağı din gününü Ahzâb suresinde Rabbimiz bize şöyle tarif etmektedir:

“Yüzlerinin ateşte evirilip çevrileceği gün, derler ki: ‘Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Resul’e itaat etseydik. Ve dediler ki: Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular. Rabbimiz, onlara azaptan iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et.” (Ahzâb,33/66-68). Ancak onların bu talebi kendilerini yakıcı azaptan kurtarmayacaktır.

Rabbimiz Bakara suresinde yine aynı konu ile ilgili bir başka sahneyi önümüze sermektedir:

“Uyanlar derler ki: ‘Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse(ydi) muhakkak (şimdi) onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakır)dık.’ Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler.” (Bakara,2/167)

Bu ayetler bize o büyük günde şikâyetlerin, itirafların, itirazların, öfkelerin fayda etmeyeceğini; tüm bağların kopacağını; tüm kirli ilişkilerin deşifre edileceğini; hileli, şikeli, gizli tüm bağlantıların yok olacağını; kimin ne dümeni, tuzağı, dolabı varsa ayan beyan ortaya döküleceğini; artık o vakitten sonra telafinin de tövbenin de mümkün olamayacağını haber vermektedir:

“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” diyor Rabbimiz, Hud suresinin 113.ayetinde. Allah, bu konuyu öylesine önemsiyor ki bırakın beraberliği; meyletmeyin, içinizde zalimlere yönelik en ufak bir temayül, yöneliş, heves olmasın diyor. Sahih olanı arayıp salih, sadık olanlarla beraber olmamız gerekiyor. “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğrularla (sadıklarla) birlikte hareket edin.” (Tevbe,9/119)

Ayetin de ifade ettiği gibi onlar ateşten çıkacak değillerdir. Bu ateş; dünyadaki ilişkilerin sonucu olan ateştir. Bu ateşi insanlar, kendi kötü amelleri ve ilişkileri neticesinde dünyada kendileri oluşturmaktadır. Dolayısıyla hem zulümle bizzat kendileri dünyalarını cehenneme çevirmekteler hem de cehennemi ahiretlerine taşımaktadırlar. Mümkün olup dünyaya tekrar dönme imkânı sağlansa bile yine aynı şekilde verdikleri sözleri çiğneyeceklerdir.

“Andolsun, biz âdemoğlunu yücelttik, kat kat ikram ettik; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz, güzel şeylerden rızıklandırdık ve onu yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.” (İsra17/70)

Rabbimiz bize kat kat ikram etmiştir. En büyük iki ikramı; yeryüzünde okumamız gereken iki mucizevi ayettir: vahiy kitabı ve kâinat kitabı. Okunan (metluv), okunarak akledilen ayetler ve müşahede edilen (meşhud),seyredilen ve böylece akledilen ayetlerdir. Bunların tamamlayıcısı olarak verdiği duyular, akıl, irade, öğrenme yeteneği, isim koyma yeteneği, ilim yeteneği, basiret, feraset gibi birçok ikram da bahşetmiştir ki hikmetli bir şekilde sırat-ı müstakim üzere bir yolumuz olsun. “Leâyâtinlikavminya’kilûn.” Ancak akıl sahipleri, akledenler, aklını kullanabilenler, aklını kiraya vermeyenler, aklı üzerindeki tüm ipotekleri kaldırabilenler, aklını köleleştirmeyen, ilahlaştırmayan, mutlaklaştırmayanlar bu ayetleri, mucizeleri doğru okuyabilirler.

Rabbimizin ikramları bunlarla sınırlı da değildir. Art arda gönderdiği nebi ve resuller ile insanoğlunun cehalet karanlığında kalmamasını sağlamıştır.

“Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah’ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir yarar sağlayamadı, ‘helak ve kayıplarını’ artırmaktan başka bir işe yaramadı.” (Hûd,11/101)

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR