1. YAZARLAR

  2. Esra Çifçi Dindar

  3. İkna Odaları: Gücün Zorbalıkla Taçlanması

Esra Çifçi Dindar

Yazarın Tüm Yazıları >

İkna Odaları: Gücün Zorbalıkla Taçlanması

Nisan 2005A+A-

Üniversitelerde uygulanmaya başlanan başörtüsü yasağının sosyal hayatın bütün alanlarına keyfice yaygınlaştırıldığı günlerden geçiyoruz. Yasağın yakıcılığı ve güncelliği halen devam etmekte iken bu konuda sistem tarafından dikte ettirilen politikalar farklı kılıflar altında karşımıza çıkmakta. Bazen bir köşe yazarının kaleminden sızan yasak savunusu, bazen bir ilahiyatçının Allah'ın açık ayetlerine rağmen verdiği fetvalar, bazen de isimleri değişse de yasakçı tavırları değişmeyen bürokratların ve politikacıların söylemleri ile yasak hâlâ topluma kanıksatılmaya çalışılıyor.

Başörtüsü ile temsil olunan İslami kimlik hayatın her alanından sökülüp atılmaya çalışılır ve ülke başlı başına bir ikna odasına dönmüşken bizzat yasağın muhatabı olmuş bir yazarın kaleminden anlatılan bir araştırma yayınlandı geçtiğimiz ay. Haksöz yazarlarından Gülşen Demirkol Özer'in "Psikolojik Bir İşkence Metodu Olarak İkna Odaları" isimli eseri Beyan Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Gülşen Demirkol Özer başörtüsü yasağı sürecinde ilk olarak İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü'nde uygulanmaya başlanmış olan ikna odalarını merkeze alan sosyolojik bir çalışma yapmış. Başörtüsü yasağını, ikna odalarını kurgulayan zihniyetin karakteristik özelliklerini tespit etmeye çalışarak incelemiş. Bunu yaparken dünden bugüne yasağı ve başörtülü öğrencilerin yaşadıklarını tahlil eden bir çerçeve sunmaktan geri durmamış. Buna binaen yazar çoğu yerde durum değerlendirmesi diyebileceğimiz türden tespitlere de yer vererek konuyu güncelleştirmiş.

Eser, ikna odalarına alınarak başörtülerini açmaları konusunda baskıya maruz kalan öğrencilerin hissettiklerinin ve yaşadıklarının tespitini amaçlamakta. Başörtüsü yasağı ve bu çerçevede ikna odalarına dair bugüne kadar pek çok kişi konuştu, yazdı. İkna odalarının baş aktörleri –belki de aktrisleri demeliyiz– dahi hiç utanmadan bir şeyler söylemekten, uygulamadan büyük bir maharetmiş gibi bahsetmekten çekinmediler. Oysa ikna edilmek üzere odalara kapatılan başörtülü öğrenciler hiç konuşmadılar. İşte "İkna Odaları" bu suskun/susturulmuş mağdurların öyküsünü sunuyor bizlere. Bu yüzden eserin temel eksenini ikna odalarına girmiş öğrencilerle yapılan mülakatlar oluşturuyor. 25 başörtülü öğrenci ile yapılan röportajlara eserin bütününde yer verilmiş ve bu durum çalışmaya belgesel bir nitelik kazandırmış.

Özer, eserini üç temel tez çerçevesinde şekillendirmiş; öncelikle yazar "İkna odaları modernleşmeci iktidar ile birebir ilişki içinde geçekleşen, beden ve ruhlar üzerinde hakimiyet kurma çabasıdır." tezi ile okuyucunun karşısına çıkmakta. Bu nedenle de Cumhuriyetin kuruluşundan başörtüsü yasağına kadar sistemin Müslümanlar üzerinde uyguladığı zulüm politikalarının genel adı olarak "ikna odaları" kavramını ortaya koyuyor. Müslümanların bugün sadece Batıcı Kemalist kadrolar için değil, emperyalist Batı'nın modern hayat tarzı için de tek alternatif ve dolayısıyla "tehdit" olduğunu belirten Özer, ikna odası uygulamasını tüm dünyada Müslümanlara karşı yürütülen psikolojik ve fiziki savaşın yerel düzlemde bir parçası olarak ortaya koyuyor.

Yazarın vurguladığı ikinci önemli tezi iknacıların masumane tavırlarla anlatma cüreti gösterdikleri ikna işleminin modern bir psikolojik işkence biçimi olduğudur. Sosyolojik ve psikolojik bir kavram olarak ikna kavramını değerlendiren yazar, kişilerin tek başlarına ve zorla sokuldukları 8 metrekarelik odalarda kamera önüne oturtularak sorularla rencide edilmesi ve başını açması konusunda üzerinde baskı kurulması şeklinde gelişen uygulamanın kavramsal anlamda ikna sözcüğünün sınırlarını aştığını söylüyor. Burada söz konusu olan şey tam anlamıyla, bireyi kuşku, umutsuzluk, yalnızlık hislerine ve vazgeçilmezleri arasında tercihe sürükleyen bir davranış biçimi, psikolojik bir işkence türüdür.

Psikolojik bir işkence olarak karşımıza çıkan ikna odası, sadece sözlü bir müdahaleden de ibaret değildir. Çünkü iknacı, karşısındaki başörtülü öğrenciyi bir seçime zorlamakta ve bunu yaparken yalana, ısrara, tehdit ve tecrit politikalarına başvurmaktadır. Karşısındakine başını örttüğü için bir suçlu ya da rehabilite edilmesi gereken bir hasta gibi davranmakta, bunu yaparken de kendi sahip olduğu iktidara devamlı suretle vurguda bulunmaktadır. Ayrıca iknacıları salt ikna odaları içinde iş görenlerle de sınırlamamak gerekir. Burada odalarda başlatılan işkence yaygınlaştırılmış, cemaatlerce ya da kanaat önderlerince verilen fetvalar iknanın bir başka biçimini oluşturmuştur. Zaten sistemin yürüttüğü ikna politikası muhatabının inançlarını küçümseme ve etkileme esasını içermekteydi. Odalarda bulunan iknacılarda da bu tavır görülmektedir. İknacılar bir yandan "İslam'da başörtüsü yoktur!" türünden yalanlarla öğrencinin kafasını karıştırmaya çalışmakta, öte yandan karşılarındakinin İslami emirleri ifayı ve başını örtmeyi gönüllü kabul ettiğine bir türlü inanamamaktadırlar. Bu nedenle başını örten öğrencilerin ya aile ve çevre baskısıyla ya da alışkanlıkla örtündüklerini düşünmektedirler. Bu nedenle adeta kendilerini Irak'ı özgürleştirmeye giden Amerikan askerleri gibi görmekte, başörtülüleri, zorla örttüklerini düşündükleri başörtüsünün baskısından "kurtarmak" istemektedirler.

Belki de bu yüzden yasağı zorla ve şiddet kullanarak uygulamanın yanında psikolojik bir baskı teşebbüsünde de bulunmuştu iknacılar. Onlar ikna odalarının tek hakimi olmanın verdiği güç ile başörtülülerin inançlarına müdahalede bulunabilecek kadar yetkili hissettiler kendilerini. Bu olanaklardan hareketle, iktidarın söylemini muhaliflerine kabul ettirmek kadar, bu söylemin içselleştirilmesini de hedeflemekteydiler. Çünkü "… İktidarın ölçüsüz hırsı, güç ile birleştiğinde beklentisini kendisine 'iman' edilmesini isteyecek kadar ileri götürebilmektedir…"

Yazarın, eserini oluştururken cevabını aradığı üçüncü mesele ise ikna odasına giren kızların ikna olup olmadıklarıdır. Bunun tespitinden önce eserde başörtülü kadını üniversite kapısına getiren tarihsel sürece değinerek "Neyi kaybetmek istemediler?" sorusunun cevabı verilmeye çalışılır. Yazar modernizmin 'kariyer, statü, meslek sahibi olma' gibi kavramlarla kuşattığı, geleneksel kesiminse "evlerinde reçel yapsınlar" diyerek eve hapsettiği kadınların sıkışmışlığını anlatır ve kadınları üniversiteye başlarını açarak girmeye mecbur bırakanın tam da bu alternatifsizlik olduğuna dikkat çeker. Ancak yazar üniversite diplomasının sağladığı etiketlerin özlem duyulan alternatifler için yetersizliğini de vurgulamayı da ihmal etmez.

Başını açarak okullara devam eden öğrencilerin bu kararı verişlerinde etkili olan faktörler bizzat öğrencilerin beyanlarından tespite çalışılmıştır. Bu nedenlerin başında geleneğin evine dönen kadını eriten kalıpları, ailenin ve toplumun beklentileri, ekonomik gerekçeler, hukuka güvensizlik ve alternatifsizlik gelmekte. Öte yandan bazı öğrencilerin, okullarını bırakıp eve dönmenin yasakçıları memnun edeceğini düşünerek 'sistemi değiştirmenin bir yolu olarak okula devam' kararı aldıklarına da şahit olmaktayız eserde. Ancak öğrencilerin beyanlarında başını açma kararının sadece tek bir nedene bağlı olarak verilmediği öne çıkan bir husus olarak gözüküyor. Bu konuda yazarın ulaştığı en önemli sonuç ise; okullarına devam eden öğrencileri ikna eden şeyin iddia edildiği gibi iknacıların telkinleri değil, çok yönlü ve boyutlu çaresizlik olduğudur. Öğrenciler ne ikna odalarındaki iknacıların, ne de ikna için verilen fetvaların içeri girme kararlarında etkili olmadığını, bilakis bu çabaları çok saçma bulduklarını belirtmişlerdir.

Başörtülü öğrencilerin başlarını açarak içeri girmeye karar vermelerinde etkili olan faktörlerden en dikkat çekici olanlardan biri de direnişin sona ermiş olmasıdır. Öğrenciler "Biz bir direniş ortamı bulamadık, bizim direnme ya da okula girme gibi bir seçeneğimiz olmadı." diyerek mücadele zemininin ve beraberliklerin dağılmasının kararları üzerindeki olumsuz etkisine vurgu yapmışlardır.

Başörtülerini çıkararak okullarına devam etmeyi tercih eden öğrencilerin öyküleri okunduğunda baş açmanın sistemin efendilerini memnun etmeye yetmediği ortaya çıkmaktadır. Başlarını açsalar da İslami hassasiyetleri nedeniyle Müslüman kimlikleri anlaşıldığında yine baskı görmekte, hakarete uğramaktadırlar. Ayrıca Yaratıcı'ya karşı hissedilen günah ve suçluluk duygusu bireyin iç dünyasında tamiri zor bir yalnızlık ve çeşitli iç çatışmalara neden olmaktadır. Bu durumda yasağın mağdurları sadece dışarıda kalanlar değil, içeri girmek zorunda kalanlardır da ve belki de yasağın kalkması yönünde yürütülen direniş sadece dışarıda kalanlarca yürütülmemeli, içeri girenler de yasağın kalkması yönünde bir çaba ortaya koymaya çalışmalıdırlar.

Yazar, okullarına devam eden öğrencilerin yanı sıra yasağa karşı direnen ve başlarını açmayarak eğitimlerini bırakan öğrencilere de değinmiş, onların neleri göze alarak okullarını terk ettiklerini anlatmış. Okullarını bırakanların karşılaştıkları sorunlara, maddi ve psikolojik zorluklara değinilirken iş bulmak için gidilen "abilerden" gelen ikinci eş olma tekliflerine ya da "evde otur" nasihatlerine de değinilmiş. Ancak yazar, mağdurların yaşadıklarını sadece Müslüman erkeklere fatura eden bir yaklaşıma sığınmamış ve sorunun kadın-erkek tüm Müslümanların hatalarından kaynaklandığını vurgulamış. Bununla beraber kitapta mağdurların okuldan sonraki hayatları, başka ülkelere yapılan göçler, yapılan evlilikler de konu edilmiş. Fakat bunlara dair toptancı değerlendirmelerden dikkatle uzak duran yazar, bu süreçlerin sonuçlarını ümitvar bir biçimde zamana bırakmış.

Yazar diploma yerine başörtülerini tercih edenlerin sahip oldukları direnci ve ikna olmamalarının öncelikli nedenini Allah'a olan imanlarına bağlar. Sadece Allah'a olan imandır onlara ikna odalarında iknacıların karşısında dimdik durma gücü bahşeden.

Kitapta görüşme yapılan öğrencilerin çoğunu okullarına devam eden öğrenciler oluşturmakta. Bu durum eserde daha çok içeride yaşanan sorunların ve mağduriyetlerin ya da psikolojik mücadelelerin gündemde tutulmasına neden olmuş. Hiç şüphesiz konunun temelde ikna odası olması ve ikna odasına girenlerden en ulaşılabilir olanlarının okullarına devam eden öğrenciler olmasından kaynaklanan, anlaşılır bir durum bu. Ancak keşke ikna odasına girmiş ya da bir şekilde içeride/dışarıda sistemin diğer iknacıları tarafından rehabilite edilmeye çalışılmış ve ikna edilmeyi reddederek başörtüsü mücadelesini aktif biçimde sürdürmeye çalışanların da bakış açılarına kitapta yer verilmiş olsaydı. Bu durum sorunun nasıl çözülebileceğine dair sürdürülen halihazırdaki mücadeleye dair bir kaydın da eserde yer almasını sağlardı ve tarihe düşülen bu anlamlı belgeyi daha da güçlendirirdi.

Yazar, eserin sonunda yasakla ortaya çıkan sorunların çözüm yoluna işaret etmiş: "Yasağın tez elden kaldırılması…" Ayrıca yazar yasağın kaldırılması için uğraşılırken modern öngörülerle, Müslümanca bir dünyanın ayrıştığı noktaların sorgulanması ve 'nelerin, ne adına istendiğinin' tanımlanması gerektiğine dikkat çekmiş.

Bugüne kadar hep başkalarının anlattığı başörtüsü yasağını bizzat muhatabı olmuş bir yazarın kalemi ve diğer muhatapların beyanları ile oluşmuş bu eser, sistemin çürümüşlüğünü yasakçıların ve ikna odalarının soğuk yüzünde deşifre eden bir belge olması hasebiyle önemli bir nitelik taşımaktadır. Belgesel bir kitap olmasına karşın üslubundaki akıcılık ve sadelik yazarın edebi maharetini ortaya koymaktadır. Yazımızı, İslami mücadeleye gönül vermiş herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bu eserin, ümit veren bir gerçeklikle son bulan satırlarıyla noktalıyoruz:

"İkna odalarında kişilerin rızası olmadan yapılan psikolojik müdahaleler, hiçbir mazeretle izah edilemez. Manevi bir zorbalık olarak bilinçleri şartlama uğraşısı, ahlaki bir suç kapsamındadır. Nasıl ki Manisa'da öğrencilere işkence eden (memur) polisler, haklı olarak yargı önüne çıkarılmaya zorlanmışsa, buradaki (memur) psikologlar da yargılanmalıdır.

Tarihe sessiz sedasız kaydolan bu cürümde, öncelikle muhataplarının bunda davacı olma sorumluluğu vardır.

Televizyon ekranlarında 'yardım ediyoruz' masalını anlatan, işlenen suçu meşru imiş gibi gösterenlerin pervasızlıkları, hukuken mahkum edilmeli, bu suçun örtbas edilip tarihe karışması engellenmelidir.

Tarih iknacılar ile direnenleri, bir kez daha yan yana gösterdiğinde, şüphesiz zalim ve mazlum sıfatlarını doğru olarak yazacaktır."

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR