1. YAZARLAR

  2. Hüsnü Yazgan

  3. İslami kişiliğimizi korumak, akidemizin gereğidir

İslami kişiliğimizi korumak, akidemizin gereğidir

Ocak 1995A+A-

Dergimiz adına geçmiş olsun dileğimizi ve özellikle de işkenceciler karşısında onurlu tavrınızdan dolayı tebriklerimizi sunarak söze başlamak istiyoruz. 25 Kasım 1995 Cumartesi günü son derece sansasyonel bir tarzda başlatılan fakat oldukça "mütevazi" bir biçimde sonuçlanan bir İslami Hareket operasyonu sonucunda tutuklandınız. Önce gözaltına alınma -polisin ifadesiyle 'yakalanma'- olayının nasıl gerçekleştiğini anlatabilir misiniz?

25 Kasım Cumartesi günü akşamı saat 19.00 civarında Merter'de bulunan bir hemşehrimin evine uğradım. Kapı açıldığında ellerinde bana doğrultulmuş silah bulunan 6, 7 civarında sivil şahısla karşılaştım. Ani hareketlerle kolumdan tutarak beni içeri aldılar. Avukatlık kimliğimi gösterdim. Kendi aralarında "Sabahleyin telsiz anonslarında ismi geçen budur" diye konuşmaya başladılar. Telefon açtılar, yeni bir ekip eve geldi. Ellerimi kelepçelediler. Ben, evde "yakalanma tutanağı" düzenlemelerini, aksi takdirde daha sonra düzenlenecek bir tutanağı imzalamayacağımı söyledim. Bunun üzerine "Üzerimde herhangi bir suç unsuru bulunmadığına dair yakalama tutanağı" düzenlediler. Ellerim kelepçeli şekilde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürdüler. Benim daha sonra öğrendiğim ve hakkımda basında çıkan "Bir gün sonra Ümraniye'deki veya Bahçelievler'deki kullanılmayan bir eve kimlik ve kılık kıyafet değiştirmek için girdiğim"e dair haberler bütünüyle infaza basın tarafından ortaya atılan yalanlardır.

Gözaltına alınmanızdan önce "kilit adam" olarak arandığınızı basından öğrendiniz mi? Bu senaryoyu duyduğunuzda neler hissettiniz? Bir yargısız infazın hedeflendiği düşüncesi aklınıza geldi mi?

Arandığımı basından öğrenmedim. Belirttiğim gibi operasyonun yapıldığı günün akşamı saat 19.00 civarında polis tarafından gözlem altına alındım. Ancak yakalandığım andaki polislerin konuşmasından, gözlem altında işkencecilerin sözlerinden ve daha sonra öğrendiğime göre basında, "bir çok cinayetin emrini veren kilit adam" olduğum ve çatışma olarak kamuoyuna sunulan, aslında bir yargısız infaz olan operasyonun hemen ardından polis telsizlerinden "Avukat Hüsnü Yazgan çatışmadan kaçtı" şeklinde anons yapıldığını öğrendim.

Türkiye'de devlet terörü vardır. İnsanlar kaçırılıyor, işkenceye uğruyor, öldürülüyor. Bizzat devletin memuru, tehditler savuruyor. Bir köşede kıstırıp öldüreceklerini söylüyorlar. "Burayı terket" diyerek illegal yöntemlerle sürgün etme çabası içine giriyorlar. Yargısız infaz uygulamalarını ise -maalesef- kamuoyu bile kanıksamış durumda. Bu nedenle her şeyi yapabilirler. Ama biz müslümanlar, Allah'tan geldik ve O'na dönücüleriz. O'nun için çabaları boşuna çıkacaktır.

Kamuoyu, gözaltında nasıl bir muameleye tabi tutulduğunuzu gerek polis tarafından basına zaman zaman yapılan "konuşmuyor", "ifade vermeyi reddediyor" açıklamalarından, gerekse de basının önüne çıkartıldığınız sıradaki halinizden gayet açık bir biçimde anlamıştır. Yine de gözaltı süresinde yaşadıklarınızı sizin ağzınızdan dinlemekte yarar var.

Gözlem altında yaşadıklarımı veya yaşadıklarımızı kısmen tahmin edersiniz. Şube'de ilk bir saat içinde genel İslami konular ve düşünceler hakkında konuştuk. Daha sonra suçlamalar faslına geçildi. Belli konularda suçlamaları kabul etmemi ve müslümanlar hakkında bilgi vermemi istediler. Ben suçlamaları kabul etmedim. Ayrıca müslümanları ihbar edecek kadar onursuz olmadığımı belirttim.

Daha sonra işkence odasına götürdüler. Elbiselerimi çıkarmamı istediler. Ben çıkarmayınca kendileri beni çırılçıplak soydular. Bu arada bana alaycı bir ifadeyle Avrupa İnsan Hakları'ndan "poşet sistemi" aldıklarını, üç yıl önceki gözlem altına alındığım sırada gördüğümüz işkencelere atıf yaparak, kendilerini çok geliştirdiklerini, yeni işkence teknikleri geliştirdiklerini söylüyorlardı. Yenilik olması açısından "poşet sistemi"ni izah edeyim.

Poşet sistemi adını verdikleri işkenceyi şu şekilde uyguladılar: Üzerimdeki bütün elbiseleri çıkarıp tazyikli soğuk suyu tuttular, daha sonra yere diz çöktürerek kafama bir poşet geçirdiler ve nefes alamayacak şekilde bağladılar. Üstten poşeti delip suyla dolduruyorlardı. Poşet su ile dolduğu ve hava alma imkanı olmadığı için, solunumla birlikte ağız ve burundan su yutmaya başlıyordum. Su yutup nefes alamaz bir hale gelince, yani yarı boğulma anında poşeti açıyorlardı. Bu sistem iz bırakmadığı için insan haklarına (!) uygun idi ve bu nedenle sık sık tekrarlıyorlardı.

Diğer maharetleri ise, kamuoyunca bilinen, klasik uygulamalar olan filistin askısı, düz askı, falaka, tazyikli su, kaba dayak, jopla dövme, elektrik şoku, vücudun hassas bölgelerini sıkma, saçlardan tutup yerde sürükleme, duvara çarpma, hakaret, küfür ve sövgüler dizisinden oluşuyordu. Bu işkence teknikleri ve yapılanları detaylandırma gereği duymuyorum.

Bu yöntemleri genellikle elbisesiz olarak ve tekrar tekrar uyguladılar. Özellikle askı esnasında ayaklardan ve belden aşağı çekme uygulamaları daha önce geçirdiğim bel fıtığının azmasına neden oldu.

Yine sürekli başvurdukları işkence çeşitlerinden biri de psikolojik işkence diyebileceğimiz ve insanı psikolojik olarak zor durumda bırakmayı, zayıflatmayı ve giderek çözmeyi hedefleyen taktik uygulamalar idi. Bu amaçla bir yandan sürekli küfür, hakaret, aşağılamalar sürdürülürken, bir taraftan da İslami kişiliğimizi hedef alan ve hırsızlık, gasp gibi bizimle hiç bir ilgisi olmayan bir takım iftiralarla devamlı surette karalanmaya çalışılıyorduk.

Zulüm ve baskının, işkencenin her türlüsünün uygulandığı gözlem altı süresince bir müslüman olarak zilleti kabul etmedim ve onurumu korudum. İşkencelere karşı vücudun takviyesi için teklif edilen yiyecekleri kabul etmedim, açlık grevini kesintisiz sürdürdüm. Sekizinci günün sonunda işkencehaneden alıp hücreye çıkardılar.

Benim ifadem imiş gibi tanzim edecekleri "İfade Tutanağı"nı imzalamayacağımı söyledim. Kendilerinin tanzim edecekleri ifadeyi imzalamayacağımı anlayınca "İfade Tespit Tutanağı" diye hiç bir hukuki vasfı olmayan bir tutanak tanzim etmişler. Bu da hukuk devleti (!) olmanın ayrı bir garipliği...

Şehid Seyyid Kutub'un, işkencede müslümanın tavrının nasıl olması gerektiği konusunda anlamlı bir sözü var: "Esir alınan müslümana, gerisinde bıraktığı İslam ordusunun yerini göstermek, müslümanların savaş taktikleri ve sırlarını açıklamak hiçbir surette yakışmaz". Gözaltına alınanlardan Göksel Bila kimlikli müslümanın tavrı bu anlamda oldukça etkileyiciydi. İşkenceci şeflerini, acziyetlerini ilan etmeye mecbur bırakan bu tavır nasıl mümkün oldu ve amaçlanan neydi?

Kafirlere ve münafıklara itaat etmemek, onların eziyetlerine aldırmadan Allah'a dayanmak ve vekil olarak yalnız Allah'ı kabul etmek (33/48), müminler için bağlayıcı ve vazgeçilmezdir. İman edenler, Allah'a ve Rasulü'ne ihanet edemezler, bile bile emanetlerine de ihanet edemezler (8/26). Yine sayıca az ve yeryüzünde zayıf bırakılmış olmak, İslam düşmanlarının onları kapıp-yakalayıvermelerinden korkmak da bir mazeret olamaz. Zira Allah, barındıran ve yardımıyla destekleyendir (8/26).

İşkenceciler sadece bizim vücudumuza işkence yapmakla kalmadılar. Eş, mal ve evlatlarımızla da tehdit ettiler (8/28). Ancak şunu bilmeliler ki Allah, mallarımızı ve canlarımızı -cennet karşılığında- satın almıştır. Bunlar üzerinde tasarruf etme hakkımız da kalmamıştır. Malımız ve canımız pahasına O'nun belirlediği dosdoğru yolda yürüyeceğiz.

İşkenceciler, vücudumuzu teslim aldılar, her türlü zulüm ve baskıları uyguladılar. Ama irademiz, azmimiz ve onurlu direnişimiz karşısında acizlik içine düştüler. Direnişin en önemli beslenme kaynağı, inançta mutmainliğe (89/27) ulaşmaktır. Tatmin olmamış kalpte başlayan vesvese, zaafiyet doğurur. Zaafiyetler de teslimiyete götürür. Yeryüzünde adaleti tesisle görevli müslümanların onurlu mücadelesini sekteye uğratmakla görevli egemen gücün maaşlı işkencecileri karşısında İslami kişiliğimizi korumak, onurlu davranmak, irademizi onlara teslim etmemek akidemizin gereğidir.

İşte bu bilinçle hareket ederek, Allah'ın yardımı ile yeryüzünde fesat çıkaranlar acziyet içine girerler. Basiretleri kapanır. Acizliklerini, borazanlıklarını yapan televizyon kanalları ile kamuoyuna ilan ederler. Hem de işkence sonrası çekilmiş fotoğrafları göstererek...

Gözaltına atman diğer şahısların tümü aynı gün içinde mi alınmışlardı ve neyle suçlanıyorlardı?

Gözlem altına alınan şahısların hemen hepsi operasyonun birinci günü alındı. Bunların ekseriyeti değişik semtlerde oturan öğrenci, esnaf ve işçiler. Bu insanların Üsküdar'daki yargısız infaz olayı ile ne alakası vardı? Hepsi aynı gün alındığına göre bu evler ve işyerleri daha önce polis tarafından biliniyordu. Suçları varsa neden daha önce alınmadılar da bu olayla birlikte alındılar? Müslüman olmaktan başka hangi suçtan dolayı bu zulme uğradılar?

Basının yargısız infaza çanak tutarcasına yaptığı yayınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Emniyet Müdürlüğü'nde bir gelenek haline dönüşen ve işkence sonrası henüz mahkemeye çıkarılmadan basın yoluyla yapılan teşhir de yargısız infazın bir başka şeklidir. Ondördüncü gün basın toplantısı yapıldı ve 25 kişi (daha önce serbest bırakılanlar hariç) teşhir edildik. Akabinde 20 kişi salıverildi. Basın yolu ile yapılan bu teşhir, mer'i hukuka göre suçtur. Ancak bu suçları işleyenler devletin koruması altına alınmıştır.

Çıkar bağlantısı nedeniyle işkencecilerin borazanlığını yapan gazete ve televizyon kanallarının sansasyonel haberleri ancak 15 günlük gözlem altı süresince devam eder. 15 günün sonunda efendilerinin vermiş olduğu görevi yerine getirmenin hazzı ile köşelerine çekilip sükut ederler.

Bu operasyon daha önce yargılanmakta olduğunuz davanın görülmesinden iki gün öncesine rastladı. O davadaki gelişmelerle operasyonun zamanlaması arasında bir bağlantı kurulabilir mi?

1993 yılında avukat olarak müdahale ettiğim bir olaydan dolayı gözlem altına alındım. Yaklaşık olarak üç yıllık yargılamamın sürdüğü dava karar aşamasına geldi. 25 Aralık Cumartesi günü ben gözlem altına alındım. 27 Aralık Pazartesi günü esas hakkında savunma yapılacaktı. Bu davada, dosya kapsamında hukuken bana ceza verilmesi mümkün değildir. Beraat edeceğimi anlayınca, sansasyonel bir şekilde operasyonu saptırdılar. Gözlem altında benim halen sürmekte olan davadan ceza alacağımı söylediler. Kendilerini bütün kurumların üstünde görüp, "Bodrum Hukuku'nu mahkemelere taşıma gayreti içine giriyorlar. Ama bu sefer de emellerine ulaşamadılar.

Gerek operasyon süreci ve gerekse yargılanma aşamalarında müslümanların duyarlılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Müslümanların, şahsımızda İslam'a ve İslami değerlere yönelik baskı ve zulümler karşısında İslami sorumlulukları gereği duyarlılık göstermeleri sevindiricidir. Bu vesile ile kendilerinden Allah razı olsun. Sırat-ı müstakim'de cesaretle sebat eden ve İslam'ı hayatın tümünde yegane belirleyici olarak kabul eden müslümanlara selam olsun.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR