İdeolojisizleşme Eğilimi ve Pragmatizm
Varlığın anlamını dini veya dindışı olan ile tanımlamaya başladığı andan itibaren insanın sahip olduğu düşünce ve pratiklerinin sistematiğine ideoloji diyebiliriz. İdeoloji bireysel ve toplumsal alanlarda kimliği belirlemektedir. Bireysel ve toplumsal kimliği belirleyen ideoloji Şehit Ali Şeriati'nin de ifade ettiği gibi üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşama; evreni, varoluşu ve insanı kavrayabildiğimiz ve idrak ettiğimiz yoldur. İkinci aşama; sosyal ve zihinsel çevrelerimizi şekillendiren tüm fikir ve nesneleri değerlendirip algıladığımız belirgin yoldan meydana gelir. Üçüncü aşama onunla hoşnut olmadığımız statükoyu değiştirmek için yüklendiğimiz idealler, yaklaşımlar, yöntemler ve önerileri içerir. Şüphesiz bir müslüman olarak ilahi vahye dayalı "din" ile beşer aklının ürünü olan "ideolojiyi özdeş kabul edemeyiz. Fakat ilahi menşee sahip olmasa da heva ve heves kaynaklı tüm teori ve pratiklerde genel anlamıyla "cahiliyye dini" şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımlamayla din, salt zihinsel, vicdani ve bireysel boyutta kalırsa bir ideoloji olamaz. Bu durumları aşan toplumsal, kültürel, iktisadi ve hukuki alanlarda müdahil olmayı, varlığı ve meşruiyeti açısından gerekli görüp pratikleşmesini isterde "din" genel anlamıyla "ideoloji" tanımlamasına dahil edilebilir.
Berlin Duvarının yıkılması, Sovyetler'in dağılma sürecine girmesi ile birlikte emperyalist arenada tek başına kalan Büyük Şeytan Amerika, her donem elinin altında benzerlerini bol miktarda beslediği Fukuyama, Toffler vb. gibi gelecekbilimcilerin(!) ağzıyla vahyedip "Tarihin sonu"nu ilan etmişti bile. Büyük Şeytan dostlarına ilettiği vahiyle vesveselerini daha güçlü kılabilmek için tüm dünyada ideolojilerin yerine bilgi ve teknolojiye dayalı "değişim"i ikame etme çabasındaydı. Bilgi ve teknolojiye dayanılarak önerilen "değişim" modellerinde "tevhid-şirk", "ezilen-ezen", "sömürülen-sömüren" vb. gibi çelişkileri giderici en ufak bir temenni biryana, bu çelişkilere karşı duran, mücadeleyi öngören ilkeli ahlaki, siyasi öğretilere hiç yer bırakılmamıştı. İdeoloji ve ideolojilerin harekete geçirdiği insanlar egemenlerce kaderci bir bekleyişe mecbur bırakılıyorlardı. Varlığın anlamını belirleyen tüm değerler sınır tanımaksızın ve hızla "değişim"e kurban ediliyor. Vahyin yol göstericiliğine rağmen soyut ve kaygan bir zeminde "görecelilik" meşru ve hakim değer olarak egemen kılınmaya çalışılıyor. Bu süreçte ideolojinin insan ilişkilerini hem çerçeveleyen hem de şekillendiren niteliğini tamamen silme çabaları öne çıktı. Statüko karşısındaki ideolojiler birbiriyle çelişkili de olsa, farklı değerleri bünyesinde taşıyan, eklektik ve geçişkenli bir yapı ve görünümle gerçekçi ve gerekli fonksiyonundan uzaklaştırıldığını söyleyebiliriz.
Dünya üzerinde tüm bu değişimler yaşanırken Türkiye'nin bu olanlardan nasiplenmemesi mümkün değildi. 12 Eylül'de askeri cuntanın daha önce 27 Mayıs ve 12 Mart'ta olduğu gibi ülke yönetimine kanlı bir biçimde el koyması ile birlikte pek çok şey değişti. İdeoloji, siyaset, ilke, kimlik, ahlak vb. gibi davranış ve tavırları şekillendiren değerler de en çok bu dönemde aşınmaya, bozulmaya ve dönüşmeye başladı. 12 Eylül askeri cuntasının üç yıl süren takibat, işkence, hapis, idam, sürgün vb. gibi baskı politikaları ile aktif veya pasif bir siyasal kimliğe sahip olan kesimlerin yanında geniş halk kitlelerinin bilinç altına "korku" çok derin bir biçimde kazındı. Oldukça uzun bir süreçte ve dizginsiz bir biçimde kazındı "korku"ya muhatap olan geniş halk kesimleri ve ideolojik gruplar, ya ideolojik kimliklerini bulandırıp gizlediler ya da kimliklerini reddedip saf değiştirdiler. Şüphesiz toplumsal bünyede meydana gelen bu şiddetli sarsıntı süregelen bilinçli ve sistematik bir politikanın ürünüdür. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yürürlükte olan laik tek parti baskı politikaları halen daha da ağırlaşan dayatmaları ile yürürlükte. Sistem, çok partili demokrasi görüntüsü ile işlese de Batıcı ve Batılı yaşam tarzını dayatarak siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda zaten varolan problemleri içinden çıkılması mümkün olmayan kronik krizler haline dönüştürdü.
İnsanların düşünce ve pratiklerini "Kemalizm"in fıtrat düşmanı ilkelerine teslim olmaya zorlayanlar Türkiye'deki kronikleşen krizlerin üreticisi ve koyucusudur. Tüm demokratikleşme yalanlarının menşeinde de bu güçler vardır. Bu güçler genel olarak Parlamento Dışı İktidar (PDİ) olarak isimlendirilebilir. Parlamento Dışı İktidar'ın başında hiç şüphesiz ki Genel Kurmay'ın "Değişmez Kabine" olarak ikame ettiği Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bulunuyor. TBMM'nin ancak MGK'ya bağlı olarak ve 'tavsiyeleri' doğrultusunda çalışması mümkün. MGK'nın MİT, DGM ve Emniyet Teşkilatı ile bilinen veya bilinmeyen, resmi veya gayrı resmi güçleri ile Türkiye'nin en etkili, en yaygın ve en örgütlü silahlı gücü olarak tüm siyasal ve ekonomik faaliyetleri şekillendiren ve çerçeveleyen politikaları gözler önündedir.
Bu açıdan tüm sistem içi arayışlar, ister "aynı gemideyiz" kaygısıyla ister "başka alternatif yok" isterse "istikrar için sağduyulu birliğe davet" gibi sığınmacı kaygılarla ortaya çıksın, her halükarda "çözümsüzlüğe çözüm arama umutları" olarak kısa bir süre içinde silinip gitmeye mahkumdur.
Darbeler, faili meçhuller, mahkumiyetler vb. gibi MGK kaynaklı korku politikalarının kurbanı olan birtakım aydınlar, gazeteciler, daha önce toplum nezdinde yüklenmiş oldukları hak arama, doğruya ulaşma çabalarındaki öncülük rolünden feragat etme noktasına geldiler. Öncülük rolünden feragat eden herkesin "gönüllü" olarak bu tavrı seçtiğini söyleyemiyor olsak bile, halen içinde bulundukları tavırları meşrulaştırma çabaları ile muhatap oldukları kitleleri de aynı rolü üstlenmeleri konusunda ortaya koydukları ikna çabaları "gönüllü" veya "gönülsüz" olmayı pek de önemli kılmıyor. Bu noktada önemli olan ortaya çıkan sonuçlardır. Ortaya çıkan tabloda ideolojisizleşme ve pragmatizmin en baskın politika olarak belirmesini sadece egemenlerin başarısına bağlamak doğru gözükmüyor. Egemenler bu noktada belirli kesimler üzerinde etkin olan bazı isimler üzerinden bu sonuçlara ulaşabildi. Toplumun çeşitli kesimleri üzerinde etkin olan şahıslara, bu şahısların zaafiyetlerini de göz önünde bulundurarak açık veya örtülü tekliflerde bulunan egemenler kazanımlarını bu taktiklerle de genişlettiler.
1980 sonrası dönemde bu kesimin açmış olduğu çığır Türkiye'deki MGK ve TÜSİAD kaynaklı baskı ve sömürü politikalarını meşrulaştırıp pazarlama işini üstlenen MEDYA kuruluşlarının denetim ve inisiyatifine teslim edildi. Halihazırda Aydın Doğan, Dinç Bilgin, Cem Uzan vb. gibi bir kaç isim elinde hiçbir muhalif sese yer vermeyen bir tekel korosu mevcudiyetini sürdürüyor. Şu anda medya sistemin en yaygın denetim aracı olarak fonksiyon görüyor.
Bu şartlar içerisinde "sistem içi mücadele" yöntemlerinin birisi olan siyasal partilerde,"egemen güçler"in belirlediği alanlarda aktivite gösterme" şartını baştan kabul ederek işe başlıyorlar. Özellikle 80 sonrası ortaya çıkan süreç partilerin ve programlarının benzeşmesini kaçınılmaz kılmaktaydı. Partiler ve programlarındaki bu benzeşme sonuçta renksizleşmeye, renksizleşme ise siyasal partilerde ve halkın siyasal beklentilerinde bir anlamsızlaşmayı beraberinde getirdi. Böylece demokratik siyasal mücadelede ideolojisizleşme ve pragmatizm en yaygın ve en baskın politika olarak başköşedeki yerini aldı. Bu durum pratikle, tüm yapılanmalarda "İktidar Fetişizminin muharrik güç olması şeklinde forma büründü. Her ne kadar sloganlar fiili durumu belirlemede kendi basma yeterli olmasa da farklılaşan ve çarpıklaşan zihniyetlerin kısa ve belirgin ifadeleri oldu. Egemenlerin "yükselen değerleri"yle içice geçen sloganların kendilerini ve kendi dışındakileri ifade etmeye başlamasını "değişim"in dışarıya verilen ilk sinyalleri olarak algılamak yanlış olmasa gerek.
Özgüvenden yoksun, sabır ve sebattan uzak, aceleci, sahih bilgilenmeyi başaramayan tüm birey ve grupların "kurban" olmak üzere savruldukları bir bataklıktır "iktidar fetişizmi". İktidar fetişizmi, kurban edilemeyecek hiçbir değer tanımaz. Fırsatçılığın ve belirsizliğin "sistem içi" ve "kitlesel" platformlara dönüşümü, adanmışlığı ve kararlılığı ifade eden "sistem dışı" ve "marjinal" suçlamalarının ardından mücadele alanlarının terk edilmesiyle oluşmuştur. Böylece iktidara ulaşmak için her türlü düşünsel ve yapısal değişime meşruiyet kazandırılmaya çalışılmıştır. "Amaç, vasıtayı meşru kılar" felsefesi tüm gelenekçi ve modern kesimlerin ahlaka ve ilkelere aykırı takiyyeci / ikiyüzlü yaklaşımlarının dayanağı oldu. Beraber olduğu insanlarla dahi homojen bir yapı oluşturup ortak söz söylemeyi başaramayanların "65 milyonu kucaklayacağız!" sloganları "desteksiz atışların mı, doğru yoldan kayışların mı?" ürünüdür sorusuna verilecek cevap, değişimin niteliğine ve niceliğine yönelik cevabı da teşkil etmektedir.
Politikasızlığın tek bir politika halini aldığı siyasi arenadaki "demokratik kirlenme" , "hoşgörü" kanalıyla tüm beyinleri iğfal eder duruma geldi. Demokratik kirlenmeden nasibini alanlar; özellikle, sistemi ve sistem karşısındaki konumlarını belirleme beceri ve cesaretini gösteremeyen kesimler oldu. Bu kesimler, "hoşgörü" adı altında, tüm baskı politikaları karşısında tepkisiz kalmayı öğütleyen egemenlerin sözüne sadakat göstermeyi erdem sayan bir zihniyete doğru yelken açmaktadırlar. Fakat bu yelken açışın ardından sömürgecilerle işbirliğini öneren milliyetçiler, İslam'a ve Kur'an'a aşık Atatürkçüler, modernizme bağımlı ve kapitalizmi yaşayan dindarlar vb. gibi hilkat garibesi zihinler ortaya çıktı.
Müslümanlar olarak kaygan bir zemine çekilmeye çalışılıyoruz. Kaygan zemin, "dışarıdan" veya "içeriden" ortalama olarak aynı verilerle ve hedeflerle oluşturulmaya çalışılıyor. Bazen oluyor ki; kimin hangi saftan hangi ölçüye göre konuştuğu tesbit edilemiyor. Hem geleneğin, hem de modernizmin ortak değeri olan rölativite (görecelilik, batınilik) statüko karşısındaki tüm oluşumlara şeytan ve dostları tarafından vesvese ile vahyediliyor. Şüphesiz şeytanın vesvesesi / haykırışı sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyen gerçek mü'minleri yoldan saptırmaya yetmez. İlahi bildirim karşısında 'işittik ve itaat ettik' pozisyonunun dışında alınacak herhangi bir tavır sapmayı kaçınılmaz kılacaktır. Fitne ve fesadı yeryüzünden kaldıracak mücadele. Apaçık Kitab'ın öğütlerini hayatın merkezine alma başarısını "Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır dök. Adımlarımızı sabit kıl. Ve bizi müslümanlar olarak katına al" dualarıyla yakalayacaktır.
- Ramazan Ayı ve Kudüs Günü
- Türkiye’de İşkence Bir Devlet Politikasıdır!
- Sistem ve Sisteme Karşı Tavır
- ‘Metin Göktepe Cinayeti’ ve Devletin Gerçek Yüzü
- İstanbul'da Çeçenistan Direnişiyle Dayanışma
- Çeçenistan: Rusya’nın Yeni Afganistan’ı
- Sabancı suikastinin yasını kimler tutsun?
- Filistin Seçimleri: Diktatörlüğü meşrulaştırma çabası
- Bir 'İslami Direniş’ Operasyonu: Siyonist düşmanı sarsan üç gün
- Dünyadan Haberler
- Yahya Ayyaş'a Fatih'te Anma
- ABD, Ebu Merzuk'u İsrail'e teslim edecek mi?
- Sudan emperyalist kuşatmaya boyun eğmeyecek! -1
- İdeolojisizleşme Eğilimi ve Pragmatizm
- Anne-Baba ilişkilerimizde vahyi ölçü
- Kur'an'ın aydınlığında Salat (namaz)'ı ikâme etme gereği
- Örnek ve Öncü Bir Kimlik Tanımı Olarak Şehadet ve Şehid
- Kitab'ı terk etmek
- Seçimler Sonrası Çözümsüzlük
- Sudan İzlenimleri
- İstanbul'da 'Fecre Doğru' Gecesi
- Mahkemeler
- Kur’an ile ölçülenme çabası ve bir kitap
- Onu Anlat İşte
- Yitirme umudunu yiğidim