1. YAZARLAR

  2. Marion Boulby

  3. İslam'ın Meydan Okuyuşu: Bağımsızlıktan Bu Yana Tunus

İslam'ın Meydan Okuyuşu: Bağımsızlıktan Bu Yana Tunus

Ocak 1990A+A-

1970 yılında Tunus'ta bir grup genç Şeyh Raşid el-Gannuşi'nin liderliği altında bir araya geldiler ve El-Marife adlı İslami derginin yayınına başladılar, ilk sayıya göre amaçları, 1956'da bağımsızlığın kazanılmasından beri Batı sitili hızlı bir modernleşme programı yaşayan ülkede "kendilerinin ve dinlerinin sürgünlüğünü" ortadan kaldırmakta. Grubun üyeleri Tunus'un Büyük Camii Zeytuna'da yoğunlaşan dini uyanışa katılmak için Arap ülkelerinde okumaktan dönmüşlerdi. Hareket camiden Tunus toplumuna doğru yayıldı ve 70'ler boyunca ülke popüler bir İslami uyanışı yaşadı. Dindarlıkta genel bir artış, hicabın yaygınlaşması ve İslami eser ve kasetlerin çoğalması olayın belirgin özellikleriydi. İslami alternatif adına Tunus'un Gallileşmiş elitlerinin yaşam tarzı ve değerlerini reddeden ayrı bir toplum ortaya çıktı.

1978'e doğru İslami uyanış ayrı bir politik renk kazandı. 1970'de bir araya gelen şeyhler İslami Yöneliş Hareketi (Le Mouvement de la Tendance Islamique, MTI)ile bütünleşti ve bugün, Habib Burgiba tarafından kurulan laik rejime güçlü bir şekilde meydan okuyan politik bir hareketin siperi oldu.2

MTI'ın Tunus siyasi sahnesinde ortaya çıkışının nasılı ve niçini burada ortaya konulacak sorundur. Ayrıca bir politik İslami hareketin ortaya çıkışının Tunus'un geleceği için ne anlam ifade ettiğini de değerlendirmeliyiz. Burgiba ve partisi Sosyalist Düstur Partisi (Parti Socialiste Destourian, PSD) 1956 bağımsızlık ve Kasım 1987'de Burgiba'yı azleden darbe arasındaki sürede Tunus politikasına hakimdi. Fakat şimdi, 90 yaşına merdiven dayayan Burgiba ülkesinde sürgün ve bütün gözler Burgiba sonrası dönemin siyasi gelişmeleri üzerinde.

Analiz amacıyla, MTI'ın doğuşunu üç aşamada izah etmek faydalı olacak, ilk olarak bağımsızlığı izleyen yıllarda Burgiba'ca başlatılan modernleştirici devrime bakmalıyız. Bu dönem Tunus'un İslami elitinin ve onun kurumlarının laikleştirici bir devlet tarafından ilgasını gördü. İkinci olarak, popüler İslami uyanışın doğuşunu, 60'ların sonu ve 70'lerin başında Tunus'un karşı karşıya kaldığı siyasal ve sosyo-ekonomik çöküntüler bağlamında incelemeliyiz. Ve son olarak, dikkatimizi 70'lerin sonlarında İslami uyanışın politikleşmesine ve Burgiba'nın otoriter rejimine artan karşıtlık ışığında bu politikleşmenin tezahürlerine çevirmeliyiz.

Burgiba'nın Devrimi

MTI'ın politik kökleri, Tunus'un 1956'da Fransız yönetiminden bağımsızlığını kazanmasını takip eden on yılda gerçekleştirilen reformlara dayandırılabilir. Bu yıllar İslami kurumların modernleşmeci elitler tarafından tam bir ilgasına sahne oldu. Hukuki, eğitimsel ve toprak reformları ulemayı politik olarak nötrleştirerek milli dinsel yaşamın yapılarını PSD'nin kontrolü altına soktu. Burgiba, ülkesini azgelişmişlikle savaşının bir parçası olarak İslam'ın radikal bir yeniden inşasını da içeren modernist reform yoluna sevk ederek psikolojik bir devrim başlattı.3

Tunuslu düşünür Elbaki Hermassi MTI'ın doğuşuna ilişkin analizinde şunları söylüyor: "MTI'ın doğuşunu açıklamak için, nadiren dikkate alınan veya nadiren bütün ağırlığıyla değerlendirilen, o kadar açık bir sebep ortaya konabilir ki: Tunus, bütün Arap ülkelerinden farklı olarak, modernist elitlerin İslami kurumlara açıkça saldırdığı ve toplumsal ve kültürel düzenin sistematik reformu adına İslami altyapıyı ilga ettiği tek ülkedir."Son yıllarda, İslam'ın politikleşmesi için Burgiba'nın İslam'a saldırısının önemi gereğinden fazla önemsenilemez. 1970'lerin başında Burgiba'nın devrimi toplumsal ve ekonomik ürünler veremeyince, Tunuslular, ilerleme adına bağımsızlık sonrasında İslami kurumlara yöneltilen saldırının başkana karşı siyasi bir malzeme olarak kullanılacağını umdular.

Hukuk ve siyasi bilimlerde öğrenim görmüş, Aydınlanmanın bir çocuğu olarak Burgiba siyasal ilhamını Rousseau, Lamartine ve Hugo'dan aldı. Onun amacı Tunus'u Fransız Devrimi'nin ilkelerine göre modern bir devlet olarak yeniden yaratmaktı, ilerleme, akılcılık ve insanın şerefi Burgibizmin (liderin felsefesini tanımlamak için Fransız gazeteciler tarafından ortaya atılan bir kavram) ana temalarıdır. Burgiba için Tunus devletini yeniden biçimlendirmek bir çok İslami gelenek ve kurumların terkini zorunlu kılmıştı.

Burgiba kendini, Türkiye'de Kemal Atatürk örneğinde olduğu gibi, laikleştirici bir lider olarak sunmadı. Yerine, kendini Tunuslulara İslam'ın modernist bir reformcusu olarak sundu. 1959'da "Bizim amacımız dine dinamik vasfını kazandırmaktır"5 diyordu. Ülkesinin İslami kişiliğine duyarlı kaldı. Burgiba dini gelenek ve inancın Tunus toplumunda kolay değişmez olduğunu kavramıştı, İslam'ın kitlelerin mobilizasyonu için güçlü bir meşrulaştıran faktör olduğunu görmüştü. Burgiba'nın partisi PSD bağımsızlık savaşı yıllarında İslami kurum ve sembolleri kitle desteği toplamak için kullanmıştı. Parti cami ve zaviyelerde toplantılar düzenledi ve insanları milli şehitler için beş vakit namaz kılmaya yönlendirdi. Fransız zulmüne karşı halkı cihada sevkettiği için Burgiba el-mücahidu'l-ekber (büyük mücahid) unvanını aldı. Daha sonraki yıllarda, Burgiba amacını İslami göstererek kitle desteğini tekrar harekete geçirmeye çalıştı. Fakat ikinci defasında, İslami kurumlara yönelik önceki saldırılarının aşırılığından dolayı o kadar başarılı olamadı.

Burgiba'nın reformlarının temel hedeflerinden biri eğitim reformuydu. Yenilenmiş bir eğitim programı PSD'nin kendine özgü toplumsal devriminin odak noktası haline geldi. Eğitim reformlarının iki amacı vardı: Eğitimde birlik ve bütün çocukların on yıl içinde ilkokula kaydı.

Eğitim reformlarının ulema üzerindeki etkisi ağır oldu. Eğitim sisteminde birlik dini okulların devre dışı kalması ve Zeytuna ulemasının geleneksel öğretmen rollerinden yoksun kalmaları anlamını taşıyordu. Zeytuna Camii, batı tipi bir müfredata sahip yeni Tunus Üniversitesi ile birleştirildi. Dini eğitim, bütün okullarda haftada iki saate indirildi. Zeytuna mezunlarına din eğiticileri olarak bazı iş olanakları yaratıldıysa da, dini eğitimin içeriği ve metodu devlet tarafından sıkı bir şekilde kontrol edildi. (Çev: Burgiba'nın bu reformları Türkiye'de 1924 yılında uygulamaya konulan Tevhidi Tedrisat kanunuyla karşılaştırıldığında ilginç paralelliklerin varlığı görülecektir.)

Ulema'nın konumunu etkileyen sadece eğitim reformları değildi. Burgiba bağımsızlığın hemen ardından cami ve diğer dini kuruluşları finanse etmek için kullanılan emlaklarla birlikte kamu vakıf yönetimini kaldırdı.

60'ların ortalarına doğru ulemanın politik ve ekonomik yenilgisi açıktı. Topraklarından yoksun, sınıf ve camilerde devlet tarafından kontrol edilen ulema devlet içindeki yerini kaybetti. Zeytuna'daki bazı şeyhler İslam aleminin diğer parçalarına gitmeye karar verdiler. Bunlar arasında MTI'ın liderlerinden biri olan Raşid el-Gannuşi de vardı. Gannuşi o günleri şöyle hatırlıyor: "Öğrenimime devam etmek için Suriye'ye gittim. Çünkü Zeytuna mezunlarının üniversiteye girme ihtimali çok azdı: Kimisi memur olarak istihdam ediliyor, kimisi de kendine kırsal alanlarda iş buluyordu."6

Diğer yandan ulemanın çoğu Burgiba'nın reformlarına teslim oldu. Bu tepki, Fransız mandası altında geçen zamanda gelişen merkezi güçlere boyun eğme geleneğinden kalmaydı.

Ulemanın çelişik görüşleri onların Kişisel Statü Yasası'nın kabulüne verdikleri karışık tepkide görülebilir. Bu kanun açıkça İslam hukukuna saldırıyordu. Yasa evlilik ve boşanma kanununu yeniden düzenleyerek kadının resmi konumunu geliştirmek amacındaydı. Çok eşlilik yasaklanıyor ve bir erkeğin eşini, devletin hukuki otoritesi devreye girmeksizin, boşayamayacağı hükmünü getiriyordu. On dört alim yasayı itham eden bir fetva yayınlarken, bir çokları yasayı onaylamaktan da öte yeni laik mahkemelerde hainlik görevini kabul ederek kanunun savunuculuğuna soyundular.

Hicaba karşı etkin bir kampanya yasaya eşlik etti. Sfax'da Burgiba sınıflarda hicabı yasaklayacak ve hatta onu 'iğrenç paçavra' diye tanımlayacak derecede ileri gitti.Başkan "Orta yaşlı kadınların eski bir alışkanlığı terk etmedeki suskunluklarını anlayışla karşılasak bile, çocuklarını okulda örtünmeye zorlayan ailelerin inatçılıklarına ancak teessüf edebiliriz. Bu iğrenç paçavrayla işe giden memurlar bile görüyoruz. Bunun dinle hiç bir ilgisi yoktur."8 diyordu.

Burgiba'nın İslami geleneğe en aşırı saldırısı Ramazan üzerinde yoğunlaşmıştı. 1960 Ekimi'nde yaptığı bir konuşmasında saldırısı açık ve basitti. Oruç ülkenin ekonomik üretimini düşürdüğü ölçüde meşru görülemezdi. "Ramazan boyunca işler duruyor. Şu anda, biz üretimi arttırmak için imkansıza gerçekleştirirken, nasıl olur da onun sıfıra düşmesine seyirci kalabiliriz?"9 Burgiba oruç hakkındaki bu düşüncelerini İslami açıdan meşrulaştırmak için azgelişmişliğe karşı savaşını cihada benzetti ve orucu terk hakkındaki bir hadisi örnek gösterdi: "Peygamber ashabıyla Mekke'ye yürürken Ramazan gelmişti. Bazıları oruç tutarken bazıları tutmadı. Peygamber de birinci grubu cesaretlendirmek için orucunu bozdu. Ve ashabına: Yiyin! Düşmanın hakkından gelmek için güçlü olmalısınız. dedi. Bu bizim durumumuza uygun düşmekte. Alt etmemiz gereken bir düşmanımız var: sefalet."10

Burgiba'nın partisi PSD içinden ve ulemanın bazılarından (baş müftü orucun ancak hastalık ve genel cihad durumlarında sakıt olabilecek dini bir görev olarak kaldığını belirten bir fetva yayınlamıştı.) yükselen karşıt seslere rağmen, Başkan tutumunda kararlıydı, idari yönetmelik Ramazan ayı boyunca isteyenlerin öğlen yemeği yiyebileceği şeklinde değiştirildi ve okul idarecilerine öğrencilerin her zamanki gibi yemek yemeleri için sıkı emirler verildi. Ramazan, ulemanın modernist reformlar karşı savaşım verdiği bir kaç konudan biriydi. 1960'da takvimle ilgili huzursuzluğu dile getiren küçük gösteriler oldu. Kairouan ve Sfax'da, dini liderler Burgiba'nın bilimsel tarih tespitini reddederek Ramazan Bayramı'nın belirlenenden bir gün önce yapılmasına hükmettiler. Fakat 1961'de gösteriler daha şiddetli bir şekle büründü, ilk olarak, Zeytuna Camii'nin baş imamı bayramı bir gün önce kutlamak istediği için görevden alındı. Yaygın hoşnutsuzluk Kairouan'da hükümetin, Büyük Camiin ikinci imamının rejimin din politikasını eleştirdiğinden dolayı tayinine karar vermesinden sonra patladı. 'Allahu ekber' diye bağıran kalabalıklar yöneticinin evi yakınında birleşti, polis ve milli savunma yardıma çağrıldı ve gösteriyi bastırmak polisin 24 saatini aldı.11 Bu, rejime karşı ilk ciddi patlamaydı ve ulemanın hala yaygın bir desteğe sahip olduğu ve Ramazan konusunda izlenen politikanın Tunus toplumundaki güçlü bir İslami inanca dokunduğu anlamına geliyordu.

Ulemanın politik gerilemesi etkilerini yitirdiklerine bir işaret değildi. Rejimin politikasını protesto eden ulema hala aktif bir desteğe sahipti. Tunuslu sosyolog Abdulkadir Zghal şöyle diyor "Ulema popülerliğini kaybettiyse bu birçoklarının İslami geleneğin savunusunda başarısız olmalarından kaynaklanmaktadır."12 Bu birçok Batılı akademik gözlemcinin ortaya koyduğu durumun tersine ulema tarafından temsil edilen İslami değerlerin hala önemlerini koruduğunu gösteriyor.

Batılı yorumcular 1960'larda zamanla ve amansız modernleşme süreciyle birlikte, sözü edilen İslami engellerin üstesinden gelinebileceği fikrindeydi. Bu görüş, dindarlıkta gözle görülür bir azalma, cami cemaatinin azalması ve hatta günlük dilde kullanılan İslami niyazların azalması, nezdinde kesinlikle doğruydu.13 İslam bağımsızlığı izleyen on yılda canlılığını yitirmişti. İslam kurumsal temellerinden arındırılmış, geleneğinin bütününe meydan okunmuş ve devlet tarafından sınıfta ve hatta camide her türlü özerklikten yalıtılmış bir hale gelmişti.

Devletçe desteklenilen alternatif modernist İslam popüler bir çekiciliğe sahip değildi; Burgiba dini yapıyı zayıflatmakta başarılı olduysa da, Tunus'un İslami ölçülerini politik meşruluk kaynağı olarak kullanmada başarısız olmuştu. Nüfusun çoğunluğu tarafından, kendisinin de istediği İslam'ın dinamik yenilikçisi olarak değil de, laik bir yenilikçi olarak değerlendirildi. Burgiba destekli 'modernist' İslam hem inananlar hem de dış gözlemciler tarafından pasif ve yanlış tanımlanmış bir din olarak görüldü. Bir misyoner ve İslam uzmanı olan Reverend Marston Speight 1966'da şu yorumu yapmaktaydı: "Halkı yönlendirmek için temelleri zayıf tanımlanmış, pasif bir İslam'ı kotarmaya, düzenlemeye ve kullanmaya çalıştılar."14 Tunuslu sosyolog Zghal'da benzer bir görüşe sahip: "Camide kılınan namaz bu İslam ümmetine kollektif katılım bilincinden yoksun günlük, rutin bir işe dönüştü. Devletçe kontrol edilen ve maaş verilen imamlar kendilerini resmi söylemin sınırlı çerçevesine hapsettiler."15 Modernleşme beraberinde toplumun laikleşmesini getirseydi, Burgiba'nın İslam konusundaki başarısızlığı PSD'ye bu kadar pahalıya mal olmayabilirdi, fakat İslam'ın cazibesi 'Burgiba İslamı'nın izin verebileceğinden daha derinden kaynaklanıyordu. Burgiba devrimi refah vaadini gerçekleştirmede başarısızlığa uğrayınca, bazıları en temelde İslami kurumlara ve İslami düşünce geleneğine saldırıların zeminini devrim adına yapılan bu vaadlerin oluşturduğunu düşünmeye başladı.

Bağımsızlık sonrası dönemi çevreleyen zindelik kısa ömürlü oldu. Ancak on yıl yaşayabildi. 1960'ların sonlarına doğru Burgibist gelişme modelinin meşruluğu sorgulanmaya başlamıştı ve İslam'ın devreye girmesi ise yakındı.

Tunus'un Dönüm Noktası

1967-1973 arası dönem Tunus'un yakın tarihinde oldukça önemli bir dönüm noktasına damgasını vurdu. Ülke diğer reformlardaki başarısızlık ve sosyalist planlama deneyiminin bir sonucu olarak ekonomik krizle karşı karşıyaydı. Takip edilen politikadaki, özellikle ekonomik hayatın yeniden liberalleştirilmesi nezdinde, değişim PSD'nin karşıt öğeleri arasındaki savaşımı yansıtıyordu. Burgiba uzun hastalığından dolayı bu dönem boyunca Tunus'ta değildi. Onun sık sık politik sahneden kayboluşu hizipsel çekişmelere cesaret verdi, fakat aynı zamanda rejimin ilk meşruluk krizine de sebep oldu. Hükümetin ekonomik politikasıyla hayal kırıklıkları yaygınlaştı ve Burgibist gelişme modelinin milli denge ve refahı sağlayıp sağlayamayacağı sorusu gündeme geldi. Tek parti yönetiminin artan otoriterliği, özellikle gençlerin politik katılımında azalma ve Burgiba yönetimin ilk yıllarını ayırt eden devrimci havanın fiili kayboluşu dönemin başlıca özellikleriydi.

İslami uyanışın başlangıcı olarak bu zor yılları verebiliriz. Çağdaş Tunus'ta böyle dirilişçi bir hareketin ortaya çıkışının nasılını ve niçinini anlamak için onun sosyo-ekonomik ve politik faktörlerle mümkün ilişkilerini incelemeliyiz.

1961 yoğun ekonomik gelişme için on yıllık bir planın başlangıcını gördü. Plan Düsturcu Sosyalizm'in prensiplerinden esinlenmişti ve gelir dağılımı, toprağın millileştirilmesi ve milli bir zirai kooperatifler programının kurulması için öneriler içeriyordu. Burgiba sosyalizm anlayışının sınıf savaşının varlığını yadsıdığını ve milletin bütün olarak refahı üzerinde durduğunu açıkladı. Sistem yeni eğitilenler için toplumsal hareketliliği kırsal arka plandan sağlayacaktı. Programın amaçları ekonomik kendine yeterlik, yaşam standartlarını yükseltme ve ekonomik verimliliğin artırılmasını da kapsıyordu .

Burgiba, Ben Salah'ı maliye bakanlığına atadı ve yeni programı yürürlüğe koymakla görevlendirdi. Ben Salah sosyalist görüşleri ve toprak sahibi sınıflara antipatisi ile tanınıyordu. Sadece küçük köylülerin değil büyük toprak sahiplerinin de topraklarını kollektifleştirerek geniş bir zirai programı uygulamaya soktu.

1960'ların sonlarına doğru projenin başarısızlığı sadece üst sınıfların değil tarım işçilerinin ve küçük toprak sahiplerinin görüş açısından da açıkta. Köylü ve işçilerin çoğunluğu programın sonunda 1970'de on yıl önce oldukları kadar fakirdiler ve gerçek gelirler şehirli nüfusunkine nispetle azalmıştı. Tarımsal kalkınma programının dış ihracattaki payı 200 milyon dolar olarak tahmin ediliyordu ama, zirai üretim büyüyen masrafları karşılayacak derecede artmamıştı.16 Reformların gevşek ve eksik uygulanması ülkeyi hatan sayılır bir borca soktu. Yabancı sermayeye bağımlılık reformların son evresini gösteriyordu.

Ekonomik zorluklar 1969'da birçok köylü gösterilerine yol açtı. Ben Salah'a PSD içinden ve toprak sahibi-ticari sınıflardan artan karşıtlık aynı yıl onun iktidardan düşüşünü getirdi. Korparatif sistem feshedildi ve sabık bakan ekonominin yanlış idaresi dahil çeşitli suçlardan dolayı yargılandı.

Ve böylece 1969'da Tunus rejimi uzun yıllar kamuoyunu bu konu etrafında harekete geçirdikten sonra sosyalist planlamada başarısız kaldı. Başbakan Bani-Ladgham'ın yeni liberal hükümeti (Burgiba'nın yokluğunda), Düsturcu prensipleri ışığında sosyalizmin yeni bir tanımını sundu. Bu ekonominin yeniden liberalleşmesine dönüştü. Hatta en küçük toprak parçaları bile asıl sahiplerine geri verildi. Bu faktör, tarımda artan makineleşme ile birlikte kırsal nüfusun büyük kısmının şehir merkezlerine göçüne katkıda bulundu. Sistem üniversite mezunlarını bile istihdam edemeyecek hale geldiği için, işsizlik hayaleti çirkin yüzünü göstermişti.

Burgiba'nın 1972'de politik yaşama geri dönüşü gücünün sağlamlaşmasını ve PSD içindeki liberal-sosyalist öğelerin aşınmasını getirdi. Burgiba partinin görüşüne karşı çıkarak muhafazakar Hadi Nouria'yı Başbakanlığa atadı. Nouria parti yapısı içinde destek bulamamasının getirdiği zayıflıkla, siyasi meşruiyet kaynağı olarak, bütünüyle yüce lider Burgiba'nın şahsiyetine sığındı. Her ne kadar Burgiba doğrudan yönetmiyorsa da, Nouria'ya kendi bakanlarını seçme özgürlüğünü de vermedi.

Bu tıkanmış ve felçli hükümetin sendromu 1970 ve 1980'ler boyunca Tunus politikasının bir özelliği oldu ve Burgiba'nın, nörolojik hastalığının bir sonucu olan tedrici zihinsel bozukluğu da bunu eklendi. Burgiba'nın eski yaverlerinden Beşir bin Ahmed 1971'de kıdemli memurların Başkan'ın hastalığından haberi olduğunu açıkladı; "Bazı iyileşme belirtileri göstermiş olabilir ama hiç bir zaman eski zihinsel gücüne kavuşamadı. Zihinsel yetenekleri bölünmüştü. Kapsayıcı bir görüş yerine ayrıntılara dalıyordu."17

1980'de Nouira'nın emekli oluşuyla son bulan Burgiba-Nouria rejimi muhafazakar ekonomi politikaları izledi ve planlı değişime pek ilgi göstermedi. Yönetici elit geçmişte gayretle ele alınan sosyalistleşme ve gelişme programını kaldırdı. Eğitimsel gelişmeye özelde son verildi.

Tunus kamuoyunun gelişen bu olaylara tepkisi neydi? Sosyalizmi Burgiba'nın liberalizmi izledi ve Yeni-Düsturculuk (neo-Destourism) resmi retoriğin yarattığı beklentileri karşılamada yetersiz kaldı, ilk defa hükümetten hayal kırıklığının işaretleri görülüyordu.

Kötüleşen ekonomik durumdan en ağır darbeyi yiyen öğrencilerdi. 1970'lerin başlarında dört Tunuslu'dan biri öğrenciydi.

Tunus'un ekonomik başarısızlığının öğrenciler için ifade ettiği acı gerçek, Burgiba'nın devriminin incisi eğitimin artık onlara iş garantisi veremeyecek olmasıydı. 1970'de Tunus'ta öğrenciler "Eğitimli ya da değil, gelecek bizim değil" diye bağırıyordu. Geleceğin Tunus'unun umudu okul, meşruiyetini yitirmişti. Burgibizmin eğitilmiş gençliğe iş olanakları sağlamadaki başarısızlığı Tunus rejiminin meşruluğuna mal oldu. İslami uyanışın gelişimini bu arka plana dayandıracağız.

İslami Uyanış

1970'e kadar Zeytuna yaşamı yeniden canlanmaya başlamıştı. Aralarında Ahmed bin Miled ve bugün MTI'ın liderlerinden biri olan Abdül Fettah Moro'nun da olduğu bazı genç şeyhler Büyük Cami'de İslami konular üzerine seminerler ya da halkalar serisini başlattı. Gannuşi 1970'de Suriye'den döndüğünde ve halkalara katıldı. Halka, genç üniversite lise öğrencilerini çekiyordu ve göründüğü kadarıyla bu dinleyici kitlesine yönelmişti. Gannuşi "Bizim işimiz ideolojik bilincin gelişimi ve gençlerin zihnini işgal eden Batı kavramlarının krtiğidir."18 diyordu. Zeytuna'daki şeyhler amaçlarını İslam'ın üstünlüğünden ve modern dünyada İslami çözümün savunucusu olarak görüyorlardı. Gannuşi: "Onlara Batılı kavramlarla sunduk, onları İslami alternatifle analiz ettik ve İslami çözümü sunduk"19 diyordu.

Halkadaki tartışmalardan ortaya çıkan İslami çözüm siyasi olmaktan çok toplumsal ve kültürle olarak kavrandı. Söylem bireyi veya aileyi ilgilendiren konulardan yoğunlaşmış, vurgu İslam'da kadının yeri üzerine yapılmıştı. Ayrıca dikkatler batılı kurumların yozlaşmasına çevrilmişti. Toplumsal konular ve Batının dalaleti üzerindeki odaklaşma Mısır İhvanı'nın ilk dönem temalarını çağrıştırıyordu. 1940'ların sonlarında İhvan'ın zamanla erimesi üyelerinin çoğunun Ortadoğu'nun diğer parçalarına özellikle Suriye'ye göç etmesine neden olmuştu. Gannuşi Suriye'de kaldığı sırada İhvan ideolojisinden etkilenmesi mümkün. Tunuslu bir gazeteci ile dönüşü üzerine yaptığı bir röportajda şunları söylemişti: "Orta Doğu'dan gözlemlediğim dini reform fikirleri ile dönüyorum."20 (Burada Tunus İslami uyanışının dıştan etkilenmeye bağlı olup olmadığını tartışmıyoruz. 1960'lar boyunca Tunus'ta kalan Zeytunalılar Kur'anı Koruma Derneği (the Association for the Preservation of the Koran, APK) gibi organizasyonlar yoluyla kültürel uyanışta bir rol oynamıştı. Ayrıca, Müslüman Kardeşlerin İslami reformizm çalışmaları 19.yy'dan beri bütün Arap dünyasına yayılan Muhammed Abduh (1849-1905) gibi düşünürlerin katkılarına dayanıyordu. Muhammed Abduh'un çalışmalarının ulemanın yaşlı üyelerince bilinmesi ihtimal dahilinde.)21

1970 dolaylarındaki İslami uyanış hareketinin doğuşuna elverişli bir öğreti karışmış olmalı. Zeytuna'daki şeyhler. Burgiba'nın devrimi tarafından yaratılan toplumsal ve ekonomik ihtiyaçların canlanan bir İslam'ın beslenmesi için verimli bir zemin sunduğunu şüphesiz kavramıştı. Halkaların gençliğe, eğitimlilere ve hayal kırıklığına uğrayanlara yönelmesi bu yüzden bir rastlantı olmasa gerek.

İslami uyanış hareketi, toplumun değişik hastalıklarına çare olarak İslam'a dönüşü sunan kitap, kaset ve gazetelerin artmasıyla Zeytuna'dan dışarı taştı. Hicap özellikle üniversitelerinde yaygınlaştı. Hareketin gazetesi El-Marife'nin okuyucu sayısı 1971'de 6.000 iken 1979'da (hükümetin yayını durduğunda) 25.000'e yükselmişti.

Gözlemciler dindarlıkta genel bir artış ve genç öğrenci nüfusunun ötesine geçen İslami ilkelerle bir yeniden kimlik bulma olgusu kaydediyordu. Zghal 70'lerin başlarında kırda büyücü ve dervişlerin yeniden ortaya çıktığına işaret ediyor.22 (Çev: Gittikçe daha sahih bir anlayışa doğru gelişen İslami hareketle; "kırsal kesimde büyücü ve dervişlerin sayısındaki artış" arasında bir ilişki kurması -böyle bir atış görüldüğü iddiasının doğru olup olmadığı bir yana bırakılacak olursa- yazarın, sosyolojik teorilerin şablonlarına sıkışıp kalmış Batılı anlayışından kaynaklanan bir kuruntu olmaktan öteye gidemez.) Tessler birisi 1967, diğeri 1973'te olmak üzere İslami ibadet ve İslami ilkelere inancı yerine getirme konusunda sorular içeren iki anket yaptı. Sonuçlar altı yıllık Tessler imamların toplum içinde artan önemli ve İslam tarihinin okullarda birinci sırayı aldığını ifade ediyor. (Bu sonuçlar Başkent'te ve ülkenin değişik bölgelerindeki üç küçük kasabada okuma-yazma bilen ve düzenli bir işe sahip Tunuslulardan seçilen bir örneklemeye dayanmaktadır.)23

Belki de İslami hareketin özerk gelişimini engellemek umuduyla Tunus Hükümeti İslami sembolleri tekrar kullanarak ve İslami kurumlara destek sağlayarak 1970'lerde tutumunda köklü bir değişiklik sergiledi. 1970'de Ramazan orucuna karşı yürütülen genel kampanya rafa kaldırıldı. Resmi gazete El-Amal İslami konular hakkında özel makaleler yayınlanmaya başladı. Bir sayfanın tamamı Kur'an'ı Koruma Derneği'nin etkinliklerine ayrılmıştı. Bugiba'nın 1972'de Fransa'nın dönüşü üzerine Burgiba'nın Tunus için verdiği savaşın tarihi hakkında El-Amal özel bir sayı yayınladı. Manşet 'Burgiba'nın Düşüncesinin İslami Kökenleri'ydi ve aynı sayfada Burgiba'nın hac yaparken çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Makalenin ana teması Burgiba'nın Batılı eğitim ve arka planına rağmen felsefesinin İslami gelenekten kaynaklandığıydı.

Hükümetin dini uyanışı cesaretlendirmesi politik bir bunalım anında İslami duygulara başvurma gereğinin zımmen kabulüne vardı. Burgiba İslami duyguları kendi amaçları için kullanmanın politik yararlarını bağımsızlık için verilen savaştan beri anlamıştı. Politik karşıtlığı alevlendirmek bu İslami duyguları yardıma çağırabilecek herhangi bir hareketin gelişimini engellemek istiyordu.

Burgiba'nın amacı özerk bir İslami hareketin gelişimini engellemek idiyse, taktikleri basiretsizdi. Eğer Tunus'un yeni nesillerini rahatsız eden ekonomik, politik ve toplumsal güçlükler hükümetçe ortaya konulmuş ve eğer resmi söylem sorulara somut cevaplar sunmuş olsaydı ya da en azından açık tartışmaları ve siyasi yaşama daha geniş katılımı cesaretlendirmiş olsaydı, İslami hareket 1980'de ulaştığı nitelikte güçlü bir siyasi hareket haline gelemeyebilirdi.

İslami Muhalefet

İslami hareketin politikleşmesi Burgiba rejiminin ekonomik ve siyasal politikalarına yükselen karşıt sesler ortamında 1970'lerden itibaren gerçekleşti. Muhalefet Bugibizm'in ilkelerinin, özellikle bunların devletin daha ileri evrimi için meşru zeminler hazırlanmaya devam edip edemeyeceğine ilişkin olarak, sorgulanması derecesinde PSD'nin aşın otoriterliği ve seçkinciliğine büyüyen bir karşıtlık sergiledi.

1978 ve 1984'ün şiddetli gösterilerinin sabahında Burgibacı devletin gelecekteki dengesi ve askeri müdahale olasılığı etrafında ciddi sorular yükseldi. Tunus'un siyasi geleceğine ilişkin spekülasyonlar Burgiba sonrası dönem üzerinde yoğunlaştı. PSD, yaşlanan liderin politikadan çekilmesinin ardından kontrolü elinde tutabilecek miydi?

Geçen bir kaç yılda MTI iktidara muhalefette önemli bir rol oynadı ve Burgiba sonrası dönemde iktidar için mücadele eden güçlerden biri olarak değerlendirildi.

MTI Tunus'taki İslami hareketten doğan tek politik örgüt olmasa da, belki bütün örgütlerin en etkilisi ve en iyi organize olmuş olanıdır. Tunus İslamcı hareketinde yer alan diğer örgütler; başlangıçta İran Devrimi'ni destekleyen fakat Körfez Savaşı'nın çıkmasıyla konumunu yumuşatan Hasan Ghadbani liderliğindeki İslami Şura Partisi (Islamic Shura Party, ISP); MTI'dan ayrılan ve özellikle sosyo-kültürel düzeyde açık ve devrimci (Çev: İslami Yöneliş Hareketi'nden, laik bir sapma göstererek ayrılan ilerici İslami Yöneliş hakkında yazarın devrimci nitelemesini isabetsiz bir niteleme olarak görüyoruz. ) bir İslam'ı savunan ilerici İslami Yöneliş (Islamic Progressive Tendency, IPT); yeraltı terörist faaliyetlerle bağlantısı kurulan İslami Öncü (Islamic Vanguard, IV) ve Filistinli bir şeyh tarafından kurulduğu ve halifeliği yeniden kurmak isteğinden başka hakkında pek az şey bilinen İslami Kurtuluş Partisi (Hizbut Tahrir el-İslami).

MTI'ın kökleri El-Marife'yi yayınlamak için bir araya gelen gruba dayanıyordu. Örgütün APK ile 1971'de irtibat kurması konferanslar, tartışmalar ve İslami konuşmalar aracılığıyla etki sahasını genişletmesini sağladı. Fakat MTI, Le Monde gazetesinin radikallerin organizasyonu ele geçirdiği ve onu PSD'ye karşı bir araç olarak kullandıkları haberinden sonra APK'dan uzaklaştırıldı. Bu andan itibaren hükümet MTI'ya kuşkuyla bakmaya başladı ve sistemin parametreleri dışında çalışmaya zorladı. Bu faktör tek başına hareketin politikleşmesine katkıda bulunmuş olabilir.

MTI'ın resmilikten uzaklaşması gelişimine kesinlikle ket vurmadı. Öğrenciler mesajı duydu ve onu liseler ve solcularla ve diğerleriyle karşılaştıkları üniversite kampüslerine taşıdılar. Lisede öğretmenlik yapan üniversite mezunları hareketi kırsal alana da götürdüler. Ve 1981'e kadar MTI Üyeleri 300 camiye nüfuz etmişti. Halkalarda doktrin, ahlak, kültür ve genelde toplumsal konular üzerine tartışmalar devam etti.24

1976'dan itibaren hareket geniş bir yeraltı örgüt ağı geliştirdi. Gannuşi MTI'ın lideri olarak ekonomi, politika gibi farklı bölümlerin şeflerinden oluşan yetkili bir büroya sahipti. Mahalli kongreler milli şura kongresine temsilciler seçiyordu. MTI'ın ademi merkeziyetçi yapısının, Burgiba'nın halkı bağımsızlık savaşı için seferber ettiği dönemde Neo-Düstur örgütünün kırsal kesimdeki hücre yapısına benzemesi ilginçtir.

1970'lerin sonuna kadar MTI açık bir politik tavır takınmadı. Yaklaşık on yıl toplumsal ve ahlaki konuları vurgulayan bir söyleme yapışıp kaldı. Yine de, Hermassi 1970'de hareketin gazetesi El-Marife'de gözle görülür bir politik içerik artışına dikkat çekiyor. Ayrıca Gannuşi'nin derslerinde politik konulara ağırlık verdiğini de belirtiyor.25

1978 krizi MTI içinde canlı bir tartışmaya sebep oldu. Üyeler politik ve ekonomik problemlerle ilgilenilmesi gerektiği bilincine vardı. MTI üyelerinden biri Jeune Afrique'ya şu açıklamayı yapmıştı: "Üyelerimizin ve sempatizanlarımızın sayısı artmaya devam etse de, geriye doğru yürüdüğümüzün ve sosyo-ekonomik, politik problemlerden el etek çektiğimizin farkına vardık."26 Gannuşi'nin yazıları politik problemlerle meşguliyeti ve hareketin etkisini güçlendirme isteğini yansıtıyordu. "İslamcılar isçi sınıfı üzerinde hiç bir etkiye sahip değiller ve bu stratejik alanı sağ ya da solun ideolojilerine terk ediyorlar."27 diyordu.

İran Devrimi de bu artan politik bilinçlenmeyi cesaretlendiriyordu. Humeyni'nin başarısı Müslümanların siyasal iktidarı elde edebileceklerini ispat etmişti. Ve 1979'da takipçilerine hitaben Devrim'i övdü: "İran örneği uyanma vaktinin geldiğini gösteriyor. Ahlaksızlığa karşı savaş ve fedakarlık! Diğerlerini düzeltmek ve kendi devrimimizi yapmak için, önce kendimizi düzeltme ve Allah'a gereği gibi kulluk etmek zorundayız."28

1970'lerin sonlarında hareket genişlemeye devam etti. 1979'da binden fazla kişinin katıldığı MTI kongresi yapıldı. Haziran 1981'de çok partili rejime geçişin yakın olduğu duyurusundan sonra MTI kendini politik bir parti olarak ilan etti. 5 Haziran tarihli bir basın toplantısında üyeler parti programının taslağını çizdiler. Amaçları şunlardı: (I) Tunus İslami kimliğinin yenilenmesi, (II) yüzyılların toplumsal yozlaşmasına karşı savaşım vermek için İslami düşünce ve ilkeleri canlandırma, (III) ekonomik yaşamın insancıl ilkelerle yeniden düzenlenmesi, (IV) meşru hak ve özgürlüklerin kitlelere iadesi ve (V) İslam'ın siyasal kimliğinin yerel, Kuzey Afrika ve evrensel düzeylerde diriltilmesi. Gannuşi ve arkadaşları parti programının daha özel ayrıntılarının vermede yetersiz kaldılar. İslam'ın siyasal kimliğiyle demokrasi ilişkisi hakkında somut sorular sorulduğunda, Gannuşi düşünce özgürlüğünün zorunluluğu üzerinde duruyordu: "Biz diğerlerinin farklı olma hakkını yadsımayan bir İslami eylemin önemine inanıyoruz." 29

MTI, ne siyasal hedeflerini gerçekleştirmek için somut bir program, ne de yenilikçi bir ideolojik perspektif sundu. Daha çok Tunus rejimine genel bir saldırı hedeflenmişti. MTI'ın muhalefeti, kitlelerin İslami yönelimini önemsemeyen ve konumunu baskıcı yöntemler, Batı'yla ekonomik ittifaklar aracılığıyla koruyan Gallileşmiş elit üzerinde yoğunlaşmıştı. Gannuşi hem Gal modelinin benimsenmesini eleştirip, hem de Batı'yı özgürlük ve demokrasinin öncüsü olarak tanıyordu. Batı toplumunun bu özelliklerinin İslami bir modele uygulanmasını savunuyordu. MTI'ın İslam'ı Asr-ı Saadet İslam'ı değil, fakat sömürü ve azgelişmişlikle savaşın ana hatlarını ortaya koyacak bu yüzyılın İslamı'ydı." "İslam bütünsel bir devrim olduğu için despotizm, sömürü ve bağımlılığın bütün türleriyle mücadele eder. İslam'ın savaşı özgürlük, eşitlik, onur ve ilerleme içindir."30 Gannuşi'nin bu sözleri 1960'larda aynı amaçlar için ülkesinde bir devrime girişen genç Burgibanınkileri çağrıştırıyordu. Sözleri dinleyicilere Burgibist devrimin bu amaçlara ulaşmadaki başarısızlığını hatırlatan politik imalarla yüklüydü.

MTI genelde Tunus politikasında İslam'ın rolünü canlandırma amacında birleşse de, hedefleri başarma yöntemi ve hedeflerin esasları hareket içinde bir anlaşmazlık kaynağıydı. Susan Waltz'ın da ifade ettiği gibi, "1981'den beri MTI, hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla altında çalışacakları çatı olarak demokrasiyi her fırsatta tasdik ettiyse de, MTI içinde bugün hala demokrasi karşıta bir grup vardır."31 Demokratik mücadeleye yanaşmayanlar hareket tarafından ayrılmaya teşvik edildiler. Evvelce zikredilen IPT, İslami hükümet kavramını red eden ve toplumun İslamizasyonu üzerinde duran bir grubun MTI'dan ayrılmasının ürünüdür. Waltz, bu grubun ayrılışının MTI'da güven kaybına neden olmadığı fikrinde, bununla birlikte daha radikal ve daha eyleme dönük destekçilerin ayrılışının harekete pahalıya mal olacağını söylüyor.32

Spesifik bir toplumsal reform programının yokluğu hareketin popüler gelişimini engellemedi. Belki de, bu olgu platformun muallaklığının geniş yorum farklılıklarına müsamaha göstermesiyle destek yığılmasına katkıda bulundu.

1970'lerden beri hareket hızlı bir gelişim gösterdi ve bugün etkin bir konumda olduğu görülüyor. MTI'ın bugünkü gücünü ve Tunus'un siyasi geleceğinde oynayabileceği rolü değerlendirmek için, dikkatimizi hareketin tabanı ve dinamik potansiyeline çevirmeliyiz.

Elbaki Hermassi'nin MTI'ın destek tabanı konusundaki çalışmalara büyük katkısı dokundu. 1983 tarihli bir makalede Hermassi, 50 MTI üyesinin katıldığı bir ve 800 Tunuslu'nun katıldığı diğer bir anket sonuçlarını yayınladı. Hermassi sonuçları hareketin her şeyden önce eğitimli gençlikten oluştuğu şeklinde yorumluyor.33 Bu sonuç MTI'ın ta en baştan en olumlu cevap aldığı bu kesime ağırlık verdiğini bildiğimiz için pek şaşırtıcı değil. Hareket üyelerinin Selahaddin el-Curşi şöyle diyor: "En başta bütün insanlara, bütün sınıflara ulaşmaya çalıştık, fakat deneyim bize, fikirlerimize ve yönelimlerimize en iyi karşılık verenlerin gençlik ve özellikle de eğitimli gençlik olduğunu gösterdi." Hermassi'nin hareketin destekçilerinin sınıfsal arka planı üzerindeki verileri, bu eğitimli gençlerin şehirli ve kırsal kesimden işçi aileleri ile küçük burjuva ailelerden geldiği teorisini doğruluyor. Bu genç insanlar Batılı eğitimden geçmiş ve kendilerine vaadedilen ekonomik refahı gerçekleştirmede hayal kırıklığına uğrayan kesimlerdi. Hermassi'nin MTI'ın destek kitlesinin yöresel dağılımına ilişkin analizi üyelerin ülkenin daha müreffeh şehirleşmiş bölgelerinde yoğunlaştığını gösteriyor (Özellikle başkent ve Sahel'in kıyı kesimi). Üniversitelerin konumunu ve şehir merkezlerindeki iş olanaklarının ihtimaliyetini değerlendirmekten beklediğimiz şey budur.34

Fakat Hermassi MTI'ın bütünüyle şehirli bir hareket olmadığını da ifade ediyor. Hareket mesajın lise öğretmenlerince ulaştırıldığı köylerden de güçlü bir destek alır. Hermassi İslami hareketin etki alanının gençlerle sınırlı kalmadığını, örneğin, MTI üyelerinin ailelerinin yüksek bir yüzdesi çocuklarım İslami mücadelede desteklediklerini de ekliyor.35

Gençliğin İslami harekete katkısı üniversite nüfusuyla sınırlı değildir, aynı zamanda 1984 Ekmek Ayaklanmaları sırasında sokak savaşlarında önemli bir rol oynayan lümpen-proleterya öğesi de içerir. Sokak savaşçıları sokaklarda attıkları sloganlarla İslami harekete desteklerini ortaya koyuyorlardı: "Allah'tan başka ilah yoktur, Mzali Allah'ın düşmanıdır."36 Yürüyüşçüler Amerikan elçiliği önünde "Yasasın İslam, Kahrolsun Amerika!" diye bağırıyordu. Ayaklanmalardan sonra röportaj yapılan MTI üyeleri gösterileri cesaretlendirmede etkin rol oynadıklarını açıkladılar.

MTI'ın öncülerinin öğrencilerden değil, öğretmenler, avukatlar ve doktorlar gibi yaşlı meslek sahiplerinden oluşması kayda değer. Raşid el-Gannuşi 50'lerde Abd al-Fateh Mourou ise 40'ında.

MTI'ın ana temeli öğrenci nüfusuna dayansa da, harekete nüfusun diğer kesimlerinden de belli olmayan bir destek var. Waltz'ın ifade ettiği gibi destek tabanının öğrencilerde yoğunlaşmasının nedeni hükümetin MTI'a getirdiği kısıtlamalar olabilir. 1981'den sonra hareketin cami ve liselere girmesine izin verilmeyince dolayısıyla üniversitelerde etkinlik göstermeye zorlandı.37 Bununla birlikte bu faktör MTI liderliğinin öğrencilere yönelik bilinçli çalışmaları ve aynı zamanda Tunus gençliğinin böyle bir harekete yatkınlığının göz ardı edilmesini getirmemelidir. Bu makalenin yazarı, öğrenciler arasında hareketin büyük bir destek görmesinin, şartlarından çok MTI'ın cazibesi ile ilişkili olduğunu düşünmektedir.

Hareketin gücünü incelemekten maksadımız onun gelecekte Tunus rejimine ne kadar güçlü bir meydan okuyacağını anlamaktır. Bu itibarla hareketin destek tabanının Gallileşmiş elit kesim hariç toplumun bütün sınıflarını kapsadığını söylemeliyiz. Belgelerle ispatlamaksızın bile, MTI'ın PSD de dahil herhangi bir siyasal hareketten daha fazla etkili olduğunu tahmin edebiliriz. Komünist Parti (Communist Party, CP) 1960'lardan beri öğrenci nüfusunun küçük bir kesimiyle sınırlı kaldı ve Sosyal Demokrat Hareket (Social Democratic Movement, SDM) ve Halkçı Birlik Hareketi (Popular Unity Movement, PVM) orta sınıftan destek aldı. Bunları söyledikten sonra MTI'ın muğlak siyasal hedeflerle bu geniş desteği nasıl harekete geçirebileceğini kestirmek zor. Şu kadarını söylemek kafi ki, MTI Tunus siyasal forumunda meşru bir ses olarak ciddiye alınabilecek bu kadar geniş bir desteğe sahip. Eğer altı yıldan beri ulaşmaya çalıştığı bu kanunen haklı rolü görmezlikten gelinmeye devam edilirse, amaçlarını gerçekleştirmek için bir şiddet stratejisine başvurabilir. Ve böyle bir meydan okuma Burgibist rejimce hafife alınmazdı. Askeriye'deki bazı öğelerin tedrici İslamizasyon belirtilerinin dikkate alınmasa gerekir. L. B. Ware fundamentalizmin 1983'te silahlı kuvvetlerde belirmeye başladığını ifade ediyor: "Ordu saflarında köktenciliğin gelişimi, modern Tunus devletinin oluşmasında Burgibizmin oynadığı tarihi rolün gelecekte subaylar arasında bir şey ifade etmeyebileceğini ortaya koymuştur.38 1983'te içlerinde on dokuz asker, bir yüzbaşı ve iki de teğmen bulunan ILP'nin liderleri ve üyelerinden otuz kişi, yasa dışı örgüte üye olmak suçuyla askeri mahkemede yargılanmışlardı. Batılı haber ajanslarının İslami hareket hakkındaki spekülasyonlarında silahlı kuvvetlerde İslami bir gücün varlığına göndermeler yapılıyordu. New York Times Eylül 1987'de "Fundamentalistleri askeriyedeki akrabaları ve sempatizanları ile durdurmak kolay olmayabilir"39 yorumunu yapmıştı. Fundamentalizmin orduya gerçek sızma derecesi spekülasyona açıktır. Buna rağmen bu İslami öğenin kışladaki varlığı Burgibist askeriyenin gücünü özellikle gelecek bir kaç yılda eski Düsturcu kuşağın emekliye ayrılacağı da hesaba katılırsa, zayıflatabileceği ihtimalini doğuruyor.

Hükümetin MTI'ın meydan okumasına karşı duyarlılığı rejimin geçen yıllarda hareket üzerindeki şiddetli baskısından kolayca anlaşılabilir. MTI'ın bu baskıdan çabuk sıyrılması hareketin gücünün bir işaretidir. Hareketin maruz kaldığı baskı sadece popülaritesinin artmasına hizmet etmiş görünüyor. Rejim ve MTI arasındaki çatışma 1987 Ekim'inde İslamcıların görülmeye değer mahkemesiyle doruğa ulaştı. Bu mahkeme, Sadece Tunus'ta değil, deniz aşırı ülkelerde dahi İslamcıların durumuna sempati duyulmasına yol açtı. Diğer İslami gruplar (örneğin, İslami Cihad) MTI'ya destek verdiler. Farklı bir bakış açısından. Batılı güçler de Tunus rejimini şiddet öğeleri içeren İslami bir karşıtlığa yol açabilecek aşırı baskıcı eylemlerden alıkoydu. Burgiba'nın MTI politikasında göze çarpan husus, hareketin varlığını legal olarak tanımamakta çılgınlık ettiğidir.

MTI'ın politik bir parti olarak legal varlığı, en baştan tanınmamıştı. Başbakan Mzali MTI'ın 'siyasi etiketi'nden dolayı politik bir parti olarak çalışmasına izin verilmemesini savunuyordu. "Gerçekte, Tunus anayasası Tunus'un İslami bir devlet olduğunu taahhüt eder. Dolayısıyla, dini nitelikte bir parti kurulması yasaktır."40 diyordu. MTI'ın cevabı: "Partimizin İslami bir ideolojiye sahip olması, hareketimize katılmayanları ateist olarak değerlendirdiğimiz anlamına gelmez... Biz özel bir ideoloji ve belli bir İslam anlayışına sahip bir partiyiz. Bu gerçeği 1981'den beri bildirilerimizde dile getirdik ve bir türlü reddediliş sebebini anlamıyoruz."41 şeklindeydi. Reddediliş sebepleri Burgibist rejimin meşruiyyetine zarar verebilecek bir İslami meydan okumadan korkmasından kaynaklanıyor. Yine de, hükümet örgüte sürekli bir basla politikası uygulayacağına yasal olarak tanıyarak daha basiretli davranabilirdi. Bu politika gibi, MTI ile bağlantısı olmayan aşırı İslama gruplarca icra edilen şiddet eylemlerinin patlak vermesine de yol açta. (MTI sık sık şiddeti politik amaçlarını elde etmek için bir araç olarak görmediklerini tekrarladı.)

1981 Yazı'nda İslamcı militanlarca gerçekleştirilen şiddet eylemleri ve şiddet tehditleri patlak verdi. Ramazan'da açık kaldıkları için aldıkları tehdit mektupları kafeterya ve pastaneleri kapanmaya zorladı. Bir grup militan, Amerikan turistlerin İsrail milli marşını söylemelerinden sonra Club Mediterranee isimli tatil köyüne saldırdı.

PSD'nin günlük gazetesi L'Action, "şiddet eylemlerini, fanatizmi, yobazlığı' ve ülkenin seçkin görüntüsünü lekelemek için dini kullanan marjinalleri" vurgulayarak İslami hareketi toptan itham etti. Etkili New York Times bir kaç ay sonra "fundamentalistlerin" laik reformcu Burgiba'yı tehdit ettiklerini öne sürecekti. "İslam dünyasında laikleşmenin bir lideri olmakla övünen Başkan, bu ülkeyi Arap köklerinden kopararak Batıya yönelttiği şeklindeki suçlamaların artan dozundan endişeliydi. Burgiba fundamentalistlerin Tunus'ta bağımsızlıktan bu yana süregelen politik istikrarı sarsmalarından endişe duyuyordu."42

Örgüt yazın meydana gelen şiddet olaylarına karışmamasına rağmen Ekim 1981'de 61 MTI üyesinin tutuklanması Burgiba'nın endişesinin ürünüydü. MTI liderleri illegal bir örgüte mensup olmak ve devletin itibarına gölge düşürmek suçlarından 2-10 yıl arası hapis cezasına çarptırıldılar. Yayınları durduruldu, camiler dikkatlice denetlendi ve geleneksel İslami giysi okul ve resmi dairelerde yasaklandı.

Fakat MTI liderlerinin tutuklanması hareketi bastırmadı. Toplantıların ve kültürel etkinliklerin düzenlendiği üniversite kampüslerinde yaşamaya devam etti. "Fakülte duvarlarında İslami sloganlar yaygınlaştı." Kampüslerdeki MTI retoriği politik özgürlük ve ekonomik eşitlik gibi birçok öğrencinin hoşuna giden genel istekler kılığına bürünmüştü. Kendi yayınının engellenmesine rağmen hareket hükümete ait olmayan yayınlarda çokça yer aldı.

Daha önce de değindiğimiz gibi, MTI Haziran 1984 Ekmek Ayaklanmaları sırasındaki gösterileri teşvikte önemli bir rol oynamıştı. Ayaklanmalardan sonra kendileriyle röportaj yapılan liderler "Eğer hükümet bizi yasaklamaya, bize zulmetmeye ve hapishanelerde işkence etmeye devam ederse, yapamayacağımız hiç bir şey yoktur. Susmayı reddediyoruz."43 diyorlardı.

1984 yılında İslami Yöneliş liderleri serbest bırakıldılar ve bu yılın sonlarına doğru başbakan Mzali ile görüşmeler düzenlendi. 3 yıl devamlı tutuklamalara ve 25 mahkemeye rağmen MTI'nin bastırılmadığını hükümet kabul etmiş görünüyordu. Bu şekilde düşünmelerine yol açan başka bir gelişme de aynı yıl düzenlenen gösterilerdi. Fakat İslami Yöneliş hala yasal olarak tanınmıyordu ve yayınları yasaktı.

Burgiba'nın ilerleyen hastalığının, baskı politikasına güç sağlama isteği ile birleşmesi İslami Yönelişi hedef alan uygulamaların devam etmesine neden oluyordu. Tabii ki, bu tür bir politika izlenmesinden rahatsız olan insanlar PSD'nin içinde de vardı ama bu ılımlıların, inatçı ve hasta başkanı ikna etmeleri çok zor görünüyordu.

Gittikçe artan baskı ortamında, İslami Yöneliş'e karşı gerçekleştirilen hareketlerde, yönetimin olumlu bir sonuç alması zaten beklenemezdi. Ayrıca Burgiba'nın varlığı da, bu eski sorunun çözümünde kuşkusuz en büyük engeldi.

1986'nın Temmuz ayında Burgiba aniden Başbakan Mzali'yi görevden aldı. Oysa bir kaç hafta önce kendisinden sonra Mzali'nin başkan olmasını istediğini açıklamıştı. Ardından resmi bir açıklama yapılmayan bu olay ya Başkan'ın kendi hesaplarının ya da saray içi çekişmelerin bir sonucuydu.

Fransa'da maliye eğitim görmüş olan yeni başbakan Raşid Sfar, ülke ekonomisini düzeltmek amacıyla göreve getirilmişti, İslam fundamentalizmine yönelik politikası, Başkan'ınkiyle uyuşmadığından 2 Ekim 1987de görevden alındı. Basına sızan resmi raporda, Raşid Sfar'ın parti içindeki bazı atamalarla ilgili olarak Başkanla anlaşmazlığa düştüğü ve bu yüzden görevden alındığı yazılıydı. Olayın ardından da Middle East International'da şöyle bir yorum yer aldı: "Bu açıklama atamaların eskiden beri sadece Burgiba tarafından yapıldığını göz ardı ediyor."44 Kuşkusuz Raşid Sfar'ın görevden alınışı, yönetimin İslami muhalefete yönelik artan baskılarının bir göstergesiydi. Raşid Sfar'ın yerine 1987'den beri İçişleri Bakanlığı görevini yürüten eski bir general getirildi: Zeyn el-Abidin Bin Ali, "Birçok gözlemciye göre Bin Ali'nin atanmasının sebebi, yönetim ile İslami muhalefet arasında devam eden çatışmaydı."45 Zeyn el-Abidin İçişleri Bakanı iken onun başkanlığında gerçekleştirilen operasyonlar bine yakın tutuklamayla sonuçlanmıştı. Kısmen de olsa, Müslüman öğrencilerin 86-87 eğitim yılında üniversitelerdeki eylemlerine misilleme olarak kabul edilebilecek bu baskılar baş örtüsü yasağı, okullarda, devlet dairelerinde ve fabrikalarda mescitlerin kapatılmasına kadar uzanan yasaklamaları da beraberinde getirmişti.

PSD, İslami yönelişin politik tabanını eritmeyi amaçlayan bir tavır almıştı. Eylül ayında aralarında Raşid el-Gannuşi'nin de bulunduğu 90 kişi, bombalama, devleti yıkmak için faaliyette bulunma ve bu faaliyetlerde İran'dan destek almak suçlarından mahkemeye çıkarıldılar. Çok şüpheli bu suçlamalar, diğer Müslüman gruplardan çok, doğrudan İslami Yöneliş'e yapılmıştı.

2 Ağustos'ta 12 kişinin yaralanmasına yol açan Sousse ve Monastır otellerinin bombalanması olaylarından sanık olarak yakalanan 6 kişi, mahkemede İslami Yöneliş üyesi olmadıklarını ısrarla belirtmiş, işkence altında bu gruptan olduklarını kabul ettiklerini söylemelerine rağmen, bu olaylar İslami Yöneliş'in üstüne yıkıldı. İran bağlantısı da ilk olarak Paris'de, İran destekli olduğundan şüphelenilen terör zanlısı yedi kişinin tutuklanması ile Mart ayında gündeme geldi. Hemen ardından Tunus, İran'la diplomatik ilişkilerini kesti ve gerekçe olarak da, İran'ın Tunus büyükelçiliğini yönetimi devirmeyi amaçlayan hareketler de üs olarak kullandığını ileri sürdü.

Tutuklu bulunan İslami Yöneliş üyeleri ve İran arasındaki bağlantının delilleri mahkemede açıklanırken Le Monde muhabiri şöyle söylüyordu: "Tahran'a bir kaç bilet, ödenmiş masraf listeleri, bazı broşürler, bir kaç video kaset, kısaca herhangi bir elçiliğin tanıtımında kullandığı olağan şeyler."46

Tutuklu bulunan doksan Müslümanın duruşması yalnız Tunuslular'ın değil bütün dünyanın dikkatlerini üzerine çekti ve korkulu bir bekleyiş başladı. Burgiba sanıkların öldürülmesini mi emredecekti? Müslümanların öldürülmesi, özellikle de Raşid el-Gannuşi'nin şehitliği mahkemeden çıkabilecek en tehlikeli karar olarak görülüyordu. Gannuşi'nin şehit edilmesinin İslami Yöneliş'i şiddet eylemlerine sevk edebileceği ihtimalini düşünen Ahmet Mestiri ve diğer muhalefet üyeleri böyle bir kararın çıkmasını engellemek için ülkede başlattıkları faaliyetlere ek olarak Avrupa devletlerinden ve Araplardan da yardım istediler. Bu çabalar Zeynel Abidin'in ikna edici çalışmaları ile birleşince potansiyel bir felaket önlenmiş oldu. Yedi sanık ölüm, Gannuşi ömür boyu ağır çalışma cezası aldı.

Cezaların açıklanmasının ardından, Lübnanlı örgüt İslami Cihad infazlarını gerçekleşmesi halinde, Tunus hükümet yetkililerini öldürmeye başlayacağını açıkladı. Bu tehdidin arkasındaki mesaj PSD için önemliydi. Çünkü artık atacağı adımlarda İslami Cihad'ın varlığını da hesaba katacaktı. Ayrıca son duruşmadaki gerginlikler gösterdi ki, sert baskılar İslami Yöneliş'i bastırmak için uygun bir yol değildir. İzledikleri politikalardan da açıkça gözlemlenebileceği gibi, Burgibist rejim, İslami Yöneliş'i önemli politik bir tehdit olarak görüyor. Gerçekten de, objektif olarak, İslami Yöneliş'i destekleyen kitle göz önüne alındığında, PSD'nin İslami muhalefetten gelen sesten korkması yersiz değil. Şu an PSD'nin bu rahatsız konumundan kurtulmasının tek yolu, İslami Yöneliş'in parti olarak çoğulcu sistemde yerini almasıdır. Fakat bilindiği gibi Tunus, çoğulcu demokratik sistemden oldukça uzaktadır ve yönetim meşruluk sorununu, otoriter yöntemlere başvurarak çözmüştür. Fakat bu duvarların yıkıldığını tarihte çok gördük ye şüphesiz Burgibist yönetim yükselen muhalefete sonuna kadar karşı koyamayacaktır.

İslami Yöneliş, politik sistemde parti olarak yerini alana kadar ya da politik isteklerini doğuran şartlar düzeltilene kadar PSD yönetimine yaptığı güçlü muhalefete devam edecektir. Ayrıca Başkan'ın emekliliği ve Tunus'ta olması muhtemel yeni politik gelişmeler de İslami Yöneliş'in gelecekteki politik çizgisinin oluşumunu etkileyecektir.

7 Kasım 1987'deki kansız darbe ile Kartaca Sarayı ordu tarafından kontrol altına alındıktan sonra radyoda konuşan Bin Ali, Başkan'ın ağırlaşan hastalığı dolayısıyla görevi devralmak zorunda kaldığını açıkladı. Zaten anayasada bulunan hüküm de başbakanın böyle bir yetkisi olduğunu destekliyordu. Eski başkan ise bakım ekibiyle birlikte Sfar Sarayı'na yerleştirildi.

Bilindiği gibi Bin Ali ve bakanların Başkanla görüşmeleri hep olumsuz sonuçlanıyordu. Son olarak da Başkan'ın fundamentalistlerden hiç olmazsa bir düzinesinin, Gannuşi de dahil, asılmasını istemesi, Bin Ali'nin hareketini kaçınılmaz hale getirdi. 16 Kasım tarihli New York Times'da insan hakları savunucusu bir yazar şöyle diyordu: "Eğer Burgiba'nın bu son kararı uygulanabilseydi, bir iç savaş çıkmasa mümkündü"47 Olay bu yönleri ile ele alındığından, Tunus muhalefeti dahil bir çok kişi Zeynel Abidin'in kansız darbesine sempati ile bakıyordu.

Önemli olan sorun, Tunus yönetimi deki değişikliklerin İslami Yöneliş'i nasıl etkileyeceğidir. Burgiba'nın Müslümanlara yönelik aşırı baskıcı politikasının beraberinde taşıdığı tehlikeleri gören Bin Ali, Eylül'deki duruşmalarda olsun, daha sonraki açıklamalarında olsun ılımlı bir politika izleyeceğini belirtmişti. Gelişmelerin nasıl olacağını kestirmek güç olsa da, umut verici işaretler görmek mümkün. Örneğin, yeni başbakan Hadi Bakkuş çalışmalarını çok partili sisteme geçilmesi ve politik reformlar yapılması yolunda yoğunlaştırdı. Ayrıca İslami Yöneliş'in parti olarak bu sistemde yer alabileceğini gösteren belirtiler de vardı. Paris'te bulunan İslami Yöneliş yetkilileri, Bin Ali yönetiminde gerçekleşen gelişmeleri olumlu ve tarihsel olarak tanımladılar.

Tunus'da politik denge, çoğulcu bir ortamda çeşitli grupların fikir birliği yapmaları ile sağlanabilir. İslami Yöneliş'in parti olarak bu yapıda yer alarak, Tunus'ta birçok Tunuslunun fikir birliği yapmasını sağlayabilir ve yapıcı bir rol üstlenebilir. Zaten yönetime yönelik tehditler ve en önemlisi iç çatışmayı önlemenin en kalıcı yolu budur.

Bin Ali'nin atanması Tunus'un yakın tarihinde ilk defa bir askerin sivil politikada rol almasına neden oldu. Ama bunun bazı sakıncaları da var. Eğer arkasındaki ordu desteğine dayanarak Bin Ali, parlamenter sistem kurulması çalışmalarını ertelerse, yani meşruluğunu ordu ile sağlarsa yönetim-İslami muhalefet çatışmasının ortadan kaldırılması imkansız hale gelir.

İslami Yöneliş'in politik geleceği hakkında tahminlerde bulunduğumuz bu yazıda, açıkça beliren bir şey varsa o da şudur: Tunus'un gelecekte politik hayatındaki gelişmeler ne olursa olsun, İslami Yöneliş varlığını sürdürecektir.

Çev.: Mehmet Demirhan

Third World Quarterly Nisan 1988

 

Dipnotlar:

1- Bu çalışma İslami Yöneliş Hareketi (MTI) üzerinde yoğunlaşmaktadır. MTI, İslami uyanış içinde ortaya çıkan siyasi hareketlerin en belirginidir.

2- Bu makalede kullanılan materyallerin çoğu Londra, Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulunda "İslami reform ve uyanış; Bağımsızlıktan Bu Yana Tunus" adlı mastır tezimden alınmıştır.

3- E. Hermassi, 'La Sociele lunisienne au miroir islamiste,' Maghreb-Machrek, Ocak / Şubat / Mart 1984, s. 1.

4- Hermassi, s. 40.

5- M. Tessler, "Political change and Islamic Revival in Tunisia, Maghreb Revietv (5) 1980, s. 11.

6- Hermassi, b. 42.

7- Burgiba'nın Sfax'da yaptığı konuşma, 5 Aralık 1957.

8- A. g. konuşma.

9- Burgiba'nın konuşması, 25 Haziran 1958.

10- C. H. Moore, Tunisia Since Independence, Berkeley: University of California Press, 1965, s. 59.

11- A. g. e.

12- A. Zghal, The reactivation of tradition in a post traditional Bociety Daadalus (102)  1973, s. 232.

13- L. Cari Brown, İslam'a role in North Africa,' yer aldığı kaynak: Man, State and Society in the Contemporary Maghreb, W. Zartman (der.), New York: Praeger, 1973, s. 112.

14- R. M. Speight Tunisia The Müslim World (56)  1966, s. 282.

15- A. Zghal, "Le retour du sacre et la nouvelle demandc ideologique des jcunes scolarises' Annuaire de l'Afrique du Nord, 1979, s. 58.

16- H. Simmons, 'Agricultural cooperatives and Tunisian development' Middle East Journal (25) 1971, s. 48-50.

17- A. Zghal, 'Le retour du sacre...' s. 60.

18- Hermassi, s. 42.

19- A. g. e.

20- A. g. e.

21- 1960'ların sonundaki Zeytuna uleması hakkında ayrıntılı bilgi olmaksızın, İslami reformizm konusundaki yaklaşımları üzerine yapılacak şey spekülasyondan öteye gitmez.

22- Zghal, The reactivation of tradition...' s. 60.

23- M. Tessler 'Political change and the Islamic revival in Tunisia', Maghreb Revieuj (5) 1980, s. 12.

24- Jeune Afrique (1402) 18 Kasım 1987, s. 28.

25- Hermassi, s. 48.

26- Jeune Afrique (1150) 19 Ocak 1983.

27- Hermassi, s. 50.

28- Washington Post, 6 Ekim 1981.

29- Le Maghreb (10) Haziren 1981.

30- Hermassi, s. 54.

31- S. Waltz The Islamist appeal in Tunisia', Middet East Journal 40 (4) Kış 1986, s. 659. (Türkçesi için bkz.: iktibas, (126-127) Haziren-Temmuz  1987.)

32- S. Waltz, s. 659.

33- Hermassi, aynı yerde,

34- Hermassi, s. 42.

35- Hermassi, a. 41-42.

36- Jeune Afrique (1201) 11 Ocak 1984.

37- Bkz.: Waltz'ın tezi, s. 659.

38- L. B. Ware The role of the Tunisian military in the poat-Bouiguiba era' Middle East Journal 39 (1) 1985, s. 27-47.

39- New York Times, 27 Eylül 1987.

40- Grand Maghreb (33-44) Ekim 1984.

41- A. g. e.

42- New York Times, 11 Kasım 1981.

43- New York Times, 9 Ocak 1984.

44- Middle East International (310) 10 Ekim 1987.

45- A. g. e.

46- Le Monde (Paris) 11 Eylül 1987.

47- New York Times, 9 Kasım 1987.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR