Hilm ve Cehl Bağlamında İlm-i Halimiz
“Cehl” en ufak bir kızgınlık anında iradesini kaybedip parlayan, kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kapılıp sonucunu düşünmeden hemen körü körüne atılan, ateşli, sabırsız kişinin sorumsuz davranışı anlamına gelir. Bu, duygularına/hırslarına hâkim olamayan, kontrol dışı bir insanın davranışıdır. Bu insan tipi, doğruyu yanlıştan ayırt etme ölçüsünü yitirip kendisini öfkenin pençesine düşürür. İslam düşüncesinde kullanılagelen terminolojik “cahil/cehl” kavramı da bu bağlamda anlam kazanmıştır. Nitekim cahiliyede teslimiyet ve tevazua aykırı düşen özellikler baskındır. İnsanın kendi gücüne güvenmesi, sınırsız benliği, ilahi ölçü tanımazlığı ile kulluğa aykırı düşen her şey, cahiliye kavramında mündemiçtir. Cehalet, bir metnin okunup yazılmaması değildir. Cehalet, kapasitemizin kaldırabileceği ölçekte fıtri bazı tahammüllerimizin, hayatın anlam dünyasından kopuk kalmasıdır.
Cehalet kavramının semantik yapısı ele alındığında bu kavramın ilmin değil ‘hilm’in zıddı olduğu görülür. İzutsu’ya göre hilm, cehl patlamasını dizginleyebilen insan ahlakıdır. Hilm, zayıflık ve acizlik işareti değil kudret ve kuvvet işaretidir. Onun için hilmin vakar ile de çok yakından ilişkisi vardır. Vakar, tarz ve hareket asaleti demektir. Ayrıca cehl, olayların içine nüfuz edememek, daima sathi düşünmek ve dolayısıyla her zaman basit ve isabetsiz hükümler vermek olarak da tanımlanabilir. Bu bağlamda ism-i fail olarak kullanılan ‘halim’ de duygularını frenlemesini, kör ihtiraslarını yenmesini bilendir. Hilm edilgen olmak değil, aksine ruhun öyle aktif ve olumlu gücüdür ki insan onunla kendisini şaşkına çevirecek olan ihtiras ve öfkesine gem vurup onu dindirir. Hilmin dış görünüşü vakar ise cehlin belirtisi de zulümdür. Yani zulüm cehlin özel bir görünüşüdür.
Bu kavramlar çerçevesinde Müslüman dünyasında mevcut halin masaya yatırılması elzemdir. Müslüman olma kimliğini kabullenen bir insan için, bir kavramın, bir gündemin veya bir sorunun netliğe kavuşmasının en sahih yolu, vahiyden beslenmesidir. Vahiyden beslenme olgusu da hilm-cehl kavramlarının vahyin anlam dünyasındaki merkezî vurgusunu görmemizi sağlayacaktır.
Cehalet; bilginin, arayışın, tecrübenin, basiretin sağlıklı bir şekilde değerlendirilememesidir. Vakıanın iyi okunamamasıdır. Her türlü sorunu kaderimizmiş gibi algılama ve onu aşamama zafiyetidir. Cehalet beraberinde varolanla yetinme rehavetini de besler. Belki de bu yüzden Kur’an’da, hayatla bilgi arasındaki sıkı ilişkiden dolayı ilim,‘ruh’ kelimesiyle de ifade edilmiştir.
Cehaletle mücadele etmenin en etkili yöntemi, kendi dışımızdan istifade edebilme nezaketi ve mütevazılığının yanında taklitçiliği aşan üretken bir arayış ve aynı zamanda akletme ile vicdani muhasebeyi beraber işlevselleştiren bir hassasiyeti sürdürmektir.
Modern insanın hastalıklı ruh hali, cehaleti besleyen çağımızın önemli bir sorunudur. Bilgi kirliliği ile oluşan bulanık bir kimlik, insanı hakikati görme mütevazılığından uzaklaştırıp hakikati inkâra şartlanma müstağniliğine doğru evirmektedir. Teknolojik gelişmenin sonucu her alanımızı sarmalayan araç-gereçler, ben-i âdemin mayası olan toprağın mütevazı ruhundan bizleri uzaklaştırıp alabildiğince kirli, sentetik ve bürokratik bir anaforun içine sürüklemektedir.
Cehaletin bizim coğrafyamıza en büyük maliyeti ümmetin hilmde saklı olan naifliği ve vakarı kaybetmiş olmasıdır. Maalesef Müslüman ülkelerde zalimlere, çağın zorbalarına yaranma zilleti küresel dış politikanın olmazsa olmaz bir şartı haline gelmiştir.
Birçok ilişki ağımızın mayasını oluşturan basiret, hikmet ve bu iki değerin neticesinde oluşan hakkaniyeti kendi aramızda bir hukuka dönüştüremememizin yegâne müsebbibi cehaletimizin başkaldırışına karşı çaresizliğimizdir.
Bugün ümmetin en büyük sorunu, zihinsel bir atılım ve açılım sorunudur. Zihinsel kodlarımızı yarının gerçekleri üzerinde inşa edebilme kabiliyet ve iradesini gösterebilmeliyiz.
Cehaletin ürünü olan ve kontrol edilemeyen azgın dürtülerin işgal alanına dönüştürdüğü bünyemizi bu zilletten kurtarmanın yolu vakarla, hilmle ve hikmetle yoğrulmuş bir şahitliği sergilemekten geçer.
Vahiyden kopuk ruh dünyamız, basiret kanallarımızı tıkayıcı bereketsiz gündemlerimiz, cehalet kavramının hakkıyla anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Bizleri kavramlarımızın anlam dünyasından koparan, onları yerinde ve olması gerektiği gibi anlamama zafiyetimizdir.
Değerlendirilmek üzere bize emanet edilen vahiy, akıl, sezgi, vicdan gibi nimetleri işlevselleştirerek, kavramların kalbine kelimeleri ilk öğretenin razı olabileceği bir şekilde bir anlam dünyası yükleyebiliriz. O zaman, arayış, bilgi, basiret, çaba, tecrübe gibi dinamikler, cehaletin zifiri karanlığını aydınlatacak muharrik bir güç durumunda olurlar.
Sadece bedenleri bilgi deposu haline getirmekle cehalet yenilmez. Ulusal ve küresel ölçekte hakikatle sıkıntılı olan tarihsel ve siyasal yaklaşımlar, bilgi enformasyonu adına cehalet tellallığına soyunmuşlardır. Bilginin şifreleri/kodları sünnetullaha uygun bir şekilde fıtratla ve vicdanla rafinerize edilmelidir. Rabbimizin helal–haram sınırlarını belirleyen ilahi metinlerdeki referanslar, bizi terbiye edecek düzeyde kuşatmalıdır ki bilginin ve teknolojinin çağında tehcirlerle, işgallerle ve soykırımlarla ekin ve nesil ifsad edilmesin.
Cahilin şartlı, tahammülsüz ve kibirli karakteristik özelliğinden dolayı, bu hastalıkla mücadelenin önemli bir alan olduğunu gün geçtikçe daha yakıcı bir şekilde hissediyoruz.
Bize dayatılan tüm cahilî kuşatmalar, bizi öldürmeye gelenin bizde dirilebileceği kadar vahiyle beslenmemizle ancak kırılma imkânı bulabilir. Bu beslenme, bize hayatı hikmet ve basiretle okuyabilme imkânını da verecektir
Rabbimizin cehaletin tehlikesine en fazla dikkat çeken ayetleri, akletme ile ilgili ayetlerdir.
Özetle cehaletin, bilgisizlikten ziyade akıllıca düşünmeyi ve vakarı geri plana iten, kaba ve olumsuz bir davranış biçimi olduğu görülür. Bir anlamda cehalet, bir zihnî körlüktür.
Ahzab Suresi 72. ayet-i kerimesinin ifadesinde görüldüğü üzere zalum ve cehul kavramları da birbiriyle ilintilidir. Bu yüzden çok zalim olan insan da hisleri ve arzuları aklını tamamen kapladığı için hiçbir zaman hakkı sahibine teslim edemez. Cehalet, insanın görünen eşya ve olayların arkasındaki ilahi iradeyi anlayamamasıdır. Bu yüzden peygamberler tebliğ görevini yerine getirirken devamlı olarak cahillerin amansız muhalefetiyle karşılaşmışlardır.
Cehalet ateşiyle kaynayan, hislerine ve gururuna esir olmuş bir insanı durduracak, onu düşünmeye sevk edecek yegâne güç ve kuvvet, yeri geldiğinde hikmetli mesafedir.
Bu tespitler bağlamında düşünüldüğünde cehl kavramından türeyen cahiliye kavramının da İslam öncesi ve İslam dışı insanın ve toplumun yaşama tarzı olduğu anlaşılacaktır.
Kur’an-ı Kerim’in genel çerçevesini çizdiği ilahi değerlere paralellik göstermeyen her türlü düşünce, yorum ve yaklaşım bilgi kaynağı olma noktasında batıldır. Hayata, insana ve eşyaya dair ilim ile hikmeti elçileri aracılığıyla ve onların dilleriyle gönderen, aynı zamanda kevni âlemi terbiye etme, düzene koyma, bunun ilke ve esaslarını belirleme hakkını kendinde gören Allah, fıtrata uygun bilginin kodlarını da hayatın merkezinde tutmuştur. İnsana da onu bulma, idrak etme yeteneği ve iradesini vermiştir.
Kitabullah’ta yer alan ilgili vurguları şöyle özetlemek mümkündür:
Peygamberimiz(s) cehalete ve cahillere karşı ciddi bir şekilde uyarılmıştır. (Enam, 35)
Hataların, cehaletin bir neticesi olduğu gerçeği vurgulanmıştır. (Enam, 54)
Cehaletin, basireti örten bir sorun olduğu gerçeğine dikkat çekilmektedir. (Bakara, 273)
Cehaletin, zanna zemin oluşturduğu gerçeği vurgulanmaktadır. (Âl-i imran, 154)
Peygamberimiz (s), cahilleri muhatap almaması konusunda uyarılmıştır. (Araf, 199)
Hz. Yusuf’un (as)cehaletten soyutlanma niyazı dikkat çekicidir. (Yusuf, 33)
Müminlerin bir özelliği de cahillere yüz vermemeleri, onları muhatap almamaları olarak işlenmiştir. (Furkan, 63)
Keyfiyetsiz ortam ve gündemler, cehaletin semeresi olarak görülmektedir. (Kasas, 55)
Kur’an’ın, cehaleti ilahi değerlere karşı alternatif bir güç olarak işlemesi ve bunu cahiliye olarak nitelendirmesi dikkat çekicidir. (Fetih, 26)
Kendilerini cehaletle kuşatanların bunun bedeli olan fitneyi de tatmak durumunda kalacaklarının işlenmesi, cehaletin hayatın anlam ve hikmeti açısından ne kadar olumsuz ve yakıcı bir sorun olarak durduğu gerçeğiyle bizleri yüzleştirmektedir. (Zariyat, 11-14)
- Ulusalcı Reflekslerle Ulusçuluk Hastalığına Karşı Çıkılabilir mi?
- Suriye’de Çözüm Yanlış Adreste Aranmasın!
- Dostu, Düşmanı Tanıtıcı Bir Ayna Olarak Suriye Direnişi
- Resmi İdeolojinin Revizyonuyla Yetinmek mi?
- Batıl İtikaddan Batıl Siyasete: FETÖ Örneği
- Düş İle Gerçeklik Arasında Kürt Devleti
- Arakan Meselesinin Dünü ve Bugünü
- Rohingya Müslümanları Yardım Bekliyor
- Suriye, Terörle Mücadele ve Solun Selefifobyası
- Bazı Solcular, Suriye Konusunda İlkeli Olmaktansa ‘Sağcı Tutum’u Yeğliyorlar!
- Uluslararası Sol ve Suriye İle Dayanışma İhtiyacı
- Suriye Zindanlarında Çocuk Büyütmek: “Çığlıkları Duymasın Diye Kulaklarını Tıkadım!”
- Rabia, Mısır’ın Hiç Unutmayacağı, Masumların Katliamıydı
- Hilm ve Cehl Bağlamında İlm-i Halimiz
- Kur’an’da “Şüphesiz Allah Her Şeye Güç Yetirendir.” İfadesi
- Büyük Bir Cihad Olarak Tebliğ
- İman Meselesi Hakkında Görüşler ve Tekfir Olgusu Üzerine
- Muhafazakârlık: Aydınlanma Düşüncesi ve Dinin Araçsallığı
- Mustafa Akman İle “İbn-i Arabî” Kitabı Üzerine
- Kürt/Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümleri Çözüm Sürecinin Kurbanı mı Oldu?
- Kapımıza Bırakılan Not
- Ne Kadarı Mümkün?
- Unuttuk, O da Bizi Unuttu!
- Kalbimin Şarkısı
- Sefer Hazırlığı İçin Zeyl