1. YAZARLAR

  2. Mustafa Eğilli

  3. Irak Krizinin Gölgesinde Filistin

Irak Krizinin Gölgesinde Filistin

Mart 2003A+A-

Son bir kaç aydır ABD'nin Irak'a yönelik saldırısı ve işgali, tüm dünyada ana gündem maddesini teşkil ediyor. Haber bültenlerinin ağırlıklı konusunu, Irak halkını hedef alan ABD saldırısı ve bununla ilgili son gelişmeler oluşturuyor. Bir taraftan bu saldırganlığın amacı ve etkileri konusunda etraflıca tartışmalar yapılıyor, senaryolar üretiliyor öte yandan Ortadoğu'nun emperyalist istilaya uğramasının önüne geçmek ya da en azından bu işgale onurluca tavır almak amacıyla tepkiler ortaya konuyor ve eylemler düzenleniyor.

ABD'nin Irak'a yönelik saldırı ve işgal sürecinin yarattığı yoğunluk arasında kaybolup giden Filistin, Müslümanların gündeminden de düşmüşe benziyor. Oysa ki söz konusu tehlike yalnızca Irak'ı değil tüm bölgeyi özellikle de Filistin'i tehdit etmektedir.

Dikkatlerin Irak'a çevrildiği bir ortamı ganimet bilen Şaron, Siyonist işgal altında yaşama mücadelesi veren Filistinlilere karşı vahşet uyguluyor. Her gün onlarca şehid ve yaralı haberleri geliyor. Onlarca ev ailelerin başlarına yıkılıyor. Suikastlar işleniyor, okullar ve hastaneler bombalanıyor. Tüm bunlardan daha önemlisi Filistin'in geleceği ile alakalı çok kritik gelişmeler oluyor. ABD bir yandan Irak'ı işgal edip Ortadoğu'ya yerleşirken öte yandan İsrail'in güvenliğini sağlamak amacıyla üç koldan girişimlerde bulunuyor. Irak'la ilgili haber akışı içinde kaybolup giden ve gündem dahi edilmeyen bu önemli gelişmeleri üç ana başlık altında toplayabiliriz:

1-Ortadoğu Dörtlüsü'nün hazırladığı "Yol Haritası"

2-Tony Blair'in himayesinde Londra'da düzenlenen "Filistin Reformu Konferansı"

3-Mısır'ın çabalarıyla gerçekleşen "Kahire Diyalogu"

YOL HARİTASI

"Yol Haritası" BM, AB, ABD ve Rusya'dan temsilcilerin oluşturduğu ve "Ortadoğu Dörtlüsü" olarak adlandırılan komisyon tarafından, İsrail ve Filistin arasında barışı sağlama iddiasıyla hazırlandı. "Yol Haritası"nın detayları ABD tararından henüz açıklanmadı ancak hazırlanan pakette, 2005 yılına kadar aşamalı olarak bağımsız bir Filistin devletinin kurulması öngörülüyor. Bu süreç zarfında İsrail ve Filistin taraflarının yerine getirmesi gereken belli başlı yükümlülükler belirtiliyor ve bunun için takip edilecek yol çiziliyor. Filistin Özerk Yönetimi'ne 'terörü' durdurması ve köklü reformlar gerçekleştirmesi salık veriliyor.

Uluslararası girişimin ürünü olan "Yol Haritası" Filistin yönetimi ve bazı Arap rejimleri tarafından, 2005 yılında bir Filistin devletini öngördüğünden dolayı iyi niyetli bir proje olarak görülebilir ancak ta işin başında iyi niyetli ve yapıcı bir girişim olmadığını destekleyen ciddi kuşkular var. Bu kuşkular çerçevesinde şu sorular anlam kazanıyor; Filistin'in geleceğini etkileyecek böylesine önemli bir konu için oluşturulan konseyde neden Müslüman ve Araplardan hiç bir temsilci yok? Örneğin ABD ve Rusya'nın içinde bulunduğu bu kurulda neden bir Suriye veya Mısır yok? BM ve AB'den heyetler var da neden İslam Konferansı Örgütü ve Arap Birliğinden temsilciler yok? "Yol Haritası"nda uluslararası hukukun gerektirdiği haklar Filistin'e neden tanınmıyor? Neden İsrail BM'nin aldığı sayısız kararlara uymaya çağrılmıyor? İsrail'in uyguladığı 'devlet terörü'ne hiç değinilmiyor da neden haksız bir işgale karşı geliştirilen Filistin direnişi intifada 'şiddet' olarak tanımlanıyor?

ABD, seçimleri bahane ederek İsrail'de yeni bir hükümet kuruluncaya kadar "Yol Haritası"nın detaylarını açıklamayı erteledi ve şu ana kadar da konuyla ilgili teferruatlı bir açıklama yapmadı. Aslında ABD, detayları açıklamayı ertelemekle, Irak'a yönelik saldırının etkilerine ve işgal sonrası ortamın oluşturacağı konjonktüre göre "Yol Haritası" üzerinde gerekli revizyonları ve son rötuşları yapmayı amaçlamaktadır. Ayrıca Ortadoğu'ya yığdığı muazzam gücüyle Filistin tarafına psikolojik baskı uygulayarak isteklerini kabul ettirme avantajı da elde etmiş olacaktır. Bir de Irak'a yönelik planları başarıya ulaşır da buraya bir generalini atar veya kendi hegemonyasında bir yönetim kurarsa sonuçta İsrail'i tanıyan bir Irak ortaya çıkabilecektir. Bu trajik olasılık gerçekleşir de İsrail'i tanıyan bir Irak zuhur bulur, hatta İsrail'e müttefik olursa; ABD, Filistin'e yönelik planlarını uygulama kolaylığı elde edecektir.

ABD ve İsrail, Irak'ı işgal etmenin getirdiği zafer sarhoşluğuyla Filistin direnişini destekleyip işgalci İsrail'i tanımayan İran ve Suriye'ye gözdağı vermekte, pervasız tehditler savurmaktadır. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, ABD'deki güçlü Yahudi kuruluşu IPAC'te yaptığı konuşmada İran ve Suriye'ye hitaben "İsrail'e yönelik 'terörizme' destek vermekten vazgeçmeliler'' diyerek tehdit ettiği konuşmasında; "Irak'a yönelik başlattıkları saldırıyla İsrail'in güvenliğini sağlamış olacaklarını"1 belirtmesi ABD'nin bölgeyi işgal etmesindeki asıl dürtüyü ortaya koyuyor. Böylece İsrail'e dışarıda bir güvenlik çemberi oluşturulmaktadır. Tüm bu operasyonlar İsrail güvenliğinin askeri kanadını teşkil etmektedir. İsrail'in bir de iç güvenliğe ihtiyacı vardır. Burada da devreye yine ABD girmektedir.   

ABD diktesiyle oluşturulan "Yol Haritası" 2005 yılında bir Filistin devleti öngörüyor. Ancak bu devlet birbirinden kopuk 7 kantondan oluşacak. Yani bu küçük devletçikler, İsrail tarafından tamamen kuşatılmış ve bunlar arasındaki irtibatı sağlayan yol ve köprüler İsrail'in kontrolünde olmuş olacak. Aslında bu, Filistin'in İsrail tarafından işgalinin ve bölünmüşlüğünün Filistinlilerce resmen kabulü anlamına geliyor.

"Yol Haritası"nda 'terörün' durdurulması talep edilmekte. İsrail'den değil, tabi ki Filistinlilerden. Çünkü bu haritanın sözlüğünde 'terör' intifada demektir. "Ortadoğu Dörtlüsü"ne göre gasp, işgal, cinayet ve yıkım terör değil, tüm bunlara karşı tutuşturulan direniş ateşi, intifada terördür.

"Yol haritası"nda Filistin yönetiminde köklü yapısal düzenlemelerin yapılması isteniyor. Detayları henüz tam olarak belirginleşmeden, Filistin Özerk Yönetimi Lideri Arafat ilkesel olarak "Yol Haritası"nı kabul ettiklerini açıkladı. Zaten Arafat, denize düşen yılana sarılır misali mütemadiyen İsrail'in saldırılarına yönelik uluslararası müdahale talebinde bulunuyor ve uluslararası her girişime olumlu tepki veriyor.

İsrail'in tepkisine gelince, Newsweek dergisine konuyla ilgili açıklama yapan Şaron; "Ortadoğu Dörtlüsü hiçbir şey ifade etmiyor, onları ciddiye almıyoruz. Bizim daha ciddi başka bir projemiz var" diyerek "Yol Haritası"nı önemsemediğini ortaya koyuyor. Şaron'un projesinin ne olduğunu bilemiyoruz ancak "Yol haritası" üzerinde tam 100 değişiklik istediğini kendi ifadesinden öğreniyoruz. Şaron'un ön koşul olarak ileri sürdüğü 100 şarttan bazıları şunlar:

1- Filistin liderinin yenilenmesi yani Arafat'ın yerine başka birinin gelmesi,

2- Yetkileri kanunla belirlenmiş bir 'başbakanlık' makamının ihdas edilmesi.

3- 1948 tarihli ve 194 sayılı BM Genel Kurulu kararına binaen Filistinli mültecilerin ülkelerine geri dönme hakkından vazgeçmeleri.

4- Hafif silahlı polis gücü hariç, Filistin devletinin silah ve ordudan arındırılmış olması.

5- Filistin tarafının İsrail'e muadi bir devletle antlaşma yapmaması.

6- Filistin'in kara sınırları ile hava sahasının kontrolünü İsrail'in sağlaması.

7- İsrail, 2005 yılına kadar bir Filistin devleti kurulması takvimine bağlı değildir2.

Arafat, İsrail'in "Başbakanlık makamı ihdas edilmesi" ön koşulunu kabul edip bir başbakan atayacağını ve bunun için gerekli anayasal düzenlemeleri yapacağını açıklayarak (iyi) niyetini ortaya koydu. Arafat böylece iyi kötü bir Filistin devletinin var olacağını düşünüyor olabilir. Ancak birbirinden kopuk 7 kantondan oluşan, tüm sınırları İsrail tarafından kuşatılan, içinde Yahudi yerleşim birimlerinin olduğu, dolayısıyla İsrail askeri birimlerinin bulunduğu, ordu ve silahtan yoksun, dış ilişkilerden ve siyasetten mahrum, içte hareket serbestisi kısıtlı olan yani devlet olmayan bir devlet ön görülüyor. Başka bir deyişle belediye hizmetleri icra eden bir hükümet ve hükümran olmayan bir devlet sunuluyor Filistinlilere.

İsrail'in 2005 yılına kadar bir Filistin devleti kurulması takvimine bağlı kalmayacağını ısrarla belirtmesine rağmen bunun için gerekli yasal süreç başlatıldı ve Filistin meclisi bu yönde gerekli olan adımları atarak 3'e karşı 64 oyla başbakanlık makamının ihdas edilmesini kabul etti. Hemen akabinde Hamas ve İslami Cihad'ın, Filistin meclisinin kabul ettiği "başbakanlık makamı oluşturulması" kararını ABD ve İsrail'in zorla kabul ettirmeye çalıştığı bir 'oyun' olduğunu belirtmeleri ve reddettiklerini açıklamaları, özellikle de Hamas'ın siyasi lideri Abdülaziz El Rantisi'nin "Bu karar, Siyonizm'e ve ABD'ye aittir. ABD ve İsrail Arafat'a başbakanın kim olacağını bile kabul ettirdi" şeklindeki açıklaması, Hamas ve İslami Cihad'ın konuyla ilgili tavırlarının net olduğunu gösteriyor.

Baskılara boyun eğen Arafat, Şaron'un isteği ve "Yol Haritası"nın gereği olan geniş yetkilerle donatılmış bir "başbakanlık" makamı ihdas etme kararı almakla kalmayarak; bu makama FKÖ Genel Sekreteri Mahmud Abbas'ı önerdi ve yasal değişikliklerden sonra da hükümet kurma görevini kendisine tevdi etti. Ebu Mazın olarak da bilinen Mahmud Abbas'ın bu göreve getirilmesi haberlere, "Filistin'e, ABD ve İsrail Onaylı Başbakan"3 şeklinde yansıdı. Nitekim İsrail, Ebu Mazın'ın başbakanlığını memnuniyetle karşıladığını açıkladı. Ebu Mazın Moskova'da Filistin direnişinin silahsızlandırılacağı sözünü veren kişi. Bu zat aracılığıyla Filistinli direniş guruplarının özellikle de Hamas ve İslami Cihad'ın, İsrail'in güvenliği için silahsızlandırılıp tasfiye edilmesi amaçlanıyor.

"Yol Haritası" Filistinliler açısından tam anlamıyla bir "teslimiyet belgesi" niteliğindedir. Şayet Filistinliler bu belgeyi bir şekilde kabullenirlerse zillet içinde yaşamaya mahkum olacaklardır. "Yol Haritası"nın Filistinlileri ulaştıracağı nokta Siyonizm'in boyunduruğu altında yaşamaktır.

LONDRA KONFERANSI

İngiltere Başbakanı Tony Blair'in girişimiyle Londra'da, "Filistin Reformu" adıyla düzenlenen konferansa "Ortadoğu Dörtlüsü"nün yanı sıra Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan'dan temsilciler de katıldı. Londra konferanslarının ilkine İsrail katılmadığı gibi Filistin heyetinin gidişine de izin vermemişti. Filistin tarafı da toplantıya tele-konferans yöntemiyle iştirak etmişti. Bundan yaklaşık bir ay sonra düzenlenen ikinci konferans için ABD'nin baskıları sonucu İsrail, Filistin heyetinin Londra'ya gitmesine izin vermiş hatta yönetimlerini temsilen bir heyeti de konferansa göndermişti.

İsrail'in "Filistin Reformu Konferansı"na işin başında karşı çıkışının kendi mantığı içinde gerekçeleri var. Öncelikle bu konferansın, Arafat'a uluslararası itibar ve saygınlık kazandıracak olması, yine konferansın Arapları memnun etmeye yönelik bir çaba olarak algılanması ve belki de İngiltere'nin Ortadoğu'da yeniden etkinlik kazanması gibi konular İsrail'in menfi tutumunu açıklayabilir. Arzulayıp da elde edemediği iki önemli konunun yani intifadanın durdurulmasının ve 'ıslah' edilmiş bir Filistin yönetiminin ele alınması İsrail'in bu konferansa katılımını sağlamıştır. ABD'nin baskıları da etkili olmuş olabilir ancak İsrail, Londra Konferansı'nda kendi güvenliğini ilgilendiren konuların tartışıldığı bu ortamdan uzak kalmayı göze alamamıştır.

"Filistin Reformu" adıyla Londra'da düzenlenen bu konferans, "Ortadoğu Dörtlüsü"nün bir nevi yan etkinliği sayılabilir. Çünkü "Yol Haritası"nın önemli yapı taşlarından "Filistin Reformu" ve Filistin direniş hareketi intifadanın hedef alındığı 'şiddetin' durdurulması meselesi bu konferansın ana gündem maddesini teşkil etmiştir.

Anlaşılan o ki, Filistin halkının başına gelenlerin asıl sorumlusu olan İngiltere, bu konferansı düzenleyerek Ortadoğu'da yeniden etkinlik kazanmayı arzuluyor. Ayrıca İngiltere bu girişimiyle ABD'ye büyük bir iyilik de yapmış oluyor. İngiltere, her konuda olduğu gibi burada da partneri olduğu ABD'nin yükünü hafifletmiştir.

Bu toplantı ABD menfaatleriyle paralellik arz ediyor. Zira Irak'a yönelik haksız ve hukuksuz bir işgal süreci içindeki ABD, bu konferansla Filistin sorunuyla da ilgilenildiği havasını vererek, Arap ve Müslüman kamuoyunda kendisine yönelik artan tepki ve öfkeyi azaltmayı ummaktadır. ABD ve İngiltere ikilisinin, Irak'a saldırı başlatmasından 6 gün önce yani 14 Mart 2003 tarihinde, halka hitap etmek üzere TV'ye çıkan ABD Başkanı Bush, konuşmasını Filistin-İsrail konusuna tahsis etti. Her hitabında adeti olduğu üzere değinide bulunduğu Irak krizi ve 11 Eylül olaylarını ağzına almayan Bush, "Filistin Reformu"ndan söz açarak gelecekte bir Filistin devleti kurulacağı 'muştu'sunu yineledi. İsrail'den de yeni Yahudi yerleşim alanları açmamasını ve Filistinlilere uyguladığı baskıyı azaltmasını istedi. Bush'un bu konuşmasından yaklaşık bir saat sonra ekranlara İngiltere başbakanı Tony Blair çıktı. Gazetecilerle düzenlediği basın toplantısını Filistin'e has kıldı ve Irak'a ilişkin ısrarlı soruları yanıtsız bıraktı. Blair, 2005 yılında bir Filistin devleti kurulmasına verdiği önemi vurgulayarak Bush'un sözlerini aynen tekrarladı. Bush ve Blair'in Irak'a saldırı arifesinde Filistin sorunu ile ilgili bu hamleleri Arap medyasında "Irak'a saldırı öncesi Araplara rüşvet" şeklinde tepki buldu4. İşte tüm bunlardan dolayı "Londra Konferansı"nın arkasında ABD'nin yönlendirmesi ve desteği vardır. İngiltere ve İsrail sadece kendilerine verilen role uygun davranmaktadırlar.

Filistin yönetiminin büyük bir hevesle katıldığı bu toplantı, Arafat ve hükümetinin uluslararası arenada tekrar itibar kazanması açısından önemlidir. Bu konferans, Arafat'a bir nevi iade-i itibar sağlamış olabilir ancak Filistin halkına hayır getireceğe pek benzemiyor.

Filistin heyetinin, taraflara "Filistin Reformu" önündeki zorlukları aktarıp mazeretler beyan etmeleri siyasi, ekonomik, yasal, idari ve güvenlikle ilgili alanlarda 'ıslahat' yapma konusunda samimi olduklarını vurgulamaları teslimiyetçi bir yaklaşım olmuştur. Konferansta 'terör' olarak tanımlanan intifadanın durdurulması yönündeki baskılara Filistin tarafının olumlu tepki vermiş olması ihanetin önemli bir boyutudur.

Filistin heyetinin, hazırladığı bir "Filistin anayasası taslağı"nı İngilizlerin beğenisine sunduğu5 bilgisi endişe verici bir gelişmedir. Bu taslakta beşer yıl süreyle ve iki defadan fazla olmamak kaydıyla seçilen yetkileri sınırlı bir 'başkanlık' ve geniş yetkilerle donatılmış bir 'başbakanlık' makamı öngörülüyor. Bu gizli anayasanın önemli bir maddesi olan başbakanlık konusu kısa sürede yürürlüğe kondu. Dünyadan ve Filistin halkından gizlenen bu anayasada daha ne gibi maddelerin olduğu meçhul. Filistin halkının onayını almamış ama anlaşılan o ki ABD, İngiltere ve hatta İsrail tarafından olur almış bu gizli anayasa maddelerinin neyi içerdiğini ancak ilerleyen günlerde Filistin Özerk Yönetimi'nin uygulamalarından öğrenebileceğiz.

KAHİRE BULUŞMASI

Mısır İstihbarat Teşkilatı Başkanı Tuğgeneral Ömer Süleyman'ın başkanlığında Kahire'de Filistinli 12 direniş grubu bir araya geldi. Bu toplantının önemi, 1983 yılında Tunus'ta yapılan 13. Filistin Ulusal Kongresinden bu yana ilk defa bu kadar çok grubun temsil edildiği geniş katılımlı bir toplantı olmasıdır. Aynı zamanda bu toplantı, Filistinlilerin birliğinin ve dayanışmasının bir göstergesi olması hasebiyle ayrıca önem arz etmektedir. İntifadanın bayraktarlığını yapan Hamas ve İslami Cihad açısından bu buluşmanın çok daha özel bir anlamı var; "terör"le suçlanan bu iki hareketin uluslararası nitelikteki bir toplantıya davet edilmeleri resmen tanınmalarını ve uluslararası düzlemde itibar görmelerini sağlamıştır. Böylece Filistin halkının asıl temsilcileri oldukları tescillenmiştir.

"Kahire Buluşması"nın ana gündem maddelerinden bazıları ise şunlardı:

1-                Başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması

2-                1948 tarihli, 194 sayılı BM Genel Kurulu kararı ile BM Güvenlik Konseyi'nin 1967 tarihli, 242 sayılı kararı doğrultusunda Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönmeleri

3-                Filistin direniş hareketinin yöntem ve şekillerinin değerlendirilmesi

4-                Filistinlilerin tek bir siyasi çatı ve liderlik altında birleşmesi

5-                Mısır'ın önerdiği bir yıllık veya altı aylık süreyle tek taraflı ateşkes ilan edilmesi6

"Kahire Buluşması"nda Filistinli gruplar arasında çıkan anlaşmazlıklar üç başlık altında toplanabilir.

Bunlardan ilki ve en önemlisi, kurulacak olan Filistin devletinin sınırları etrafında ortaya çıkan köklü ihtilaftı. Bu, Filistinli guruplar arasında var olagelen derin ve ezeli ihtilaf konularından biri. Arafat liderliğindeki Fetih örgütünün başını çektiği gurup, Filistin devleti sınırlarının 1967'den sonraki toprakları içermesini savunuyor. Buna gerekçe olarak da bu sınırların uluslararası düzlemde kabul görmesini gösteriyor. Bu şekilde İsrail'in işgale dayalı gayri meşru varlığı Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nce kabullenilmiş oluyor. Hamas ve İslami Cihad'ın içinde bulunduğu diğer 6 grup ise başkenti Kudüs ve her karış toprağı özgür olan bir Filistin devletini öngörüyor ve bu gerçekleşinceye dek intifadanın devam ettirilmesinin gereğine inanıyor.

İkinci anlaşmazlık ise; irili ufaklı tüm direniş örgütlerinin tek bir çatı ve liderlik altında birleşmeleri etrafında ortaya çıkıyor. Fetih, Filistinli grupların Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında toplanmalarını teklif ediyor. Hamas ve İslami Cihad, ilkesel olarak bu teklife sıcak bakıyorlar ancak FKÖ'nün yapısında ve programında değişiklikler yapılarak tüm grupların yönetimde temsil edilmesi ve karar mekanizmasında söz haklarının olması gerektiğine vurgu yapıyorlar. Filistinlilerin söz ve güçlerini birleştirmeleri gerçekten de olması gereken ve çok arzulanan bir durum. Ancak bunun adil ve kapsayıcı olması gerekir ki uzun süreli ve fonksiyonel olabilsin.

Üçüncü ihtilaf konusu da; Mısır istihbarat Şefi Ömer Süleyman'ın önerdiği intifadanın 1 yıl veya 6 ay süreyle tek taraflı durdurulması meselesi. FKÖ Genel Sekreteri ve çiçeği burnunda Başbakan Mahmud Abbas, Moskova ziyareti esnasında yaptığı açıklamada; "Filistin liderliğinin 1 yıllığına intifadayı silahsızlandırmaya karar verdiğini ve böylece ABD'nin 'Yol Haritası' projesinin uygulanmasına imkan tanımayı amaçladıklarını" ifade etmesinin hemen ardından Fetih, intifadanın tek taraflı durdurulması yönünde görüş beyan etmişti. Böylelikle İsrail'i uluslararası arenada zor duruma düşürmek ve görüşme masasına oturmaya zorlamak amaçlanıyor. Zira Filistin Özerk yönetimi her istişhad eyleminden sonra bu eylemi kınayan bir açıklama yaparak "istişhad" eylemlerine karşı olduğunu beyan ediyor. Hedeflenen sadece intifadanın durdurulması veya istişhad eylemlerine son verilmesi değil, aynı zamanda Hamas ve İslami Cihad başta olmak üzere tüm direniş hareketlerinin silahsızlandırılması ve tasfiye edilmesidir.

Hamas'ın kurucusu ve manevi lideri olan Şeyh Ahmet Yasin, Reuters Haber Ajansına yaptığı açıklamada tek taraflı olarak ateşkes ilan etmeyeceklerini, intifadanın ve istişhad eylemlerinin Siyonist işgal devam ettikçe süreceğini belirterek Hamas'ın bu konudaki tutumunu net bir şekilde ortaya koydu. Filistin direniş hareketi Hamas'ın yetkilileri, daha önce Güney Lübnan'da başarıyla uygulanan Hizbullah ve İsrail'in karşılıklı olarak sivillere dokunmama yönündeki antlaşmasına benzer bir antlaşmanın olabileceğini, zaten kendilerinin müteaddit defalar İsrail tarafına sivil hedeflere saldırılmaması çağrısında bulunduklarını ancak şu ana kadar olumlu bir yanıt alamadıklarını belirtiyorlar. Demek ki sorun sivillerin korunması meselesi değil, Filistin halkının haklı direnişinin durdurulmasıdır.

"Kahire Diyalogu"nda, toplantının iki önemli maddesi olan Filistinli grupların Siyonist işgale karşı ortak tavır belirlemeleri ve direnişin şekil ve yöntemlerinin netleştirilmesi konularının detaylıca ele alınması beklenirken toplantı amacından saptırılarak direnişin durdurulması, İsrail'le uzlaşma ve FKÖ çatısı altında birleşilmesi gibi teslimiyet içeren gündemlere takıldı.

Toplantıyı idare eden Tuğgeneral Ömer Süleyman'ın baskıları ve hatta zaman zaman üstü kapalı tehditleri, Mısır'ın önayak olduğu bu girişime gölge düşürmüş ve asıl amacından saptırıldığı ortaya çıkmıştır. Mısır ısrarla intifadanın durdurulması yönünde baskılar yapmış, özellikle Hamas ve İslami Cihad'a 6 aylığına dahi olsa intifadanın durdurulması çağrısında bulunmuştur. Mısır da FKÖ gibi intifadanın durdurulmasının İsrail'i görüşme masasına zorlayacağı iddiasındadır. Oysaki mevcut şartlarda intifadanın durdurulması ABD ve İsrail'in işini kolaylaştıracaktır. ABD Irak'a saldırı sürecinde Filistin'de bir sorunla karşılaşmak istemiyor ve Filistin sorununun bu süre zarfında dondurulmasını arzuluyor. İsrail ise intifadanın durması ve direniş hareketlerinin silahsızlandırılmasıyla Filistin halkı üzerindeki emellerini daha rahat bir şekilde yerine getirmeyi amaçlamaktadır. Bundan dolayı olsa gerek Hamas ve İslami Cihad bu yapay gündem altında Kahire toplantılarına "iştirak etmeyeceklerini" defalarca ifade ettiler.

Filistinlilerin tek ve etkili aracı intifadadır. İsrail'in uyguladığı devlet terörüne karşı çok etkili olan yegane savunma aracı intifada, Filistinlilerin elinden alınmaya çalışılıyor. Oysa ki Mısır gibi Arap devletlerine düşen intifadayı destekleyerek Filistinli kardeşlerine yardımcı olmalarıdır. Eğer bunu yap(a)mıyorlarsa en azından ABD ve İsrail'in güvenliği için çaba sarf etmeyi bırakmalıdırlar. Mısır intifadanın durdurulmasını isteyerek ne yapmaya çalışıyor? ABD'nin "Yol Haritası"yla gerçekleştirmeye çalıştığını, İngiltere'nin Londra Konferansında yapamadığını Mısır gerçekleştirmek mi istiyor? Anlaşılan odur ki; ABD, Mısır'a "abi" rolünü biçmiş ve o da "intifadayı durdurmazsanız İsrail'e yem olursunuz, bu hengamede kimse size sahip çıkmaz" diyerek Filistinlilere "abi" nasihati yapmaktadır.

Mısır'ın intifadanın durdurulması talebi, ABD ve İsrail'i hoşnut tutma çabasının bir sonucudur veya en azından bu ikilinin Mısır üzerindeki baskı ve tahakkümünün bir tezahürdür. Mısır'ın bu tarihi buluşmaya ev sahipliği yapması ta başından toplantıya halel getirmiştir. Böyle bir toplantı Filistin direnişine daha sıcak bakan ve İsrail'e mesafeli duran Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde olmalıydı ki dış baskı ve yönlendirmelerden beri kalabilsin.

Sonuç olarak Filistin üzerinde dönen oyunların aktörlerini, uluslararası platformda "Yol Haritası"yla Ortadoğu Dörtlüsü, Avrupa boyutunu "Londra Konferansı"yla İngiltere, bölgesel düzlemde "Kahire Buluşması"yla Mısır ve nihayet yerel ayağını "Filistin Reformu"nu uygulamakla memur Filistin Özerk Yönetimi oluşturmaktadır. ABD, İngiltere ve İsrail yanlarına Mısır'ı da katarak emperyalist ve Siyonist hedefleri gerçekleştirmek için Filistin yönetimini tabiri caizse araya almaktadırlar. Bu şekilde halkanın zincirleri tamamlanmakta ve artık Filistin'de istedikleri değişikliği yapma imkanına büyük ölçüde kavuşmuş olmaktadırlar. Tüm bu girişimleri tek bir şey boşa çıkarabilir, o da Filistin halkının işgale karşı doğal refleksi olan "intifada"dır.

Dipnotlar

1- www.aksahaber.net / 31 Mart 2003

2- Ahmet Amrabi / B.A.E el-Beyan Gazetesi (23 Şubat 2003)

3- www.aksahaber.net / 19 Mart 2003

4- Hatim Ebu Şaban / Katar el-Vatan Gazetesi (21 Mart 2003)

5- Yasir Zatira / el-Cezire (26 Ocak 2003)

6-  Muhammed Meşmuşi / B.A.E el-Beyan Gazetesi (8 Şubat 2003)

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR