İslami Kimliğimiz ve Taleplerimizle Gündeme Müdahil Olmak
14 ve 28 Mayıs tarihlerinde yapılan Meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri neticesinde AK Parti iktidarı halktan beşinci kez 5 yıllık bir vize daha aldı. Sadece Türkiye siyaseti tarihinde değil, dünya ölçeğinde de büyük bir başarı olarak görülmesi gereken bu sonucun genel manada İslami camiayı rahatlattığı açık. Hatta yoğun bir gerilime yol açan seçimlerin bu şekilde sonuçlanmasının dünya çapında İslami hassasiyet sahibi çevreler, kitleler açısından da büyük memnuniyetle karşılandığı biliniyor.
Hiç kuşkusuz Türkiye ‘helalleşme’ söylemlerine, ‘değiştik’ beyanlarına, ‘muhafazakâr partilerle ortaklık’ görüntüsüne rağmen Kemalist kadroların yeniden iktidara taşınması riski ile karşı karşıyaydı. Her ne kadar sahnede yer alan aktörler daha kuşatıcı mesajlar verme çabası içinde olsalar da muhalefet tabanına yayılan öfkeli ve intikamcı tutum az çok neyle karşılaşılabileceğinin işaretleriyle doluydu. Kemalist muhalefetin, zayıf halka olarak gördüğü muhacirler politikasından başlayarak Cumhuriyet Türkiye’sini asli ekseni olarak kabul ettiği Batıcı, laik, Türkçü çizgiden uzaklaştırmaya yönelik yapılan edilenlerin tümünü tersyüz etme kararlılığı İslami kazanımlarımız açısından ciddi bir tehdit teşkil etmekteydi.
Seçim sürecinde ister Erdoğan’a destek versin ister vermesin İslami hassasiyet taşıyan herkes bu gerçeğin farkındaydı. Bugüne dek AK Parti iktidarına hep mesafeli durmuş, hatta pek çok icraatını kıyasıya eleştirmiş kimi çevreler de dâhil olmak üzere, gelinen noktada bıçak sırtı bir durumla karşı karşıya olunduğunu gözlemleyen kesimler arasında kazanımların kaybedilmesi riskinden ötürü endişeli bir bekleyiş mevcuttu. Bu arka plan göz önünde bulundurulduğunda şimdilik tehlikenin savuşturulduğunu söylemek yanlış olmaz.
Netice itibariyle muhalefetin temsil ettiği ırkçı, ümmet kimliğine düşman zihniyet kaybetmiş, seçimlerle AK Parti iktidarının ömrü 5 yıl daha uzamıştır. Ne var ki bu durum hadiselerin bundan sonra otomatik biçimde lehimize gelişeceği anlamına gelmemektedir. Bilakis kapsamlı sorunlar, açmazlar ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek durumundayız. Gelinen yer itibariyle yeni bir dönem başlamıştır ama yeni dönemin daha da ağırlaşan sorumluluklar getirdiği de açıktır.
Ortaya Konan Fedakârlık ve Çabalar Görmezden Gelinemez!
Öncelikle İslami camianın varlığıyla, kimliğiyle ve etkinliğiyle ilgili çok ciddi sorunlar mevcuttur. Pek çok alanda yaygın faaliyetler yürütülmekte; gerek ülke içinde gerek dünya çapında Türkiyeli İslami kuruluşlar çok yoğun çabalar sarf etmektedirler. Deprem hadisesinin de ortaya koyduğu üzere İslami kimlikli dernekler, vakıflar, cemaatler büyük bir fedakârlıkla ve en etkin biçimde sahada varlık göstermiş, ilk andan itibaren insanlara ulaşmış ve yaraları sarmışlardır. Yani bazılarının zannettiği ya da iddia ettiği gibi İslami kuruluşların son yıllarda sorumluluk alanlarını iktidara devredip kenara çekildikleri tezi doğru değildir.
Aynı yoğunluğu, etkinliği örneğin Kurban Bayramı dolayısıyla ortaya konan çabalarda da görmek mümkündür. Türkiyeli İslami kuruluşlar dünyanın dört bir yanında kardeşlik bilincini ve dayanışma sorumluluğunu yeşertecek çabalar içine girmiş, ümmet coğrafyasının büyük bir bölümüne yardım elini uzatmıştır. Yardım çabalarının sadece bir infak faaliyeti olmayıp yakınlaşma ve kardeşlik bağlarını güçlendirme boyutu da taşıdığı görmezden gelinmemelidir.
Peki, Aynı Oranda Etkin Olabiliyor muyuz?
Şüphesiz bu çabalar, bu koşturma ve etkinlik ciddi bir varlık görüntüsü olup kimilerinin iddia ettiği gibi Türkiye’de İslami camianın AK Parti iktidarıyla birlikte toplumsal alanları terk edip kabuğuna çekilmediğini ispatlamaktadır. Ne var ki İslami yapıların varlıklarını ve etkinliklerini sorumlulukları dâhilinde olması gereken her alana taşıyabildiklerini, güçlerini ve enerjilerini verimli ve etkin biçimde kullanabildiklerini söylemek ise mümkün gözükmemektedir.
Yazık ki çok daha etkili ve belirleyici olmaları gereken pek çok alanda İslami çevreler varlıklarını güçlü, örgütlü ve sonuç alıcı bir biçimde hissettirmekten uzaktırlar. Hatta talep etme noktasında dahi ciddi zaaflar söz konusudur. Çok genel manada kamuoyuna ilan edilmiş eğilimler haricinde İslami camianın ne eleştirileri, uyarıları ne de talepleri hususunda ne iktidar kadroları ne de toplum bilgi sahibidir.
İktidar İcraatını Kim Yönlendiriyor?
Gelinen aşamada iktidar, seçimleri kazanmış olmakla birlikte, muhalefetin etki ve yönlendirmelerine daha açık bir pozisyondadır. Hayâsızca tırmandırılan muhacir karşıtı, ırkçı yaklaşım tarzı başta olmak üzere pek çok alanda bu durumu net biçimde görmek mümkündür. Bizler bir taraftan muhalefet cephesinin yükselttiği ırkçı-faşizan söylemin yenilmiş olmasından ötürü sevinirken, öte yandan aynı zihniyetin tezlerinin kısmi rötuşlarla iktidar politikalarına bir biçimde yansıdığını görmenin sıkıntısını yaşamaktayız.
Açıkçası iktidar kadroları her ne kadar muhalefetin temsil ettiği ırkçı söylemleri bir zihniyet tarzı olarak reddetseler de uygulamada bu anlayışa prim vermekte ve popülist saiklerle sergiledikleri birtakım icraatlarda insan onuruna yakışmayan, ensar olma bilincini yansıtmayan görüntüler sunmaktadırlar.
Aynı tutumu eğitimden gençlik politikalarına, yargı tartışmalarından bürokrasiye kadar değişik alanlarda da görmek mümkündür. Tüm bu alanlarda iktidar kadroları karşılarında konumlanan Türkçü-Kemalist zihniyetle ayrışan değil, bir biçimde bu yaklaşım tarzına cevap yetiştiren, onu bir biçimde ikna etmeye çalışan bir eğilim sergilemekte, farklı toplumsal talepler ise hiçbir biçimde gündeme gelmemektedir. Bu mantıktan hareket edildiğinde ise Esed rejimi ile ilişkileri geliştirmekten Atatürk’ün mirasına sahip çıkmaya, Türklük yüceltmesinden devlet kutsamasına kadar pek çok alanda güya kendisiyle mücadele edilen zihniyetle ortaklaşma, aynileşme görüntüleri ortaya çıkmaktadır.
Biz Nerede Duruyoruz?
Tam bu noktada İslami camianın bağımsız kimliğiyle, kararlı duruşuyla ve talepleriyle varlığını hissettirmesi, iktidarı yönlendirme, en azından gücü yettiğince etkileme çabası içerisinde olması bir zorunluluktur. “Nasılsa benzeri duyarlılıklara sahipler, iktidar kadroları vakti geldiğinde gereğini yaparlar.” mantığı haklı ve geçerli bir mantık değildir. Bu yaklaşım tarzının bugüne dek birçok noktada derin hayal kırıklıklarına yol açtığı görülmüştür.
Unutulmasın ki iktidar icraatı sadece iktidarın kendi programı doğrultusunda değil, aynı zamanda farklı toplumsal çevrelerin baskıları ve talepleriyle de şekillenmektedir. İslami camianın boş bıraktığı ya da yeterince dolduramadığı her alan bir biçimde doldurulmakta ve farklı kimlik ve anlayışların tahakkümünü, en azından tesirini yansıtmaktadır.
Önümüzde yeni ve geçmiş tecrübelerle kıyaslandığında daha kısa ve de zor bir süreç var. Zaman lehimize işlemiyor. Eğer aktif biçimde müdahil olunmazsa şu anda sahip olduğumuz avantajları da kaybetme ve mevcut halden daha olumsuz durumlarla karşılaşma riskimiz yüksek. Buna karşın taleplerimizi güçlü ve ciddi bir tarzda ortaya koyduğumuzda ise muhatap bulma imkânımız fazla. Bu olgu bizi daha etkin, daha yoğun ve kararlı olmaya itmeli. Eğitimden yargıya çeşitli alanlara ve genel ahlaki yozlaşmadan yükselen ırkçılığa kadar bir dizi soruna dönük olarak eleştirilerimiz, önerilerimiz ve taleplerimizle sesimizi yükseltmeliyiz.
Nerede İtirazlarımız?
20 yıllık AK Parti iktidarının eğitim ve gençlik politikaları bir bütün olarak ele alındığında elde edilen pek çok artı toplam kaybı telafi etmeye yetmiyor. Halen eğitim kurumları genel manada Kemalist ve hedonist bir gençlik yetiştiriyor. Tamam, İHL’ler ülke çapında yaygınlaşıyor ve destek görüyor; okullarda manevi gelişimi sağlayacak derslere yer veriliyor; eğitim kadrosuna her yıl çok sayıda din dersi öğretmeni dâhil ediliyor. Tüm bunlar güzel gelişmeler.
Ne var ki eğitimin ideolojisi hâlâ değişmiş değil. Gerek müfredatta gerekse eğitim düzeneğinin bütününde Kemalist ideoloji ve tezahürleri belirleyici konumda. Resmî ideoloji tapınması ana okuldan başlamak suretiyle adeta kafalara çakılmaya devam ediyor. Okul sisteminin kurumsal yapısına resmî ideolojik dayatmalara karşı çıkışlara, aykırı seslere kesinlikle kapalı, alabildiğine totaliter bir anlayış hâkim durumda.
Bizim açımızdan ise Kemalist resmî ideoloji öncelikle akidevi açıdan reddedilmeyi ve aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerimizle de çelişen niteliğinden ötürü kendisiyle hesaplaşmayı gerektiriyor. Ne var ki bu dayatmaya karşı yeterince bir karşı koyuş göstermediğimiz, hatta ciddiye alınır bir talep dahi yükseltmediğimiz ortada. Şüphesiz bu ülkenin okullarında başörtüsü yasağının kalkması kolay olmadı; Milli Güvenlik Dersi dayatmasından, ant zorbalığından ve benzeri bir dizi saçmalıktan kurtulmak basit bir şey değildi elbette. Ama taleplerimiz de bunlardan ibaret olmamalıydı. Asgari manada cahilî ideolojik bir dayatma ile karşı karşıya olan bizler bu zorbalığa karşı daha net ve süreklilik içeren bir tavır almalıydık.
Gençlik ve bir bütün olarak toplum müthiş bir ifsad kampanyası ile karşı karşıya. Her türlü ahlaksızlık ‘özel alan’ etiketiyle kabul görüyor, normalleştiriliyor. Bırakalım hududullahı korumayı, şer’i sınırları, ölçüleri hatırlatmayı, genel ahlak ilkelerinin dahi aleni biçimde yok sayılmasını sessiz ve tepkisizce seyrediyoruz. Plaj rezilliğini gündemleştirmesi, tartışmaya açması gereken bizler yaşadığımız şehirlerde sokakların, meydanların plaja dönüştürülmesi karşısında sessiz ve tepkisiziz. Nehyi anil münker vazifesini unutmuş, hatta daha ötesi münker karşısında kalbimizle buğz noktasından dahi geriye düşmüş durumdayız.
Adil Şahitler Olma Misyonu Kaybolursa Geride Ne Kalır?
Yargı düzeninde devam ede gelen haksızlıklar, hukuksuzluklar konusunda da kabul edelim ki gayet sessiz ve etkisiziz. Oysa hukukun en temel ilkelerinin dahi gözetilmediği bir yargı düzeninin yol açtığı mağduriyetler katlanmakta, adeta bir acı yumağına dönüşmekte ve giderek toplumsal yapıyı zehirlemekte. Müminlerin adalet ve merhamet gibi çok temel vasıflarının görünmez hale geldiği bir ortamın İslami mesajın kitlelere taşınması önünde büyük bir engel teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Mağdurlarla fikrimiz ve hayat tarzımız aynileşmek zorunda değil ama haksızlık, adaletsizlik karşısında kim olursa olsun mağdurların haklarını korumak, maruz kaldıkları zulmü ortadan kaldırmak için çabalamak bizim sıfatımız olmalı. Devam eden pek çok yanlış uygulamayı iktidarın siyasi kaygılarla görmezden gelmesi anlaşılabilir bir şey olabilir ama bizi kaygılandırması gereken şey ahiret hesabımız olmalı. Ve o dehşetli günde haksızlıkları görmezden gelenler, zulme alet olanlar safında yer almak istemiyorsak acilen yanlışlara tavır almalı ve mağdurların sesi olmalıyız.
Irkçılıkla Mücadele Şeytan ve Dostlarıyla Mücadeledir!
Türkiye’yi son yıllarda çok yoğun bir ırkçı atmosfer kaplamış durumda. Nefes almayı bile imkânsız hale getiren, insanlık adına utanç duymayı gerektiren hadiseler ardı ardına sökün etmekte. Katliamdan, işkenceden, sefaletten kaçarak güvenli liman olarak gördükleri Türkiye’ye sığınmış çaresiz, mazlum insanlar medyada, siyaset meydanında, sokakta, hastanede, karakolda, okulda her yerde aşağılanıyor, hedef gösteriliyorlar.
Aşağılık Esed rejiminin destekçisi unsurlar katliamcı çeteye açıkça övgüler düzerken, bu çetenin zulmünden, vahşetinden bu ülkeye sığınmış çaresiz yığınları sürekli biçimde düşmanlaştırıyorlar. Tam manasıyla bir linç atmosferi yaygınlaştırılıyor. Allahsız, kitapsız, vicdansız bir düzlemde yükseltilen ırkçı, şoven söylemler öncelikle muhacir kardeşlerimizi ama daha geniş planda ümmeti, kardeşliği, İslam akidesini hedef alıyor.
Garip değil mi; iktidar karşıtları muhalefetlerinin ana eksenine muhacir düşmanlığını koyup oradan iktidarı yıpratma çabası sürdürüyorlar ama iktidar kadroları ve destekçileri bu konuyu savunmak, muhacir düşmanlığının bir insanlık suçu olduğunu ifade etmek yerine ırkçı dalgayı yatıştırma çabası içinde gözüküyorlar. Muhacirler konusunda herkes konuşuyor, hiçbir şekilde söz hakkı olmayan, ilgisi de bulunmayan her kesim görüş serdediyor ama asıl konuşması gerekenler susuyor. Ne yazık ki ensar olma sorumluluğuyla hareket etmesi gereken bizler ne saldırıya uğrayan kardeşlerimize ne de kardeşlerimiz üzerinden hedef alınan, tahkir edilen değerlerimize yeterince sahip çıkabiliyoruz.
İnisiyatif Alma Vakti
Önümüzde zorlu bir süreç var. İslami kimliğimiz ve değerlerimiz gerek içeride gerekse küresel düzlemde sistematik bir saldırı kampanyasının hedefinde. Küresel ifsad ideolojisi bulaşıcı, yayılmacı eğilimi önünde büyük bir engel teşkil eden değerlerimizi etkisizleştirmek ve İslami hassasiyetleri çözmek için daha aktif ve saldırgan bir tutum sergilemekte. Küresel ifsad ideolojisinin öne çıkardığı anlayışlarla bağdaşmayan, onları cahilî birer sapkınlık unsuru olarak tanımlayıp reddeden İslami anlayışımızın modern hayatta bir karşılığının olamayacağı, zamanın akışı karşısında hızla geçerliliğini yitirip kaybolacağı tezi giderek daha yoğun biçimde propaganda edilmekte.
Bir yandan da ulusal cahiliyeyi kutsayan yaklaşım tarzının yaygınlaştırılmasına, azgınlaştırılmasına şahitlik ediyoruz. İnsanları insanilikten sıyırıp çıkaran, onları en basit, sıradan, hayvani dürtüleriyle tanımlamaya kalkan ırkçı-şoven anlayışın toplumun bilhassa lümpen kesimlerini yönlendirdiği ama bununla da kalmayıp geniş kitleleri bir şekilde etkileyebildiği bir düzeysizlik, bir vahşilik, bir ahmaklık ortamı giderek daha geniş bir alanda etkisini gösteriyor.
Tüm bu manzara karşısında Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım, biz Müslümanlardanız.’ diyenlerin şüphesiz seslerini daha fazla yükseltmeleri gerekiyor. Uğraşı alanlarımızı sürdürmek, çabalarımızı devam ettirmek vazifemiz, bunu yapacağız elbette ama daha geniş bir perspektiften yaşadığımız ülkeyi ve dünyayı değerlendirmek ve aynı kaygıları paylaştığımız kardeşlerimizle gücümüzü birleştirerek İslam’ın mesajını daha etkin kılmak için gayret etmek de öncelikli sorumluluğumuz olarak görülmeli. Bu bağlamda adeta kendi gettolarına hapsolmuş bir görünüm arz eden İslami yapıların hali sadece bir güç ve enerji kaybı olarak değil, ağır bir vebal olarak da değerlendirilmeli.
Toplumsal yapıda hiçbir karşılığı olmayan cahilî ideoloji mensubu kimi marjinal yapıların dahi kamuoyunu etkilediği, gündem belirlediği Türkiye’de devasa varlıkları ve her biri kendi alanında sürdürdüğü yoğun çabalarına rağmen İslami kuruluşların, yapıların, cemaatlerin siyasal-toplumsal gelişmelere ilişkin uyarı ve taleplerini daha görünür, daha hissedilir kılamamaları şüphesiz büyük bir eksiklik, bağışlanamaz bir zaaftır. Bu zaafımızı gidermek için şimdi daha yoğun biçimde çaba sarf etmek ve müminlerle birlikteliğimizi daha sağlam, daha güçlü temellere oturtmak için daha kuşatıcı ve aktif olmak zorundayız.
- Ya İçimizdeki Fransızlar!
- İslami Kimliğimiz ve Taleplerimizle Gündeme Müdahil Olmak
- Muhafazakâr Ulusçuluğun Üretimi ve AK Parti
- Afganistan Artık Emniyetli Bir Ülke
- Mezar-ı Şerif’ten Kabil’e Afganistan İzlenimleri
- Bencillik Hastalığından Arınmak
- İnanç Krizi: Tehlikeyi Teşhis Etmek
- Savaş 500 Günde Nelere Mal Oldu?
- Fransa İsyanları: Sokaklar Neden Yeniden Yanıyor?
- UAD, Esed’in Normalleşme Hamlesini Yavaşlatabilir
- Suriye Halkını Bekleyen Yeni Felaket
- Sisi'nin Mısır'ında Otoriter Yönetimden Kolay Kaçış Yok
- Değişim Kaçınılmaz; Önemli Olan Bunu Yönetebilmek
- Sorularla Peygamberimizi Tanıyalım
- Kur’an’da Nüsuk; Kurban ve Ramazan’ın Ortak Amacı
- Ebu Said es-Sîrâfî (ö. 368/979)
- Batı’nın İslam Korkusu ve Müslüman Düşmanlığı
- Hakkın Şahitliğini Ötekileştirmeden Yapmak
- Mukaddes Yolculuk: Hac
- İslami İspanya’nın Tasfiyesine Dair
- Üniversiteliler Buluşması ve Kardeşliğin Resmi
- Kan İçinde Bir Güzel