1. YAZARLAR

  2. Kenan Alpay

  3. İnkar ve Baskı Politikaları Sürdükçe “Yeni” Terörle Mücadele Yasası da Eskiyecek

İnkar ve Baskı Politikaları Sürdükçe “Yeni” Terörle Mücadele Yasası da Eskiyecek

Eylül 2005A+A-

Türkiye'de toplumsal yapı ve siyaset, silahlı bürokrasi kaynaklı yeni bir psikolojik savaş taktiği ile boyunduruk altına alınma girişimi ile karşı karşıya

Temellerini ve sınırlarını Kemalizm'in belirlediği ulus-devlet projesini merkeze alan silahlı bürokrasinin toplum mühendisliği projelerini ne pahasına olursa olsun hayata geçirmek noktasındaki inatçı dayatmaları, zaten bir türlü giderilemeyen toplumsal gerilimi daha bir tırmandırıyor. Toplumsal bünyeyi oluşturan tüm dini, kültürel veya siyasi aidiyetleri yok edip "sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış" Kemalist yurttaşlardan bir ulus yaratma fantazisi bütün bir ülkeye 80 küsur yıldır bir karabasan gibi çökmüş. Üstelik 1923'te başlatılan bu fantastik bilim-korku masalı (dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu doğru söylüyorsa eğer) "1000 yıl daha sürecek"miş. Ulus-devletin temellerini oluşturan ve anayasada "değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" esaslarının toplumsal hiçbir mutabakat aranmaksızın "gerekiyorsa silahla" (ki şimdiye kadar hep gerekmiştir) korunması cümle alemin bildiği bir teamül halinde işlemektedir. İşte bu gibi sebeplerden dolayı Kemalist devletin silahlı muhafızları tarafından dini, etnik, siyasi veya kültürel farklılıklar daima bir tehdit, hatta yok edilmesi gereken bir iç düşman olarak algılanır olmuştur.

Türkiye'de devlet, kuruluşundan günümüze değin şapka kanunu, başörtüsü sorunu, Kur'an kursu mevzusu vd. birçok meseleyi olduğu gibi Kürt sorununu da askeri yöntemlerle çözmeyi doğal ve meşru bir durum olarak görmüştür. Bu yüzden Kürt meselesinin gelip dayandığı noktayı AB, ABD veya başka herhangi bir devletin tahrikleri ile açıklamaya çalışanlar Kemalizm'in ve askerin icraatlarına gözlerini kapamakla çıkmaz bir sokağı yol tutmaktadırlar. Kürtlerin ırkını, dilini kültürünü Kemalist devlet "kart, kurt, kürt" gibi saçma sapan yalanlarla yıllardır inkar etmiyor mu? Bütün bir Türkiye üzerinde hakim kılınan otoriter ve totaliter şiddet, temel hak ve özgürlükleri gasp eden zecri siyaset Kürt bölgelerinde katmerlenerek icra ediliyor. Köyleri kim, niçin yakıp boşalttı sorusunun cevabı önemsiz mi? Yasaklamak, yasakları korumak için olağanüstü mahkemeler kurmak, şiddet kullanmak zorunlu göçe tabi tutmak veya cezaevlerinde tecrit etmek üstelik bütün bunlar konusunda ancak sansürlenmiş bilgiye izin vermeyi devlet çözüm olarak görüyor. Devlet ancak bu yollarla ayakta kalabileceğini düşünüyor. Bu yol ve yöntemler sorunları içinden çıkılmaz bir hale sokuyorsa da resmi ideolojinin silahlı muhafızları ve sivil uzantıları din, dil, ekonomi, siyaset, kültür vd. tüm alanlarda temel hak ve özgürlükler, hatta ihtiyaçlar üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunmak istiyor.

1999'da Öcalan'ın hapsedilmesiyle beraber PKK'nın görece olarak zayıflayan silahlı eylemlerini son birkaç aydır hızla tırmandırdığı görülüyor. PKK'nın Doğu-Güneydoğu dışında eylem alanlarını Marmara ve Ege'den sonra Karadeniz Bölgesine de silahlı propaganda stratejisiyle taşımaya çalışıyor. Bu duruma karşı devlet Terörle Mücadele Yasası, OHAL, Özel Mahkemeler vs. gibi bir dizi bildik kısıtlayıcı çözüm önerilerinin yeniden ve daha güçlü bir biçimde gündeme getiriyor.

Başbakan Erdoğan'ın bir grup gazeteci-yazarla yaptığı toplantıda ve ardından gerçekleştirdiği Diyarbakır programında açıkça "Kürt Sorunu"ndan bahsetmesi üzerine konu gerek iç siyaset gerekse ABD'nin yeniden şekillendirmek istediği Ortadoğu siyaseti (BOP) odaklı tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Son birkaç yıldır AB'ye uyum çerçevesinde yapılan bazı değişiklikler neticesinde etkinliği görece olarak zayıflayan askeri cenahın siyaset ve toplum üzerinde eskisinden daha sıkı bir otorite kurabilmek için PKK'nın yükselen eylem grafiğinin yanı sıra Başbakan Erdoğan'ın "Kürt Sorunu" söylemi üzerinden politika geliştireceği anlaşılıyor. AB ve ABD'nin siyasetinde olduğu gibi Türkiye'de de her geçen gün yükseltilen Terörle Mücadele söylemi temelde mevcut statükonun devamını sağlamak üzere kullanılan bir retorik. Bu bağlamda egemen güçler tarafından "temel hak ve özgürlükler alanında toplumun sahip olduğu imkanların güvenlik güçlerinin elini kolunu bağladığı, mevcut şartlarda şiddet ve terör eylemlerine karşı mücadele edilemeyeceği" türlü vesilelerle propaganda ediliyor. Terörle Mücadele Yasası'na ilişkin taleplerin merkezini bütün bir toplumun izlenmesi, dinlenmesi, gözetim ve denetim altında tutulması, temel hak ve özgürlüklerin kullanımını keyfi olarak askıya alacak baskı ve yasak içeren yeni kanunlarla devletin yargı ve güvenlik güçlerinin mücehhez kılınması vb. gibi hususlar oluşturuyor.

Bugün Kürt Sorununa çözüm önermek adına "Bölgeye fabrika kurmak, okul ve hastane açmak yetmez. Devlet cami yapsın, subaylar, valiler cemaatle cuma namazına katılsın, sorun kalmaz" gibi önerilerle Kemalist devlete akıl verip taktik öğreten milliyetçi-İslamsı perspektifin tutarsız ve çözümsüz olduğu açıktır. Milliyetçi-İslamsı siyasetin bu perspektifi, kimliği, kişiliği, kültürü, tarihi inkar edilmiş bir toplumun Kemalist siyasete paspas yapılmasının yolunu açıyor. Bu bakış açısı devletin yanlışlarına dikkat çekeceğine devletin yanlış politikalarının selameti için İslami değerleri pazarlamaya kalkıştığının farkında mı acaba?

Devlet zihniyeti bir tarafta başörtüsünün nasıl bağlanırsa devlet katında makbul olacağını Kara Kuvvetleri Komutanı'nın ağzından talimat gibi tarif ederken, diğer taraftan zabıta marifetiyle denize hangi kıyafetlerle nasıl girileceğini öğretiyor. Devlet kendi katında makbul olmayan kimlik ve tezahürlerini kamusal alandan tecrit ediyor, yasak ilan edip hakkında cezai işlem yapıyor.

Devlet, İslamlaşma veya yıkılma-bölünme sendromu yüzünden üzerinde egemenlik kurduğu halkı gerek Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK)'inde gerekse psikolojik savaş argümanları ile bir tehdit olarak tanımlıyor. Bu sebeple resmi ideolojinin muhafızı silahlı bürokrasi ve uzantıları her daim öncelikle "iç düşman"a karşı pozisyon alıyor, taktik ve strateji belirliyor. Dolayısıyla ister İslami kimlikle ilgili olsun isterse etnik bir kimlikle (Kürt kimliği) ilgili olsun eğer bir "sorun" varsa -ki var- bu sorun bizzat devletin kurucu ideolojisi ve temsilcileri tarafından üretilmiş ve çözümsüzlüğe mahkum edilmiştir.

Türkiye'de temel sorun ne "irtica" ne de "bölücülük" sorunudur. Sorunun temelinde ve merkezinde toplumun İslami ve etnik kimliğini asimile ederek pozitivist-laik bir ulus toplum inşa etmeye çalışan Kemalist siyaset vardır. Tek ulus, tek bayrak söylemi ile ulus-devleti merkeze alan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi rehberliğinde hareket eden hiçbir siyaset toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlayamaz.

Genelkurmay, MİT, Jandarma, Emniyet, Yargıtay vs. gibi siyaset dışı kurumlardan temsilcilerle oluşturulan bir komisyon aylardır yeni Terörle Mücadele Yasası (TMY) üzerinde çalışıyorlar. Birkaç aydır muvazzaf veya emekliye ayrılan generaller bazı devir-teslim törenlerini veya resepsiyonları bahane ederek yaptıkları açıklamalarla mezkur güvenlik bürokratları tarafından hazırlanan TMY taslaklarının olduğu gibi kanunlaşması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. En son 28 Şubat sürecinde görüldüğü gibi meclisi ve hükümeti sopa göstererek baskı altına almaya çalışıyorlar. Bu meyanda gerek generallerin basın açıklamalarında gerekse son MGK bildirisinde Ak Parti hükümetinin bölgeye yönelik sosyal ve ekonomik tedbirler alması emredici bir üslupla tavsiye ediliyor. Bu tavsiyelerde bölge halkının "terör"ün etkisinden kurtarılması için ekonomik yatırım yapılması, işsizliğin azaltılması, tarımın desteklenmesi hatırlatılmış. Fakat bölgenin bu duruma düşmesinde yakılan-boşaltılan köylerin, faili meçhul cinayetlerin, ekonomik-tarımsal ambargonun ve bütün bunlara yol açan resmi ideolojinin inkar ve baskı politikalarının ne kadar rol oynadığına ise hiç değinilmemiş.

Silahlı bürokrasi ve sivil uzantıları hem Kürt şehirlerinde OHAL bölgesi diye bir harita çiziyorlar hem de Kürt sorununu telaffuz eden herkesi "bölücü örgütün propagandasına alet olmakla" suçluyorlar. Öncelikle bu ikiyüzlü politikalarla hesaplaşılmalı, teşhir ve terk edilmelidir. Çözüm, toplumsal gerçeklere uygun bir siyasi önermenin dilini ve tabanını oluşturmaktan geçer.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR