1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. İslâmî Cemaatin Kurucu Öğesi Olarak İslami Şahsiyet

İslâmî Cemaatin Kurucu Öğesi Olarak İslami Şahsiyet

Temmuz 1999A+A-

Allah'ın dininin hayata hakim kılınması ve İslami şahitliğin hem bireysel, hem de toplumsal hayatta örneklendirilmesi müslüman olma iddiası taşıyan herkesin görevidir. Bununla birlikte gerek vahyi mesajın anlaşılmasına yönelik olarak tarihsel süreç içinde yaşanan tahrifat, gerekse de genel bir zaaf olarak insanoğlunun zayıflığı, söz konusu iddianın asli boyutlarıyla kavranıp, pratiğe aktarılmasının önüne her zaman büyük engeller çıkartmıştır. Üstelik müslüman olma iddiasının Kur'an'da açıkça belirtilen ve Rasuller'in örnekliği ile de ortaya konulmuş bulunan gereklerinin İslam dışı otoritelerce çevrili alanlarda sergilenebilmesinin zorluklan ve tehlikeleri de malumdur. Bu olgu da ayrıca sorumluluğun geniş kitlelerce sahiplenilmesi önünde ciddi bir caydırıcı etki yapmaktadır.

Tek tek kendi nefislerimizden kalkarak tüm yeryüzünde tevhid ve adalet ilkelerinin hakim kılınması demek olan İslami mücadelenin üstlenil-meşinin soyut bir 'müslümanlık' iddiası ile altından kalkılabilecek bir iş olmadığı görülmektedir. Mücadelenin üstlenilebilmesi güçlü şahsiyetleri ve bu şahsiyetlerden oluşan güçlü yapıları gerektirir. Bu noktada kısaca, nitelikli şahsiyetler ve bunlardan oluşan yapı irtibatının bir öncelik sonralık ilişkisinden ziyade, karşılıklı etkileşim ve gelişim ilişkisi içinde değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamak yerinde olacaktır. Yani 'İslami şahsiyetler yapıyı kurar, yapı da İslami şahsiyetleri eğitir ve geliştirir.'

A- İslami Şahsiyetten Ne Anlıyoruz?

Yukarıda değindiğimiz şekliyle, İslami şahsiyet kavramını özel bir çerçevede tanımlamaktayız. Kastedilen alan; genel 'müslüman' tanımından daha süzülmüş bir alana tekabül etmektedir ve tanımı daha özelleştiren bir içeriğe sahiptir. Bununla amaçlanan şey, İslami şahsiyet kavramının, sadece müslüman olmanın gerekli kıldığı genel özellikler ve yükümlülüklerle sınırlı olmayıp, daha yoğun, daha özel ve daha ağır bir sorumluluk alanına tekabül ettiği gerçeğinin altını çizmektir.

İslami şahsiyet ile kastedilen şey öncü kimliğidir, sorumluluğudur. Kelimenin bütün kapsamıyla bir 'adanmışlık' bilincine ve tavrına sahip olmaktır. Adanmışlık, Allah'ın dinini gerektiği biçimde ve en güzel örnekliğiyle temsil, taşıma ve hakim kılma mücadelesini öncülük bilinciyle yüklenmeyi içerir. Kısacası bir dava bilincine sahip olmayı ve bir dava eri olarak yaşamayı gerektirir.

İslami şahsiyetin oluşumu belirli bir ameliyenin sonucunda gerçekleşir. Bu sadece şahısların 'bunu tercih ediyorum' demelerine benzer bir yüzeysel seçimin sonucunda otomatikman ortaya çıkabilecek bir özellik değildir. Ayrıca doğal şartların iteklemesiyle, kendiliğinden kazanılabilen bir hususiyet de olmadığı gibi, bir kez sahip olunduğunda ebediyen taşınabilecek bir sıfat da değildir. Bilinçli bir tercih; bu tercih temelinde ortaya konulacak bir emek ve bu emeğin süreklileştirileceği ve yaygınlaştırılacağı organik bir ilişki ağına sunulmasını gerektirir. Bu uzun, engebeli ve çok yönlü bir süreç demektir. İslami şahsiyet ancak bu koşulları içeren bir sürecin yaşanması ile mümkün olabilir.

İslami bir şahsiyetten söz edebilmek, birbiriyle sıkı sıkıya bağlı üç temel boyutun bir şahıs üzerinde aynı anda tezahürünü gerektirir. Aynı zamanda temel kriterler olarak da adlandırabileceğimiz bu üç boyutu kısaca:

a-) Akidevi netlik,

b-) Salih kişilik,

c-) Düşünce ve eylem planında siyasi tutarlılık şeklinde sıralayabiliriz.

Bu üç boyutu bir bütünlük içinde içermeyen bir kişilik eksik ve zaaflı bir kişiliktir. Böyle bir kişilik yapısı kısmi doğrular ve zaman zaman güzel ameller sergilese de İslam bir hareketin yükünü üstlenebilecek bir yeterlilikten uzaktır. Halbuki hedeflenen ve had safhada ihtiyaç hissedilen şey; öncü rolü ve misyonunun gerektirdiği ağırlık ve sorumluluğu taşıyabilme istidadına sahip şahsiyetler olabilmek, oluşturabilmektir. Şüphesiz bu hedefe ulaşılabilmesi için birtakım koşulların sağlanması gereklidir.

B- İslami Şahsiyetin Oluşturulabilmesi İçin Gerekli Vasıflar

İslami bir şahsiyetin oluşturulabilmesi çeşitli vasıflara sahip olmayı gerektirir. Bu vasıfların ortaya çıkabileceği ve gelişebileceği zemin ise yukarıda sözü geçen kriterlerden müteşekkildir. Bu üç boyut bir tür 'sacayağı' işlevi görecektir. İslami şahsiyet için gerekli vasıflar da ancak bu sağlam zemin üzerinde kazanılabilir ve geliştirilebilir.

Bu vasıflar neler olabilir?

Şüphesiz bu soruya verilecek cevapların bir ölçüde 'ucu açık cevaplar' olması zorunludur. Çünkü asgari şartları netleştirmek bir ölçüde kolay olsa da, değişen durum ve ihtiyaçlara binaen eklenebilecek şartların tümünü ihtiva edebilecek bir liste' sıralamak fantazi olur. Açıktır ki, içinde bulunulan ortam; mücadelenin gerektirdikleri ve boyutları; muhataplarımızın niteliği ve beklentileri ve buna benzer daha başka öznel koşulların da biçimlendirdiği farklı konumlar söz konusu olabilir. Ve bu farklı konumlar her zaman farklı vasıfları öne çıkartabilir, ihtiyaç olarak dayatabilir. Yine muhtemeldir ki, bugün olmazsa olmaz nevinden ve genel başlıklar halinde tanımladığımız kimi vasıfların içerikleri, değişen mücadele şartlarında çok daha yoğun ve derinleşen boyutlar kazanabilir.

Bu hatırlatmadan sonra, söz konusu vasıfların neler olabileceğine genel başlıklar halinde değinebiliriz. Bugün yaşadığımız şartlarda İslami bir mücadele sorumluluğunu üstlenebilecek şahısların hiç olmazsa asgari düzeyde şu vasıflara sahip olması; ya da bir başka yönüyle, İslami şahsiyetin oluşturulması amacı doğrultusunda sarfedilen çabaların en azından asgari düzeyde şu vasıfları kazandırma hedefi gözetmeleri gerekir:

1- Bilgilenme ve düşüncede yoğunluk ve derinlik

Öncelikle sahih bilgi arayışı ve bu bilginin özümsenmesi şarttır. İslam ümmetini bir bütün olarak kuşatan zincirlerin en etkili olduğu alanın zihinlerimizi kuşatan esaret olduğu tartışma götürmez. İslam dünyasının sömürgecilerin tasallutu altında tutulması ve bu güçlerin işbirlikçileri marifetiyle sürdürdükleri egemenlik ilişkileri bugün de halen yoğun ve sürekli bir fikri bombardıman eşliğinde sürdürülmektedir.

Dışarıdan gelen bu saldırıya karşı 'acaba içerinin imkanları ne?' diye bakıldığında ise manzaranın tek kelimeyle iflas olduğu, sadece bugünün değil, asırların bir gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Devralınan miras neredeyse bütün hayati melekeleri tükenmiş; savunma ve direnme mekanizması tümüyle çökmüş; fikren dumura uğramış bir ümmet yapısıdır. Bu olumsuz mirasla hesaplaşmak ve küfrün zihinlerde yarattığı işgali kırmak, ancak kapsamlı bir fikri inkılapla mümkün olacaktır. İşte bu, İslam coğrafyasının bütününde İslami bir şahsiyet oluşturma hedefini gözeten her çabanın öncelik vermesi gereken bir husustur, Kendisinin İslami mücadele kadroları içinde yer aldığını düşünen herkes, yüzeysel ve sınırlı bilgilerle yetinmeye değil, kapasitesi oranında mutlaka fikri arayışını ve gelişimini sürdürmeye, sahip olduğu bilgileri daha derinlemesine araştırmaya yönelik sürekli ve sistematik bir gayret içinde olmalıdır.

2- Ahlaki zaaflardan beri olmak.

İslami şahsiyetin hem tek tek fertler, hem de bu fertlerden oluşan toplum nezdinde en belirgin değerlendirilme kıstası ahlakilik vasfıdır. Taşınan mesajın gerek olumlu gerekse de olumsuz biçimiyle en doğrudan yansıdığı alan da burasıdır. Ahlakilik hususu aktarılmaya çalışılan mesajın zayıflıklarını örtebileceği gibi, tam tersine en güçlü mesajı dahi muhataplar nezdinde eritip, anlamsızlaştırabilir. Müşriklerin gözünde bile 'emin' bir Rasul'ün önderliğine tabi olmanın mahiyeti hakkında çokça düşünmek gerekir. Düşmanın dahi teslim etmek zorunda kaldığı gerçek olgusu, ilahi vahye müstenit bir hareket ile hevaya dayalı hareketler arasındaki temel bir farka işaret eder. Kaldı ki, inandığımız ilkeler savaşın dahi nihai anlamda bir tebliğ aracı olduğunu bize öğretmektedir.

Yine burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da ahlakiliğin sadece kişi ile muhatapları arasında yaşanan ve yaşanabilecek bir iletişim boyutu ile sınırlı olmadığıdır. Ahlakilik bizatihi kişinin kendi iç tutarlılığı ve itmi'nan açısından da belirleyici rol oynar. Kendi nefsinden kalkarak çevresine hatta düşmanlarına kadar uzanan bir geniş çember dahilinde tezahür ettirilebilen ahlaki vasıflar kişiyi kendine karşı da güvenli kılar, çelikleştirir.

3- Mesajı süreklilik içinde aktarma gayreti

İslami şahsiyet ile kastettiğimiz kişinin -ve bu kişinin mensubu olduğu organik hareketin- temel faaliyeti tebliğ ve davettir. Allah'ın rahmetinin bir neticesi olarak edinilmiş doğrular insanlara bıkmadan, usanmadan ve elbette en etkili yollarla aktarılmaya, kazandırılmaya çalışılır. Kuran-ı Kerim bu sorumluluğu şöyle hatırlatır: "Hikmetle ve güzel öğütle Rabb'inin yoluna çağır ve onlarla en güzel biçimde mücadele et" (Nahl.16/125).

İnsanları çok çeşitli yöntemler ve araçlarla kuşatan cahili sistemin etkinliğini kırmak, gidermek etkili yöntemler ve zenginleşen araçlar geliştirmeyi zorunlu kılar. Ulaştığı doğruların önemini kavramış bir bakış açısı, istifçi bir yaklaşımla bunları kendine saklamayı değil, mutlaka bunları başkalarına ulaştırmayı kendisi için acil bir görev hisseder. İçine kapanma, kendi için bilgi edinme ve edindiklerini sırf kendine saklama tavrına duçar olanlar, doğal olarak, Kuran'ın 'kitap yüklü merkepler' olarak vasfettiklerinin safına düşerler. Bilgiyi bizatihi amaç edinme, bilgiyi kutsama anlamına gelen bu yaklaşım insanları felaha çağıran Kur'an'ın muradına tam ters bir tutum takınmaktır.

Zaman zaman sonuç alınamaması olgusunun öne çıkartılmasıyla veya insanların duyarsızlıklarının ya da hayatlarını belirleyen ilkelerin meşruiyyetinin ne olduğuna ilgisizliklerinin gerekçe gösterilmesiyle tebliğ sorumluluğunun askıya alınması anlamına gelebilecek tutumlar geliştirilmesi sık karşılaşılan durumlardandır. Halbuki burada kavranılması gereken şey; gerek bireysel planda, gerekse de cemaat düzeyinde sürdürülmesi gereken tebliğ ve irşad faaliyetinin karşılığının dünyevi sonuçlarıyla ölçülmesinin yanlışlığıdır. Israrla sürdürülmesi gereken bu çabalar öncelikle dünyevi planda etkili sonuçlar devşirmek için değil, sorumluluk ve tutarlılığın gereği olarak değerlendirilmelidir.

4- Söylenen ve savumdan her şeyi pratiğe aktarma sorumluluğu

Hassas ve ısrarlı olunması gereken konulardan biri de söz ve eylem bütünlüğüdür. İslami şahsiyet, gerçek hayatta karşılığı bulunmayan soyut ve sürekli geleceğe ertelenmiş tasarılarla hemhal olan bir fikir kulübünün ya da bir tür aydın eğlencesi mahiyeti taşıyan düşünce yarıştırma etkinliğinin bir parçası olamaz. Düşünce üretiminin ve söylenen sözlerin mutlaka pratikte örneklendirilmesi çabası içinde olunmalıdır. Yaşanan hayat gerçeği değişik merhalelerde ve koşullarda farklı pratikler ortaya konulmasını gerektirebilir. Fakat değişmeyecek olan husus; benimsenen, savunulan doğruların her şart altında hayat içinde bir biçimde somutlaştırılmasıdır. Hayata taşınmayan doğruların kabul görmeyeceği şu ayette de açıkça vurgulanmaktadır: "İnsanlar yalnız 'inandık' demekle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" (Ankebut, 29/2)

Pratik kaygısı, tutarlı olmanın da doğal bir şartıdır. Siyasal iktidar hedefine ulaşıp ulaşamama, çok çeşitli koşullara bağlı gelişmelerin bir sonucudur. Dolayısıyla bu sonucu tek başına bizim belirlememiz söz konusu değildir. Zaten bu, bir hedef olmakla beraber, sorumlu olunan şey de değildir. Ama ortaya inandırıcı, güvenilir bir mücadele ve bu mücadelenin gereği olan pratik koymak İslami şahsiyetlerin öncelikli sorumluluğudur. Bu yapılmadığında muhataplar nezdinde sözün inandırıcılığı onulmaz yaralar alacağı gibi, bizzat dahili bünyede kişiliği yıpratan, tüketen iç çelişkilerin boy vermesi kaçınılmaz bir sonuç olarak kendini gösterir. Kuran-ı Kerim bu 'derin çelişki'ye "...yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" (Saf, 61/2) uyarısıyla dikkat çekmektedir.

5- Bütüncül bir perspektife sahip olmak

Bütüncüllük, olayları ve olguları yerli yerine koyabilme, doğru adlandırabilme ve konumlandırabilme şeklinde de tanımlanabilir. Bir bütün olarak hayata ve mücadeleye ilişkin doğru bir tutum almak, bunları bütüncül bir biçimde kavramakla mümkündür. Aksi yaklaşım zorunlu olarak parçacılığı getirir. Parçacı yaklaşım ise, velev ki tek tek bir sürü doğruyu içerse de, nihai tahlilde doğruyu asli boyutlarıyla yakalamaya yetmez. Özünde eksik ve zaaflıdır. Dolayısıyla güdük kalmaya mahkumdur.

İslami kimlik bütüncül bir kimliktir. Hayatı ve gerçeği parçalamaz. Kimlikte bölünmeye izin vermez. Bu gerçek En'am Suresi'nde şöyle hatırlatılmaktadır: "De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir" (6/162). Kimlik noktasında sahip olunması gereken bütüncül yaklaşım İslami kimliğin kavranmasında olduğu gibi bağlılarına; mücadelenin, mücadele imkan ve araçlarının ve ayrıca karşı karşıya olunan güçlerin de kendi bütünlükleri içinde kavranmalarını şart koşar. Birbirinden bağımsız gibi görünen olgular arasında gerekli bağı kurma; en küçük, en sıradan sanılan gelişmeler de dahil olmak üzere toplumsal olguların birbirleriyle ve asli zeminleriyle irtibatım kurma ve her şeyi kendi ait olduğu bütünlük içinde değerlendirme kişilere mahsus özel bir kabiliyet olarak değil, İslami şahsiyet sahibi olmanın gerektirdiği bir vasıf olarak algılanmalıdır.

6- Kuşatıcılık

İslami mücadelenin asıl uğraş alanı ve en temel aracı mücadeleyi insanlara taşımak, insanları da mücadeleye kazandırmaktır. Her aşamada daha çok sayıda insana yönelmeyi ve bu insanları derleyip toparlamayı hedeflemeyen bir çaba mücadele sorumluluğunu kavramaktan aciz demektir. İnsanların eğitimi ve yönlendirilmesi güç ve meşakkatli bir uğraştır. Halbuki dışlamak, yok saymak, ilişkiyi kesmek ise fazlaca kafa yormayı ya da emek sarfetmeyi gerektirmeyen, nisbeten rahat ve hevaya da uygun düşen bir tavırdır.

Bu meyanda kuşatıcılık vasfını; kazama ve ıslah edici bir yöntem ve üsluba sahip bulunmak ve buna bağlı olarak örgütleyicilik şeklinde tanımlamak mümkündür. Kuşatıcılık sıradan insanları duyarlı hale getirmek, duyarlı insanlara sistematik bir düşünce kazandırmak ve rehberlik yapmak; belirli bir bilinç ve tavra ulaşanları ise organize etmek ve mücadeleye sevketmek demektir.

7- Siyasi tahlil ve takip yeteneği.

İslami şahsiyet sahibi olmanın önemli vasıflarından biri de egemenlik ilişkilerinin değişik düzeylerde ve farklı biçimlerde toplumsal alana yansıması demek olan siyasi gelişmeleri doğru izleme ve yorumlamadır. Kimi zaman birbirinden tümüyle kopuk ve ilgisiz gibi görünen olayların iç örgüsünü kurmak; ilk bakışta anlamsız olduğu zannedilen gelişmeleri gerçek anlamlarına kavuşturmak ve yerli yerine oturtmak; olayları geriden izleyen değil, belli bir öngörüyle gözlemleyen olabilmek ciddi bir siyasi birikimi gerektirir. Siyasi birikim kişiye gelişmeleri soğukkanlı bir biçimde değerlendirebilme yetisi kazandırır. Olaylar karşısında mesnetsiz beklentiler içine girip sonu hüsran ile biten hayal kırıklıklarına uğramanın yanında, paniğe kapılıp 'mahvolduk' sendromuna yakalanmanın da önüne set çeker. Doğru zamanda doğru tavır koyma becerisini getirir.

C- Nihai Hatırlatma ve Sonsöz

Yukarıda sayılan tüm bu vasıflara ilaveten altı çizilmesi gereken bir hatırlatma olarak; müminlerin temel vasfı olan 'yürüyen Kuran olmak' ilkesinin değişmez şiar olma özelliği her daim göz önünde bulundurulmalıdır. İslami mücadele en yalın anlatımıyla Kuran'ın şahitliğini yapmaktır. Dolayısıyla bu mücadelede 'öncü' sorumluluğu ve misyonunu yüklenmiş şahıslar, yukarıda sayılan vasıflardan da önce Kuran'ın 'müminlerde bulunması gereken özellikler' olarak belirlediği nitelikleri bünyelerinde somutlaştırmakla yükümlü bulunduklarının bilincinde olmalıdırlar. Kur'an'da müminlerin vasıflan olarak belirtilen her şey en güzel, en somut bir şekilde bu öncülerce örneklendirilip, yaşanmalıdır.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR