İnsanın Sonsuzluk Arayışı ve Tüketim Ahlakı
"Vay haline bütün iftira atanların ve ayıp kusur arayanların. Vay haline o kişinin ki, serveti biriktirir ve onu bir kalkan sayar. Zanneder ki, serveti onu sonsuza dek yaşatacak! Hayır, aksine o kesinlikle Hutame'ye atılacaktır. Bilir misin nedir o Hutame? O Allah tarafından tutuşturulan bir ateştir, günahkar kalplere delercesine işleyen. (O günahkarların) üzerlerine salınacaktır; sonsuzca uzayıp giden sütunlar arasında!" (Hümeze Suresi, 104/2-9)
Yaşadığımız topraklar da dahil, yeryüzünün artık kapitalist büyüme talanından nasipsiz bir karış yeri bile kalmamış. Evet bu bir talandır, imar değil. Peki bu talanı nasıl bir yere konumlandıracak, nasıl mücadele edeceğiz? Çalışmamızın amacı, bu ve benzeri sorulara cevap aramaktır.
Kapitalist büyüme modeli bir ahlak dayatmaktadır; tüketim ahlakı. Bu ahlakın yaşadığımız toplumda nasıl bir hızla yayıldığına hemen herkes şahittir. Öyle ki, bu ahlak, insanların dilini bile değiştirmektedir. Daha on yıl önce bir alışveriş için dükkanlara giren insanların sıfatı "müşteri" iken artık "tüketici" olmuştur.
İnsanoğlunun dağ gibi yığıp biriktirdiği serveti ile sonsuzluk arzusu arasında doğrudan bir bağ olduğu, yukarıdaki ayetlerden anladığımız kadarı ile çok açıktır. Yine açık olan bir gerçek de 'ebedileşme arzusu'nun başlı başına kötü bir tutku olmadığıdır. Çünkü Rabbimiz cenneti de bu arzumuza yönelik olarak va'd etmektedir. Peki 'veyl'i hak eden kötülük nedir? Rabbimizin 'yazıklar olsun!' hitabının muhatabı, ebedileşmek isteyenler değildir. Bu gönülden gelen, karşı konulamaz tutkuyu yanlış bir şekilde doyuma ulaştırma çabasıdır.
Tüketim ahlakının, sözünü ettiğimiz sonsuzluk arzusu ile doğrudan bir ilgisinin olduğunu düşünüyoruz.
Evet dünyada ebedi kalacakmış gibi mal yığmak, servet biriktirmek doğru değildir. Böyle bir yolla, bir kimsenin "dünyaya kazık çakan Firavun" gibi kendini ebedi kalacakmış gibi hissetmesi, nihayeti sonsuz bir felaket ile biten bir yanılsamadır. Çünkü dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Kişi ne kadar zengin ve varlıklı olursa olsun mutlaka can verene canını vermek zorundadır.
Hem dünya hayatı, ahiret ekinleri ekilmesi gereken bir tarla gibi düşünülmesi gerekir. Değil mi ki, sonsuzluk yurdu ahiret gibi telakki edilerek kurulan dünya hayatı dahi eninde sonunda bitecektir, Öyleyse ne kadar zengin olursa olsun bir kimsenin kendisini yığıntılarından dolayı ebedileşmiş hissetmesi sıradan bir rüyadan, hamaset yüklü hayallerden ibarettir. Hatta bu duygunun bir rüya ve hayal kadar bile bir değeri yoktur.
Karşı konulmaz ebedileşme tutkusunu gerçekten doyuma ulaştırmak bu dünya harsından/ekininden hiçbir şey ile mümkün değildir. Bu servet ve güç biriktirmekle yatışmayacak fıtrî bir duygudur. Onun gerçekten itminana erdirilmesi, ancak ve ancak ahiret yurdunun nimetlerine kavuşmakla mümkündür.
Dünya sevabı da ancak ve ancak 'ahiret nasibi'ni elde etmek için işe yaradığı oranda değerlidir; yoksa kişinin sırtında nihayette işe yaramayan bir yükten ibarettir. Bırakalım benliğimizin en derinden gelen arzularını, tutkularını dindirmeyi, hiçbir dünyevi nimet bütünüyle mutluluk verici olma özelliğine sahip değildir. Ancak bir kandırmaca, oyalamaca aracı olarak dünya sevapları şeytanların çok işine yaramaktadır.
Öyleyse fıtri olan tutkularımızın, meşru arzularımızın doyum araçlarını, ilahi meşruiyet izni almamış yollardan giderme gafletinde bulunmayalım. Çünkü böylesi bir tavır sadece cehennem ehline yakışır. Biz Kur'an ile ahlâklanmayı gaye edinen müminlerden, tüketimi din edinerek insani sancılarına sanal çözümler arayan kafirlere has özelliklerden bir iz taşımaması beklenir.
A- Şeytanların istismarına açık atan: Tutkularımız
Neredeyse bütün beşeri zaaflarımız "ebediyet tutkusu"ndan neşet etmektedir. Böyle bir yargıyı kolayca dillendirme cesaretinde bulunmamız yaratılış kıssasında geçen Ademoğullarına yönelik olan şeytani vesvesedir:
"Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleşin; dilediğiniz yerden yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. Şeytan, örtülü olan avret yerlerini kendilerine göstermek için, ikisine de gizlice fısıldadı; 'Rabbiniz bu ağacı yalnızca ikinizin de melek olmamanız, ebedi/ölümsüz olmamanız için yasakladı." (A'raf, 7/19-20)
Bu vesvese ile şeytanların reisi İblis, Adem'i/insanı ebedi olma vaadini kullanarak kandırmaktadır. Yukarıdaki ayetlerin devamında şeytanın "ebediyet arzusunu istismar etmek suretiyle aldattığını" görmekteyiz. Demek ki; insan olarak en zayıf noktamız sonsuza dek yaşama tutkusudur. Diğer vasıflarımız hep bu merkezin etrafında dönüp durmaktadır. Şeytanlar da "qünaha çağrı" işini bu zaafımızdan yararlanarak yapmaya devam etmektedirler. Onlar, Allah'tan izni çerçevesinde kıyamete kadar bu konuda imtihan vesilesi olmaya devam edeceklerdir.
İblis ve askerleri yeryüzündeki ebedi mutluluğu elde etme sınavımızda bu zaaflarımızdan kıyamete kadar yararlanacaktır. Öyleyse bu değiştirilmez hakikatin farkında olacak bir bilinci kuşanmanın lüzumu apaçık ortadadır. Şeytanın ve yardakçılarının görevi bu zayıflığımızı deşelemek ise, bizim ödevimiz de aynı tutkunun verdiği güçle sonsuz mutluluk diyarına alnı açık yüzü ak bir şekilde göçmektir.
Rabbimizin öz benliğimize yerleştirdiği tüm tutkularımız hem kullanıma açık, zayıf yanımızı temsil etmekte, hem de üstün tarafımızı belirlemektedir. Örneğin "çoğalma ve neslini devam ettirme içgüdüsü" Allah'ın sınırlarına riayet ederek tatmin edildiğinde bir ibadet iken; ilahi hadleri gözetmeden hareket edildiğinde cehennem vesilesi olabilmektedir.
Tüketim de bu tutkularımızdan beslenmektedir, özellikle "ebedileşme" arzusundan. Bu arzu, sonsuzluk yurdu cenneti elde etmek yapılan salih amellerimizin de bir altyapısıdır; cehenneme götüren günahların da. Mümin bir kişi, dürüst ve erdemli bir hayatı sırf Allah rızası için tercih etmekle, öte dünyada ebediyen kendisini mutlu kılacak bir yola girmiş olmaktadır. Böyle bir tercih ebediyet içgüdüsünün sağlıklı bir şekilde doyuma ulaştırılmasının garantisi olmaktadır.
Öte yandan ebediyet içgüdüsünü haram yollardan da doyurmak mümkündür. Bu sınırsızca ve ölçüsüzce mal yığarak, yahut içinden çıktığı ırkının çokluğunu, gücünü övünç vesilesi yaparak da olabilir. Ancak böylesi bir övünme şekli daima insanlar arasında zulme yol açacağından cehenneme düşmeye yol açan bir tavırdır. İnsanlık tarihi, içinde yaşadığımız dönem de dahil bu içgüdünün ölçüsüzce harekete geçirilmesi ile nice zulümlere sahne olmuştur. Sınırsız zenginlik çabaları, milyonlarca insanın imtiyazlı küçük bir zümreye köle olmasına, insanların açlık sınırında yaşamasına hatta açlıktan ölmelerine neden olmaktadır.
Ebediyet içgüdüsünün doyumsuz bir tüketimle, sınırsızca savuşturulma çabası, sadece insanların değil, aynı zamanda çevremizde Rabbimizin bize boyun eğdirdiği karada, denizde, gökte ne varsa, tüm canlıların hayatını tehdit eden, her şeyin bozulmasına yol açan bir sürece yol açmaktadır. Kapitalist büyüme tarzı, son yüzyılda dünyanın yaşadığı sayısız ifsat örneklerini her gün, hatta her an çoğaltmaktadır. Gün geçmiyor ki, bir canlının neslinin tükenme tehlikesinden söz açılmasın. Yine gün geçmiyor ki, sınırsız tüketim arzusunun kamçılanmasından dolayı, doyumsuz insanoğlunun yol açtığı bir "çevre ve insan harsı ifsadı"ndan bahsedilmesin. Rabbimiz Kur'an'da bu ifsada karşı müminleri uyarmakta ve onlara görev yüklemektedir:
"Bunlar hakimiyeti ele alır almaz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekini ve nesli helak etmeye/yok etmeye çalışırlar. Allah fesadı sevmez." (Bakara, 2/205)
İşte bu sözünü ettiğimiz ifsada, günümüzde en çok kapitalist büyüme tarzı sebep olmaktadır. Salt tüketim çılgınlığı telkin eden çağdaş hannaslar ise propagandalarına dayanak olarak, ebediyet içgüdüsünü kullanmaktadırlar. Çağdaş hannaslar sürekli olarak tüm ibadetlerin yerine geçecek tüketim İbadetini çılgın bir şekilde, binlerce yoldan telkin etmektedirler.
Telkinlerini liberal yöntemlerle yapan, cin şeytanları ile dayanışmalı insan şeytanları, diğer ibadet şekillerini yasaklamamaktadırlar, ancak tüm gayretleri onların yerine geçecek seçenekleri çoğaltmak şeklinde olmaktadır. Çünkü liberal tüketime davet yöntemleri, totaliter baskı şekillerini değil, "tereyağından kıl çeker gibi" deyimini haklı çıkaracak usulleri kullanmaktadır. Yani insanın en güçlü, aynı zamanda en zayıf yönünü, İblisin cennette kullandığı ebediyet içgüdüsünü...
B- İnsanların yığınla mal tüketme övüncü
"Gerçek şu ki, Biz insanı acı, sıkıntı ve imtihan (ile yüklü bir hayat)a gönderdik. İnsan kimsenin kendi üzerinde güç sahibi olmadığını mı zannediyor? Övünüp duruyor; 'Ben yığınla mal mülk/servet ve imkan tükettim.' Peki kimsenin kendisini görmediğini mi sanıyor?" (Beied, 90/4-7)
Doğruyu ve yanlışı belirleyen ölçü, sınırsızca elde edilmiş dünyevi imkanlar değildir. Çünkü insanoğlu ne kadar tüketirse tüketsin, ne kadar yığıp biriktirirse biriktirsin sonuçta, üzerinde sorumsuzca egemenlik iddia ettiği her şey bitip tükenmeye mahkumdur.
İnsanlar mülk edinme tutkusundan asla vazgeçemez. Tabii ki, bu son derece insani ve İslamidir. Ancak, ölçüsüzce mülk edinerek tüketme arzusu, benliğini yüceltmek, kendine tanrısal payeler arayarak sınırsızca "devlet" olacak şekilde mal yığmak, beşeri zaaflar taşıyan bir insani sapmadır. Ve kesinlikle İslam i değildir.
İnsan ve cin şeytanları el ele vererek türümüzü, kendi menfaatleri için ürettikleri putlara boyun eğdirmeye gece gündüz çalışıp çabalamaktadırlar. Allah'tan başka güçlere ibadet etmenin çeşitli yolları vardır. Birinin modası geçerse şeytan, diğerini pazara sürmektedir.
Modern insan, belki kıyama duruyor ama, artık putları önünde rüku ve secde yapmıyor. Kaprisleri ve bencilliğine verilemeyecek bu tavrı seçmesi bir pazarlamacılık dehası örneğidir. En güzel pazarlama yöntemlerine, uzmanlık düzeyinde işletme bilgisine sahip olan şimdinin put üreticileri ve satıcıları insan egosunu yücelterek aşağılıyorlar.
Kapitalist efendiler toplumların elinde avucunda ne varsa gasp ederek değil onlara çeşitli dünyevi metalar vaat ederek, eşine rastlanmayan maharetli usuller kullanarak ellerinde avuçlarında ne varsa verdiriyorlar. Hatta toplumların verecek bir şeyleri kalmadıysa taksitlerle borçlandırıyorlar. Merhaleli, istekli bir köleleşme süreci yaşayan halklar tüketmeye ayarlanmış, bütün insani duyargalarını ve değerlerini yitirmiş mekanik robotlara dönüşüyorlar.
C- 'Mal, aranızda dolaşan bir devlet olamasın' İlkesi
"...Ganimetler, içinizden (zaten) zengin olanlar arasında dolaşıp duran bir servet/'dûlet-güç haline gelmesin!..." (Haşr, 59/7)
Bu ayet ile Rabbimiz zenginliğin tekele dönüşmesini, bir veya birkaç kişiyle sınırlandırılacak şekilde haksız servet dağılımını açıkça yasaklamaktadır. Aşırı bir şekilde, gerçek bir ihtiyacı giderme gayesi gütmeden servet yığmak, haramdır.1
Şurası da inkarı mümkün olmayan bir hakikattir; mülkiyet tutkusu tamamıyla durdurulabilecek zayıf bir duygu değildir. Öyleyse salt yasaklamak çözüm olamaz. Bu yüzdendir ki, Yüce Allah insanoğlunun ebediyet arzusunun doyurulmasında önemli bir tutku olan mülkiyet içgüdüsünü karalamamıştır. Fakat ölçülendirme, dengeleme ilkeleri ile denetlemeyi irade etmiştir. Mesela, infak, mülkiyet içgüdüsünün dengelenmesinde çok önemli bir işlev üstlenmektedir. Bu nedenle şöyle bir yargıda bulunmak yanlış olmasa gerek: "Mal-mülk, servet elde etmek yanlış değildir, ancak bunları belli kişiler ve zümreler arasında dolaşan bir devlet/güç haline getirmek yanlıştır."
Vasatı temsil eden Kur'ani ölçü şudur: "İfsad etmeden, imar etmek gayesiyle, emanet olarak Allah'ın mülkünden servet elde etmek mubahtır. Ancak, biriktirip üstüne konmak haramdır." Öyleyse ilahi rızadan nasipsiz kalmamak için sevdiklerimizden, Allah'ın arzından kazandıklarımızdan bol bol infak etmeliyiz. Bu arada unutmayalım ki, ihtiyaç maskesinin ardına sığınarak infak etmekten imtina etmek, hesabını ahiret gününde veremeyeceğimiz bir tavırdır.
İhtiyaç Sahibi İken Bile En Sevdiklerimizi İnfak Edelim:
Hiçbir zaman doymayan ve sonsuz ihtiyaç üreten nefsimizi dizginleyelim. Kontrol altına alınmamış bir benlik, hem köle pazarının gönüllü hizmetkarı, hem de köle pazarının sıradan bir metasıdır. Müminler kendileri ihtiyaç sahibi iken bile infak ederler. O halde nefsimizin doymak bilmeyen tüketme arzusuna dur, demeliyiz.
Nefsimizin doyumsuzca biriktirme arzusuna karşı sevdiklerimizden infak ederek mücadele etmeliyiz. İnfak ederken de unutmamalıyız ki bir sınama aracı olan şeytan bizi fakirlikle korkutacak ve bize cimriliği tavsiye edecektir. Dünya ve ahirette manevi huzura kavuşarak kurtuluşa erecekler; şeytanların ayartmalarına rağmen en sevdiklerini sırf Allah için feda edenlerdir.2
Edindiğimiz mülkleri hem kazanırken hem de harcarken mutlaka ilahi hükümlere uygun hareket etmek zorundayız. Davranışlarını Rabbani ölçülere göre ayarlayan müminlere de bu yakışır.
Mearic Suresi'nde Rabbimizin mubin bir şekilde beyan ettiğine göre; cehennemin saçtığı ateş ile deriler kavuran diyarı, tatminsiz bir şekilde servet yığan, öteki insanlardan maddi ve manevi değerlen kaçıran, bencilliklerinden dolayı tekelcilik yapanlar içindir.
"Ama hayır (onu bekleyen) tek şey, alev saçan bir ateştir. (İnsanın) derisini kavuran o ateş, (iyiye ve doğruya) sırtını dönenleri ve hakikatten uzaklaşanları içine çeker; ve serveti biriktirip (onu öteki insanların elinden) alanları (da). Gerçek şu ki, insanoğlu tatminsiz bir tabiata sahiptir. Başına bir kötülük geldiği zaman sızlanmaya başlar, bir iyilik ile karşılaşınca da onu bencilce (sahiplenip başkalarından) uzak tutmaya çabalar." (Meâric, 70/15-21)
D- İnsanoğlunun çoğaltma ihtirası
Nasıl hesapsız servetlerin tüketimi bir övünç vesilesi değilse, nüfus olarak çoklukla övünmek de onur duyulacak bir ahlak değildir. Kur'an ahlakı, mal-mülk ve servetle, makam-mevki ve güçle övünmeyi yasakladığı gibi sayısal çoklukla övünmeyi de yasaklamıştır. İnsanoğlunun büyük bir ihtirasla üzerinde hakim olabildiği her şeyi biriktirip yığma tutkusunu Yüce Rabbimiz açıkça kınamaktadır. Biz müminlerin de aynı tutkunun esiri olmamak için Kur'an'a bütün benliğimizle kulak vermemiz gerekmektedir. Büyük bir aç gözlülük ve her şeye saldırırcasına egemen olma sevdası ile hareket eden insanların çoğunluğunun düştüğü handikaba biz müminlerin de düşmemesi için Yüce Allah hikmetli bir şekilde uyarmaktadır. Tekasür Suresi'ne kulak verelim:
"ölünceye dek süren çoklukla övünmek, sizi oyalayıp durdu. Ama zamanı geldiğinde anlayacaksınız. Evet, evet! Zamanı geldiğinde anlayacaksınız. Hayır, tartışmasız bir kesinlikle anlayacaksınız. Elbette cehennemi görürsünüz. Sonunda onu kesin bir gözle mutlaka göreceksiniz. Ve o gün hayatın nimetlerine karşı yaptıklarınız için mutlaka sorguya çekileceksiniz." (Tekasür, 102/1 -8)
Bir fare gibi ihtiyaç duymadığı şeyleri dahi aç gözlülükten dolayı yığma ihtirası, ahsen-i takvim üzere yaratılan insanoğluna aslında yakışmaz. Fakat elde ettiği çeşitli servet ve güç şekilleri ile, Allah'ın egemenlik kurmaya izin verdiği yakın ve uzak çevreyi talan edercesine boyunduruk altına almak tarih boyunca çok rastlanan beşeri bir hastalıktır. Bu hastalığın virüsleri bizzat insanoğlunun kendi iç bünyesi tarafından üretilmektedir.
Üzerinde hakimiyet kurduğu servetlerden sarhoş olan insanoğlunu, dünyada sonsuza kadar kalacakmış gibi, biriktirip yığdıkları onu ebedileştirecekmiş gibi bir vehme kapılabilmektedir, Oysa çevresine talan ruhu ile saldıran, emanet bilincinden yoksun bir şekilde tüm değerleri tüketen insanoğlu; gerçek bir öte dünya inancına sahip olabilirse, zaten ebediyet içgüdüsünü sahih bir şekilde doyuma ulaştırabilecektir. Böylece aşırı bir tutku ile sürdürdüğü talan etme pahasına her şeye egemen olma, tüketim, ifsad etme hastalığından kurtulabilecektir. Yani bu hastalığın tek çaresi, gönülden kabul edilmiş bir ahiret inanışıdır.
E- Kur'an ahlakı, imar İçin emanet ilkesini va'z eder
Talan değil, imar etmek gerekir. Çevremizle olan ilişkimiz, kendimizle olan irtibatımız; Allah ile olan ubudiyet bilinci çerçevesinde gelişmek zorundadır.
Bizim kendimiz de dahil var olan her şey ile olan bağımız "emanet şuuru" çerçevesine oturmalı, ona göre bir mana kazanmalıdır.
Biz müminler asla kapitalist büyüme şekline göre dünyaya çekidüzen vermek isteyen sınırsız tüketim dininin müntesipleri gibi olamayız. Tüketim ahlakını bir şeriat olarak benimsemiş insanlar, Yüce Allah'ın eşyayı boyun eğme fıtratı ile yaratmış olmasını istismar etmektedir. Oysa Kur'an ile ahlaklanmış müminlerin dünya ve içindeki bizim için yaratılmış, bize boyun eğdirilmiş olan nimetlerle iletişim şekli emanet bilincine göredir. Bu bilinç, sahiplerine eline geçirdikleri üzerinde sonsuz tasarruf hakkı vermez. Sınırlı, ölçülü ve şartlı hakimiyet hakkı tanır. Ancak ve ancak yeryüzü ve çevresindekilerin ifsaddan korunabilmesi 'imar ve ıslah için emanet bilinci' ile mümkündür.3
İmar ve ıslah Yüce Allah tarafından bize emanet edilen öz benliğimizi ve çevremizi koruyup gözetmek anlamına gelirken; ifsad; fıtrattan gelen temiz değerleri bozarak aslına yabancılaştırmaktır. Bu kavramların konumuzu ilgilendiren yönü ise şudur; sınırsız tüketim ahlakı ifsadı beslerken, her şeye ilahi bir emanet gözü ile bakarak imar ve ıslah için onlarla iletişim kurmak Kur'an ahlakının vazgeçilmez bir gereğidir.
F- Tez elden tüketim ahlakına karsı cihat ilan edelim
Sınırsız tüketim, kapitalist yaşam biçiminin en önemli öğesi, anahtar kavramı ve ibadet şeklidir. Tüketimde ihtiyaçları karşılamak değil, talan etmek, ifsad etmek, tüm güzel değerleri bozmak vardır.
Hannasın vesvese ve velvelelerine kananlar, şeref, onur, haysiyet, ubudiyet, iffet gibi insanda ilahi övgüye değer ne varsa tüketmektedir. Ayrıca bizi insan kılan derin hakikatleri, çıplaklıktan kurtarıp örten nefislerimizdeki ayetleri, manen kirli ve günahkar olan, talana ayarlanmış pis ayakları ile çiğnediği toprak, paraya dönüştürülmekten başka bir değer atfedilmeyen su, hava, bulut, gök gibi tabiat ayetlerini, hayatı anlamlandırmak, başı boş bırakmamak, sahip çıkmak, yol göstermek, rehberlik yapmak için sonsuz merhametli Rabbimizin öteki ayetler ile uyumun ölçülerini belleten nübüvvet ayetlerini, her şeyi tüketmektedir. Artık her şey pazarda. Tüketim dinine göre hiçbir şeyin bir meta olmaktan başka manası yoktur,
Tüketim ahlakını benimseyen insanlar için eylem alanları dışına çıkabilecek hiçbir şey, hiçbir değer yoktur. Alanında uzman din bilgini hannaslar, Allah'ın adını boş yere ağızlarında geveleyerek, ilahi olan her şeyden yüz çevirerek, O'nun kelimesini yüceltmek bir yana sulandırmaktan başka hiçbir gaye taşımayarak ibadethaneleri piyasalarda, pazarlarda çağdaş bir dinin hizmetinde kusur etmemektedirler. Melek kılığına bürünmüş nice şeytanlar vesveselerini en güzel hediye paketlerine koyup süsleyerek sunmaktadırlar.
Tüketim gücünü mülkiyet içgüdüsünden, o da en asli tutkumuz olan ebediyet içgüdüsünden almaktadır. Modern bir yatıştırıcı olan tüketim, hakim olmak suretiyle tanrısal bir sulta kurma imkanı vermektedir.
Tüketim, huzursuz insanı suni bir şekilde yatıştırır. Çünkü, ölümsüzlük ihsas ettirir. Yatıştırır, çünkü ölümü unutturur. Yatıştırır, çünkü başkalarına gösteriş, onlar üzerinde sulta kurma fırsatı sunar. Manevi huzurdan yoksun insan, fıtratın yaptığı baskılardan bunaldığı için doyumu o ibadet hazzı veren tüketimde arar, Yanlış bir yol da olsa geçici bir teskin aracıdır, tüketim. Bu ibadetin mabedi, zaman olur bir faiz kuyruğudur, zaman olur bir kumar masası/bir günah sandalyesi, çeşit çeşit sayısal-sözel fal okları... Zaman olur ihtiyaç üreten, alım kamçılayan bir vitrinin önüdür, mabedin secdegahı.
Tüketimi din edinen, mal yığıp servet biriktirmeyi ibadet belleyen bir kişinin bedenini ve benliğini saran bu doyumsuzluk ahlakı, sadece maddi olan değerlerin talanı ile sonuçlanmaz; bütün dostlukları, arkadaşlıkları, samimiyet adımlarını yiyip yutmayı da kapsar. Çünkü bu din vazgeçilmez sünnetler/alışkanlıklar yerleştirir gönüllerde. Asıl sahibi olan Allah'tan izinsiz, onaysız bir şekilde maddi olan dünyada ölçüsüzce saçıp savuran bir kişi, manevi dünyada da insanı insan yapan ne varsa bilerek bilmeyerek talan savaşı açar, korunması gereken ilahi değerlere.
İçinde yaşadığımız şu fani dünyada, tevhid ve adalet ehlinin dünya tarlalarına ektiği ahiret sevabından izler taşıyan dürüstlüğe, erdemliliğe dair ne varsa tüketim dininin müntesipleri tarafından karınlarındaki küfür ateşinde eritilmek istenmektedir. Onlar ağızlarını açmış her köşe başında, her şehrin, her mahallenin en tenha yerlerinde takva meyvelerini yemek için beklemektedirler. Belki de bu yüzdendir, insanı hakikatten soyutlayarak çıplaklaştırmak ve bunun tezahürü olan iffet simgesi elbiselerinden yoksun bırakma çabasının yoğun bir şekilde sokaklarımızda kol gezmesi. Tabii ki sınırsız tüketimi din edinmektendir, bu sınır tanımayan başörtüsü düşmanlığı. Çünkü tesettür ve onun mührü mesabesinde olan, onsuz olamaz mahiyetteki tamamlayıcı öğesidir başörtüsü. Başörtüsü, Müslüman kadını kapitalizmin tüketim ayinlerinden koruyan cihat silahıdır. Evet o, tüketim ahlakına karşı cihadın bir simgesidir.
Sonuç Olarak
İnsanoğlunun gem vuramadığı sonsuz egemenlik arzusu, mutlaka vasatın teminatı olan, ölçülerini Kur'an'dan alan takva ile ıslah edilmelidir. Şunu akidevi olarak biliyoruz ki; muslihler hilafette boşluk bıraktıkları için tağutlar ifsat olanağı bulabilmektedirler. Sünnetullah gereği, tuğyan etrafımızda egemen olduğunda ve bizi de içine almaktan imtina etmeyecek bir helak kaçınılmaz hale gelecektir. Yüce Allah'ın çoğunluğu; karada, denizde ve elinin ulaşabildiği her yerde fesat çıkarmaya bayılan insanoğlundan koruyacak yasaları vardır. Çok şükür tuğyanın tavan yapması ile dibe vurması eş zamanlıdır.
Hiçbir insani edimde bulunmayan içkinliği ilke edinmiş mistik akımların düştüğü handikabın kapanına da sıkışmamalıyız. Materyalist akımların talan yarışına da katılmamalıyız. Vasat ümmete yakışır olanı yapmalı, yeryüzünü Allah'ın imar edilmek üzere emanet olarak verdiği bir mekan olarak görmeliyiz. Yüce Rabbimiz yeryüzünü bize tiranlık yapmamız için değil, emin halifeler olalım diye boyun eğdirmiştir.
Unutmamalıyız ki, ilk insandan bu yana hırsla güç ve hakimiyetini ifsad için kullanan gösteriş budalası egoistlere şeytanların büyük desteği vardır. İnsanoğlunun imtihan vesileleri olan şeytanlar bin bir suratlıdır. Onlar karşımıza, çeşitli şekillerde, masum istekler, ihtiyaçlar şeklinde çıkarlar. Kullandıkları maskeler gerçek niyetlerini öyle sinsice saklar ki, bazen İnsan neye uğradığını anlayamaz. Çünkü şeytan son derece somut ihtiyaçlar, makul gerekçeler olarak karşımıza çıkabilir. O halde ihtiyaçları idealleştirmemek gerekir; uyanık olmak, akıllı hareket etmek gerekir.
Bütün ihtiyaçlarımızın, arzularımızın, içgüdülerimizin bir ilahi ölçüye bağımlı olarak giderilmesi gerekmektedir. Değilse, boynumuza kölelik zincirini takan yine kendi ilkesiz, ölçüsüz, sınırsız arzularımız ve isteklerimiz olacaktır. Şeytanların bizi düşüreceği izzetsiz durumdan kurtulmanın tek çaresi, gemi azıya alabilecek kudrette olan arzularımıza gem vurmaktan geçmektedir. Yoksa her yandan bizi kuşatan ihtiyaç maskesi ve en masum istekler maskesini kullanan şeytanların tuzağına düşmek işten bile değildir. Doğrusu bir talanın öznesi, dünya ölçeğinde bir tüketimin nesnesi olmak, onursuz bir durum olup onulmaz yaralar açar gönüllerde..
Dipnotlar:
1- Dâ-ve-le kök harflerinden türeyen ketime dûlet/devlet Kur'an'da iki ayette geçmektedir: Al-i İmran, 3/140; Haşr, 59/7. Devlet olarak Türkçeleşen dület kelimesi, çevirmek, dolaştırmak, nakletmek anlamlarına gelmektedir, Haşr Suresi'nde mal ve mülkün, servetin sadece belli ellerde dolaşması bağlamı içerisinde geçmektedir. Al-i İmran Suresi'nde ise, insanlık zamanlan olan günlerin üzerindeki hakimiyetin dolaştırılması bağlamında geçmektedir.
2- İnfak ederken gözetmemiz gereken ilahi ölçü Bakara Suresi'nde şöyle beyan edilmektedir: "Ey iman edenler! Gerek kazandıklarınızın ve gerekse yerden sizin için çıkardıklarımızın iyilerinden infak edin. Gözünüzü kapatmadan alamayacağınız malları infak etmeye kalkmayın. Bilin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç olmayan ve hamd edilmeye en layık olandır. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği emreder. Oysa Allah size bağışlamasını ve lütfunu va'd ediyor. Allah kudret ve egemenlikte sınırsızdır, her şeyi bilendir." ( Bakara, 2/267-268.)
3- A-me-ra kök harflerinden türetilmiş bir mastar olan imar; yapmak, yerli yerine oturtmak, güzelce oturtmak demektir. Ma'mur hale getirmek, toplam beş ayette altı defa geçmektedir. Bunlardan Tevbe Suresi ayetlerinde imar; mescitleri kurup koruyup gözetmek anlamında kullanılmaktadır: Tevbe Suresi, 9/17-18-19; Tur Suresi, 4. ayette geçen beyt-i ma'mur/imar edilmiş ev; insanın gönülden bir ibadet mahalli olan kalbi anlamında yorumlanmıştır. Beydavi'den naklen Muhammed Esed, bu terkibin insanın kalbi anlamına geldiğini söylemektedir: Bkz, Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, 1999, İstanbul, s. 1074. İmar kelimesinin bir ayet hariç hep Allah'a ibadet için kurulan mescitler anlamına gelebilecek bir bağlam içerisinde ayetlerde geçiyor olması bu yorumu haklı çıkarabilecek Kur'ani bir kanıt olarak değerlendirilebilir. Rum Suresi 9. ayette ise imar; üretilmiş, sıradan beşeri değerler, sanat eserleri meydana getirmek anlamında geçmektedir.
- Ateş Hattında Kimlik İnşası
- ABD'ye Teslimiyet Zaruret Değil, Zillettir!
- Direnişin Ateşini Kim Yakacak?
- Ambargo Uygulamasının Irak'ta Yol Açtığı Etkiler
- Moğol İstilası ya da ABD Terörü
- ABD'nin Yeni Hamlesi ve Ortadoğu'daki Üsleri
- Iraklı Kardeşim Hüseyin’e
- “Teröre Karşı Savaş" Kampanyası İnsan Haklarını İhlal Ediyor!
- Ortak Payda: Kirli Savaşa Karşı Dayanışma!..
- Yaklaşan Savaş ve Ürküten Sessizlik
- Yaklaşan Savaş ve Sessizlik
- Saldırı karşısında tepkisiz kalmak alçalmaktır
- Amerikancı Koro İşbaşında!
- Başörtüsüne İlişkin Ger(ginleştir)ici Bir Yazı
- Fransa’da Müslüman lisesi
- YÖK mü Güçlü Hükümet mi?
- Kopenhag Zirvesi: Muhayyel Beklentiler - Somut Gerçekler
- Milli Dava Olma Sürecinde Kıbrıs!..
- F Tipi Ölümler ve Müslüman Sorumluluğuna Dair Bir Tartışma
- Bürokrasi Kuşatması Altında İktidar Olmak
- Kan Gölünde Güzellik Tutkusu!
- İnsanın Sonsuzluk Arayışı ve Tüketim Ahlakı
- Efruz Bey: “Hürriyete Layık Bir Kahraman”*
- Türkiye'de STÖ'lerin İmkanları ve Sınırları
- Kabaran Sabrımız