“Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak” Kitabı Üzerine
- İbrahim Bey, kitabınızda Peygamber'i doğru anlamak kadar yanlış alamaya da işaret etmişsiniz. Önce şuradan başlayalım; Dini duyguları ağır basan çoğu insanın ev duvarlarını süsleyen "O (Peygamber) bir beşerdir? Ancak sizin gibi bir beşer değildir" sözü hakkında neler söylemek istersiniz? Kur'an, Hz. Peygamber'in bizim gibi beşer/insan olduğunu söylerken, onun bizden farklı olduğunu söylemek mümkün müdür?
- Hemen belirteyim ki toplum olarak din anlayışımızda öteden beri sapmalar olmuş ve birçok yanlışlar yapılmıştır. Bu yanlışlar bugün de sürmektedir. Taş ve tahta heykelleri kutsallaştırıp Allah'a yaklaştırsın diye tapacak kadar cahilleşmiş ve ilkelleşmiş bir toplumdan çeyrek yüzyılda insanlık tarihinin alnında şeref levhası olarak duran örnek bir toplum çıkaran İslam, günümüze geldiğinde artık toplumun ayakbağı ve gericilik olarak algılanmaya başlamıştır. Söyleme göre Müslümanlardan oluşan bir toplumda İslam'ın öğretilerine göre yaşamak, birçok insan için avuçta köz tutmak kadar zorlaşmış ve çekilmez bir hâl almıştır. İslam konusunda insanlar öyle bilgisizleşmiş ve yabancılaşmış ki Kur'an'ın ortaya koyduğu İslam anlayışını seslendirenler, neredeyse peygamberlerin toplumlarından gördüğü tepkiye benzer tepkilerle karşılaşmaktadır. Bütün Müslümanların bu tuhaf, çelişkili, anlaşılmaz ve kabul edilemez çelişki üzerinde gece gündüz durup düşünmeleri gerekir. Soralım; Kur'an ve Hz. Muhammed'in İslam anlayışı mı insanları bu hale getirdi? Böyle bir şey olamayacağına göre, bunun tek sebebi, insanların din anlayışında meydana gelen sapmalar ve bozulmalar kalmaktadır. Bunların büyük bir bölümü de Hz. Muhammed konusunda meydana gelmiştir.
Soruda belirtildiği gibi Allah, Kehf ve Fussilet Sureleri'nde Hz. Peygamber'in insanlara "De ki ben ancak sizin gibi bir insanım/beşerim" demesini emrediyor. Hz. Muhammed bunu insanlara söylüyor ve bu gerçeği daha da vurgulamak için kendisi de şunu ekliyor: "Hıristiyanların Meryem oğlunu abartarak övdükleri gibi beni övmeyin, ben ancak Allah'ın kuluyum, Allah'ın kulu ve Rasulu, deyiniz." Bu hadis başta Buhari'ninki olmak üzere diğer hadis mecmualarında da yer alır. Evet, Allah ve Rasulü böyle demesine karşın, aşırı sevgi, aşırı övgü ve yüceltmelerle kimileri onu bu konumunun üstüne çıkarmak için adeta yarışmaktadır.
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ı gereği gibi anlamadılar/takdir etmediler." diyerek tevhit inancından sapmış insanların kendisini anlamadıklarını belirttiği gibi, Müslümanlardan da Hz. Muhammed'i gereği gibi anlamayan ve takdir etmeyenlerin ümmet içinde neredeyse büyük çoğunluğu oluşturur duruma geldiği görülmektedir. Hz. Muhammed "Ben ancak sizin gibi bir insanım" dediği halde, insanlardan ayırmak için kimileri neredeyse bir yarış içine girmişlerdir. Allah, onun diğer insanlar gibi bir insan olduğunu, kendisine tanrının bir tek olduğunu, ona ortak koşmamak gerektiğini ve kim ona kavuşmak istiyorsa salih amel işlemesi gerektiğini söylemesini emrederken; kimileri onu farklı kılmak için ayetleri yanlış anlamalarına uydurarak "O insan olmaya insandır ama kendisine vahyedilen bir insandır, öyleyse farklıdır" şekline sokmakta ve ayetleri tahrif etmektedir. Oysa onun dilinden Kehf Suresi'ndeki ayette"De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım; bana tanrınızın ancak tek bir Tanrı olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiçbir ortak koşmasın." ve Fussilet'te de"Onlara söyle: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana, tanrınızın tek bir Tanrı olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin, O'ndan bağışlanma dileyin. Vay ortak koşanlara!" denmektedir. Görüldüğü gibi, her iki ayet, Muhammed'in diğer insanlardan farklı olduğunu değil, kendisine belirtilen şeylerin vahyedildiğini söylemektedir. Onun için "O bir beşerdir, ancak sizin gibi bir beşer/insan değildir" sözü, ayetlere aykırı olup Allah'ı ve Peygamber'i haşa yalancı çıkarmaktadır.
Müslüman kişilerin Hz. Muhammed'i yanlış anlaması ve abartarak yüceltmesi yetmiyormuş gibi, Müslüman olup olmadığı bilinmeyen Avrupalı aklı evvel bir tarihçi, Hıristiyanlıkta İsa için oluşturulan imaj gibi, Hz. Muhammed için de "İnsandan büyük, Tanrıdan küçük" nitelemesi yapmakta, Yusuf Sancaktar isimli bir yazar da adını "Bir İnsan Olarak Hz. Muhammed" koyduğu ve Konya'da bastırdığı kitapçığına Hz. Muhammed'i sözde övmek için bunu gönül huzuru ile alıp yaymaktadır.
Başlangıçta cahiliye toplumunu dirilterek Asrı Saadet toplumuna dönüştüren İslam'a sözde mensup bugünkü toplumların neden pek çok yönüyle o cahiliye toplumuna benzer duruma geldiğini herhalde bu örnekler ve başkaları ortaya koymaktadır. İslam anlayış ve yaşayışımızın birçok yönüne baktığımız zaman durumun bundan pek farklı olmadığını görürüz.
- Peygamber'in bizim gibi bir beşer oluşu, onun küçük de olsa günah işlemesini mümkün kılar mı?
- Hz. Muhammed, ne kadar yüce ve Allah'ın yanında ne kadar değerli olursa olsun, Kur'an'ın "De ki ben ancak sizin gibi bir insanım." ayetiyle belirttiği gibi, bir insandır. Bir insan olarak, vahiyle ilgili olmaksızın, birtakım yanılmaları ve hataları olabilir. Kur'an ona günah/zenb eylemini nispet etmekte ve ondan bağışlanmasını istemesini söylemektedir.
Örneğin Mümin Suresi'nde "Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah, överek tespih et."; Muhammed Suresi'nde "Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yerleri bilir."; Fetih Suresi'nde "Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir."; Nasr Suresi'nde de "Allah'ın yardımı ve zafer gelip, insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek tespih et; O'ndan bağışlanma dile, çünkü O, tövbeleri daima kabul edendir." denilmektedir.
Ancak bu ayetlerde gerçekten günahın işlendiği veya önceden uyarı anlamında olduğu konusunda alimler değişik düşünürler. Kimileri, Muhammed Suresi'nde belirtildiği gibi, diğer insanlar gibi Rasulullah'ın da günah işlediğinin veya işlemesinin muhtemel olduğunu ve bunun için bağışlanma dilemesinin emredildiğini söylerken, kimileri, gerçekte böyle bir günahın olmadığını, sadece diğer insanlar gibi bir insan olduğunun vurgulandığı anlamında olduğunu söylemektedir.
İkinci anlamda düşünenler, Müddesir Suresi'ndeki "Giydiklerini temiz tut. Kötü şeyleri terk et. Yaptığın iyiliği/tebliğ etmeyi çok görerek başa kakma ve her şeyi başkasından bekleme." âyetlerinde belirtilen şeyler için de aynı şekilde düşünmektedirler. Bunlara göre elbiselerini temiz tutması, kötü şeyleri terk etmesi ve yaptığı iyiliği başa kakmaması, ileride olmaması için yapılan bir uyarıdır. Kur'an'da günah/zenb diye nitelenen veya ıtab/uyarma, kınama yahut sitem etmeye konu olan işlerin gerçekten günah ve haram olan şeyler değil, en iyi yerine, iyi olan şeyin işlenmesi, yani evla olanın terk edilmesi anlamında olduğunu söylerler.
Ancak sözü edilen bu şeylerin gerçekten işlenmesinin de ihtimaldışı olmadığını bilmemiz gerekir. Çünkü Rasulullah da son tahlilde bizim gibi bir insandır ve insanın bütün özelliklerini taşımaktadır. Günah işlemekten korunduğunu açıkça belirten âyet de yoktur. Ayrıca diğer peygamberlerden günah işleyenlerin olduğunu da Kur'an bize belirtmektedir. Mesela, Hz. Adem'in yasak ağaçtan yiyerek günah/suç işlediğini ve bundan tövbe etmesi üzerine Allah'ın kendisini bağışladığını biliyoruz. Aynı şekilde Hz. Musa'nın peygamber olmadan önce bir insanı öldürdüğünü biliyoruz. Yine kadının baştan çıkarma çabaları karşısında Hz. Yusuf'un durumunu anlatan âyette "And olsun ki kadın Yusuf'a karşı istekli idi; ona davrandı, Yusuf da ona davrandı, ama Rabbinin işaretini gördü. İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece savdık. Şüphesiz o bizim çok samimi kullarımızdandır." denilmektedir. Yusuf Suresi'ndeki ayette, bir insan olarak Hz.Yusuf'un içinde kadına karşı bir eğilimin oluştuğu belirtilmektedir ki bu da insan için tahrik karşısında doğal bir durumdur. Ama Allah, Hz. Yusuf'u kadının şerrinden korumuş ve böyle bir günaha düşmekten alıkoymuştur. El-Keşşaf'da da bu konuda geniş açıklamalar vardır.
Ne olursa olsun, Hz. Muhammed'in İslam terminolojisine göre günah sayılabilecek belirgin ve önemli bir günahının olmadığı gibi; Allah tarafından korunduğundan, kişiliğine ve peygamberliğine gölge düşürecek şeylerden uzak olduğunda da şüphe yoktur.
Hz. Muhammed'in çok zaman yanlış algılandığını Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş, "Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve Kaynakları" adlı kitabında, içinde yaşadığımız toplumun kültüründen ve yakın tarihinden kaynağını göstererek verdiği bir çok örnekle işlemiştir. Mesela verilen bu örneklerde, Rasuli Ekrem boğazını temizlemek amacıyla tükürmek istediğinde etrafında bulunan ashabın avuçlarını açarak ağzından çıkanları toplamakta yarıştıkları, avuçlarının içinde toplayabildiklerini de teberrüken yüzlerine sürdükleri anlatılmıştır. "Kara Davut" "Muhammediyye", "Kadı Iyaz", "eş-Şifa" gibi kaynaklardan alıntılar yapıldığı gibi, bazı hadis kitapları da taranmıştır. Bunlarla ilgili de Buhari. meğazi 29'da geçen "... Peygamber, hamurun içine tükürdü ve bereket duası yaptı, sonra etin pişmekte olduğu çömleğin içine tükürdü ve bereket duası yaptı..." rivayetini örnek verebiliriz. Kara Davut'a göre de Uhud Savaşı'nda iken başı yaralandığında Malik b. Sinan akan kanı içmiştir. Bu iki olayda da Hz. Peygamber'in onlara müdahale etmediği, bir rivâyette ise bu hareketinden ötürü Malik'e cehennem ateşinden korunacağını müjdelediği bildirilmiştir. Yine Kara Davut'a ve Muhammadiyye'ye göre Ümmü Eymen ise, yanlışlıkla Hz. Muhammed'in idrarının bulunduğu kaptan içtiğinde Rasulullah ona bundan böyle karın ağrısına tutulmayacağı müjdesini vermiştir.
Yukarıda geçen bu anlamdaki rivâyetlerle Hz. Peygamber'in dışkısı da dahil olmak üzere bütün atıklarının temiz sayılması şeklinde bir anlayışın doğması sağlanmıştır. Bu yakıştırmalar, Rasuli Ekrem'e gösterilmesi gereken saygıyla bağdaştırılmayacak bir davranış modeli içermektedir.
- Kitabınızda Hz. Peygamber'in günahkar müminleri şefaatiyle cehennem azabından kurtarmak konusunda bir rolünün olup olmayacağı hakkında da geniş değerlendirmeler bulunuyor.
- Kur'an'ın anlattıklarına göre müşrik Araplar, amellerini kabul etmesi ve kendisine yaklaştırması için Allah nezdinde putlarının kendilerine aracılık/şefaat edeceğine inanmış, kitap ehlinden Hıristiyanlar İsa'nın çarmıhta ölümü ile bütün insanları doğuştan getirdikleri günahtan kurtardığı gibi, kıyametten önce de gelip kendilerini günahlarından arındıracağını, Yahudiler de Allah'ın oğulları ve dostları olup ne yapsalar Allah'ın kendilerini cezalandırmayacağını, cezalandırsa bile ateşin ancak birkaç gün kendilerine dokunacağını söylemişlerdir.
Kur'an her üç kesimin de bu inançlarının yanlış olduğunu, ancak hoşnut olduğu ve izin verdiği kişilerin nezdinde şefaat edebileceklerini, oysa ne putperest Arapların putlarından hoşnut olup bunun için onlara izin verdiğini, ne de Kitap Ehli'nin oğulları ve dostları olup onlara böyle bir ayrıcalık tanıdığını, ne de iddia ettikleri gibi nezdinde kimsenin onlara aracılık/şefaat edeceğini belirtmiştir. Kur'an, bu kesimlerin şefaat, aracılık, torpil, yaklaştırma, ayrıcalık, vb. işlerden birinin söz konusu olmadığını belirtir. Kur'an, putperest Araplara ve kitap ehline şefaat için böyle bir ayrıcalık tanımadığı, yetki, hak, söz, vermediği gibi, Müslümanlara ve Hz. Muhammed'e de böyle bir şey verdiğini söylememiştir. Aksine, bu konudaki inanç ve iddiaların yanlış olduğunu belirtmiş ve Keyf Suresi'nde "Kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiçbir kimseyi ortak koşmasın." demiştir.
Durum bu kadar açık olduğu halde âhâd/tek kişinin rivayet ettiği ve daha çok peygamberleri yarıştıran, Kitap Ehli'nin kültürünü yansıtan birtakım rivayetlerden hareketle Kur'an ayetleri yönlendirilmiş ve Hz. Muhammed'e bazılarında mahşer aşamasında, bazılarında ise cehennemde yanma aşamasında olmak üzere şefaat etme misyonu verilmiştir. Konu ile ilgili bütün rivayetler tek kişinin verdiği haberler/ahad olup hem Kur'an'a aykırı, hem de inanç oluşturmaya elverişli değildir. Nitekim alimler bunları değişik yönlerden değerlendirmiş ve inanç oluşturmaya elverişli olmadıklarını, inkar eden kişinin bundan dolayı inancına zarar gelmeyeceğini belirtmişlerdir.
Aslında sayısı yüz seksene varan şefaat lehindeki hadislerin çoğunun aynı hadisin mükerrer isnatları olduğu göz önüne alınırsa, bunların da gerçek sayısının yüz seksen civarında değil, on üç civarında olduğu kabul edilebilir. Ne var ki, şefaat lehine hadisler -muhtemelen Hz. Peygamber'i yüceltmek amacıyla- tercih edilmiş ve hadisçiler ve diğer İslam uleması tarafından yaygınlaştırılması temin edilmiştir.
Şefaatle ilgili hadis rivayetlerinin kaynaklardaki gelişiminin kronolojik olarak incelenmesi yanında, ayrıca bu rivayetlerin epistemolojik değeri üzerinde durulmuş, bunların mütevatir değil âhad oldukları, mütevatir olduklarını iddia edenlerin iddialarının temelsiz ve geçersiz olduğu; âhad hadislerle 'şefaat' gibi önemli bir konuda karar vermenin mümkün olmadığı da ortaya konmuştur. Ayrıca, şefaat konusuyla ilgisi bulunan 'vesile' meselesi de incelenmiş, "Ey iman edenler! Allah'tan korkun, sizi O'na yaklaştıracak vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa erersiniz" ayetindeki vesilenin şefaatle herhangi bir ilgisinin bulunmadığı, Kur'an'daki vesilenin iman, salih amel ve duadan başka bir manaya gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Özetle, Kur'an'da şefaatin varlığı ve hesap günü Hz. Peygamber'in şefaat edeceği yolunda kesin herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bilakis Kur'anî öğreti tamamen "şefaat anlayışı"nın karşısındadır. Sadece bir iki ayetin zorlama te'villere tabi tutularak, şefaat diye bir şeyin varlığının ileri sürülmesi ise mümkün değildir.
Böyle olunca, şefaatin varlığına dair hadislerin Kur'an-ı Kerim'e ters düştüğü anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerin zaten âhad olması itibarıyla kesinlik ifade etmemesi, birçoklarının kaynak ve isnat açısından problemli olması, ayrıca şefaat karşıtı başka rivayetlerin mevcudiyeti, diğer yandan Hz. Peygamber'in bırakın ahirette, bu dünyada bile suçlularla ilgili şefaat teşebbüslerini şiddetle reddetmesi, biz Müslümanların şefaat konusunu tekrar gözden geçirerek, bu dünyada büyük günah işleyenlerin -çünkü bazı hadis rivayetleri şefaatin büyük günah işleyenler için olduğunu açıkça ifade etmektedir- ahirette ne için affedileceklerini, bunun insanların yeryüzünde günah, zulüm ve bozgunculuktan uzaklaşmaları için gönderilen İslam'ın hangi hedeflerini gerçekleştirmeye yaradığını iyice düşünmemiz gerekir.
Bu dünyada suç işleyenlerin affedilmesi yönündeki bazı taleplere -kuşkusuz ahlaki olmadığı için- karşı çıkan Hz. Peygamber'in, ahirette pek çok büyük günah sahibinin affedilmesini sağlamak için çaba harcaması mümkün müdür? O zaman Kur'an-ı Kerim'in, "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onun karşılığını görür, kim de zerre miktarı kötülük yaparsa onun karşılığını görür," ilkesi anlamsız ve gereksiz olmuş olmaz mı?"
- Türkçe'ye İslam Hukuk Felsefesi adıyla çevrilen kitabın yazarı Tahir b. Âşûr, Peygamberden rivayet edilen hadislerden bazılarının Kur'an'ın açıklanması bağlamında, bazılarının da kada, fetva, imamet/yöneticilik ve benzeri bağlamlarda ele alınması gerektiğini, dolayısıyla tüm hadislerin zaman ve mekan üstü görülmemesi gerektiğini söyler. Siz de hadisleri dönemsel/tarihsel ve evrensel olarak görüyor musunuz?
- Hadis kitapları Hz. Peygamber'in söylediği kabul edilen çok sayıda rivayet içermektedir. Bunlardan sahih olanların öteden beri dinsel, yöresel ve tarihsel gibi kısımlara ayrıldığı bilinir. Mesela, kitabımızda belirttiğimiz gibi, rivayetler konusunda en bağnaz alimlerden İbni Kuteybe hadisleri şu üç gruba ayırır:
a) Cebrail'in Allah'tan getirdiği Sünnet. "Kadın, halası ve teyzesi üzerine nikah edilmez", "Süt emme ile haram olanlar neseben haram gibidir", "Bir veya iki emme ile haramlık gerçekleşmez" rivayetleri gibi.
b) Allah'ın Rasulü'ne Sünnet kılması mubah kıldığı, bu hususta kendi görüşünü (reyini) kullanmasını emrettiği Sünnet. İpeği erkeklere haram kılması, ama -hastalıktan dolayı- Abdurrahman b. Avf'a ipek giymesine izin vermesi, Mekke'nin ot ve ağacının kesilmesini yasakladığı halde Abbas b. Abdulmuttalib'in isteği üzerine izhir otunu koparmayı serbest bırakması, fetihten sonra hicreti yasaklarken Mücaşi' b. Mesud'a hicret için izin vermesi vb.
c) Edep maksadıyla Sünnet kıldığı şeyler. Bu Sünneti işlersek ondan dolayı sevap kazanırız, terk edersek, bize herhangi bir günah olmaz. Sarığın ne şekilde sarılacağını emretmesi ve pislik yiyen hayvanın etini yemeyi ve hacamat/kan aldırmaktan elde edilen kazancı yasaklaması.
Görüldüğü gibi, Sünnetin bir kısmının Kur'an gibi vahiy olduğunu söyleyen İbni Kuteybe, birinci şıkta sözü edilen ve Kur'an'ı açıklayan Sünnetin dışında, diğer Sünnetlerin Rasulullah'ın kişisel tasarrufu olduğunu söyler. İbni Âşûr de Hz. Peygamber'in kimi sözleri, uygulamaları, karar ve hükümlerinin bağlayıcı dinsel nitelikte olmayıp tarihsel, geleneksel ve yol gösterici türden olduğunu söylerken bunları kastetmektedir. Bunlardan örneğin tıp, tarım, alış veriş, sanat ve ticaret, giyim kuşam, rutin hayat işleri vb. konularda Kur'an'ın açıklaması olarak gerçekleşmeyen Sünnet, o toplumun rutin yaşantısını yansıtır. Söz ve uygulamalarıyla genel olarak Sünnetin bu şekilde değerlendirilmesi yanlış olmaz. Çünkü bu tür işler, Hz. Peygamber'in Kur'an'ı tebliğ etme ve beyan etme/açıklama görevleri dışında olan işlerdir.
- Kitabınızın adı Hz. Muhammed'i Doğru Anlamak iken, ikinci cildin büyük bir kısmını Hz. İsa ile ilgili konulara ayırmışsınız. Bunun sebebi nedir? Bir de Hz. İsa tekrar gelecek mi?
- Hz. İsa ile ilgili Kitap Ehli'nin kültürü zaman içinde İslam kültürüne yoğun bir şekilde sızmıştır. Bu kültürün en önemli boyutlarından biri, Hz. İsa'nın ölmesi, dirilmesi ve kıyametten önce gelip birtakım işler yapmasıyla bilgilerdir.
Kur'an'a göre Hz. İsa olağanüstü bir şekilde doğmuş, peygamberlik yapmış, asılmadan ve öldürülmeden diğer insanlar gibi eceli geldiğinde ölmüştür. Ama mevcut Hıristiyan kültüründe İsa'nın kimliği, tabiatı, misyonu, peygamberlik süreci, ölümü ve sonrası tam bir Arap saçına dönmüştür. Yahudiler onun peygamberlik ve Mesihliğini reddederken, Hıristiyanlar onu tanrı konumuna çıkarmakta, genelde Müslümanlar da sözde öldürülmesinden sonra dirilmesi, kıyamete kadar gökte yaşaması ve kıyametten önce dünyaya gelerek hayata müdahale etmesi ile ilgili anlayışa katılmakta, bu konularla ilgili kitaplarda yer almış rivayetlere doğru dinsel bilgiler olarak inanmaktadır. Müslümanların geneli İsa'nın kıyamete kadar gökte bizim gibi yaşadığına ve kıyametten önce gelerek İslam şeriatını uygulayacağına, bunun yanında Deccal'i ve domuzu öldürmek, haçı kırmak, cizyeyi kaldırmak gibi birtakım işler yapacağına inanırlar.
Oysa Ahzab Suresi'nde,"Muhammed içinizden her hangi bir adamın babası değil, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir." denilerek son peygamberin Hz. Muhammed olduğunu bildirildiği gibi, Hz. Muhammed de sahih rivayetlerde"Ben peygamberlerin sonuncusuyum" demektedir. Hadis kitaplarındaki Hz. İsa'nın kıyametten önce sözde gelmesiyle ilgili rivayetleri Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu bildiren bu ve başka ayetler ve hadislerle bağdaştırmak için bu kültürü savunan Müslümanlar "Peygamber olarak değil, Hz. Muhammed'in şeriatını uygulayan bir vatandaş olarak gelecektir" türünden türlü teviller yapmakta ve Kur'an'ı söz konusu rivayetlere uydurmaktadırlar. Bu yorumları ve tartışmaları bir yana bırakarak her şeyden önce şu soruların cevabını vermemiz gerekir:
a) Son peygamber Hz. Muhammed olduğuna göre, Hz. İsa peygamber olarak gelmeyecek demektir.Peygamber olarak gelmeyecekse, o zaman onun yapacağı işleri Müslümanlardan bir kişi de yapabilir demektir. Böyle ise gelmesine ne gerek vardır?
b) Peygamber olarak gelmemesi onun için bir ikram değil, rütbesinin sökülmesi gibi bir ceza olur. Acaba Hz. İsa ne suç işlemiştir ki rütbesi sökülen bir subay gibi, peygamberliği geri alınacak kadar büyük bir cezaya çarptırılmaktadır?
c) İslam ve Müslümanlar kıyamete kadar süreceğine göre, onların işlerini neden kendileri ve peygamberleri yapmayacak da, Mesih olarak geleceği ve neredeyse dünyada cennet ortamını gerekleştireceği iddia edilen başka bir peygamber gelip yapacaktır?
d) Kabrinde diri olduğu, vücudunu toprağın yemediği, kendisine yapılan seslenmeleri işittiği, insanlar arasında ruhu ve bedeni ile dolaşıp görüştüğü, insanların rüyasına girdiği ve yol gösterdiği, hayatta tasarruf ettiği iddia edilen Hz. Muhammed, acaba bu niteliklerinden ve peygamberlik misyonundan vazgeçmiş olacağından mı onun yerine Hz. İsa gelip bu işleri yapacaktır?
e) Siyer yazarları hemen her konuda Hz. Muhammed'i şampiyon yapma anlayışlarının aksine, bu konuda Hz. Muhammed'i devredışı bırakacak ve unutturacak kadar nasıl oyuna gelmiş ve Hz. İsa'nın sözde gelişiyle ilgili rivayetlere nasıl göz yummuşlardır?
f) Bütün insanların doğması ve ölmesi Allah'ın sosyal yasası iken ve kimsenin bu yasanın dışında olduğunu belirten dinsel hiçbir nas yok iken, Hz. İsa'nın bu yasanın dışında olduğu ve kıyamete kadar Allah'ın yanında bizim gibi yaşadığı, kıyametten önce geleceği nasıl iddia edilebilir?
g) Müslümanlar, bir rivayetin inanç temeli olabilmesi için mütevatir olmasını şart koşarken, Hz. İsa'nın gömüldüğü yerden dirildiğini ve göğe çıktığını hayal meyal gördüğünü iddia eden bir-iki kadının haberine inanç temeli olarak nasıl inanırlar? Üstelik bu haber, tahrif edildiğine inandıkları İncil'de veriliyorsa, bunun inanç temeli olabileceğine nasıl güvenirler ve Kur'an'da Hz. İsa ile ilgili ayetleri bu muharref/apokrif bilgiler ışığında nasıl yorumlayabilirler?
h) Hz. İsa'nın kıyamet öncesinde sözde gelmesini anlatan rivayetlerin içeriği Kur'an'a, akla, tarihi gerçeklere, sosyal yasalara, hayatın gerçeklerine aykırı olduğu halde, bunlara güvenilerek Kur'an ayetleri nasıl yorumlanabilir? Örneğin, konu ile ilgili hadislerde belirtilen ve İsa Mesih'in gelmesinin arifesinde çoğalacağı söylenen irtidat, dinsizlik, yalan, Deccal'in ortaya çıkması gibi birtakım alametler Pavlus'un Selaniklilere yazdığı 1. ve 2. mektupta anlatılır. Bu konuda Tacettin Şimşek'inyeni çıkan "İsevilikten Hıristiyanlığa", adlı kitaba bakılabilir. Acaba hadis diye kitaplara giren Pavlus'un bu kehanetleriyle Kur'an nasıl açıklanabilir? Bu konuda Hayri Kırbaşoğlu'nun İslamiyat dergisinin 2004 yılının son sayısında "Hz. İsa'yı Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi", başlıklı makalesine bakılabilir.
Bir yandan bunlar ve başka belirsizlikler, diğer yandan söz konusu rivayetlerin Kur'an'a ve başka gerçeklere aykırı oluşu gibi, Hz. İsa'nın dirilmesi, gökte yaşaması ve kıyamet öncesinde gelmesiyle ilgili rivayetlerin doğru olmadığını ve Müslümanların genelde inandığı bu şeylerin yanlış olduğunu belirtmek için Hz. Muhammed'i Doğru Anlamak kitabında Hz. İsa konusuna bu kadar geniş yer verme gereğini duydum. Çünkü bu, bir yerde inancı ve kültürü ayıklama, tashih etme ve gerçeği ortaya çıkarma görevidir. Umarım kitap okunur ve bugüne kadar insanların inandığı bu bilgilerin doğru olmadığını görme imkanı bulunur.
- Teşekkür ederiz.
- Adaletsiz Barış Mümkün mü?
- YÖK Kamburundan Kurtulmanın Zamanı Gelmedi mi?
- Kur’an’ın İmamlığı ve Ümidin Dirilişi
- Özgür-Der Diyarbakır Şubesi: “Bölge Yeniden Kışlaya Dönüşmesin!”
- Savaş Arenasına Dönen Dünya ve Londra Eylemleri
- Kültürlerin Çatışması ya da Avrupa’nın Değerleri Üzerine Bir Tartışma
- Irak’ı Bekleyen Büyük Tehlike: Mezhepçilik Fitnesi
- Yeryüzünün Mustazaflarından G-8’e Çağrı: “Sadaka Değil, Adalet İstiyoruz!”
- Tarihe Gömülen (!) Yoksulluğun Adresi: G-8 Zirvesi
- Laik Rejime Çek Bir TEDAŞ Fetvası!
- İslamcılık Zengin Uğraşısı mıdır?
- BOP’a Model Ülke: Mısır
- İsrail, Tüm Filistin Topraklarından Çekilmeli!
- Türkiye’nin Gündeminde Bosna
- Rachel Corrie’nin İzinde Filistin’deki “Yabancı Eylemciler”
- İslam’ı Sekülerleştirme Projeleri ve Mazlumder’in Dönüşüm Serüveni -1
- İnsan Peygamber Portresini Netleştirmek
- Tasavvufun Peygamber Anlayışının Tenkidi
- İslam Dünyasının Yaşadığı “Yüzyıllık Kuşatma”
- ABD’nin İmparatorluk Düşü: “IV. Dünya Savaşı”
- “Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak” Kitabı Üzerine