İktidarsız Hükümetin Sığ Politikaları ve Derin Bakanı
Ak Parti daha "iktidar"ının ilk aylarında, kendisine ümit bağlayan kesimleri hayal kırıklığına uğratan politikalara imza attı. Önce asıl iktidar güçlerine karşı sergilediği pısırık, edilgen tavır öne çıktı. Bu şekilde Türkiye'de düzen gerçeğini kavrayamayan-kavramak istemeyen kesimlerin seçim sonrası kapıldıkları "tek başına iktidar" iddiasının ham bir hayal olduğu belirginlik kazandı. Ak Parti yönetimi daha bakanların belirlenmesinden itibaren uzlaşma adına ancak asker-sivil bürokrasi ve bu kesimlerin sözcülüğüne soyunan Çankaya ile bir koalisyona razı olduğunu ortaya koydu.
Ardından savaş gündeminin ağırlığını hissettirmesi ile birlikte "ortaklık" konumundan da geriye gidildi ve süreç giderek "pay sahipliğine" fit olmaya doğru işledi. Bu süreçte hükümetin politikalarına yön veren dinamiğin ne olduğu sorusuna verilebilecek cevaplar arasında muhtemelen geleneksel iktidar merkezi olarak Genelkurmay'ı; son dönemlerde neredeyse kutsallığı tartışılmaz hale gelen "piyasa hazretlerini"; hatta ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson'u bile saymak mümkündü ama cevap şıkları arasında partinin programını ya da halka vaat ettiklerini görmek mümkün değildi. "İlk kurşun atıldığında kasamıza girecek para" çirkinliğiyle başlayan süreç, tezkere dayatmalarıyla ve hava koridoruyla açık işbirlikçilik şeklinde devam etti. Bu süreç, Irak'ı işgal koalisyonuna ortaklık açıklamasıyla ve saldırganlar için esenlik dilekleriyle de zirvesine çıktı.
Bir dizi olumsuz, çirkin söz ve eylem arasında öne çıkan utanç görüntülerinden biri de ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın Ankara ziyaretinin hemen akabinde 3 Iraklı diplomatın sınır dışı edilmesi kararıydı. Hükümet, tezkerenin reddiyle birlikte ABD ile limonileşen ilişkileri düzeltme adına açıkça haksız, hukuksuz bir adım atıyor ve sömürge ülkesi ruhuyla emperyalist efendiye boyun eğiyordu. Savaşın seyrinin nereye gideceği, Irak'ta mevcut rejimin geleceğinin olup olmaması, ABD'ye yaranma ve benzeri hesaplarla hareket edilmiş hukuk, diplomasi, komşuluk gibi değerler çiğnenmişti. Oysa hukuk ister ülke içinde ister uluslararası ilişkilerde herkese lazımdı. Hele daha yakın bir zamanda 28 Şubat hukuksuzluğundan, dayatma ve şantajın kural haline gelmesinden çokça şikayet etmiş bir kadronun başında bulunduğu hükümetin bu tutumu daha da yaralayıcıydı. Oysa her zaman darbelerden şikayet etmiş, darbecilerin baskılarına uyarak hukuk dışına çıkanları suçlamış olanların bu hususta çok daha özenli davranmaları gerekirdi.
Ak Parti'nin hak, hukuk, özgürlük gibi değerleri değil, gücü esas aldığını net biçimde ortaya koyan bu gelişme sadece ABD ile ilişkilerde değil, daha pek çok konuda da yaşanmaktaydı. Aslında Ak Parti'nin önceliklerini yansıtan bir gelişme de bizzat Tayyip Erdoğan kabinesinin oluşumunda kendini gösteriyordu. Abdullah Gül kabinesinde Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan ve göreve gelmesinden itibaren devam eden süreçte "F tipi ölümleri" seyreden Cemil Çiçek yeni kabinede yerini koruduğu gibi bir de hükümet sözcülüğüne terfi ediyordu. Tam savaşın arefesinde apar topar kabine açıklanıyor; bir yandan hava koridoru tezkeresi süratle Meclis'e sevkedilerek ABD'yi hoşnut edecek girişimlerde bulunuluyor ve bu ortamda teşkil olunan hükümette sözcülük görevi Cemil Çiçek'e veriliyor. Niçin? Muhtemelen Türkiye üzerinde ABD etkisinin, ağırlığının artacağının hesabı yapılıyor ve buna en uygun isim arayışına cevap olarak Cemil Çiçek seçiliyor!
Türkiye siyasetinin ipuçlarını görmemize katkıda bulunacak bir manzara bu. Cemil Çiçek, Ak Parti'nin kuruluşundan itibaren dışında kalmış ve sürekli itmiş birisi. Temel i, Ak Parti'nin devleti tanımaması ve iktidarın seçim sandığında belirlendiği zannıyla hareket etmesi noktalarında yöneltmekteydi. Kısacası "devletle ters düşmeme" veciz ifadesinde yansımasını bulan statüko muhafızlarından birisiydi. Ne zaman ki, seçim kararı alındı, bir anda Ak Partili adayı olarak kamuoyunun karşısına Abdullah Gül kabinesinde Adalet Bakanlığı gibi kritik bir sandalyeyi kaptı. Adalet Bakanlığı değişik açlardan önem arz eden bir bakanlık. Sadece devletin temel güçlerinden biri olan yargı bürokrasisi ile irtibatlı olmasından değil, önemi aynı zamanda devletin muhaliflerine karşı yürüttüğü sistematik baskı araçlarından biri olan cezaevlerinin yönetimini elinde bulunduruyor olmasından da kaynaklanıyor. Ayrıca son yapılan düzenlemelerle Adalet Bakanı, MGK toplantılarına katılan bakanlar arasında yer almaktaydı.
Abdullah Gül başbakanlığında kurulan ilk Ak Parti hükümetinde Adalet Bakanlığı'na kimin getirileceği merak konusuydu. Özellikle F tipi cezaevlerini protesto etmek için başlatılan ve devam eden ölüm oruçları konusunda hükümetin nasıl bir tutum takınacağı; gerçekten vaat ettiği gibi insan hakları konusunda duyarlı davranıp bu soruna bir çözüm arayışı içine mi yoksa statüko ya selam durma politikalarına devam mı edeceği sorusu Adalet Bakanlığı'na Cemil Çiçek'in atanmasıyla netleşti. Cemil Çiçek sağcı-devletçi zihniyeti temsil eden ve ismi sürekli derin devlet ilişkilerinde zikredilmiş birisiydi. Nitekim bu yönünü kısa bir süre önce Susurluk davasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamayla net bir biçimde ortaya koydu. Susurluk çetesinin askeri kanadını temsil eden Korkut Eken ile ilgili olarak söylediği, devlete hizmet eden bu tip insanlara sahip çıkılmaması durumunda devletin kendisine hizmet edecek adam bulamaması "tehlikesine" dair sözleriyle açıkça hukuksuzluğu savunuyordu. Aslında yakışıyordu da bu sözler Cemil Çiçek'e! Terörist diye yaftalanan insanları cezalandırma adına hücrelere kapatmayı gerekli gören bir zihniyet açısından ortada çelişik bir durum yoktu.
Cemil Çiçek'in Ak Parti'ye ilişkin tüm eleştirilerine karşın hızlı bir şekilde partinin as elemanı konumuna terfi etmesini Ak Parti'nin "devleti tanımaya" başladığının göstergelerinden birisi olarak değerlendirmek mümkündür, bu tanıma sürecinin daha da hızlanarak edeceğini gösteriyor. Bu konuda Cemil Çiçek engin tecrübesi, birikimi ve ilişkilerinden mutlaka hükümetini ve partisini istifade ettirecektir. Şöyle bir görüntü çıkmakta ortaya: Ne hikmetse, F tipi cezaevleri konusunda aslan kesilip siyasi mahkumların hayatları konusunda tavizsiz duranlar, ABD'nin ahlaksız, insanlık dışı, hukuksuz talepleri karşısında emir eri vaziyetleri almaktalar. Bu durumda meydanlarda savaşı ve Amerikan saldırganlığını protesto edenlerin F tipi sorununu da gündeme getirip, aralarındaki irtibata vurgu yapmalarını, ilgisiz konular diye değerlendirenlerin konu üzerinde bir kere daha düşünmeleri gerekmez mi?
- Emperyalizm Yenilecektir
- Emperyalizm: Hukuksuzluk, Saldırganlık, Katliam ve Yağma Özgürlüğüdür!
- Amerikan Özgürlüğü: Kötülük Onun Özünde Var!
- Küresel Vahşet 'Batı Medeniyeti'nin İntiharı mı?
- Sosyalist Sol ile Müslümanlar Arasındaki Diyalog Klişe Söylemleri Aşabilir mi?
- Savaş Karşıtı Çabalar mı Gitti?
- Değişen Konumlar, Karışan Kafalar
- Allah'ı Denklem Dışı Bırakmak
- Savaş Kışkırtıcılarının Ekonomi Aldatmacası
- Şark Kurnazı Medya
- Medyadaki ABD Lejyonerleri
- Meydanlardan Yükselen "Amerikanizme Hayır!” Haykırışları
- Bir Okuldur İntifada!
- MGK Bildirisi: Muğlak İfadeler ve Savaş Suçuna Ortaklık Gerçeği
- Bu Vahşete Ortak Olmaktan Utanmıyor musunuz?
- AKP İktidarından Şam Ziyaretine İptal, Siyonist İşgalciye Davet!
- İktidarsız Hükümetin Sığ Politikaları ve Derin Bakanı
- Rachel Corrie: İnsanlığın Öze Dönüşünü Yeşerten Çiçek
- İntihar ve Kendini Feda Üzerine
- ABD'de İsrail Lobisi
- Kürtlerin Zorunlu Göçü -1
- Kur'an'ın Arapça Oluşu ve Dil-Mana İlişkisi
- Kur'an'ın Doğru Anlaşılmasında Anahtar Bir Kavram Olarak "Nesh”
- Yalnız Bir Gölge
- Sarı Patikler