1. YAZARLAR

  2. Seyyid Bereket

  3. İntifadanın Fecri

İntifadanın Fecri

Mart 1990A+A-

Filistin İslami Cihad Hareketi'nin liderlerinden olan ve halen sürgünde yaşayan Seyyid Bereket ile Lübnan'da yayınlanmakta olan el-Fecr dergisinin, İntifada'nın 3. yılına girmesi dolayısıyla yaptığı söyleşiyi sunuyoruz.

 

Eylemci Müslümanların, İsrail'e karşı sürdürülen askeri veya politik mücadelede İntifada'nın başlangıcından günümüze kadar oynadıkları rol nedir?

Bismillahirrahmanirrahim.

Kadir olan Allah'a hamd olsun ki, İran'daki İslam Devrimi'ni, Afganistan ve Lübnan İslami direnişlerini ve Filistin'deki kutsal cihad ateşini bize bahşetti.

İntifada'dan bahsetmek, şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin (r.a.)'in karşı karşıya kaldığı acımasız gerçekten bahsetmektir. İşte bu İslami gerçek, Yahudi zulmünü uzun süre yaşatmayacaktır. Filistin sorununun bölgedeki geri kalmışlık, özgürlük ve bağımsızlık ile ilgili meselelerin merkezi olduğuna inanıyoruz.

Batının Müslüman halkın kendi siyasi sistemine sahip olmasını engelleyen daimi baskılarının farkındayız. Batılılar bunu ülkeler arasında bölünme ve sınırlar yaratarak gerçekleştiriyorlar.

Batı; İslam'ı Müslümanların siyasi hayatından uzaklaştırıp yerine Sykes-Picot Antlaşması'nı bir alternatif olarak yerleştirerek planını sürekliliğini teminat altına almaya çalıştı. Zira Batı, her ne kadar Yahudilerin ve bazı Hıristiyanların çıkarları doğrultusunda İsrail devletini kurduysa da, Müslümanların bu durumdan rahatsızlıkları ve bundan kaynaklanan direnişleri sürdüğü müddetçe İsrail'in varlığı güvencede olmayacaktır. Bu Kur'ani bir gerçekliktir.

Mevcut uluslararası çözüm yolları peşinde koşan ve ellerinde var olan her şeyi kaybetme kaygısıyla bunlara teslim olunması gerektiğine inanan birçok Arap ve Müslüman, Batı'dan medet umarak her şeyi elde edebileceklerini zannetmektedir.

Aslında tüm İslam dünyasında -özellikle Filistin'de- siyonist plan ile eğitim alanında ve siyasi kurumlar üzerindeki İslam'ın belirleyiciliğini silmeye yönelik topyekun bir saldırı vardır. Bu aynı zamanda Müslümanların özlemini ve fikirlerini saptırma planıdır.

Sözünü ettiğimiz problemlerle daha çok Müslümanların siyasi önderliğinin devamlı etkisiz kaldığı ve silinmeye doğru gittiği yerlerde karşılaşıyoruz. Geçmişte Filistin mücadelesini temsil eden laik hareketler bu türden bir sorun oluşturuyorlardı. Söz konusu hareketlerin aktif mücadeledeki tabanları Müslümanlardan oluşmasına karşın kendileri İslami bir kimlik taşımıyorlardı.

Kaynakları ve çizgileri İslami olan el-Baraq olayları ve İzzeddin el-Kassam'ın liderliğindeki kıyam hareketleri ile başlayan Filistin mücadelesinin, giderek laik unsurların ön plana çıkmasıyla gayri İslami bir kimlik kazanması yukarıdaki durumun tarihsel gelişimini ortaya koymaktadır. İzzeddin el-Kassam'ın liderliğinde 1936 yılının Nisan ayından ekim ayına dek süren kıyama Filistin halkının gösterdiği coşkulu katılımdan endişe duyan Arap rejimleri, ayaklanmanın durdurulması halinde İngiltere'nin Filistinlilere bazı haklarını tanıyacağını vaadederek olayları bastırmak istemişlerdi. Ama bu vaatler toplumun hiçbir kesiminde benimsenmedi ve hareketler güçlükle durdurulabildi.

Son 20 yıl boyunca el-Kassam ve Abdulkadir el-Hüseyni gibi liderlerin ihtiyacını hissettik. Laiklerin karşısında kendimizi kritik bir durumda bulduk, çünkü Yahudilere karşı mücadele sahasında varlık gösteremiyorduk. Bundan utanç duyuyorduk, ancak utanması gereken birileri varsa bunlar dışarıdan yabancı fikirler taşıyan laikler olmalıydı. İslam devrimi ve ideolojisini sloganlar halinde yükselten Müslüman eylemciler vardı, ancak bunlar bu sloganlarını silahlı cihad alanına taşıyamadılar. Bu noktada, İslami Cihad hareketine Filistinli Müslümanların kişiliklerindeki bu ikilemi ortadan kaldırma görevi düşmüştü. Milli ve dini ayrımından kaynaklanan çelişkileri, İslam'ın evrensel anlayışı temelinde çözmek gereklidir. Bu sorunları İslami görüş içinde tanımlanan insan ve vatan kavramlarına bağlı olarak çözecek olan, İslami Cihad'ın bu sahih evrensel anlayışıdır.

İslami Cihad hareketi faaliyetlerine 80'li yılların başında siyaset, haberleşme ve camilerde taraftar toplama çalışmaları ile başladı. Kur'an ayetlerinin bir kurşuna, politik bir slogana, mümin kalplerde bir nura ve Yahudilere karşı bir ateşe nasıl dönüştürülebileceğini düşünmeye başladık.

Anur er-Rabbani ve At-Talia el-İslamiye gibi dergilerin yayınına başladık. El ilanları ve öğrenciler için el-Hakkika ve İslami Hizbin Sesi gibi yayınlar da yaptık. İşgal altındaki Filistinlilerin sıkıntılarını konu alan yayınların etkisine bir delil olarak, 1967'den bu yana ilk defa aralarında Dr. Fethi el-Şikaki'nin de bulunduğu 25-30 kişilik bir grubun At-Talia el-İslamiye bültenini yayınlama suçuyla İsrail otoriteleri tarafından tutuklanmasını gösterebiliriz.

Yahudiler, kelimeler ve yazılı bültenleri dikkate almazdan önce, bir süre özgürlük verdiler, ne zaman ki yumruklar işgale karşı koymak üzere havaya kalktı, işte o zaman "Dur" dediler. Sadece hareket üyelerinden 30 kişi hapse atıldı. Bu etkinlikler küçük bir kıvılcımla ateşlenmeye her an hazır devrimci bir atmosfer yaratmamız gerektiği anlayışıyla devam etti. İnsanların bu gerçeği kavramalarını sağlamaya çalışıyorduk ki, buhranlarından kurtulabilsinler.

1986'da bir grup Müslüman tutuklanarak 1983-1986 yılları arasında meydana gelen bazı askeri operasyonlarla ilgili olarak sorguya çekildiler.

1986 ve 1987'de Filistin'de "İslam yılı" başladı. Ekim 1986'da Hay el-Magharibat'da el-Baraq operasyonu gerçekleştirildi. Yahudiler 70 askerlerinin öldürüldüğünü ya da yaralandığını doğruladılar. Daha da önemlisi, mücahitler bu operasyonu ağlama duvarının arkasında gerçekleştirmişti. Bunun insanlar üzerindeki moral verici etkisini düşünebiliyor musunuz?

Bu operasyondan, İntifada'nın gerçek başlangıç noktası olan eş-Şucaiyat'a kadar işgal altındaki topraklar, cihat operasyonları bakımından oldukça canlı geçti.

86-87 senelerinde hareketten 6 kişi Gazze merkez hapishanelerinden kaçmayı başardı. Bunlardan iki tanesi Filistin dışına çıktı, diğer dördü Filistin'de kaldı. Bunlardan biri de sürekli; "hapishaneden şehit olmak için kaçtım" diyen Şehit Misbah es-Souri idi.

1987 yılının Ekim ayının başından itibaren, Gazze Şeridi siyonistlere gerçek bir cehennem oldu. Gazze'de, Ensar 2 Kampı müfettişi bir askeri polis komutanının öldürülmesi, Cabalia'da bir askeri subayın öldürülmesi ve bir erin yaralanması gibi suikast ve yaralama operasyonları hep militan Müslümanlar tarafından gerçekleştirildi.

1960'dan beri ilk kez eş-Şucaiya'da çeşitli silahların kullanıldığı yüz yüze bir çarpışma gerçekleşti. Çarpışmada 4 mücahit şehit oldu ve düşman önemli bir istihbarat subayının öldüğünü ve birçok askerin yaralandığını doğruladı. O gün Filistin halkı işgali protestoya davet edilmişti. Kimse davete verilen desteğe inanmıyordu.

Rabin bile 1967'den bu yana böyle gösterilerin görülmediğini ve tüm bunların sadece üç kilometrelik Gazze Şeridi'nde meydana geldiğini itiraf etti. Yahudiler kendilerini bozguna uğramış hissettiler. Filistinliler ise zaferin kendileri için imkansız olmadığını öğrenerek bundan gurur duydular ve kendilerine olan güvenleri geri geldi.

Yüzde yüz bir İntifada planlamıyorduk, fakat bir devrim atmosferi hazırlıyorduk. 7 Ekim 1987'de şehitlere, kanlarının bir ruh olup siyonistlerin peşini hiçbir zaman ve hiçbir yerde bırakmayacağına dair söz vererek, halktan gelecekte vuku bulacak olaylar için hafızalarını parlatmalarını istedik. Çünkü olaylar gün geçtikçe daha da büyümekte ve önem kazanmaktaydı.

Bu durum Knesset'i, bir toplantılarında, Gazze bölgesi üzerindeki hak iddialarını destekleyecek kanuni bir kanıtın olmadığını söyleyerek bu bölgenin boşaltılması gerektiğini ileri sürmeye kadar götürdü. Bu sırada İsrail gazeteleri de Gazze bölgesini, İsrail'in beyninde siyah bir delik olarak göstermeye başlamışlardı. Hatta Ben Gurion'un "Umarım deniz Gazze'yi yutar da biz de rahat ederiz" sözünü bile yazmışlardı.

Aralık ayının 16'sında, Şeyh Abdulaziz Udeh'in sürgün kararından sonra gösteriler daha da arttı. Daha önce 7 Aralık'ta, bir İsrailli'nin kullandığı bir kamyonun Filistinli işçileri taşıyan bir otobüse çarpıp 4 kişiyi öldürmesinin ardından, ellerinde "Gazze size sesleniyor, bizden ne istiyorsunuz, canınız cehenneme" yazılı pankartlar taşıyan Filistinliler sokaklara dökülmüşlerdi.

Biz, siyasette, basında ve askeri hareketlerde kendini gösteren, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği devrim ve cihad İslamını yani hakiki İslam'ı ortaya koymaktan şeref duyuyorduk. Bütün bunlar, Filistinli insanımıza kendi gücünün anahtarını göstermişti. Bu anahtar başından sonuna kadar İslam için savaş ve şehadetti.

Bütün bu olayların gelişimi içinde, Müslümanların İslami Cihad Hareketi'ne bakışında belli bir değişme gözlemleyebildiniz mi?

Öncelikle bu hareketin 9 yıl gibi bence çok kısa bir zamandır faaliyette bulunduğunu hatırlamak gerekir. Buna rağmen, biraz da devletin koyduğu yasak ve düzenlemelerin sonucunda farklı yoğunluklarda olmakla birlikte birçok yerlere yayılmıştık. Kısa zamanda geçmişte İslam'ın düştüğü o zayıf pozisyondan ve FKÖ'nün sayısız uzlaşmacı tutumundan dolayı bir umutsuzluk içinde yaşayan Filistin halkının sempatisini ve saygısını kazanmıştık. Birçokları bu harekete katılmak istemiş, böylece hareket geniş bir kitleden destek bulmuştu. Fakat, Arap devletleri ve diğer devletler tarafından genelde eylemci Müslümanlara ve özellikle İslami Cihad Hareketi'ne karşı bir engelleme söz konusudur.

Toprak karşılığında barış fikri, Gazze ve Batı Şeria'da seçim planları ve Mübarek'in önerisi hakkında sizin görüşleriniz nelerdir?

Eylemci Müslümanlar olarak, pragmatist değiliz böyle olmamıza da izin verilmemiştir. Bu itibarla bizi İslami kurallar yönlendirir.

Bizim, Filistin meselesiyle ilgili olarak, FKÖ, Arap devletleri veya İsrail'le olan siyasi konumumuz İsrail devletinin meşruiyetini tanımama ilkesi üzerine kuruludur.

Müslüman-Yahudi ilişkileri tarihinde İsrail'in var oluşu bir kural değil, istisnadır. Kur'ani tarih ve tarihsel olgular Müslüman-Yahudi ilişkilerinin daima olumsuz olduğunu göstermektedir. Yahudi'nin var olması benim yok olmam demektir ya da tam tersi. Tarih şuna en güzel şahittir ki, İslam güçlendiğinde Yahudiler parçalanmışlar ve aşağılanmışlardır. Fakat ne zaman ki, biz prensiplerimizi bırakmışız o zaman zelil olmuşuzdur.

Siyasi bir varlık olarak Yahudi'yle hakimiyeti altında yaşamamız imkansızdır. Yahudiler için ise tarihte en iyi zaman, İslam devleti içinde yaşadıkları zamandır.

Bu küçük kutsal topraklar başkalarına bırakılamaz, ancak İslam iktidarı eli altında olabilir.

FKÖ ile ilgili olarak biz şunun farkına vardık ki, FKÖ, başından beri Arap rejimleri tarafından kuşatılmış ve bunun ilerisine de geçememiştir. Hatta daha da öteye giderek kendisini Batı sekülerizmi fikri ile sınırlandırmıştır. FKÖ ile Amerika ve Batı çıkarlarının koruyucuları arasındaki birlik giderek doğal bir hal almıştır.

Gözlemlerimize göre, bir dönemin sonunu ve yeni bir dönemin başlangıcını yaşıyoruz. İki taraf arasındaki silahlı çatışmayı, siyasi ve basın yollu tartışmalara dönüştürmeyi amaçlayan gücün paylaşılması fikri, ilk kez 1973 yılında önerilmişti.

Biz ferdi veya kurumsal bir ihtiras peşinde değiliz. Biz, Filistin halkının yenildiği yolundaki bir düşüncenin yayılmasını engellemeye çalışıyor ve böyle bir sonucu amaçlayan planlara da sert bir şekilde başkaldırıyoruz.

Seçim meselesine gelince, biz HAMAS ve İslami Cihad'ın bu konuda aynı görüşü paylaşacağına inanıyoruz, dolayısıyla İntifada'nın ürünlerini almak bahanesiyle bu tip seçimlere katılmak meşru değildir, çünkü böyle bir şey İsrail devletinin tanınması demektir.

Aslında bu seçim planları, eylemci Müslümanlar için bir tuzaktı ve biz bunu reddettik.

İran İslam Cumhuriyeti'nin İntifada üzerindeki maddi ve manevi etkilerini açıklayabilir misiniz?

İmam Humeyni (r.a.)'nin rehberliğindeki İslam İnkılabı'nın etkileri yalnızca Arap dünyasıyla sınırlı değildir. Tüm Müslüman halklar ve hatta tüm dünya bu büyük İnkılap'tan etkilenmiştir. Bu anlamda, Müslümanlar arasında mevcut İslami bilincin ve eylemciliğin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Filistin Müslümanları ise, açıkça ezilen bir halk olmanın verdiği dinamizmle İslam İnkılabı'nın nimetlerinden aslan payını aldılar.

İmam Humeyni Müslümanlara evrensel ayaklanma anlayışını kazandırdı. İran'daki İslami hareketin deneyimlerinin birikimiyle, ümmeti aşağılanma, zayıflık ve diğer insanların eylemlerine tepkisellikten kurtardı. Zulme karşı çıkmanın içeriğini tamamen değiştirdiği söylenebilir. Böylece zalimlere karşı yepyeni bir yolla karşı koymak mümkün oldu. Bunlar, devrimcilerin daha önce dikkat göstermedikleri, önemini layıkıyla anlayamadıkları metotlardı. Silahsız halkın, Şah'ın kalabalık ve teçhizatlı ordusunu çiçekleriyle devirmesi gibi.

Filistin'in İslami ayaklanması işte bu anlayıştan doğdu. Bu hareket, Müslümanların kendilerine duyduğu güvenin ve İran'ın sürdürdüğü İslam İnkılabı'nın zaferinin Filistin'de de mümkün olabileceği inancının ürünüydü.

İran İslam Cumhuriyeti'ne destek konusunda ise şu kanaatteyiz: Bizce bütün eylemci Müslümanlar, Allah'ın ümmete büyük bir lütfu olan İslam İnkılabı'nı korumalıdırlar. Bu bizim İslami bir sorumluluğumuzdur.

İntifada sürecinde, Birleşik Liderlik içindeki konumunuz ve ilişkilerinizin gelişimi nasıl oldu?

Ayaklanma başladığında ortada Birleşik Liderlik diye bir şey yoktu. Kimse bu adı duymamıştı. Ne insanlar ne de örgütler. Derken, İntifada'da az da olsa yer almak isteyen Filistin örgütlerinden oluşan bu ortak cephenin ismi duyulmaya başlandı.

Bunun en sağlam kanıtı, Monte Karlo radyosunun Yaser Arafat'la ayaklanmanın başladığı günlerde yaptığı röportajdır. Arafat, söz konusu röportajda, İntifada'nın İsraillilerce planlanmış bir kargaşalık olduğunu söylüyor ve İsrail'e, Filistin halkına yapılan bu katliamı durdurma çağrısı yapıyordu. Kısacası, röportajın içeriğinden, kendisinin halk ayaklanmasından hiç haberi olmadığı açıkça anlaşılıyordu.

Görüldüğü gibi, Filistin hareketinin İslami tarihine ait gerçeklerin saptırılması yolunda tehlikeli bir oyunla karşı karşıyayız. Hiçbir milliyetçi liderin katılmadığı el-Kassam'ın ölüm yıldönümündeki yas gününün dışarıya aktarılışı buna güzel bir örnektir. Dünya Müslümanları bundan böyle daha dikkatli olup, Filistin'de İslam'ın yerine ilişkin FKÖ ile Arap ve Batı basınının saptırmalarına kanmamalıdır.

Birleşik Liderlik'le olan ilişkilerimize gelince: Biz her zaman, herkesle işbirliği yapmaya hazırız. Ancak üzerinde asla taviz veremeyeceğimiz bir şartla: Ayaklanma sürdürülmeli ve saptırmalara karşı korunmalıdır. Başka bir deyişle, İntifada'nın siyasi hedefi saptırılmamalıdır. Bu da, içerideki liderliğin dışarıdan bağımsız olmasını gerektirir.

Bu amaçla, işbirliği yapacağımız örgütler her şeyden önce bir uluslararası konferans fikrini veya bir konfederasyon planını reddetmelidir.

Birleşik Liderlik'le ilişkilerimizde bizim amacımız ayaklanmanın devam ettirilmesini sağlamaktı. Fakat liderlik dışarıdan gelen mesajlara olumlu sinyaller vermeye başlayınca biz de derhal işbirliğini kestik. O zamandan bu yana Birleşik Liderliğe mensup değiliz. Bu noktada dünya Müslümanlarının şunu bilmesini istiyorum. Filistin Müslümanları hala ayaklanmanın ve Filistin'in aleyhine hazırlanan planların üstesinden gelebilecek güçtedir.

İntifada üçüncü yılına girerken kamplardaki ekonomik hayat ne durumdadır?

İşgalciler, Filistinlilerin ekonomik hayatlarını kendi alacakları kararlara bağımlı kılmayı planladılar. Önce, o zamanlar normal bir gelir sağlayan tarımı teşvik ettiler. Fakat daha sonra pazarlamada belli zorluklar ve kısıtlamalar getirttiler. Sonuçta, Filistinlilerin ürettiği pek çok ürünün fiyatı düştü. Bu da insanları meyve ağaçlarını söküp yerine başka şeyler ekmeye zorladı.

Öte yandan, kötü ekonomik koşullar yüzünden, aileler parçalanmak durumunda kaldı. Bir kısmı işgal altındaki topraklardan göç edip, uzaklara çalışmaya gittiler, diğer kısım da içeride kalıp dışarıdakilerin yardımlarıyla idare ettiler. Tüm bu zorluklar insanlara gelirlerinin bir bölümünü kara günler için biriktirmeyi öğretti. Zaten işgalciler 400 Ürdün Dinarı'ndan (800 ABD Doları) fazla paranın içeriye sokulmasını yasaklamış durumdalar. Sonuçta insanlar az da olsa belli bir gelir elde edebildikleri için tekrar tarım ile uğraşmayı sürdürdüler. Bunun yanında konfeksiyon işleri yapanlar ya da konserve yiyecek üretenler de var.

Filistin halkı, sahip oldukları sınırlı ve yetersiz kaynakları çerçevesinde de olsa, muhtaç bölgelere destek sağlayabilmektedir. Örneğin, bir kampın kuşatılmış olduğu haberi gelirsi, diğerleri hemen ona yardıma koşar. İslam ahlakının gücüyle, arabalar gönüllü olarak her tarafı dolaşır, evlerden yiyecek ve erzak toplayıp bunu hemen kuşatılmış kampa ulaştırırlar. Tüm bunların gönüllülere getireceği tehlikeleri bilmeleri, onların kararlılığını azaltmaz.

İsrail son zamanlarda tarımsal ve sanayi üretimi üzerindeki baskılarını artırdı. Fakat, asıl dikkat çekici nokta, ürünlerin pazarlanıp nakit para sağlanması ve akrabaların birbirlerini ziyaretine izin verilmesi hususlarında FKÖ'nün de İsrail'inkine benzer bir tavır takındığının sezinlenebiliyor olmasıdır. Buradaki amaç, İntifada'yı belli sınırlar dahilinde tutmak isteğidir. Çünkü İsrail ve Arap devletleri gibi FKÖ'de İntifada'dan korkmaktadır. FKÖ ayaklanmanın denetleyemeyeceği, etkileyemeyeceği noktaya ulaşmasından çekinmektedir. İşte bu nedenle, Filistin halkına büyük ekonomik baskılar uygulandığı bir zamanda, FKÖ kendi taraftarlarına dağıtılmak üzere işgal altındaki topraklara milyonlarca dolar göndermektedir.

Sanırım, tüm bu anlattıklarımdan sonra, İntifada'nın ve bu şerefli halkın gerçek sırrı ortaya çıkmıştır. İntifada, yaşamın her türlü zorluğuna rağmen Filistin halkının kendi içinden yükselen ve onu farklı yönlere sürüklemek isteyen planları altüst edebilen muazzam bir iradedir.

Ayaklanmacıların dinamizm ve fedakarlığı göz önüne alınırsı, Müslümanların çok daha fazla şehitler vermeye hazır olduklarını söyleyebilir miyiz?

Bir kere şunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Eğer bu hareket Allah yolunda yapılmasaydı, asla bu denli etkili olamazdı. Bu nedenle biz camileri İntifada'nın sürdürülmesi açısından ana unsurlar olarak görüyoruz.

İşgalciler tedbir almak amacıyla bir iki camiyi kapattı, bazı önemli liderleri sınırdışı etti, birkaç imamın hutbe vermesini engelledi. Fakat tüm camileri kapatmaya gücü yetmedi. Camilerin öneminden söz açılmışken Kudüs Günü'nü örnek göstermek aydınlatıcı olacaktır sanırım. Ramazan ayının son cuması olan Kudüs Günü kutlamaları süresince adeta genel ayaklanmaların provaları yapılır. Cenin'den Refah'a kadar, hatta 1948'de işgal edilen topraklardan bile her taraftan halk otobüslerle Mescidü'l-Aksa'da toplanır. Burada hutbeler okunur, konuşmalar yapılır. Ardından sloganlar atılır, Amerikan, İsrail ve Sovyet bayrakları yakılır. Bu gösteriler, Mescidü'l-Aksa'nın önünde cemaatin gizli polisle çatıştığı 1980 yılından bu yana her sene tekrarlanan bir gelenek halini aldı. Görüldüğü gibi camiler, özellikle de Mescidü'l-Aksa Filistin İntifadası'nın arkasındaki gerçek güçtür.

Bir konuşmasında Dr. Fethi eş-Şikaki ayaklanmadan "devrim" diye söz etti. Sizce ayaklanmayla devrim arasındaki fark nedir? Acaba Filistin'de olanlar bir ayaklanma mıdır, yoksa devrim mi?

Devrimci ayaklanma terimini kullanma daha uygun olacaktır. Bu kavram, Filistin'deki olayların daha henüz kesin bir sona ulaşmadığı anlamını verir. Fani, Filistin halkının yaşadığı devrimci cihad, ayaklanma ile devrim arası bir yerdedir. Ayaklanma demek, toplumun tüm kesimlerinin, ellerindeki imkanlarla zalimlerin ve işgalcilerin adaletsizliklerine karşı başkaldırmasıdır. Fakat devrim, nihai aşamada olayların mücahitlerin lehine sonuçlanmasıdır.

Şu andaki durumumuz, bu iki uç nokta arasında değişmektedir. Her yaştan insan sokaklarda ve meydanlarda gösteri yapmakta, zalimlerin karşısında boyun bükmemektedir. Müslüman halk, son aşamaya ulaşıncaya kadar bu kararlılığını sürdürecektir. Son aşama ise silahlı mücadele olacaktır.

Artık, FKÖ'nün planlarına karşı eylemci Müslümanlar olarak hareketi devrimci ayaklanma diye niteliyoruz. Bu da Filistin içindeki zor şartları bilmemize rağmen, silahlı mücadeleye doğru gitmemizdendir.

İslami Cihad hareketi olayların şimdiki gelişimini ve geleceğini nasıl değerlendiriyor?

İslam dünyasını sömürüden kurtarmak ve onu şuurlandırmak sorumluluğunu üstlenmiş evrensel bir İslami hareketin bir parçasıyız ve emperyalist Batının baskıcı düzenini korumak için her türlü imkanıyla Müslümanlara toplu bir savaş açtığını Filistin'den çok iyi görüyoruz. Bizler İslam mücahitleri olarak, bir gün yeryüzünde fitnenin kaldırılacağı ve evrensel bir İslami liderliğin kurulacağından şüphe etmiyoruz. İslam'ın tüm diğer batıl ideolojileri mağlup edeceğinden kuşkumuz yok, ancak bu sonuca etrafımızda gerçekleşen olayları global çerçevede değerlendirmekle ulaşabiliriz. Meselelere bu açıdan baktığımızda, İsrail'in tek başına olmadığını, arkasına dünyanın tüm zalim güçlerini aldığını ve sonuçta da evrensel bir İslami güç oluşturamadan onu mağlup edemeyeceğimizi görüyoruz.

Şunu açıklıkla ifade ediyoruz. Tüm Filistinliler dört dörtlük birer mücahit dahi olsalar, evrensel bir cihad hareketi ve tüm Müslümanların birliği sağlanmadan İsrail'i yenemezler.

Artık, Filistin'den başlayan bu hareketin diğer Arap ülkelerine yayılmasını ümit etmekteyiz. Çünkü İntifada inkılapçı Müslümanların ilham ve ümit kaynağı olmayı sürdürmektedir. Özellikle eylemci Müslümanlar buradan çıkaracakları derslerle aktif mücadeleyi daha da hızlandıracaklardır.

Bundan dolayı, İntifada'nın yaktığı ateşin diğer yerlere yayılmasını sağlamalıyız. Bu Filistin ayaklanmasının sürdürülmesi için en güçlü destek ve garanti olacak ve Filistin etrafında diğer Arap ve İslam ülkelerinde değişimi hızlandıracaktır. Ancak böylelikle, gelecek nesillerin cihadi tavır ve inkılabi coşkuya sahip olacağından emin olabiliriz. Dahası, birleşik bir cepheyi kurmanın, mücadeleyi ortak bir bakışla yürütmenin ve onu çok daha etkili kılmanın yolu ancak budur.

Bunları göz önüne alarak, Mübarek ve onun gibilerinin İntifada'yı saptırmak için kurduğu planları bozmalıyız. Böylesine zor koşullarda beklenmedik bir kararlılıkla eylemlerimizi sürdürerek her türlü tuzağı tam zamanında bozmalı, tüm dengeleri altüst etmeliyiz.

Bu bölge, Şamir ve Arafat'ı şaşkına uğratan devrimci ayaklanma gibi pek çok sürprizlerle doludur. İslam'ın gücü sayesinde bölgede yeni devrimci atılımlar yakındır. Eylemci Müslümanlar, inşallah gerek Filistin için, gerekse Filistin dışındaki Müslümanlar ve tüm İslam dünyası için en uygun eylem yöntemlerini seçeceklerdir.

Sizde Lübnan'daki İslami Dirilişle İntifada'nın aynı madalyonun iki yüzü olduğuna inanıyor musunuz?

Her türlü duyarlılıklarına rağmen, farklı görüşlere de sahip olsalar, Filistin halkının Lübnan'daki İslami Direniş Hareketi'nin eylemlerine ve beyanatlarına sempatiyle baktığı ve onu sanki kendilerinin Lübnan'daki sözcüleriymiş gibi gördükleri çok açık İslami Direniş Hareketi'nin Filistin ayaklanması için güçlü psikolojik ve maddi destek sağladığı kanaatindeyiz. Bu nedenle onlarla tereddüt göstermeden ilişki kurabilmekteyiz. Dahası Lübnan'daki İslami Direniş ve İran'la ilişkimiz sempati düzeyinde kalmamalı, organik bir ilişki içinde olmalıyız. Karşılıklı anlaşma, işbirliği ve vahdetimiz, kazanacağımız zaferin garantisidir.

Son olarak dünya Müslümanlarına el-Fecr vasıtasıyla iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Hz. Peygamber'in bir hadisini hatırlatmak istiyorum: "Kim bir Müslümanın diğer Müslümanlardan yardım istediğini duyar da, onun yardımına koşmazsa, o bizden değildir." Ayrıca şunu da hatırlatalım: İslam'ın beş şartından biri olan Hac'da, Kabe'yi tavaf ederken, "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" denir. Bu, İslam Birliğini temsil eder. "Lebbeyk" terimi siyasi bir anlam da taşır ve Filistin'den haykıran mazlumlara da "Lebbeyk" dememizi gerektirir.

Gerçek anlamıyla, "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk" demek, mustazaflara "yardım çağrınızı duyduk geliyoruz" demektir. Daha açıkçası, biz Filistin'den, bu sesi duymak istiyoruz ve bu sesi gerçek pratik eyleme dönüştürmek istiyoruz ve böylece Filistin topraklarındaki şanlı ayaklanmanın sonuçlarını yaşamak istiyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR