1. YAZARLAR

  2. Haksöz

  3. İncirlik ABD Saldırganlığına Rampa Olmasın!

İncirlik ABD Saldırganlığına Rampa Olmasın!

Aralık 2014A+A-

Obama yönetimi Ortadoğu’da askerî varlığını minimize edeceği vaadiyle iktidara gelmişti. Bugünse IŞİD’le mücadele adı altında Irak ve Suriye topraklarına yönelik operasyonlarını yoğunlaştırmakla meşgul. Yaklaşık 5 ay önce bombardımana başlarken dillendirilen “Sadece hava operasyonları ile yetineceğiz, karaya askerimizin postalı değmeyecek!” açıklamalarının da yavaş yavaş miadı doluyor gibi. ABD ordusunun başta Musul olmak üzere Irak topraklarına asker sevk etmeye hazırlandığına dair iddialar giderek iddia olmanın ötesine geçip fiiliyata dökülüyor. ABD her zaman yaptığı üzere kendisine destekçi güç arıyor. Ve yine bekleneceği üzere öncelikle ve ısrarla Türkiye’yi bu sürece dâhil etmeye çalışıyor.

Türkiye bir yandan IŞİD’e göz yumduğu, dolaylı destek verdiği, gelişmesine katkıda bulunduğu türünden iddialarla hem içeriden, hem dışarıdan medya vasıtasıyla sıkıştırılmaya, bir yandan da Kobani üzerinden PKK/PYD’nin meşrulaştırılması girişimiyle hizaya sokulmaya çalışılıyor. Tüm bunlarla birlikte aynı zamanda da ‘sıcak dost’, ‘vazgeçilmez müttefik’, ‘vereceği destek hayati önemi haiz kritik ülke’ türünden pohpohlamalarla kuşatılmak ve ikna edilmek isteniyor. ABD’li askerî ve siyasi yetkililerin sıklaşan ziyaretleri de bu olguya işaret etmekte. Bu çerçevede 21-23 Kasım tarihleri arasında ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Türkiye ziyareti dikkat çekici mesajlara sahne oldu.

Dostlar Alışverişte Görsün!

Her ne kadar üzeri örtülmeye ve sorun yokmuş gibi bir görüntü çizilmeye çalışılsa da Ortadoğu’da yaşanan kaotik sürece iki ülkenin çok farklı öncelikler ve perspektiflerden baktığı gerçeği bir kez daha belirginlik kazandı. Aslında aynı olgu 15-16 Kasım tarihlerinde Avusturalya’da yapılan G-20 Zirvesinde ABD Başkanı Obama ile Davutoğlu’nun görüşmelerine de yansımıştı. Davutoğlu’nun Esed rejiminin geleceğine ilişkin ABD ile Türkiye’nin pozisyonlarının aynılaştığını söylemesine karşın, Obama zirve sonucunda yaptığı basın toplantısında kendisine sorulan bir soruya cevaben Esed rejimini devirmek gibi bir planları olmadığını açıkça ifade ederek Türkiye ile pozisyonlarının aynı olmadığının altını çizmişti.

Esed rejimine karşı küresel güçleri harekete geçirmek için ısrarlı uğraşlarına rağmen Türkiye’nin çabalarının karşılık bulmadığı gerçeğinin G-20 Zirvesinin sonuç bildirisine de aynen yansıdığı söylenebilir. Suriye konusu sonuç bildirisinde Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen ancak “insani krizlerden etkilenen ülkelere, -Ebola salgını ve Ortadoğu dâhil olmak üzere- uluslararası toplumun yardım etmesi” ifadesi kapsamında gayet dolaylı ve marjinal bir tarzda yer bulabilmişti.

Baas rejiminin alternatifinin İslami güçler olduğunun belirginlik kazandığı andan itibaren Suriye’de rejim değişikliği konusunun küresel güçler nezdinde gündemden kalktığı tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde net. Ne var ki, vaziyeti idare etme, Türkiye’yi küstürmeme siyaseti izleyen Batılı güçler bu yaklaşımlarını dolambaçlı yollardan ifade etmeyi tercih ediyor, durumu daha fazla zora sokmamak için de arada bir Esed rejiminin gitmesi gerektiği sözünü tekrarlıyorlar. Gayet boş ve kalıplaşmış bir söz, hepsi bundan ibaret! Nasıl gidecek, kim götürecek belli değil! Gerçekten gitmesini istedikleri ise alabildiğine şüpheli.

Buna karşın ABD’nin sürdürdüğü operasyonlarla Esed rejiminin ömrünü uzattığı, muhalifleri zayıflatarak rejim güçlerinin önünü açtığı bariz bir şekilde ortadayken bu tür içeriksiz lafların ağlaşan bebeklerin ağzına sürülen baldan farksız oyalama-kandırma taktiği olduğunu görmemek mümkün mü? Rejimin devamına yol açacak tüm adımları atacaksınız ve ardından sorulduğunda kolaylıkla “Biz de gitmesi gerektiğini söylemiştik ya!” diyerek kurnazlığı elden bırakmayacaksınız!

Karşılanması Gayet Müşkül Karşılıklı Talepler!

Joe Biden’ın Türkiye ziyaretinde gündeme gelen konulara ve uzlaşmazlık noktalarına bakıldığında Türkiye’nin genel manada dayatmalara karşı sağlam durduğu söylenebilir. 22 Kasım’da Beylerbeyi Sarayında Erdoğan ile yapılan 4 saatlik görüşmenin ardından tarafların görüşmenin ayrıntılarına dair hiçbir açıklama yapmamaları ve mutabakat vurgusuyla yetinmeleri aradaki mesafenin kolayca kapanmayacağına işaret etmekte.

ABD Başkanı Obama’nın ve Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’nin kısa süre önce Esed rejimini devirmeye çalışmadıklarını açıkça ifade etmelerine rağmen Biden’ın Türkiye’nin hassasiyetini gözeterek bu konuda daha temkinli bir tavır sergilemesi sonucu değiştirmiyor.

Ortada uzlaşmaz bir çelişki var. Türkiye’nin derdi Esed rejimi, ABD’nin derdi ise IŞİD. Ve her ne kadar Türkiye bir tür resmi söyleme dönüştürdüğü “ikisine birlikte tavır alalım” tezinde ısrarlı ise de bunun pratikte pek mümkün olamayacağı ve iki unsurdan hangisi zayıflatılırsa diğerinin güçleneceği açıkça görülüyor. Bu noktada ABD’nin tezi daha mantıklı. Neden? Çünkü ABD Esed’i zayıflatma ile IŞİD’i geriletme çabalarının ters orantılı olduğunu biliyor. Ve tercih yapıyor. Yaklaşık 4 yıldır Suriye’yi kana boyayan Esed iktidarının kendisi için bir tehlike arz etmediğini, tehdit oluşturmadığını görerek tavrını buna göre belirliyor.

Esed rejiminin Suriye’de işlediği katliamlar, vahşet, canavarlık ortalama bir Amerikan vatandaşı için tasvip edilebilecek eylemler olarak görülmeyebilir ama bunun için neden bedel ödensin ki? Üstelik de Esed rejiminin zayıflatılması ya da çökertilmesi IŞİD ya da Amerikan-Batılı kamuoyunca hepsi IŞİD’den farksız görülen bir başka ‘cihatçı’ yapının güçlenmesine yol açacaksa neden buna zemin hazırlansın ki? 

Irak’ta Kirli İttifak

ABD açısından Esed rejimine tavır almayı zorlaştıran bir başka gerekçe de Irak’taki gelişmeden kaynaklanıyor. Şöyle ki, ABD açısından asıl yoğunlaşılması gereken alan Irak. Irak’ta ise IŞİD’e karşı savaş İran’ın kontrolündeki Irak ordusu ve doğrudan İran unsurlarınca paralel yürütülmekte. İran’ın da Suriye konusundaki hassasiyeti biliniyor. ABD elbette Irak’ta aynı cephede yer aldığı ve desteği hayati önemi haiz bir ülkeyi kaybetmek, kızdırmak istemez! Şu aşamada ABD ve İran birbirlerine muhtaç durumdalar ve Esed rejimini zorlayarak bu ittifakı tehlikeye sokmak ABD açısından makul bir tutum olmasa gerek!

Bu bağlamda Türkiye’nin Irak politikasındaki değişime de dikkat çekmekte yarar var. Suriye konusunda ABD ile uzlaşmazlığın sürmesine karşın Irak hususunda Türkiye ve ABD’nin pozisyonlarının birbirine çok yaklaşmış olması hiç de hayra alamet sayılmaz.

Başbakan Davutoğlu’nun 20-21 Kasım tarihlerinde Irak’a yaptığı ziyaret ve hem Bağdat’ta, hem Erbil’de verdiği mesajlar Türkiye’nin Irak’ta ABD-İran siyasetine entegre olabileceği kuşkusunu beslemiştir. İlk etapta Türkiye’nin IŞİD’le mücadele adı altında Irak’ın Sünni toplumunun içinden kimi unsurların devşirilmesi planlarına destek verebileceğine dair iddialar seslendirilmiştir. Ayrıca bilhassa Suriye bağlamında gündeme gelen ‘eğit-donat’ formülünün Irak ordusu ve peşmerge güçleri için devreye sokulabileceği ve Türkiye’nin de burada aktif rol üstlenebileceğine dair beyanlar da dikkat çekicidir. Türkiye’nin IŞİD’i Musul’dan çıkartmaya yönelik Amerikan planının bir parçası olmayı kabul edeceğine dair sinyaller de bu bağlamda kaygı vericidir.

Tüm bu adımları atarak Türkiye Irak’ta söz sahibi olmayı, devre dışı kalmamayı hedefliyor olabilir ama Irak’ta ne ABD destekli herhangi bir girişimin ne de taifeci-mezhepçi Irak yönetimini güçlendirecek politikaların uzun vadede Sünnilerin tasvibini alabilmesi pek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki, Esed rejimine ilişkin tavır sadece ABD ile değil, Irak’ın mevcut devlet yapısıyla da taban tabana bir çelişkiyi yansıtmaktadır. Maliki gidip yerine İbadi gelince ne değişmiştir ki, Irak’ta kapsayıcı bir yönetim yapısının oluşturulabileceği iyimserliği gelişmiştir? Oysa Irak’taki Şii dayatmacılığına dayanan taifeci yapı ile Sünni toplumun taleplerinin karşılanabileceği bir mutabakata ulaşmanın hiç kolay olmayacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Üstelik Irak’ta izlenen politikanın Suriye siyasetine uzanan boyutları da her zaman kırılganlık ve çatışma üretmeye adaydır.  

Türkiye’nin Amerikan yönetimini Esed rejimine karşı etkili tavır almaya razı etmesi pek ihtimal dâhilinde görülmüyor. Zevahirde ABD Türkiye ile aynı hassasiyetleri paylaştığı mesajını tekrar etse de pratikte bunun gerçeği yansıtmadığı biliniyor. Buna karşın Türkiye’nin de ABD’nin IŞİD’e karşı harekete geçme baskısını “önceliği Esed rejimine verelim” söylemiyle savuşturmaya çalıştığı görülüyor. Kısacası uzlaşılan hususlar, uzlaşılamayanlardan hem daha az hem de daha ikincil hususlar.

ABD Dayatmasını İncirlik’te Püskürtmek! 

IŞİD’le mücadele bağlamında Türkiye’nin olumlu cevap verdiği konuların “yabancı savaşçı” diye adlandırılan mücahitlerin Türkiye‘ye girmelerinin ve Türkiye üzerinden Irak ve Suriye’ye geçişlerinin engellenmesi ve Kobani ile sınırlı kaldığı anlaşılıyor. Buna karşın ABD’nin Türkiye’den talep ettiği hususlar daha kapsamlı ve nitelikli adımlar. Bu bağlamda İncirlik’in kullanımı, Türkiye hava sahasının koalisyon adı verilen işgal güçlerine açılması ve ilk aşamada Türkiye hava kuvvetlerinin de bizzat operasyonlara katılması gibi taleplerin gündemde olduğu biliniyor. Bilahare savaşın seyrine göre hava desteğinin kara güçleriyle desteği de kapsayacak şekilde genişletilmesinin de gündeme geleceği sır değil!

Türkiye’nin mevcut konjonktürde bu tür kritik talepleri kabul etmemesinin gayet hayırhah ve takdir edilmesi gereken bir tutum olduğu görülmeli. Bununla birlikte taleplerin önümüzdeki süreçte baskıya ve giderek dayatmaya dönüşeceği de göz önünde bulundurularak geri adım atılmaması için çaba sarf edilmesi gerektiği ve kamuoyu desteğinin önemli olduğu da gözden kaçırılmamalı!  

ABD bir taraftan İran ve kontrolündeki Irak ordusu ile ittifak içinde, diğer taraftan Esed rejimiyle paralel bir tarzda IŞİD’i püskürtme adına bombalıyor, yakıyor, yıkıyor. 25 Kasım günü Rakka’da yaşananlar durumu özetler nitelikte. Esed rejiminin savaş uçaklarının, içinde bir caminin de bulunduğu muhtelif mekânları vurması neticesinde Rakka’da çoğu kadın ve çocuk 100’den fazla Suriyelinin can verdiği 25 Kasım günü aynı zamanda Amerikan saldırısına da sahne oldu ve işitme-görme engelli çocukların eğitim gördüğü bir okul ABD tarafından vuruldu. Açıkçası ABD işgal güçleri ve Esed rejiminin katliam ve vahşet ortaklığı yaptığını net biçimde gösteren bu manzaralar ortadayken, Türkiye’nin hâlâ ABD’yi Esed rejiminin devrilmesine ikna edebileceğine inanmak komik değil mi? 

Bu kandırmacaya karşı uyanık bulunmak ve yaklaşık dört yıldır devam eden Esed katliamlarına şimdi de Amerikan saldırganlığıyla ivme kazandırılmasına net tavır almak görevimizdir. Bu noktada yaşadığımız ülkenin gerek hava sahasıyla, gerek topraklarında bulundurduğu askerî üsleriyle ve her türlü imkânıyla zulme, katliama alet olmaması için itirazımızı güçlü bir şekilde seslendirmeliyiz. Emperyalistler ve diktatörler safında İslami kimlikli yapılara karşı girişilen saldırılara destek vermek hiçbir gerekçeyle savunulamaz, meşrulaştırılamaz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR