1. YAZARLAR

  2. Hugh Leach

  3. İslam'ın İki Vechesi

İslam'ın İki Vechesi

Eylül 1991A+A-

Hugh Leach, OBE [Officier of the British Empire] Meclis üyesi, 30 yıla yakın bir süre Orta Doğu'da asker ve diplomat olarak görev yaptı. Görevinin son dört yılını, günümüz İslam düşünce ve hareketindeki gelişmeleri incelemekle geçirdi.

İslamic Fundamentalism [İslami Fundamentalizm], Derleyen: R. M. Burrell, Londra, Royal Asiatic Society, 1989, 86 sayfa.

Mystical İslam: An introduction to Sufism [Tasavvufi İslam: Sufizm'e Giriş], Julian Baldick, Londra, I. B. Tauris and Co., 1989, 208 sayfa.

Dr. Burrell, 10 Mart 1988 tarihli SOAS seminerinde verilen konferansların yer aldığı ve Royal Asiatic Society tarafından yayınlanan kitabının giriş bölümünde şöyle diyor: "Fundamentalizm karmaşık ve farklı bir olgudur ve herhangi bir tezahürünü inceleyenler sorularına basit cevaplar bulmayı ümit etmemelidirler." Ne kadar doğru! Genel olarak bakıldığında, muhafazakar gösteriler geleneksel sofuluğu ve öğretileri tekrar öne çıkarmayı amaçlıyor. Radikal olanların ise, geleneği umursamadıkları, tek geçerli kriter olarak yalnız Kuran ve Sünnete başvurdukları ve bunu yaparken sık sık üçüncü dünyadaki bir çok özgürlük hareketinin savunduğu politik, sosyal ve ekonomik değişim teorilerini kullandıkları görülüyor.

RAS'ın yayınladığı kitapta, dört ayrı araştırmacının makaleleri ve bir bibliografya ver almakta. Birincisi, Dr. Burrell'in Orta Doğuda İslami Fundamentalizm –kökenleri ve oluşumlarına bir bakış- isimli uzun bir giriş yazısı. Kapsamlı bir yazı. Meşgul okuyucuar kitabı okumaktan belki burada vazgeçebilirler. Fundamentalizmin değişik ifade biçimlerinden oluşan yelpazenin tümü üzerinde hızlı bir tur atılıyor ve bunları oluşturan tarihi ve güncel baskılara değiniliyor. Özellikle, son yüzyılda İslami akımların nasıl geliştiğini sahneye koyan İslam dünyasının özetlenmiş bir tarihi oldukça faydalı. Terörizmi, bütünden ayrılması imkansız şekilde iç içe geçmiş göstermemek için, haklı olarak sona bırakıyor ve "bütünün diğer bölümlerinde, dinin, seküler politik amaçları olan şiddet hareketleri için pek ala bir örtü olarak kullanılabileceği "ne dikkat çekiyor.

"Fundamentalist" kelimesinin bilinçsizce kullanılmasının, değişik hareketler arasındaki önemli farklılıkların görülmemesine sebep olabileceğini vurgulayan Dr. Burrell, "îhyacı" kelimesinin, bazıları için, daha uygun ve doğru olacağını söylüyor. Çalışmanın hiçbir yerinde, artık batılı yazarların çoğunun ve kendilerini tanımlarken müslümanların kullandıkları "İslamcı (İslamist)" -yani İslami- kelimesi, ne garip ki, hiç anılmamış. Mükemmel olan bu giriş bölümünün oldukça ufak hatası, şu anda yaşamayan Mahmud Muhammed Taha'nın Cumhuriyetçi Kardeşler hareketini "modernist fundamentalist " akıma dahilmiş gibi göstermesi. Bu hareket, Peygamber'inkinden sonra gelen bir vahiyden bahsettiği için, Ahmedıye gibi, ancak heterodoks (sapkın) kamp içine yerleştirilebilir.

İkinci makale, Uygarlıkların Çarpışması; iktidar, Meşruiyet ve Mükemmellik'de, Prof. A. K. S. Lampton fundamentalizmin kendisinden çok "fundamentalist" (bu terimi kullanmakta yine tereddütlü) olarak adlandırılan modern akımları ortaya çıkaran şartları inceliyor. Fundamentalizmin, bütün dinlere uygulanabilen mükemmel, eksiksiz bir tanımını yaptıktan sonra Sünni ve Şii İslam'da ilahi kurallar kavramını açıklamaya başlıyor. Tüm dünyaca bilinen fundamentalizm olgusunda homojenliğin olmamasını, Allah kelamının bir insan tarafından yorumlanma ihtiyacı duymasına ve bu yorumcuların çok sayıda olmasına bağlıyor. "Her ne kadar, eleştirilerin temelini oluşturan ve istekleri belirleyen tek gerçeklik İslam'ın kendisi olmazsa da" müslümanların rahatsızlıklarını ifade için çıkan doğal sesin günümüzde de İslami bir olgu olarak kalmaya devam edeceğini söyleyen Bayan Lampton, Dr. Burrell'in yukarıda sözü edilen sonucunu tekrarlıyor.

Üçüncü makale olan Dr. M. Momen'in Onikici Şiizm'de İktidar ve Muhalefet, muhtemelen konuyla ilgili İngilizce yazılmış en iyi kitap olan yazarın Introduction to Shii İslam (Şii İslam'a Giriş) adlı çalışması kadar başarılı. Momen makalesinde, tarih boyunca Şiiler'in belirli siyasi teoriden yoksun sessiz ve sorun yaratmayan bir topluluk olduğunu belirtiyor ve Işnaaşari'nin (Onikiciler'in) diğer Şii mezhepleri arasında nasıl hakim duruma geldiğini anlatıyor. Safaviler'in aslında Sufi bir tarikat olduğunu, sonradan militarist hale geldiğini, ama yine de Safavi Şii Ulema'nın devleti desteklemeye eğilimli olduklarım veya devlet memuru olarak görev aldıklarını öğreniyoruz. Dr. Momen tarihi inceleyerek, İran'daki Ulema'nın, nasıl sadece 19. yüzyıl başlarındaki Rus-İran savaşları ve 1890 Tütün isyanı sırasında, siyasetle ilgilenmeye başladıklarını gösteriyor. Kaçar Uleması tarafından, Safaviler'de olduğu gibi, yazılan hiç bir siyasi tez olmamakla birlikte siyasi iktidarın Allah'ın ve Kayıp imam'in temsilcilerinin elinde olması gerektiği esası 19. yüzyılda oluşuyor. Ama yine de, Kaçarlı teorisyenler, yaklaşımlarında esnek davranıyorlar ve Şia tarihinde Humeyni'den önce mevcut laik iktidarın dini olan ile değiştirilmesini ileri süren hiç bir kişi görülmüyor.

Dr. Momen, Şia'da şehadet örneği olarak rol oynayan Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilişinin Önemine dikkat çekiyor. Sonra, İslam dünyasında fundamentalizmin gelişmesine neden olan, "Batıcılık" ve "Emperyalizm"e karşı bir tepki gibi gördüğü, günümüz faktörlerini açıklayarak ve Safevi Şiası'nın pasifliğinin ilk İmam'ın Alevi Şiası'ndan beklenen aktivizm olmadığını söyleyen Dr. Ali Şeriati'nin, avami konulan nasıl geliştirdiğini göstererek devam ediyor. Sonunda, Humeyni'nin Velayet-i Fakih kavramına geleneksel Şii Ulema'nın tarihsel siyasi pasifliğinden nasıl kurtulduğuna geliyoruz. Eğer dini idare ülke problemlerini çözmekte başarısız olursa, halkın sadece din adamlarını suçlamakla kalmayıp Allah'ı da suçlayabileceklerinden ve sekülarizme geri dönebileceklerinden korkan günümüz İran'ındaki bir çok geleneksel Ulema, bu çekingenliği hala taşımakta. Sünni dindaşları arasında var olan "gelenekçiler" ve "fundamentalistler" şeklindeki ayrılığın benzeri bugün Şia'da da mevcut.

Son makalede, Patrick Bannernan'ın, konusu Tunus İslami Yöneliş Hareketi (MTl-The Mouvement de la Tendance îslamique in Tunisia). Bu makaleye kitapta yer verilmesi iyi olmuş çünkü Bannerman'ın yaptığı, kendisinin de dediği gibi, "zıttını elde etmek için, simetriği olan farklı bir kalıba dökmek" olarak görülebilir. MTI liderleri ve efradının kendilerini ifade etme biçimleri, en azından sözlü olarak, çok sayıdaki diğer modern İslami hareketlerin yaptıklarına çok benziyor, örneğin, Sudan'da ( MTT'la bağları olan) Milliyetçi İslami Cephe (MIC -eski Müslüman Kardeşler); Malezya'da ABÎM ve Endonezya'da El Üsra; Tayland'tan Nijerya'ya kadar birçok yapısallaşmamış grup; Türkiye'de Necmettin Erbakan'ın Refah partisi ve Avrupa'daki şubesi "Milli Görüş" (AMGT); alt kıtadaki Cemaat-i İslami'nin bir türevi olan İngiltere'deki Genç Müslümanlar. Ben Körfez'de bile, ilerisi için MTI ve MIC'nin model olabileceğine inanan bazı genç Müslümanlarla görüştüm. MTI, periyodik yayınlar kanalıyla programını basması açısından tek olabilir, fakat bu başka bir şeydir; çünkü yazılı ve şifahi açıklamalar rahatlıkla farklılaşabilir. Ama yinede MTTın polemikleri ve ideolojisi, Mr. Bannerman'ın anlattığı gibi, yukarıda adı geçen hareketlerden farklı değil. Hepsi esasında "İslami temele dayanan siyasi bir hareket". İktidarı, (Müslüman Kardeşler'in kıdemli liderlerinin söylemeye devam ettiği gibi) kendileri için istemediklerini, tersine temel noktalan İslamileştirme gibi bir bakışla hükümette yer almak için istediklerini iddia ediyorlar. Hepsi Batıyı, özellikle, batı kültürünün alınmasını ve ekonomik emperyalizmi düşmanca bir şekilde, reddettiklerini belirtiyorlar ve yeryüzünde var olan gayri İslami rejimlere muhalefet ediyorlar. Çoğu, İslami terminoloji giydirilmiş standart sosyalist bir dil kullanıyor ve, tabii ki, şiddetten kaçındıklarını tekrarlamaktan oldukça mutluluk duyuyorlar.

Bu etkin hareketlerin üyeleri, belli bir aile grubu içinde ilk kez yüksek eğitim gören, çoğunlukla aşağı orta tabakadan kimseler. Gerçi yalnız bunlar olmamakla birlikte mühendislik, doktorluk, avukatlık ve benzeri meslek gruplarına yöneliyorlar. Gerçekten, kendi itiraflarında da sık sık belirttikleri gibi 20 yıl önce yaşasalardı Marksist olabilecek tipte insanlar. Bannerman'm MTI'ın bir bildirisinden aktardığı "herkesten emeğine göre, herkese ihtiyacına göre" sözü klasik Marksist söylemin ilginç bir varyantı. Bu hususta, MTTın lideri Şeyh Raşit Gannuşi'nin "zengin ve fakir arasındaki toplumsal çatışma bizim hayat anlayışımıza uymayan Marksist bir formüldü... Ama sonra İslam'ın da bu çatışma hakkında söyleyecek bir şeyi olduğunu ve mazlumları desteklediğini anladık" Şeklindeki iddiasını, veya idareci bir Müslüman Kardeşin "bazı Marksist kurallar, veya Maksizm, yeni analiz aletlerimizi oluşturabilirler, ama ideolojimiz kesinlikle İslami kalacaktır, buna rağmen bazı aykırılıklar duyulabilir" şeklindeki sözünü aktarması yerinde.

MTI ve benzer hareketlerin hepsi, gelenekçilerin yaklaşımı olan taklidi (ilk tefsirlere körü körüne uymayı) reddediyorlar ve yerine içtihadın (var olan kanunların bağımsız, ama yetkin yorumlanmasının) serbestçe uygulanmasını savunuyorlar. Bunlar, Dr. Burrell'in giriş yazısında bahsettiği "modernist" (belki de "ilerici" demek daha doğru) fundamentalistler. Mr. Bannerman'ın dediği gibi "bunlar çok defa geleneksel eğitim ve ilahiyat açısından cahil kişiler", Müslüman Kardeşler'in liderinin sözlerini yinelersek "Bugünkü İslami hareketlerin çok azı kelamla (ilahiyat) ilgileniyor. Fıkıh (hukuk) ve şeriatin (kanun) aktivizme meşruiyet kazandıran içtihat ile tekrar yorumlanması daha çok ilgilerini çekiyor."

Mr. Bannerman makalesinin sonunda MTI'ın Gannuşi gibi liderlerden daha muhalif ve sert gizli bir liderliğe de sahip olduğunu belirtiyor. (Bu liderlik için kod adın son hicri ve miladi asrı simgeleyen "15/21" olması ilginç.) MTI'ın görünen liderliğinin ve efradının ileride farklı düşüncelere sahip olabileceğine de dikkat çekiyor. Başka bir yerle olan benzerlikleri yine görüyoruz ve tabiî ki daha açık ve ılımlı liderliği amaçlarını gizlemek için kullanma ve böylece gerçek renklerini göstermeden önce hükümette yer kazanma ihtimalleri de var. Mr. Bannerman'ın ki, henüz basında yer almayan diğer hareketlerin düşüncelerini ve örgütlerini yansıtması açısından da oldukça önemli bir makale.

Bu dört mükemmel makaleye bütün olarak bakıldığında, ihmal edilen üç konuda zayıf kaldığı fark ediliyor. Her ne kadar Prof. Lampton'ın makalesinde adları geçiyorsa da Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza gibi yüzyılın değiştiği tarihlerdeki ıslahatçılar hakkında daha fazla şey söylenebilirdi. İslam dünyasında büyük bir etki bırakan öğretileri, Hasan el-Benna'nın Mısırlı Müslüman Kardeşlerinin de içinden çıktığı, îbni Teymiye'den Humeyni'ye kadar uzanan tekamül çizgisinin bir parçası olarak görülmelidir. Bugün bu ıslahatçılar Batılıların Truya Atı'ymış gibi şiddetle reddediliyorlarsa da, bu modern hareketler farkında olmadan onların düşüncelerinden bazılarını benimsiyorlar.

Makalelerin hiç birisinde yeni İslam'da kadının rolüne değinilmiyor. Bu önemli bir konu, tesettüre uygun giyinmiş kadın Batının zannettiği gibi değil, İslamcı kadın, eşit hak taleplerine meşruiyet kazandırmak ve geleneğin baskısından kendini kurtarmak için İslami kaynaklara, Kur'an ve Sünnet'e döndüğünü iddia ediyor. MTI'ın lideri Raşit Gannuşi'nin sözlerini aktarabiliriz. "Önceden Müslüman kadının özgürlüğünü kazanabilmesi için İslami geleneklere ve Ulema'nın bu konudaki sessizliğine isyan etmekten başka çıkar yolu yoktu. Ama bu, pratikte batılılaşmış kadın olması anlamına geliyordu. Şimdiyse bu özgürlüğü, İslami hareket ve Peygamberin gerçek İslam'ına dönüş ile İslam'ın kendisinde bulabiliyoruz. Artık Müslüman kadının ihtiyacı olan şey, kendisi ve fıtri doğası için, kendisini yenilemesine ve aynı zamanda yeni cihadda erkeğin arkadaşı olmasına yardımcı olacak bir serbestlik hareketidir." Son çeyrek yüzyılda bu hareketleri incelemiş olan hiç kimsenin, bu hareketlerde kadının oynadığı önemli rol hakkında en ufak bir şüphesi kalmaz.

Ve üçüncü olarak, çağdaş İslami hareketlerin bilime, teknolojiye ve ilerlemeye karşı tavırları net olarak ortaya konmamış. Gerçekten de, Prof. Lampton'ın makalesindeki bir söz yanlış bilgi veriyor. "Mevdudi muhtemelen, modernliği tümden mahkum eden ve İslam'la uyuşmayacağı sonucuna varan ilk Müslüman düşünürdür." Lampton'ın, modernliği (modern nesneler manasında) batıcılıkla karıştırdığı görülüyor. Radikal fundamentalistler batılı sistemlerin güçlü hilelerini şiddetle reddediyorlar ama makina düşmanı değiller, teknolojiden ve maddi ilerlemeden yanalar. Modernizmi "İslamlaştırmak" ve İslam dünyasının bir zamanlar üstün olduğunu iddia ettikleri bilim ve teknoloji sahasında Batı'yla boy ölçüşmek istiyorlar. Onlara göre bilimin ve ilerlemenin sırlan Kur'an'da bulunmakta. Necmettin Erbakan'ın söylediği gibi "Batı teknolojisinin kaynağı İslamdır; Batı kültürünün kaynağı ise İslam değildir. Eğer İslami kültürümüzü korusaydık, şimdi geri kalmış olmazdık. Tarihteki yerimizi tekrar kazanmak için, Batıyı yakalamak zorundayız."

Kitap, Dr. M. Burrell ve Dr. D. 0. Morgan tarafından hazırlanmış "Daha Fazla Bilgi Edinebilmek İçin Kılavuz" adlı bölümle son buluyor. Tek eleştirim, malzemelerin konuya yeni olanlar için ağır ve bunaltıcı olabileceği. Bir yıldız koyalım, temel kitapların okunmuş olması faydalı olacaktır. Topluluk Başkanı Sir Cyril Philips, RAS yayım kitaptaki önsözünde, bunun yıllık konferanslar serisinin birincisi olduğunu söylüyor. Eğer ilerideki yayınlar da bunun gibi çok iyi kalitede olursa, aynı oranda da ne kadar kıymetli olduklarını ispatlayacaklardır.

Dr. Julian Baldick batılı kafaların anlamakta zorluk çekeceği bir konuyu, Sufizm'i seçmiş. Sufîzm'in sik sık İslami mistisizm olarak tercüme edilmesi problem yaratmakta. En iyisi işe hukukçular (fukaha) ve Sufilere yelpazenin iki karşıt ucu olarak bakmakla başlamak, İslamın dünyevi unsurlarını fukaha, ruhani olanlarınıysa Sufiler temsil etmekte. Sufiler, ya da kullanılmasını tercih ettikleri adlarıyla, tasavvuf ehli Allah'la, ortodoks (veya kurumlaşmış) Ulema'nın can sıkıcı öğretileri ile sağlanabilecekten çok daha yakın ilişki kurabilme yolları arıyorlar. Allah'ın, kadir-i mutlak olmasından çok erişilebilirliğiyle ilgileniyorlar. Sufizme itibar kazandıran onbirinci yüzyılın büyük İslam İlahiyatçısı Muhammed Gazali, bağlıları ve fıkıhçılar arasındaki uçurumu birleştirmeye çalışmıştı. Buna rağmen Ortodokslar ve Sufiler ayrı yollarda ilerlemeye devam ettiler.

Bugünkü İslamcılar'ın veya fundamentalistlerin, bir paradoksu da Sufizm'e ilk ıslahatçı ve fundamentalist hareketlerin göstermediği hoşgörüyü göstermeleridir. Gerçekten de Müslüman Kardeşler geleneğinde yer alan hareketlerin bazı liderleri tasavvufu uygulamakta. Tarikat kökenli gizli örgütlü yapılar olan "Kardeşlik'lerin de, İslami hareketlerin çoğunda görüldüğünü unutmayalım. Ama Sünni İslamcılar, bu tarz Sufizme ancak aşırı sapmalardan uzak durduğu sürece hoşgörüyle bakıyorlar. Geleneksel olarak Şiiler, yeni filizlenen etkilere rağmen, düşünsel gelişimlerinin bir parçası olan (Örneğin imamlar, Peygamber ve Allah arasındaki ruhani ilişkiler kavramı) Sufizm'e mahkumlar. Humeyni bile tasavvufî bir kavram olan irfan'a (düşünsel eylemden ziyade ruhani bir eğitimle elde edilen marifet veya batini bilgi) yönelinmesini söylemişti.

Tarihsel olarak Sufizm, İslami hareketlerin bastırılmasının bir sonucu (Sovyetler ve Yugoslavya'da görüldüğü gibi) veya yerel İslami uygulamaların, Devlet tarafından uygun görülenle çatıştığı yerlerde filizlenmiştir. Bu, Vahhabiliğin baskısını üzerlerinde hisseden Suudi Arabistan'ın Hicaz bölgesindeki toplum kesimleri arasında, Necd kökenli, yükselen Sufizm hareketinin sebebini de açıklamakta. 12. ve 13. yüzyıllarda, Abbasi Hanedanlığını büyük ölçüde tahrip eden, iktidarın ve fukahanın etkisinin azalmana sebep olan Moğol akınlarından sonra Sufizm taraftarları yenilendi. Gerçeği ve bir yol göstericiyi arayan halk, Sufizm'e yöneldi, İslam'ın bu biçimine yeni bir canlılık kazandırdı. Akımların, özellikle gençlerin içinde yer aldığı akımların, kendini beğenmiş, ger ukala değilse bile devletin uşağı olarak görünen Sünni Ulema'nın rolünü reddettiği bugünle bir benzerlik kurulabilir. Bu, geleneksel eğitimden ve ruhani bir liderlikten uzaklaşılmasına sebep olmakta ve geriye, en yakın alternatif olarak (genellikle politik ve toplumsal dertler yaratan) İslami hareketlerin, kendi kendini lider ilan eden liderleri ve Sufi tarikatların liderleri kalmakta. Gerçekte, yukarıda da gözlemlediğimiz gibi her ikisi de aynı oranda yetersiz ilahiyatçılar ama bu durum, onları rahatsız ediyormuş gibi gözükmüyor. Sufizm aynı zamanda, fundamentalist olarak adlandırılan Malezya'daki Daru'l-Erkam ve Hindistan kökenli, görünüşte siyasi yanı olmayan Cemaat-i Tebliğ (hızla büyüyen Sünni hareketlerden birisi) gibi bazılarına ruhani bir yan da kazandırıyor.

Sufizm gözardı etmememiz gereken bir konu ve Dr. Baldick'in kitabı kolay sindirilebilecek kaynak kıtlığı olan bu konu için yeni bir kazanım. Bu kitap, her ne kadar ismi "İslami Mistizm: Sufizm'e Bir Giriş" ise de, Sufizm'in nasıl geliştiğine ve "Yoldaki Duraklar"ın detaylarından çok temel noktalara değinen, tarihin bir muhasebesinden oluşmakta.

Giriş yazısında Dr. Baldick, Müslüman ülkelerdeki günümüz araştırmacılardan ziyade ağırlıklı olarak batılı araştırmalara bağlı kalmış gibi göründüğünü kabul ediyorsa da, müslümanları da ihmal etmediğini iddia ediyor. Tabii ki kaynak gösterdiği otoritelerin çoğu batılı ve giriş bölümünde, Müslümanların kendi tarihsel geleneğine karşı pek sempatik görünmüyor. Patricia Crone ve Michael Cook'un "Hagarizm (Cadalozluk)" başlıklı çalışmaları gibi, bu da Müslümanlar tarafından "oryantalizm" diye reddedilecektir.

Dr. Baldick bazı etkileyici yeni teoriler sunuyor. Sufizm'in en ünlü şehidi Hallac'm, 922 yılında sadece er el-hak (gerçeği gördüm) dediği halde, dolaylı olarak en el-hak (gerçek benim, yani ben Allah'ım) dediği iddiasıyla Bağdat'ta idam edildiğini öğreniyoruz. Pahalı bir telaffuz hatası! Gazali kardeşinden bahsederken, Sufiler'in Muhammed'e genellikle itibar etmedikleri ve onu ustalar listesine almadıklarını söyleyen Baldick, Ahmed'e, kardeşi Muhammed'in ondan çok daha ünlü olmasına rağmen, daha fazla önem veriyor. Sufizm'in tarihsel motifleri arasında, belki de haklı olarak, en belirgin yeri alan îbn Arabi'ye ilişkin bazı güzel sayfaları da bulunmakta. Günümüz Fundamentalistlerine ışık tutan önder İbn Teymiye'nin Sufizm'in her türlüsünü mahkum ettiği şeklindeki intihayı da düzeltirken haklı. Bugünkü bazı fundamentalist liderler gibi o da, bir Sufi tarikatına bağlıydı, ama aynı zamanda türbelere ibadet gibi aşırılıkları da uygun görmezdi. 1328 yılında Şam'daki Sufi mezarlığındaki cenazesine 200,000'den fazla kişinin geldiğini de unutmayalım. Kitapta, Kardeşlik zincirinin (silsile) bölümlerini ve Şiizm-Sufizm'in sentezi konularını da aydınlatıyor, işinin ehli okuyucular için Modern Dünya'ya Doğru ve Sonuç adlı bölümler oldukça ilginç. Baldick'in dediği gibi Sufizm yaşamakla kalmıyor, birçok yerde de gelişiyor. Fas, Endonezya, Bengladeş veya Türkiye gibi ülkelere yapılacak bir seyahat bolca delil toplamak için yeterli. Ve hemen yanımızda, Güney Londra'da bulunan Peckham'da, kiliseden çevirme, Batı Avrupa'nın en büyük Nakşibendi camilerinden birisi bulunmakta.

Kitabın en talihsiz yanı, yazarının diğerlerinin düşüncelerine çamur atmak gibi akademik bir hastalığa tutulmuş olması. Louis Massignon, Clifford Geertz, Michael Gilsenan ve Alexandre Bennigsen gibi değişik araştırmacılar, bazen ince, bununla beraber açık kalem darbeleri alıyorlar. Ama çalışma net bir şekilde ortaya konmuş, hiç kimse büyük araştırmadan ve toplanması için harcanan emekten şüphe edemez.

Çev.: Emrah Eryılmaz

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR