1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kerim Artuk

  3. İmtihan, Daima…

İmtihan, Daima…

Nisan 2023A+A-

Yer yatağımdan devrilerek uyandım. Gecenin sessizliğini önce titreşen eşyalar sonra yer altından kopan uğultu en sonundaysa titreyen dudaklardan dökülen besmele ve dualar yırtıp atıyordu. Karanlıkta belirginleşen tek gerçek büyük bir afeti yaşıyor olduğumuzdu. Sonradan bizim küçük bir yansımasını hissettiğimiz depremin boyutunu idrak edince az evvelki korkumuz hüzne dönüşüverdi. Bizim eşyalarımızı deviren deprem kocaman binaları devirip şehirleri yıkmıştı. Kardeşlerimiz enkaz altında kalmış komşu şehirlerimiz viran olmuştu. Yeni bir acıyla açacaktık haftayı, yeni bir imtihanla. Yeni bir sınav kâğıdı ilişecekti önümüze. Acının her türlüsüne aşina olsa da insan derin acılara her seferinde hazırlıksız yakalanıyordu. Böyleyken elden tek gelen imtihanlara kolaylık, yüreklere bir nebze ferahlık sunacak yardımlar için harekete geçmekti.

Tek Vücutta Bin Sızı

Müminleri birbirlerini sevmede, korumada ve birbirlerine acımada bir vücuda benzetiyor Peygamber Efendimiz. Nasıl ki vücudun bir uzvu hastalandığında tüm vücut rahatsızlığa tutulur, bizler de yastan yürekler kesilmeliydik. Duanın her türlüsünü harekete geçirmeli, aklımız, kalbimiz ve fiillerimiz kardeşlerimiz için çırpınmalıydı. Nitekim musibetin büyüklüğüne denk bir seferberlikle hayrın, diğerkâmlığın yarışı hiç gecikmeksizin başladı. Şehirlerimiz yardımlaşma derneklerine dönüştü. İnsanlarımız ne yapabilirim sorusuna bir cevap bulur bulmaz aksiyona geçiyordu. Hüzün ve ümit kol kola girmiş saracak yara arıyordu. Tabiî zaman geçtikçe sarılacak yaranın, silinecek gözyaşının çokluğu fark ediliyordu. Türkiye’de yüz binlerce kardeşimiz daha dün bizler gibi normal bir hayat sürerken bugün ağır acı ve imtihanlarla muhatap oluyor, her biri ibret ve nasihatle dolu hikâyelerin kahramanlarına dönüşüyordu.

Depremin Suriye’deki yıkımı ve Suriyeli muhacirler için anlamı ise çok daha farklı bir boyuttaydı tabiî. Bir ömre kaç hicret sığar? Kaç kez mülteci olabilir insan? Şimdi bir de depremzede olan mazlum kardeşlerimizin imtihanı kemik çatırdatan cinstendi. Ama bu yiğit insanların hüzün ve yıkımla tanışıklıkları yeni değildi. Vakar ve izzetle karşılıyorlardı yaşananları. Bize tevekkülü, sabrı, direnişi ve imtihanları Allah’a yakınlaşma vesilesi kılmayı öğretti yıllarca bu güzel halk. Şimdi öğrendiklerimizi pratiğe dökme vaktiydi.

Allahu Ekber ve Lillahi’l-Hamd

Allah’ın rahmetine vesile olmaktan daha güzel ne olabilir? Enkazdan binlerce canı çıkartan arama-kurtarma ekipleri ellerini değil yüreklerini taşın altına sokarak nice mücevherler çıkarttılar oradan. Ve tekbir: Allah en büyüktür, Allah tek büyüktür! Canı veren alır, O bahşeder ve O kurtarır. Bu bilinç eşlik ediyor çalışmalara. Allah’ın anıldığı yere melekler doluşuyor, görünmez orduları Rahman’ın: Adına mucize diyorlar. Tekbir nidalarına tahammül edemeyenlere bir yandan kızıyor diğer yandan acıyoruz. Hayatta insanın yaşayabileceği en büyük eksiklik, hislenmiş bir gönlün imbiğinden bazen coşkuyla, bazen kederle süzülen bir ‘Allahu Ekber’den mahrum kalmaktır. Kederi de sevinci de Allah’ın adıyla karşılayanlar, her şeyin sahibinin Allah olduğunun farkındadır. Tıpkı Antakya’da şahit olduğumuz, enkazdan önüne getirilen bir ceset torbasının fermuarını açınca küçük oğluyla karşılaşan Suriyeli babanın tepkisi gibi. Biz donakaldık. Muhacir bir babanın en zor anına denk gelmiştik ve hiçbir şey diyemedik. O “Allahu ekber ve lillahi’l-hamd” dedi, yere çöktü; sırtını yıkıntılara dilini zikre yasladı. Bir süre sonra gittik, babanın etrafındaki insanlar da dağıldı. Adamın, dilini bilmediği, muhaciri olduğu bu şehirde oğlunun cenazesinden başka bir şeyi kalmamıştı. Hz. Yusuf’u kaybettikten sonra “Ben tasamı ve üzüntümü yalnız Allah’a arz ederim.” diyen Yakup (as) gibi, enkaz yığınlarının arasında Rabbiyle baş başaydı.

Hayrın Uzun Maratonu

Yüzümüzü nereye çevirsek bir başka hikâyeye denk geliyorduk. Biraz ilerledikten sonra soluklanmak için durup oturduk. Filistin’den yardım için gelen kardeşlerimiz yemek ve meyve ikramı için enkazların arasında dolaşıyordu. Az evvel Suriyeli bir babanın yasını paylaşmışken şimdi Filistinlilerin ikramıyla karnımızı doyuruyorduk. Burada duygudan duyguya, halden hale girip çıkıyorduk. İslam ülkelerinin yaptıkları maddi yardımların yanında her dilden, her renkten Müslüman burada hazır bulunuyordu. Ümmet dayanışmasının bu veçhesi üzerinde durup düşünmekte fayda var. İyilik ve hayırda dünyanın öncü ülkelerinden olan Türkiye’ye maruz kaldığı felaket sonrası Müslüman ülkelerden ciddi bir yardım geldi. Bizim olan tek şeyin verdiklerimiz olduğunu Rabbimiz bu imtihanda bize bir kere daha gösterdi. Yarına dair emin olduğumuz tek şey türlü imtihanlarla sınanmaya devam edeceğimiz. Hal böyleyken milliyetçi tavır alışlarla coğrafyamızı hakir görenleri bir tarafa bırakıp kardeşlerimizle dayanışmaya daha da ehemmiyet vermeliyiz. Bizim gerçek ailemiz ümmettir. Rabbimize rağbetin yolu müminlerle, özellikle de mazlum ve muhtaç Müslümanlarla kol kola olmaktır.

Geçtiğimiz sene yardım çalışmalarına katılmak üzere Suriye’ye gitmiştik. O gün İdlib’de dağıtmak üzere kumanya aldığımız Babu’l-Hava’daki lojistik merkezinden bugün Türkiye için erzak ve gıda yükledik araçlara. Allah günleri aramızda evirip çeviriyor. Hal böyleyken elimizde ne imkân varsa onu kardeşlerimiz için devreye sokmamız lazım. Verebilecekken verelim ki yarın muhtaç olduğumuzda Rabbimiz bizden rahmetini esirgemesin. Türkiye ile birlikte Suriye’nin depremden ciddi şekilde etkilenmiş bölgelerini de Maraş’tan, Antakya’dan, Adıyaman’dan ayrı görmeyerek hayrın bu uzun maratonunu sürdürmeyi Allah bizlere nasip etsin!

“Ene İnsan, Ene İnsan!”

Depremin ilk saatlerinden itibaren Müslümanlar sahadaydı. Acısı kalplerinden taşan, ruhları ve bedenleri kardeşleri için sızım sızım sızlayan binlerce Müslüman, afetin göbeğindeydi. Arama kurtarma çalışmalarından soğukta dışarda kalan depremzedelere çay ikramına, barınma ve gıda yardımlarından çocuklarla deprem şokunu atlatmaları için oynanan oyunlara kadar her işin merkezinde İslami yapılar vardı. Bize Müslüman olmanın bahtiyarlığını iliklerimize kadar hissettiren bir aktiflikle her yerde ve her işte ön alan müminler oldu. Yoğun propagandalar neticesinde halk nezdinde de kısmen karşılık bulan cemaatlere karşı önyargının kaleleri, akledenler için yıkılıyordu. Çok sayıda depremzedenin Müslüman gruplara karşı bakışının değiştiğine şahitlik ettik.

Böylesi musibetler insanın kalbi hangi yöne meyilliyse o yönelimi hızlandırır. İman edenlerin imanını, inkârcıların ise azgınlığını artırır. Suriyelilere yönelik ırkçı nefretin deprem vesilesiyle iyice ayyuka çıkması da bu cümleden. Mülteci düşmanlarına “Hepimiz mülteci adayıyız, etmeyin!” diyorduk. Şimdi milyonlarca insanımız mülteci olmuşken halen daha bu düşmanlığın sürmesi kalplerin kararmasıyla izah edilebilir ancak. İbret almak, insan olmanın acziyetini idrak edip fıtrata yönelmek dururken tüm güzelliklerin katili olarak Suriyelilerin işaretlenmesi, vicdan evlerinin de yıkıldığını bize gösteriyor. Yağmacı diye öldüresiye dövülürken sadece “Ene insan, ene insan!” diyebilmiş Halepli Ömer. Üstelik katliamdan kaçıp depreme tutulmuş, iki evladını enkazdan kurtarmak için günlerce çırpınmış bir insan. Ama Suriyeliysen tüm acılarını, hayatını, geçmişini ve geleceğini sıfırın sağına yazar ırkçılar. Hatay halkıyla akrabasındır normalde. Ama sınırlar akılların ve kalplerin ortasından bir fay hattı gibi geçmektedir. Suriyeli sanılıp hakarete maruz kalan bir Türkiyeli depremzedeye şahit olduk, yardım dağıtırken. İşte böyle.

Üflenecek Sur İçin Kulağı Kiriştedir1

Gözleri inci gibi parlayarak yaklaştı bir adam. Standımızdaki ikramdan aldı. Tam gidecekken birkaç adım atıp döndü geriye. Coşkuyla dedi ki: “Biliyor musunuz on günden sonra babamı bulup çıkarttık enkazdan.” İlk defa bu kadar mutlu birine denk gelmiştim, sevincini paylaşmak için: “Hamdolsun, gözünüz aydın abi, Allah sizlere bağışlamış.” dedim. Acı bir tebessüm ettikten sonra: “Vallahi bugün benim düğün günüm gibi, babamın cenazesini tek parça olarak çıkartıp defnettim, çok şükür.” dedi.

O ana dek yaşananların boyutunu hiç anlamadığımı fark ettim. Allah’tan tek duası babasını, aile fertlerini, yakınlarını usulünce defnedebilmek olan bir halk vardı burada. Ölüme kardeş bir halk.

Ölüm var. Hepimizi eninde sonunda bulacak tek gerçek. Bir şairin ifadesiyle tüm insanlığı aynı havanda dövseler, zerre zerre herkes yine yalnız ölür. Yalnız ölecek ve hesaba yalnız başımıza çekileceğiz. Sur bir gün hepimiz için üflenecek. Dünya hayatında tek geçer akçe, üflenecek sur için kulağımızın her daim kirişte olması. Ölümü unutmamak. Bu dikkatle yaşamak.

 


1- Sezai Karakoç’a ait bir dize.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR