“İşkence Raporu”nun Ötesinde
Washington’da ABD Senatosunun CIA’nın yaptığı işkenceler hakkındaki raporu haftanın siyasi gündemiydi. Bitmek bilmeyen ertelemeler ve ayak oyunlarının ardındanişkence raporu nihayet kısmen yayınlandı. CIA’nın bilgisayarının hacklenmesinin ve Senatonun raporunun diğerlerini İslam dünyasında şiddete maruz bırakabileceği ve CIA’yı kurtların önüne atabileceği yönünde tartışmalar yaşandı.
En azından raporun gözden geçirilmiş bir özeti yayınlandı. ABD senatörü Mark Udall rapor yayınlanmadan şunları söylemişti: “Rapor hakkındaki gizlilik kaldırılınca insanlar okuduklarından iğrenecekler. Nefrete kapılacaklar. Dehşete düşecekler. Yaptıklarımızı okuyunca şok geçirecekler.”
ABD Senatosu İstihbarat Komitesinin CIA’nın sorgulama teknikleri hakkındaki raporu uzun bir bekleyişin ardından kısmen gün yüzüne çıktı. CIA, bu sorgulama tekniklerini Bush yönetiminin terörle küresel savaş döneminde kullanmıştı. Burada akılda tutulması gereken önemli nokta bu raporun sadece bir kurumun, yani CIA’nın geçmişte yaptıklarına temas etmesidir. Bu dar bakış açısı CIA’nın bunları sadece bir kez yaptığınave bu üzücü işkence bahsinin geride kaldığına inanmamızı sağlar.
Bir başka deyişle biz bu raporu okuduğumuzda her şey geçmişte kalacak. Şok geçirebilirsiniz, nefret edebilirsiniz, iğrenebilirsiniz ancak aptal olmamalısınız. Uzun yıllar alan ve hazırlanışı sırasındaçeşitli engellerle karşılaşan Senatonun işkence raporu, ABD işkencelerihakkındaki son söz değil olsa olsa bir başlangıç noktası olur.
ABD işkencesi genelde ve bu rapor özelinde üç yanlış varsayımüzerinde şekillenir. Birinci yanlış varsayım, işkencenin işe yarayıp yaramadığı sorusu. İkinciyanlış varsayım, ABD işkencesinin George W. Bush başkanlığının sona ermesiyle bittiği iddiası ve üçüncü yanlış varsayımda işkencenin yalnızca yabancı savaş bölgelerinde uygulandığı görüşü. Üç yaklaşımıda sırasıyla inceleyelim.
Yanlış Varsayım Bir: Yalnızca, İşkencenin İşe Yarayıp Yaramadığını Sormak
Mesele işkencenin işe yarayıp yaramadığı meselesi değildir. Çünkü işkence ABD’nin yasalarına ve uluslararası hukuka göre bir suçtur ve ahlaki olarak iğrenç bir şeydir. Senatonun raporu ortaya çıktığında şu tarz tartışmalara odaklanılmıştır: CIA’nın ileri sorgu teknikleri, 11 Eylül saldırganlarını teşhis etmede, eyleme geçirilebilir istihbarat elde etmede ve terörist saldırıları engellemede başarısızolmuştur. Tepki olarak karşıt söylem hemen harekete geçti. Senatör John McCain hariç bütün Cumhuriyetçiler, hoplaya zıplaya işkence işe yaradı diye seslerini yükselttiler. Barack Obama’nın atadığı CIA Başkanı John Brennan, raporu suçlayıcı yönde açıklama yaptı. Teşkilatın hatalar yapabileceğini kabul etmekle birlikte işkencenin işe yaradığını ısrarla savundu. Birkaç gün geçmeden söylediklerinden geri adım attı ve işkencenin işe yarayıp yaramadığının bilinemeyeceğini söyledi. Teşkilatın önceki yetkilileri büyük bir uyum içinde aynı sözleri sarf ettiler. Sonuç olarak, CIA’nınuyguladığı metotların etkili olup olmadığının hiçbir önemi yoktur. CIA’nın uyguladığı metotlar şunlardır: Suda boğma hissi tekniği (McCain, bu tekniği ‘yalancı infaz’ ve çok büyük bir acı veren teknik olarak tanımlıyor), uzun süreuykudan mahrum bırakma, defalarca dövme, bileklerden asarak günlerce bu şekilde tutma, dayanılmaz ses ve ışığa maruz bırakma ya da bütünüyle karanlık bir yerde tutma, annelerine cinsel taciz yapılacağı tehdidinde bulunma ya da çocuklarına zarar verileceği tehdidi. En az 5 vakadamakattan su verme.
Bu metotlarla ABD deniz piyadelerinin Usame Bin Ladin’e ulaşıp ulaşmadığının hiçbir önemi yoktur. Bu metotlarla el-Kaide’nin Los Angeles’teki kütüphane binasına saldırısının engellenip engellenmediğinin hiçbir önemi yoktur. Bu metotlarla Amerikalıların hayatlarının kurtarılıp kurtarılmadığının da bir önemi yoktur. İşin aslı Senatonun hazırladığı raporbizim çok önceden vakıf olduğumuz bir hususun altını çiziyor: İşkence faydalı bir bilginin oluşmasını sağlamıyor. İşkence gerçeklerin, yarı doğruların, yalanların, savruk uydurmaların karmakarışık hale gelmesine yol açıyor. Psikolojik delirmeler ve umutsuz çabalar, kurbanın işkencecinin duymasını istediği şeyleri söylemesini sağlıyor.
Bütün bunlarında bir önemi yok. Bizim ne kadar korkutulduğumuzunda. Mesele son derece berrak. Bizim insanlaraişkence yapmamız yasaklanmıştır. Çünkü bizler işkence karşıtı kanunları yasalaştırdık ve işkence yapmayacağımızı söyleyereksözleşmeler imzaladık. ABD, Birleşmiş Milletlerin İşkence Karşıtı Sözleşmesini1994 yılında imzaladı. Bu sözleşmenin açıkça ortaya koyduğu üzere saldırıya uğrama korkusu işkencenin mazereti olamaz. Sözleşmenin ikinci maddesi şöyledir: “Hiçbir istisnai durum, ne savaş hali ne de bir savaş tehdidi, iç siyasi istikrarsızlık veya herhangi bir olağanüstü hal işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilmez. ”İnsanlar daima bir bahane bulacaklardır. Fakat işkencenin hiçbir meşru mazereti yoktur. Burada sözkonusu olan husus ABD’nin nasıl bir ülke olmak istediğidir. Biz kanunlarla yönetilen cesur bir ulus mu olacağız yoksa korkak bir ulusmu?
Yanlış Varsayım İki: Bush’un ABD Başkanlığı Sona Erince İşkencede Sona Erdi
Raporun yayınlandığı gün Obama bir kez daha ABD işkencesinin kötü şeyleri atmak için kullandığımız kutuya atıldığını anlatmaya çalıştı. “Bu tarz teknikler eski tartışmalara karşı yeniden bir savaş açma sebebi olarak görülmemelidir. Bu rapor bu teknikleri, ait oldukları yere, geçmişe terk etmemize yardımcı olacaktır.” diyerek rapor hakkındaki görüşlerini beyan etti.
Gerçekler bu sözlerden tamamıyla farklıdır. Kurumsallaşmış devlet işkencesi geçmişe ait bir mesele değildir. Obama yönetimi altında da devam etmiştir. Burada bu örneklerden bahsedeceğiz.
Guantanamo’daki ABD hapishanesinde, gardiyanlar açlık grevi yapanları günde iki kez hücrelerinden zor kullanarak çıkarıyorlar ve kemerle sandalyeye bağlıyorlar ve burunlarından bir boru sokup bu borunun mideye kadar ulaşmasını sağlıyorlar ve bu şekilde boru vasıtasıyla onları zorla besliyorlardı. Bir kurban yaşadıklarını şu sözlerle dile getiriyor: “Beslenme borusunu burnuma soktuklarıo ilk anı asla unutmayacağım. Bu şekilde beslenmeye zorlanmak ne kadar acı vericiydi anlatamam. Boru burnumdan mideme doğru gittiğinde kusma hissine kapıldım ancak kusamadım. Göğsümde, boğazımda ve midemde büyük bir acı oluştu. Böylesi bir acıyı daha önce hiç yaşamamıştım. Böyle vahşi bir cezalandırmayla kimsenin karşılaşmasını istemem.”
Zorla bir kişiyi beslemek insani bir davranış değildir. Şiddet içermeyen bir direnişi cezalandırmaktır. Yetkililerin ifadesiyle hücre boşaltımları için bu uygulama yapılmıştır. 2002 yılından bu yana Guantanamo’da tutulan Yemenli tutsak Muaz el-Alvi şunları anlattı: “Zorla beslenmeyi barışçıl bir şekilde hücremden çıkmayarak protesto ettiğimde hapishane yetkilileri hücre boşaltım timini gönderiyorlardı. 6 kişiden oluşan bu tim tam teçhizatlıydı. Bu gardiyanlar benim protestomu vahşi bir şekilde cezalandırdılar. Hepsi üzerime çullandığında belimin kırılacağını zannettim. Sonra beni karga tulumba taşıyıp bir sandalyeye bağladılar. Açlık grevi yapan bizler bu sandalyeyi işkence sandalyesi olarak isimlendirmiştik.”
El-Alvi, gardiyanların işkence sandalyesini tutsakları bağlamak için kullandığını ancak bu sandalyeye bağlama işleminin çok acı veren bir uygulama olduğunu vurgulayarak şunları söylüyor: “Ellerim arkadan kelepçeli şekilde beni sandalyeye bağladılar. Göğsümdeki bağıda iyice sıkılaştırdılar. Kollarımıda gövdemle sandalyenin arasından geçirerek bağladılar. Bu pozisyonda kalmak aşırı acı veriyordu.”
ABD Deniz Piyadelerinde bir hastabakıcı, bu onur kırıcı zorla besleme uygulamasına katılmayı reddetti. Hastabakıcı, bu tarz uygulamaların işkence olduğunu ifade etti. Fakat neden açlık grevi yapanlar öncelikli olarak hedef alınıyor? Onlar sadece tanımsız ve yasadışı bir şekilde alıkonmalarını şiddet içermeyen bir şekilde protesto ediyorlar. Birleşmiş Milletler İşkence Karşıtı Komite, ABD’nin BM İşkence Karşıtı Sözleşmesini ve diğer insanlık onurunu koruyan sözleşmeleri ihlal ettiğini belirtiyor.
ABD silahlı kuvvetleri Afganistan’daki Bagram hava üssünde bulunan hapishanede tutulan son tutsakları 10 Aralık’ta serbest bıraktı. ABD, 2014 yılının Eylül ayında 14 Pakistanlıyı sessizce salıverdi. Bu insanların hiçbirisi herhangi bir şeyle suçlanmadıkları halde yıllarca orada tutuldular. Bagram’da kalanlara ne yapıldığını bilmiyoruz fakat şunu biliyoruz ki, buradaki tutsaklarda Guantanamo’daki tutsaklar gibi orada tanımsız bir şekilde tutulmalarını ve tecrit edilmelerini barışçıl bir şekilde protesto etmekiçin açlık grevi yaptılar.
2009 yılında ABD başkanlığı, dünya üzerindeki gizli sorgulama merkezlerini yani kara tesisleri kapatması için CIA’yaidari bir emir verdi. Fakat anlıyoruz ki, CIA, bu merkezlerden en az birinde faaliyet göstermeye devam etmiş. Bu emirden iki yıl sonra ABD’li gazeteci Jeremy Scahill, Somali’nin başkenti Mogadişu’da gizli bir yer altı hapishanesi olduğunu yazdı. CIA, bu hapishaneyi yönetmede Somali hükümetinin Ulusal Güvenlik Teşkilatı ile işbirliği yapıyordu. Schaill, ABD istihbarat personelinin Somali ajanlarının maaşlarını ödediğinive ayrıca tutsakları doğrudan sorguladığını ifade ediyordu.
Bu ajanların, ileri sorgulama tekniklerinikullanıp kullanmadıklarını bilmiyoruz. Fakat şunu biliyoruzki, bu yerler çok karanlık, çok pis, tahtakuruları ve sivrisineklerle dolu yerlerdi. Ayrıca şunu biliyoruz ki, burada tutulan tutsaklar buraya kaçırılarak ve başka ülkelerden uçaklarla getirilmişlerdi. CIA’nın on yıllardır kullandığı bir yöntemdi bu.
Bu tarz tesisler hâlâ açıksa CIA, yaObama yönetiminin bilgisi ve onayı dâhilinde faaliyet gösteriyor ya da ABD Başkanınameydan okuyor. Her iki durumda da ciddi bir yönetim ihlali sözkonusu.
Obama’nın atadığı ilk CIA Başkanı Leon Panetta, ABD Kongresi üyelerine şunları söyledi: “Şayet sorgulanan kişinin yakın bir saldırı hakkında bilgisi olduğundan şüphelenilirse, bu bilgiyi elde etmek için onaylanmış tekniklerin yetersiz kalması durumunda diğer metotları kullanmak için ek bir yetki istenebilir.”
ABD Başkanı Obama’nın CIA’ya işkenceleri sona erdirmesi için verdiği idari emir işkence penceresini kapatmamışa benziyor. Terör suçlularının yurtdışında yakalanması ve bir başka ülkeye transferine hâlâ izin verildiği anlaşılıyor. 11 Eylül’den bu yana ABD’nin sicili bu tarz çirkin işkencelerledolu. Obama’nın verdiği emrin işkence görmesi muhtemel her bir kişinin başka bir ülkeye gönderilmesini yasakladığı bir gerçek. Fakat ABD’nin kullandığı muhtemel ifadesi Birleşmiş Milletlerin İşkence Karşıtı Sözleşmesinden bariz bir şekilde farklılık gösteriyor. Sözleşmenin 3. Maddesi taraf devletlerin bir şahsı işkenceye tabi tutulacağı tehlikesinde olduğuna dairesaslı sebeplerinbulunduğu kanaatini uyandıran başka devlete geri göndermelerini, sınır dışı etmelerini ve iade etmelerini yasaklamaktadır. ABD hâlâdaha gevşekbir standart kullanmakta ısrar etmekte ve İşkencenin oluşması ihtimal dâhilinde olduğunda gözaltı işlemini yasaklamaktadır. Uygulamada bu yaklaşım şahsı gözaltına alanın ona işkence yapmayacağı sözüne dayanmaktadır.
Beşeri İstihbarat Toplama Operasyonları hakkındaki ABD Ordusu Yönergesi işkencenin her türlüsünü yasaklar. Fakat buna rağmen gizli ekler, uykudan mahrum bırakmaya ve duyusal yoksunluğa hâlâ izin veriyor. BM İşkence Karşıtı Komitebu durumu belirtti ve son raporunda ABD’yi İşkence Karşıtı Sözleşme uyarınca değerlendirdi.
Hiçbir üstdüzey sivil yetkili, askerî komutanyada bir başka personel işkence emri verdiği ya da uyguladığı için yargılanmadı. Şüphesiz CIA işkencecileri de yargılanmadı. Aksine onlar ya hatıralarını yazıyorlar ya da kendilerini banyoda yıkanırken gösteren resimler çiziyorlar. Onların siyasi nüfuzları belki ABD’de yargılanmalarını mümkün kılmayabilir ancak en azından uluslararası toplumun öfkesi eski başkan yardımcısı Dick Cheney ve eski ABD Başkanı George W. Bush’u aynı Sırp lider Slobodan Miloseviç ve Tunuslu lider Zeynel Abidin Bin Ali gibi dışlayabilir. Ya da belki ABD, BM İşkence Karşıtı Komitenin tavsiyelerine uyar ve nihayet Uluslararası Ceza Mahkemesi Anlaşmasını imzalar.
Yanlış Varsayım Üç: İşkence Sadece Yabancı Ülkelerdeki Savaşlarda Yapılmaktadır!
Bu da doğru değildir. İşkence, ABD’de polis istasyonlarında, göçmen merkezlerinde ve 2,3 milyon kişinin tutulduğu ceza ve tutukevlerinde yapılmaktadır. BM İşkence Karşıtı Komitesinin, Kasım ayında ABD hakkında İşkence Karşıtı Sözleşme uyarınca hazırlanan raporunda cezaevlerinde ve göçmen merkezlerinde işkence ve kötü muamele yapıldığı belirtildi. ABD polisinin sık sık uyguladığı vahşilik ve askerileşmesi komiteyi alarma geçirdi.
Komite özellikle, iki haftayı aşan hücre cezalarının aşırı şekilde kullanılmasını işaret etti. Bu iki haftalık hücre cezalarına maruz kalan kişilerin halüsinasyon gördükleri, sesler duydukları ve paranoyak oldukları bilinmekte. Kaliforniya’daki cezaevlerinde 15 yıldan beri hiçbir insanla görüştürülmeyen mahkûmların olduğundan bahsedilmekte. Amerikalılar, sayıları 50.000 ile 80.000 arasındaki değişen mahkûmların hergün işkence gördüğünü fark etmeye başladılar. BM raporu üstelik bu insanların bazılarının hiçbir ceza almadıklarını ve onların ya gözaltı merkezlerinde ya da göçmen tesislerinde tutulduklarını vurguladı. ABD’li mahkûmlar yüksek düzeyde kurumsal tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalıyorlar. Zaten hapishane tecavüzü televizyon programlarının düzenli bir konu malzemesi olagelmiştir.
Rapor yayınlandı. Şimdi ne olacak? Hata yapmamak lazım. Raporun kısmi ve metni düzeltilmiş halini bile kamuoyuna ulaştırmak devlet işkencesinisona erdirme umudunda olan herkes için bir zafer niteliği taşımaktadır. Fakat bu sadece bir başlangıçtır. Savaşın sonu değildir. Hâlâ daha yapılacak çok iş vardır.
Başlangıç olarak geçmişte ve şu an etkili işkence uygulamaları gerçekleştiren CIA liderliği dizginlenmelidir. Terörle savaşa bulaşan bütün ABD teşkilatlarının abecesini ortaya koyan bu tarz raporlara ihtiyaç vardır. Tam bir hesap sorma ve hesap verebilme sağlanmalıdır. İşkence sorumluları yargılanmalı ya da belki işlenen işkence suçları için resmi bir özür yayınlanmalıdır. ABD tutuk ve cezaevlerindeki işkence sona erdirilmelidir. Senato raporu, ABD işkencesinin geçmişte kalmasını sağlayacak bir açılış olabilir. Vakit kaybetmemeliyiz.
---------------------
Rebecca Gordon,San Francisco Üniversitesinde felsefe dersleri vermektedir. Mainstreaming Torture isimli bir kitabı vardır ve bu kitabında 11 Eylül sonrası ABD’deki etik yaklaşımları irdelemektedir.
AhramWeekly / 07.01.2015 / Çeviri: Murat Yürükoğulları
- Zindanda Kardeşlerimiz Var!
- Charlie Hebdo Vakası ya da Sahibine Dönen Şiddet
- Sömürgecilerin Eşitliği, Irkçılık ve Kibrin Özgürlüğü, Karikatür ve Silahın Kardeşliği
- Alçaklığın Evrensel Tarihini Okumak
- Târih, Paris’te Pazar Günü Başlamış Değildir!
- 4. Yıldönümünde Libya Devriminin Maruz Kaldığı Saldırılar
- “İşkence Raporu”nun Ötesinde
- Rusya’daki Kriz Esed’in Düşüşüne Kapı Aralar mı?
- Kimlik ve Şahitlik
- Taşıyamayacağımız Yükü Yüklenmek ve Acı Neticeleri
- Prof. Dr. Muhammed Tahir Bin Âşûr ve Islah Düşüncesi
- (C)ezaevi Değinileri
- Tekrar Görüştüğümüzde Filistin Özgür Olmuş Olacak!
- Kitaplık
- Zulümlere İnat Direnişimizi Sevdim
- Asr…
- Mahmut Arslan’ın Ardından